II. MURAD :
Babası: Sultan Çelebi Mehmet Han
Annesi: Şehzade Hatun
Doğum Tarihi: 1404
Vefat Tarihi: 1451
Saltanat Müd.: 1421-1451
Türbesi: Bursa' dadır.
Cennetmekan Çelebi Mehmed Han'ın irtİhalinden sonra Osmanlı
tahtına 18 yaşında cülus eden Sultan Murad Han; yaşının çok genç olmasına
rağmen, savaş meydanlarında ve devlet işlerinde pişmiş, mükemmel bir kumandan,
liyakatli bir devlet reisiydi. Babasının üçüncü evlâdıydı. Kendinden büyük
olanları daha evvel vefat ettiklerinden üstelik de babası zamanında meydana
gelmiş olan Börklüce Mustafa İsyanını bastırırken, kumandanlıktaki üstün
meziyetlerini gösterdiğinden, İslam askeri tarafında da kalbî bir sevgi ile
seviliyordu. Ankara Savaşının meydana getirdiği elem ve ızdı-raplı sonuç, bu
İslam Devletini yıkılmanın eşiğine kadar getirmiş, ne var ki müdebbir,
sebatkâr, hamiyyetli Sultan Çelebi Mehmed Hazretleri adım adım ilerliyerek
berzah-ı izmihlale geimiş devlet gemisini kucaklamış, uzun çalışmalardan sonra
Devlet-i Aliyye-yi, Nİğbolu Savaşının galibi devlet seviyesine getirmeye
biiznillah muvaffak olmuştu.
Sultan Murad Han, tahta cülus eyledikten sonra, ilk işi, babası
Sultan Çelebi Mehmed Hazretlerini Bursa'daki Yeşil Tür-be'ye ebedî
istiratgahına yerleştirmek oldu. Suitan Murad. küçük kardeşlerini idam
ettirmemiştir. Ne var ki, bu küçük biraderler, sonradan bir iç harbin zuhuruna
sebebiyet vereceklerdir.
Burada şunu belirtmeyi lüzumlu görürüz ki; Yıldırım Baye-zid
Hazretlerini, kardeşi Yakub Bey'i Öldürülmesinden mes'uf tutanlar: «..Bu
kahraman oğlu kahraman padişahın başına ne geldiyse, bu Yakub Bey olayının
cezasıdır.» diye, nere-deyse el çırparlar. Sultan Murad'ın küçük biraderlerini
ödür-memesİni takdirle karşılarken onların sonradan, bir iç harbe sebebiyet
veren iddiay-ı saltanatlarından dolayı üzüntülerini
ifade etmezler. Bu satırlarla biz, şehzadelerin illa öldürülmesi
taraftan olduğumuzu söylemek için yazmıyoruz. Çünkü «takdir tecelli etmeden,
ölüm husule gelmez» inancındayızdır. Bunu ifade etmemizin sebebi: bazı görüş
sahihlerinin Osmanlı padişahlarının zalimliğini, kan dökücülüğünü İfade etmek
küstahlığına düşerek, o mübarek insanları hafife almağa kalkmaları
yüzündendir. Bu şehzade idamları için, şeriatın neresine sığdıracağız diyenlere
cevap olarak deriz ki; Onlar, Şeriat-ı Muhammediyyeyi î'lâ ve hâkim kılmak için
tırnaklarını etlerinden ayınrcasına kardeş feda ediyorlardı. Acaba bizler
bugün ne yapıyoruz? neyse, biz dönelim mevzuumuza; Çelebi Sultan Mehmed
Hazretten, küçük şehzadelerinin hayatlarını korumak gayesiyle onların Kayser
yanına talim ve terbiye için gönderilmelerine muvafakat etmişti. Sultan
Hazretlerinin vefatından sonra Kayser Manuel Sultan Mu-rad'tan iki şehzadeyi
yanma göndermesi için elçi göndermişti. Sultan Murad ise, şehzadeleri Kayser'e
göndermediği gibi, birer sancak beyi olarak vazifelendirmiş, gelen elçiye de;
«müslüman şehzadelerin hristiyan hükümdar yanında terbiye olmaları şiar-ı
Islamiyyeye uygun değildir.» cevabını vererek bu meseleyi bitirmiştir.
Şehzadeleri Osmanlı hükümetine karşı kullanmak maksadıyla yanma
almak isteyen Kayser Manuel, Sultan Murad'ın bu cevabını öğrenince, plânını
değiştirmek mecburiyetinde kalmıştı. Bizans artık o hale gelmişti ki, devamını
kendi üzerinde gözü olan devletlerin iç işlerini kanştırabiime muvaffakiyetinde
görüyordu. Bu yüzden Limni Adasında bulunan Yıl-dırım'ın oğullarından olduğu
söylenen Düzmece Mustafa'yı derhal yanına getirtip, onunla bir mukavele akd
etti. Bu mukaveleye göre, Düzmece Mustafa, Kayser Manuel'e Gelibolu, Tirhala
havalisiyle Rumeli'nin bütün Karadeniz sahilini vermek şartıyla Kayser'in
yardımını alarak iddia-yı saltanat için
Osmanlı topkiarına girecekti. Kayser Manuel, Mustafa'nın yanına
bir miktar da asker vererek Gelibolu civarına salıverdi. Düzmece Mustafa'nın
yanında iki kılıç artığı vardı. Bunun bir tanesi Dimitrius Laskaris diğeri ise,
ihanet kelimesinin mazharı Cüneyd bey'di. Bilindiği gibi bu Cüneyd bey, ta Yıldırım
Bayezid Han zamanından beri Devlet-İ Osmaniyye aleyhine çevirmedik fırıldak
bırakmamış, kurnaz, cesur ve kuvetli bir adamdı.
Düzmece Mustafa, hitabet san'atınde pek yüksek bir mev-kiie
varmış, heybet, cesaret ve kuvvette Yıldırım Bayezid Hazretlerini hatırlatır
bir insandı. Gelibolu, Düzmece Mustafa'ya belki de bu hasletlerinden dolayı
hiç mukavemet etmeden kapılarını açmış, kendisine baş kumandan tayin ettiği
Cüneyd Bey'ie beraber Edirne'ye hareket etmelerine hiç ses çıkarmamışlardı.
Gerek Edirne şehri, gerek o civardaki yerler, Düzmece Mustafa'yı memnuniyetle
bağırlarına basmışlardı. Evranoszadeler gibi bazı kumandanlar dahi kendisine
biat etmişlerdi. Kısa bir müddet zarfında (aslında şehzadeliği şüpheli olan ve
Düzmece lakabı da buradan gelen) bu adama bütün Rumeli vilayetleri
sadakatlerini bildirmişlerdi. Bu durum büyük bir vehamet kesbetmişti. Çünkü
Mustafa uydurma bir Mustafa değilse, taht-ı saltanat onun hakkı oluyordu.
Sultan Murad Hazretleri ise bu fitnenin üstüne gidip bu ufuneti,
zafer kıvılcımları çıkartan kılıcıyla akıtıp, Devlet-i Osmaniyyenin yeni bir
rahatsızlığa duçar olmaması düşüncesinde Fakat tecrübeli vezirleri İbrahim
Paşa ve Bayezid Paşa reyleri sorulduğunda şu mütaada bulundular: "...
Sultanım, Mustafa Çelebi'yi halk, Yıldırım Bayezid'in bergüzan zannederler,
asker de bu fikirde olabilir Hele hilekâr Cüneyd Bey, onun seraskerleridir,
umulmaz dolaplar çeuirir. Eğer bu ordunun başında siz gider de maazallah bir
ihanet olursa herşey biter. Bırakın bir kumandan riyasetinde bir ordu onun
üzerine gitsin. Eğer kaybedilecek olursa o kumandan gözden düşer, o ordu
yenilmiş olur. Fakat siz sultanım gider de mağlub olunursa, yapılacak birşey
kalmaz» dediler.
Bu mütalaa karşısında Sultan Murad 30.000 kişilik bir ordunun
başına lalası Bayezid Paşa'yı kumandan tayin ederek göndermeye karar verdi.
Belki ileriyi gören, belki de ruh-u sultanisiyl Ruh meuzuu gerek ilahiyat ue
gerekse metafizikte en çok tartışma konusu olan işlerdendir. İnsanoğlunu şaşırtan
nokta beni beşer ile sair canlılarda ortak bir hayat emaresi yani hayvani
ruh'un mevcudiyetidir. Bu şaşırtıcı durum dolaytyladırki materyalistler nasıl
hayvan öldüğü zaman görülen hayat eseri son buluyorsa insanda da konu
olamayacağı gaflet ve dalaletine ve bunda musir kalmışla; -dır. Hatta Lui
Buhner denilen kâfir şöyle bir sual sormuştur. İstiridye ve Midye'de hayat
olduğuna göre onlarında ölümsüz bir ruha sahip olduğunamı inanacağız demek
cüretini göstermiştir. Bütün Materyalistler gibi o da anlayamamıştır-ki,
insanı, İnsan yapan ue asla diğer canlılarda bulunmayan bîr ruh daha vardır ki
bu ruh hiç bir canlıya insanoğlu arasındaki ortak değildir. Buna aklı miad
veya Ruhi Sultani derler.
Bunun mahiyetinin bilinir şeylerden olmadığı ve iedün esrarında
bulunduğu evvelâ Kur'an-ı Kerimin şu âyeti ile sabittir.
Asrı Saadette müşrikler iki^Cihan Serveti efendimize ruh nedir?
diye sorduklarında âyeti kerimede bu sırra şöyle temas buyurulmuştur.
«Alemlerin yüce yaratıcısı, Habibi Ekremine «Onlara ruh rabbimin
emridir» demekle iktifa et ilahi emrini vermiştir. (Kulit ruh minemri rabbi»)
bize kalırsa Sultani ruh'u ifade eden bu ayette «ve nefahtü fihi min ruhi»
esrarı yani kendi ruhumdan ona üfledim gizliliği mevcud olduğu için. Cihan
halkına fazla tafsilat verilmemişti t: Böyle olunca ruhi sultani dediğimiz «iye
nefahtü fihi min ruhi»nin bilmediği hiç bir ulum (bilgiler) yoktur. Onun
aksetmesine mani olan 'cismin kesafetidir. Ondan kurtulan VelVler bu imtiyaz ve
sırra sahib olurlar. İlahiyat bakımından izahım yaptığımız ruh, yani ruhi
sultaniyi aşağıdaki beyit kadar vuzuhla (açıkça) anlatmak pek güçtür.
«Gel nefahtü fihi min rûhi'nin anla sırrını kimse bulmazdı hayatı
baki ol dem olmasa» Bugünün lisanına göre manası şudur ki: Ey insan oğlu! Gel
Hak Tealâ'nın kendi ruhundan sana üflediği ruh'un sırrını öğren. Eğer o ruh
olmasaydı hiç kimse ebedi hayat bulamazdı anlamınadırki Sultanî Ruhu bu kadar
açık anlatmak müşküldür. İlahiyat bakımından verdiğimiz bu izahattan sonra
metafizik ve felsefe bakımından da ruh, kî burada kast olunan ruhi Sutant'dir.
Ay m inceleme mevzuu olmuştur. Spritüalistler maddecilerin insanda diğer
canlılarda bulun-mıyan bir ruh olduğunu şöyle ispatlamışlardır. Meselâ
Darvi-nizm insanın maymun aslından geldiği safsatasına verdikleri cevapta
demişlerdir ki (ama hiç bir maymun'un uzun asırlardır insan olduğu ve insanın
yaptığı şeyleri yaptığı görülmemiştir. İnsanoğlu kâinatın yaratıcısı
tarafından başka bir gaye için yaratılmıştır. Ahiret hayalıda bunun için
mevcut-, tur) Ve birde Materyalistlerin insan şuurunda vukua gelen bozuklukları
ruhun yokluğuna delil olarak göstermelerine karşı Spritüalistler şu haklı izahı
yapmışlardır. Bir piyano düşününki elbette bir piyanist tarafından
çalınmaktadır. Tuşlarda bir bozukluk olursa sesin 'bozuk çıkacağı aşikârdır.
Amma bu piyanoyu çalmakta olan piyanistin yokluğuna delalet etmez. İşte
Spirtüalistter, ruhla cisim münasebetini buna benzetmişlerdir ki; Bizce pek
haklı söylemişlerdi
neyve biz mevzua dönelim nin mutad teftişinde sayıca azalır. Bu
durum, paşanın ümidinin zayıflamasına, dolayısıyla sultanın huzurunda
söylediklerinin ikinci bölümünü tatbike sıra gelir. Yanında kardeşi Hamza Bey
olduğu halde diğerleriyle beraber Düzmece Mustafa'ya biat ederler. Düzmece
Mustafa kendisini gayet güzel karşılar, hüsn-ü kabul gösterir, ikramlarda
buunur. Ne var ki hilekâr Cüneyd Bey, Mustafa Çele-bi'den, Bayezid Bey'i ister
ve alır almaz da bu şanlı vezirin öpülesi alnını al kana boyayarak Edirne
Sarayının mermerleri üzerine döker. Onu şehid eder. Tarih bu elim olaya H.
825/M. 1422'deşahid oluyordu.
Sultan Murad Hazretlerinin durumu çok müşkil bir mevkiîe
dayanmıştı. Düzmece Mustafa herkesi büyülüyor, her geçen gün durumunu
kuvetlendiriyordu. Artık Sultan Murad'ın etrafında bir ümitsizlik ağı örülmüş
bulunuyordu. İşte bu sırada tecrübeli vezir İbrahim Paşa, Sultan Murad'ın
huzuruna çiktî. Ve «padişahım bir tedbir vardır ki yapalım, sîz ferman buyurun
arzedeyim: Padişah anlat deyince Vezir İbrahim Paşa şöyle devam etti:
— Sultanım bilirsiniz ki, Rumeli askerinin en Önemli bölümü
Akıncılardır. İşte bu akıncıların hepsi şu anda, Düzmece Mustafa'nın ordusunu
teşkil ederler. Onları tarafımıza çekecek adam bir anahtardır. O da Musa
Çelebi hizmetinde bulunduğundan cennetmekan pederiniz tarafından Tokat'ta
mahpus akıncıyı beyi Mihal oğlu Mehmed Bey'dir. bir İradenizle onu serbest
bıraksanız, o akıncıları her halde, bu düzme şehzadeden çekip size bend eder.
Padişah bu teklifi kabul eder. Mihal oğlu Mehmed beyin serbest
bırakılmasını emreder. Diğer tarafta ise Düzmece Mustafa, sarayın debdebesi ile
birlikte ne olduğunun farkına varmış, Bizans Kayseri Manuel'le yaptığı
mukaveleyi hatırlatan Dimitrius Laskaris'e;
«— Ben kendi topraklarımı imparator Manuel hesabına yeniden
fethetmiyorum. Sen şimdi, kuvvetlerini al ve yurdumdan çekil. Beni
hapsettiğiniz Limni'de ettiğiniz hakaretler, size saygı duymama mani oluyor.
Ne var kî beni Selanik'te misafir olarak ağırlamıştınız. Bunu da unutmuyor, bu
şimdiki misafirliğinizle ödeşmiş bulunuyoruz. İmparator Ma-nuel'e söyleyiniz;
bundan sonra kendisine bir Osmanlı Sultanı olarak hitab edeceğim.»
diyerek mukaveleyi tanımayacağını bildirdi. Tabii geçirdiği uzun
esaret yılları vücudunun ve nefsinin bu boluk ve rahatlık içinde gevşemesine
yolaçtı. Hilekâr Cüneyd Bey, müthiş zekâsıyla Mustafa Çelebi'nin bu saltanatı
sonuna kadar götü-meyiceğini anladığından adamları vasıtasıyla İbrahim
Pa-şa'yla haberleşme temin edip, Sultan Murad kendisini affeder. İzmir, Tire,
Nif (Kemal Paşa) gibi eski yerlerini ona iade ederse, bu gailenin kalkmasına
yardım edeceğini bildirdi. İbrahim Paşa, Cüneyd'in bu isteklerinin kabul
edildiği haberini gönderince, ihanet çemberi artık Mustafa'ya musaüat olmaya
başlamıştı. Bu ihanetin kolay gerçekleşmesi Düzme-ce'nin, Sultan Murad
Hazretlerini üzerine yürümesini temin etmeyle başhyacaktı. Cüneyd Bey, Düzmece
Mustafa'yı tahrik ediyor, Sultan Murad'ı tahttan kovup memleketin her tarafının
hakimi olması icab ettiğine inandırmaya ve bunun için Anadolu'ya geçmesini
temine çalışıyordu. Ve sonunda ikna etmeye de muvaffak oldu.
Savaşsız Savaş
Cüneyd Bey'in, Sultan Murad üzerine yürümesini kabul ettirdiği
Mustafa Çelebi, yanındaki akıncı askeri ve başıbozuk-larla Venedik'ten
kiralanan kadırgalarla Lapseki'ye geçerek Anadolu toprağına ulaşmıştı. Ordusunu
Lapseki Ovasına yaymış bulunan Mustafa Çelebi, her ferdin ateş yakması emrini
verdi. Yakılan ateşler, ovada çok büyük miktarda asker bulunduğunu
gösteriyordu.
Bu dehşetli manzarayı gören Sultan Murad, hayret etti ise de
basireti vasıtasıyla bu aldatmacaya kanmadı ve 20.000 seçme askerle beraber
fütursuzca yürümeye başladı. Ve Düzmece Mustafa'nın ordusunu takibe başladı.
Vezir ibrahim Paşa, Mustafa Çelebi'ye gizlice haber uçurmuş,
Cüneyd Bey'in çok dikkat edilmesi lazım gelen bir adam olduğnu, ihanette sabıkasının
az olmadığını, kendisine ihanet için de Sultan Murad'a başvurduğunu anlatarak,
kendisinin ise dostu olduğunu bildirir anlamda haberler göndererek
Mustafa'nın kulağına kar suyu kaçırmış, Cüneyd bey'e şüpheyle bakmasına vesile
olmuştur. Cüneyd Bey, hakikaten ihanet içinde olduğundan birbirlerini şüpheli
bir halde kontrol ediyorlardı. Birbirlerine olan itimadsızhkları bir türlü
saldırıya geçme fırsatı vermiyordu. Bu itimadsızlık o derece ileri noktaya
varmıştı ki, birbirlerine zaferi elleriyle gösterseler yalan diyecek hale
gelmişlerdi. Tabii bir türlü hücum emri alamı-yan ordu ise, hızını kaybetmiş,
düşünmeye başlamıştı... Öyle ya karşımızdaki düşman kimdi?.! Kâfir değiller...
Üstelik kahraman bir padişaha, aynı zamanda tarikat ehli olup seyr-ü sülük
dalgalarında mürşidin gösterdiği derslerle kuiaç atan bir zat-i padişahî idi...
Ordu düşünmeye başladımı, çok şey değişir... O düşünmeyi kim kendi istikametine
çevirirse, zafer ona tatlı gülücüklerle koşar.
İşte bunu başaran Sultaft Murad nam-ı hesabına Vezir-i azam
İbrahim Paşa oldu. Tokat Hapisanesinden tahliye olunup iade-i rütbe edilen
Mihal oğlu Mehmed Bey vasıtasıyla Düzmece Mustafa ordusunun en düzenli bölümü
akıncılar, nehrin öbür kıyısından gecenin karanlığında nev'i şahsına münhasır
savaş na'rasını atan sevgili kumandanları Mihal oğlu Mehmed Bey'in sesini
duyunca, harp tâlini, ehlini Mustafa Çelebi'den çekip, Sultan Murad-ı Sani
Hazretlerinin avu-cuna koymuştu. Bütün akıncılar, beyleri vasıtasıyla Sultan
Murad Ordusuna iltihak etmişlerdi.
Cüneyd Bey ise, durumu sezdiğinden, yanına aldığı 60 kişilik
maiyyetiyle karanlıklar içine dalarak, zavallı Çelebi Mustafa'yı, sönmüş
bulunan talih yıldızıyla başbaşa bırakmıştı. Mustafa Çelebi büyük bir
kalabalıkla geçtiği Lapseki'den bu sefer tek başına bir balıkçı kayiğıyla
Rumeli'ye geçiyordu. Sultan Murad, artık durmadı, takibe devam etti. Rumeli'ye
geçti. Edirne'ye yakın bir yer olan Yenice dağ köyünde saklandığı ağaç
kovuğundan kendi eliyle çıkarıp Edirne'ye getirdi ve kalenin en yüksek kulesine
astırıp, Düzmece Mustafa Olayının son bulduğunu bütün âîeme ilan etÖ. Tarihler
H. 826/M. 1423 senesini gösteriyordu...
İstanbul'un Müharasa Edilmesi
Sultan İkinci Murad, Düzmece belasını savaşsız bir şekilde
neticelendirince, bu ve bundan evvelki fitnelerin müsebbibi Kayser Manuel'i
cezalandırmak, İstanbul'u fethetmek gayretiyle derhal muhasaraya aldı. 20.000
kişilik ordu muhasarada vazife almıştı. Çok büyük gayretler sarf edildi.
Padişahın yaptırdığı tahta surlar, Bizans surlarının hizasına yükseltilmiş,
karşılıklı ok atışları ile yapılan savaşlarda bir miktar İslâm askeri şehid,
bif miktarda Kayser'in askerinden mürd oianlar olmuştu. İki sûr arasındaki
hendek ölülerle dolmuştu.
Zafer çok yakın bir duruma geldiği sırada yine bir iç isyan Manuel'in
imdadına yetişmiş Bizans düşmemişti. Ordu-yu Hümayun Anadolu'ya dönüp terazinin
bozulan muvazenesini temin için yola koyulmuştu. Bu sırada çok yaşlanmış olan
Manuel, hayatının son nefesini vererek ölmüş, yerine oğlu İo-ne Paleologos'u
bırakmıştı. Manuel'in ölümü bir fitne kumkumasının, bu fani dünyadan defolması
sayılmıştı.
Küçük Şehzade Mustafa Sultan İsyanı
Karamanoğlu ve bazı Anadolu Beylerinin, hatta Manuel'in
teşvikleriyle iddia-ı saltanat ederek, isyan meydanına çıkan şehzade Mustafa
Sultan, (Şehzadelere Sultan unvanıyla hi-tab edilmesi, padişahlarla
karıştırılmaması İçin şöyle bir yol bulunmuştu. Padişahlara Sultan unvanıyla
hitab ve yazılacağı zaman kendi isminden euvel (Misalde olduğu gibi; misal:
Kanuni Sultan Süleyman şekliyle, görüldüğü gibi Sultan Unvanı ismi has'tan
evvel söylenmiş oluyor. Buna mukabil padişah olamamış Şehzadelere misalde
olduğu gibi; misal: Cem Sultan görüldüğü gibi burada ismi has Sultan ünuantn
dan evvel söylenmektedir.) İznik'i sıkıştırmaya başlamıştı. Karamanoğlu bu
küçük şehzadeyi «..sen şimdi küçüksün, onun için Sultan Murad seni öldürmüyor.
Büyüyüp, buluğa erince görürsün ki, seni o zaman Öldürür.» diyerek bu kötü işe
razı etmişti.
Ne var ki bu gaile, fazla uzun sürmemiş, çünkü Çelebi Sultan
Mehmed Hazretlerinin hizmetinde iken Süleyman Çelebi tarafına kaçarak ihanet
ehli olduğunu gösteren Şurubdar İlyas Bey, lalası olduğu Mustafa Sultanı,
birtakım vaad ve zafer müjdeleriyle oyaladıktan sonra, ikinci Sultan Murad'ın
İmrahoru Mezid bey'e teslim etmiş, Mezid Bey ise Çelebi Mustafa Sultan'ı
asarak, onun hayatına ve bu gaileye son vermişti.
Padişah, hazır Anadolu'ca geçmişken Aydın'a yeniden Bey olmuş
Cüneyd Bey'î İdam edip, Aydın, Menteşe, Hamid ve Karaman taraflarını Devlet-i
Âliyye'nin hudutlarına ilhak eylemiştir. Padişahın lalası Yürgeç Paşa da bu
sırada Anadolu'nun doğudaki sınırlarını bir hayli intizama sokuyordu.
Rumeli'de Durum
Anadolu üzerinde adalet ve sükunet getiren bedeniyle dolaşan Sultan
Murad Hazretleri, Anadolunun emniyyet altına alındığını hissedince, zafer dolu
bakışlarını Rumeli taraflarına çevirdi.
İkinci Sultan Murad'ın ilk işi; Selanik olması mukarrerdi. Çünkü
Selanik, Yıldırım Bayezid Hazretleri zamanında Osmanlı hudutlarına
katılmışken, fetret devrinde yine rumlann eline geçmişti. "Bir müslüman
devlet, her ne haİ ile kaybettiği topraklan yeniden ele geçirmek niyetini
içinde taşımazsa, maazalah günaha girer.» diyen birçok âlim, bu ictihadta-dır.
Seyr-i sülük erbabı bir zat olan Hazreti padişah, her halde bu hükümden bîhaber
değildi. Kayser, Selanik'i Osmanlı'nın birgün almak isteyeceğini bildiğinden
söz konusu şehri Venediklilere hediye etmişti. Tabii Venedikliler Murad
Gazi'nin önünde ancak 15 gün dayanabildiler ve Selanik'i İslam Ordusuna terk
eylediler. Zaman H. 833/M. 1430 tarihini gösteriyordu.
Bu sırada Sırbistan ve Macaristan, kendi aralarında amansız bir
savaşa başladılar. Hazreti padişah, bu savaşta Sırbistan'a yardım etmeyi,
Devlet-i İslamiyye'nin menfaatine uygun gördü. Bu müdahale ile Avrupa'yı
sıkıştırabileceği bir köprübaşı daha temin etti. Bu yardıma müteşekkir olan
Sırp Kralı Yorgi Brankoviç kızını padişaha takdim etmişti. Arnavutluk'un
istilasını da ihmal etmeyen Sultan İkinci Murad; Güney Arnavutluk'u idare eden
bir İtalyan serserisi oian Toc-ci'yi çabucak mağiub etmiş, Kuzey Arnavutluk'un
beyi olan Yani Kastoryato ise, istiklalini muhafaza için çok direnmişse de
zaferin, Sultanın olacağını görerek teslim olmuş ve dört oğlunu dergâh-ı
padişahiye göndererek itaat altına girmişti.
H. 835/M. 1432 senesinde ölen Kastoryato'dan sonra İş-kodra'da
Memalik-i Osmaniyye'ye ilhak olunmuştu.
Kastoryato'nun küçük oğlu olan İskender Bey, padişahın sevgi ve
teveccühüne nail olmuş olmasına rağmen, yaptığı müracaatla vatanına dönmek
istediğini bildirmiş, kendisine bir miktar asker verilerek isteği yerine
getirilmişti. Ne var ki, kuru bir ırkçılık davasına sarılarak uzun yıllar,
İslâm Devleti olan Osmanlının müslüman oğlu müslüman padişahlarına gaile
çıkarmıştır. İskender Bey, doğu ve batı tarihlerinde ehemniyetle anılır bir
adamdı. Bize göre eğer İslâm Ordusunun bir kumandanı olarak vazife alsaydı, bu
şöhreti, İslama hizmet etmek olacağından, ahiret hayatını da süsleyen bir
şöhret olurdu.
Yine o vakitte çok meşhur olan Ulah Beyliğini elinde tutan Vlad
Drakula, yani iblis vardı ki, bu kan içici İslam düşmanı şöhretini alçakça
işkenceler yaparak elde etmiş bir tiran, bir zalim canavardı. Şöhreti asla
İskender Bey gibi merdane olmayıp, kalleş ve haince idi. Bu canavarın hesabı
ancak Hazreti Fatih Sultan Mehmed Han Devrinde görüiebümiş ve ömür defteri
kafası kesilip, bala daldırılarak dürülebilmiş-ti.(Bal'a daldırma tabirini
kısaca bildirmek lüzumunu duyduk. Öldürülen bir liderin yolundan gidenler onun
yolunu devam ettirebilmek için o zamanın haberleşme imkânlarının azlığı
münasebetiyle o liderin ölmediğini haika inandırmaya çalışırdı. Kafası
kesilerek memleketin muhtelif yerlerinde teşhir edilerek halkın bu yalanlara
kanmaması temin olunmaya çalışırdı. Fakat kısa bir müddet içinde kokan ve bozulan
bu kafalar uzun zaman tteşhir olunamazdı. İşte kesildikten sonra bal içine
daldırılan bu kesik kafaların bir müddet daha bozulmadan muhafazası sağlanır
idi.)
Sultan Murad, Transilvanya, yani Erdel üzerine hücum ederek birçok
şehri ezip geçmiş 100.000 den ziyade esir alarak dönmüştü. Semendire Kalesini
de ele geçiren Sultan Murad Hazretleri Ankara Savaşı müellimesinden sonra
elden çıkmış, daha evvel fetholunmuş
yerieri yeniden Devlet-i Âliyye
hudutlarına ilhak etmişti.
Sultan İkinci Murad, Belgrad'ı muhasara edip 6 ay almak için
uğraştıysa da nasib olmadığından muhasarayı kaldırdı. Muhasaranın kaldırılması
Orduy-u Hümayun'da kötü bir tesir icra etmiş, kuvve-i maneviyyesi sarsılan
asker, birtakım hatalar yapmaya başlamıştı. Bu duruma son derece üzülen padişah,
tahtı bile bırakmayı düşünmüştü. Bu hadiseler gündüz ortasında, ortalığı basan
karanlıkta mum ve meş'aleler yakılması sebebiyle, semavi bir olay olarak
değerlendirilemeyin-ce, bir emniyetsizlik, bir tatsızlık herkesi sarmıştı.
Bu üzüntülerin felakete dönüşmesi şöyle olmuştu: Belgrad Kalesinin
muhasarası sırasında Macarlar imdad kuvvetleri göndererek Belgrad Kalesini
müdafaaya yardımcı olmuşlardı. Sultan Murad muhasarayı kaldırdıktan sonra ünlü
kumandanlarından Mezid Bey kumandasında 20.000 kişilik bir kuvveti Erde!
Kalesini hâk ile yeksan etmek üzere göndermişti. Ne var ki Mezid Bey'in
karşısına aniden Jan Hünyad birlikleriyle çıkmış, kurduğu pusuya düşürmüş ve
İslam mücahidle-nni kumandanları Mezid Bey de dahil hepsini şehid • etmiştir..
Jan Hünyad, belki İyi bir asker, fakat iyi bîr insan değildi.
Bunun en bariz misali, kazandığı bu savaştan sonra İsiam
şehidlerini bir bölümünün aziz başlarını bir arabaya doldurta-rak Sırp Kralı
Brankoviç'e, kendisine iltihak etmesi İçin, nişane olarak göndermesi olmuştur.
Bu mağlubiyet ve yapılan uygunsuz hareketlere çok üzülen Sultan Hazretleri,
Şahabed-din Paşa kumandasında bir kuvveti, Erdel üzerine gönderdiyse de,
kumandan olacak liyakate sahib olamadığından, bu ordunun da akıbeti fena odu.
Şahabeddin Paşa, savaşın baş- . larında korkuya kapıldı, yanındaki askerin bir
bölümüyle firar etti. Kalan asker ise, Allah yolunda şehid olmayı cana minnet
bildiler.
Padişahın Tahtı Bırakması Ve Sebebleri
Sultan İkinci Murad, arka arkaya muvaffakiyetsiz seferler yapan
kumandanlarının, İslam askerinin perişan olmasına sebeb olacak hatalarla malûl
olduğunu görünce, Osmanlının o güne kadar tatbik etmediği bir siyâsi manevrayı
yaptı. Bu siyasî manevra şuydu. Arka arkaya alınan mağlubiyetler, bu İşin
arkasında bir bozukluk olduğunu gösteriyordu. Bu bozukluk tedavi edilmeden,
yeni savaşlar galibiyet getirmez, aksine çok şeyler götürdü. Ecdadının şimdiye
kadar kat'iy-yen tenezzül edemediği, mağlubken sulh isteme siyasetini seçti. Buna
dervişane sabrıyla katlanabildi. Bu sulh isteme zamanını çok iyi ayarladığı
galib düşman Jan Hünyad'ın tereddütsüz kabul etmesinden hemen anlaşılır.
Çünkü Jan Hünyad Avrupalıların «uzun sefer» adını verdikleri bu seferde
şüphesiz ki çok yıpranmıştı. Ordusu ise, artık itaatsizliğe başlamıştı. Jan
Hünyad, biliyordu ki, bu sulh teklifini red etse, padişah kuvvetlerini
toplayıp mukavemet edecek, bu mukavemet kuvvetle muhtemeldi ki, Jan Hünyad'ı
perişan edebilirdi. Demek ki her iki taraf menfaatini iyi he-sablamış ve sulh
akdetmesini bilmişlerdi. Sultan Murad'ın büyüklüğü burada bir defa daha meydana
çıkıyordu. Bütün mes'uliyeti omuzlarına alarak menfaati Devlet-i Osmaniyye
icabı sulh adımını, herkes ne der diyerek, düşünmemiş atmaktan çekinmemişti.
Sulhun yapılmasından sonra acı bir haber yetişti; Sultan Murad'ın büyük
şehzadesi Amasya Valisi Alaaddin Sultan vefat etmişti.
Bu habere çok üzülen Sultan Murad, büyük ümitlerle yetiştirdiği
oğlunun vefatının akabinde Jan Hünyad ve ordusunun ne büyük ganimetlerle
Osmanlı yurdundan çekildiğini öğrenince, çok daha üzüntüye kapıldı. Başta
zikrettiğimiz bozuklukların sebebini de araştırdığında, bunların az şey
olmadiğini gördü. Çünkü Şahabeddin Paşa zihniyetli kumandanlar çoğalmış,
irtikâb ve suistimal artmıştı. Bunları ancak kılıç düzeltirdi. Kılıç girdiği
yerden kan çıkarır. Sultan Murad, babası gibi gayet merhametli ve kan dökmekten
hoşlanmaz bir padişah-i cihan idi.
Bu kadar sebebin biraraya geldiği zaman, Sultan İkinci Murad,
Osmanlı Tahtını Manisa Valisi Şehzade Mehmed Sul-tan'a devrederken, belki de
çağların şahid olmadığı, Efendimiz Peygamberimiz (s.a.v.)'den sonra en büyük
kumandanı-' nın padişahlık stajını yaptırıyordu.
Sultan Mehmed Han'ın Tahta İlk Geçişi
H. 847/M. 1444 Başlarında, Osmanlı Tahtına oturan istikbalin
Fatih Sultan Mehmed Hazretleri daha 14 yaşındaydı. 14 Yaşındaki padişahı
istedikleri gibi idare edebileceğini zannedenler, kısa zamanda aldandıklarını
anladılar.
Çünkü padişah, belki tecrübesizdi, fakat dirayet ve basireti,
onların hepsini yanılttı. Tecrübesizliği yüzünden tayinlerde bir-iki hata
yapıldıysa da, onları da düzeltmek, gayr-i mümkün değildi. Kendisine müşavir
seçtiği Zağanos Paşa, padişahın iradelerinin yerini bulmasını dikkatle takib
ediyor, neticesini kendisine bildiriyordu.
İşte bu sırada, Sultan Murad-ı Sâni'nin Jan Hünyad'ia yaptığı 10
yıllık saldırmazlık anlaşması, kâfirin tabiat-ı icabı, genç padişahın zaaf
sahibi olduğunu zannederek anlaşmayı bozup, bütün hristiyan dünyasını
toplıyarak Osmanlı hududuna daldılar. Bunlar ağızlarından şu cümleyi
düşürmüyorlardı: «Müslümanları Rumeli'den tamamen tard edip, Anadolu'ya
süreceğiz.»... Tabii ki son konuşanın, iyi konuşacağını unutuyorlardı.
Düşmanın, Osmanlı hududunu tecavüzleri, kumandan ve vezirlerin
telaşa kapılmalarına sebeb oldu. Genç padişaha, babasını tahta davet etmesi
için ricada bulundular. Sultan Mehmed, bu teklifi hemen kabul etmeyip beklemeyi
tercih etti. Bunun üzerine Sultan Murad'ın yakını olan vezir ve kumandanlar,
günlerini Manisa'da bağlı olduğu tarikatin usul ve erkânı -ibadet- ile geçiren
padişahın yanına vardılar ve ricalarda bulundular. Padişah da bu teklifleri ne
red, ne de kabul ettiğini belirtecek bir işarette bulunmadı.
İşte bu sırada büyükler büyüğü olmanın ilk işaretlerinden olan şu
davet, Sultan İkinci Mehmed'İn dudaklarından döküldü:
«— Eğer padişah isen gel, ordunun başına geç! Yok eğer padişah ben
isem, sana emrediyorum gel, ordularımın başına geç»
İşte bu red edilemez davet, Sultan Murad-ı Sâni'nin başkumandan
olarak, Varna'da vaki olacak savaşın sevk-ul ceyşi-ni (idaresini) yüklenmeye
yetmişti.
Varna Meydan Muharebesi
Karşılarında genç padişahın kumandasında bir Osmanlı ordusu bekliyen
Ehl-i Salip kendileri için acı bir süprizie karşılaştılar. Çünkü karşılarında,
savaş meydanlarının muzaffer sultanı, kahramanlığın sembollerinden olan bir
siyasî deha'yı buldular.
İkinci Sultan Murad Hazretleri, savaşa başlamadan evvel ordusunu tertib
etti. Savaş başladığında, ehl-i salip şövalyelerinin şiddetli bir hücumu, sağ
ve sol cenahların dayanamayıp çökmesine sebeb oldu. Kral Ladislas,
kuvvetleriyle Sultanın bulunduğu merkeze doğru hücuma kalktı. İşte bu sırada
birçok Osmanlı Askeri ric'ata başladılar. Sultan Murad durumu görünce,
yerinden bir milim bile ayrılmamaya karar verdi. Kapıkulu askerleri ile
beraber, dağlar gibi durarak mukavemete hazırlandı. Bir murakabe yaptıktan
sonra, atının üstünde ellerini açarak, Dergâh-ı İlâhiyye'ye yalvarmaya başladı.
Bu duayı Tâc'üt Tevarih sahibi olan ve I. Halife Yavuz Sultan Selim
Hazretlerinin can dostu Hasan Çan'ın oğlu, ehl-i tasavvuftan Hoca Sadeddin
Efendi'nin naklinden mealen almayı uygun gördük:
«İlahi, dil padişahlarının sultanlıkları içün, nefs gazilerinin
pehlivanıkları içün, din-ü mübin yolunda baş ve canını feda eden yiğitlerin
hürmetine, kanlı kefenlere bürünmüş şehidle-rin kendilerini adadıkları din-ü
mübin yolunun izzetine...!
İlahi, şol peygamberlik divanının sultanı, ol yiğitlik elvanının
süleymanı, hakikatleri araştıran kervanın rehberi, muvaffakiyet meydanının
hızlı koşan binicisi, ol varlık aleminin öğreticisi, Cenab-i Peygamber
Hazretlerinin pâk rûh-u sefası içün, o! yücelik katının gönülleri aydınlatan
ışığın içün, İslam askerini, azgın ve kafirlerin ayakları altında çiğnetme!
İslam Gazilerini, İslam düşmanlarının sert silleleri ile perişan hai eyleme!
İslam topluluğuna Kitab-ı muhkeminde buyurduğun sonsuz yardımlarınla, İslamın
bayrağını yüce eyle!»
İnd-i İlâhî'de kabul olunduğu şüphesiz olan bu istimdad-dan sonra,
ordu bir parça toparlandı. Ladislas'ın merkeze hücum ettiğini söylemiştik. Çok
sür'atli koşan atı, Ladislas'ın askerlerinden uzaklaşmasına sebeb olmuştu.
Sultan Murad'ın verdiği taktikle, İslam askeri onun Önünü
boşalttı. O koridora hızlı giren Ladislas, aslında son sür'atle eceline
koşuyordu. Sun'i olarak açılmış koridor, derhal bir çember halinde kapatılınca,
Koca Hızır adlı güngörmüş bir Yeniçeri, Ladislas'ın atını yere yıktı. Sonra da
Ladislas'ın başını vücuduiian ayırarak bir mızrağa taktı ve ehli salip ordusuna
gösterdi.
Bu, imzaladığı anlaşmayı inkâr eden baş, ehli salip ordusunun da
yıkılmasına sebeb olmuştu. Kumandanlarının, en önemlilerinden birinin kellesini
mızrak ucunda gören düşman askeri, Tuna Kıyılarına doğru son hızla kaçmaya
başladılar. Varna Meydanı, düşmana mezar olurken, İslam askerinin sayısız
zaferlerine bir yenisini daha ekliyordu... Tarih ise; H. 848 yılının 9 Recebini
/M. 22 Ekim, 1444 yılını gösteriyordu...
Sultan Murad'ın Yeniden Tahta Geçişi
Sultan ikinci Mehmed Hazretleri, dört başı mamur bir zaferin
banisi olan babasının yeniden tahta geçmesini münasib buluyor, fakat bir vesile
ile bunu kendisine açamıyordu. Aynı şekilde Sultan Murad-ı sâni, çok genç olan
oğlunun, henüz asker içinde kendisine istinad noktalan bulunamadığını görüyor,
bu stajın yettiği kanaatini taşıyordu. Hele mağlub edilmiş küffarın, bu
şamarın acısını çabuk unutacağını hisseden Sultan Hazretleri, tahta yeniden
geçmeyi düşünmüyor değildi. Fakat bunu açıklayamiyordu.
İşte manevî sultanların kalperinde teceli eden haberleşmeler,
elhak bu iki zahir ve batın sultanlarının kalplerinde tecelli etmişti...
Vezir ve kumandanlarının agah olmalarına Sultan II. Mehmed sebeb
olmuş; «Cihan padişahı dururken, bize Manisa'da valilik yakışır» diyerek,
teklif-i saltanatı babasına bildirmiş, Hazretî Padişah da; «Bir istihareye
başvuralım, neyse ona göre hareket ederiz.» dedikten bir gün sonra, kutlu vazifeyi
omuzlarına alarak Osmanlı tahtına yeniden oturmuştu.
Germehisar'fn Yıkılışı Ve İşin Ehline Verilmesi
150 Yıla yaklaşan ömrüyle Osmanlı Devleti, hala kuvvetli bir
donanma meydana getirememiş «istikbal denizlerdedir.» Kelam-ı kibarının icabını
henüz uygulayamamıştı. Bunun da acılarını Anadolu'dan Rumeli'ye, Rumeli'den
Anadolu'ya geçerken hissediyorlardı. Hatta bir seferinde Çelebi Mustafa'yı
(Düzmece) takib ederken, Venedik gemilerine binmişler ve Venedik Gemisinin
sefih kaptanı; Sultan Murad'a «Foça'nın Şap Madeninden alınan vergiyi
affediniz» şeklindeki teklifini! donanma yapmamış olmanın üzüntüsünü içinden
hissederek nefretle verginin affedildiğini bildiren fermanı imzalamıştı.
Ehli Salip Ordusu, aralarında ittifak ettiği ve Osmanlı hududuna
tecavüze başladığı zaman, kâfir donanması da Gelibolu önlerine geliyor, orayı
kesip Anadolu'dan yardım alınmasını önlüyordu. Bu duruma iki çare vardır:
Birincisi; Kuvvetli bir donanma vücuda getirmekti, ki bu uzun. bir
sulh zamanının işiydi. Buna da fırsat bulamıyordu.
İkincisi ise, Bu küffar ülkelerinin arasını açmaktı. Bu yol ise
Mora Yarımadasından başlıyordu. Mora Yarımadasının kara ile bitişik bölümüne
yeralan Germehisan, hakikaten çok çetin bir hisardı.
Sultan Murad, Germehisan engelini ortadan kaldırmayı kafasına
koyduğu an, «Emaneti ehline veriniz» emri gereğince, bu işi yapacak olan
adamın, Tokat hapishanesinde mahkûm bulunan Turhan Bey olduğunu haber
aldığımda derhal Turhan Bey'i aff-ı şahaneye mazhar kilarak, huzuruna getirmiş
ve Germehisan üzerindeki hesaplan müşavereye başlamışlardı. Müşavere sonunda
Serezden kuvvetli bir orduyla harekte geçen Sultan Murad, Germehisannı yerle bir etti.
Şöyle ki; kulenin önünde çalı-çırpı ağaç ve kalaslarla sun'İ bir
kule yapan İslam askeri, ne toptan, ne de tüfekten yıldı. Cadde gibi yaptığı
surla düşman içine atlayıp, onları bir güzel kılıçtan geçirerek, kaleyi yerle
bir ettiler. Germehisan, İslam askerine şan vererek başeğerken, tarih H.
850/M. 1446 yını gösteriyordu.
Yürüyüşe devam eden Sultan Murad, şehzade Mehmed Sultanı yanına
çağırtıp, beraberce Arnavutluk eyaletinin önemli kalelerinden olan Akçahisarı
iki aylık bir kuşatmadan sonra fethettiler.
Dikkat edilirse Sultan Murad-ı Sâni, Akçahisar Muhasarasına ta
Manisa'da bulunan oğlu yanına Mehmed Sultanı çağırmakla, acaba
KOSTANTİNOPOL'ün (İstanbul) fethinin manevrasını mı yaptırmıştı?
İkinci Kosova Meydan Muharebesi
Bu sefer Yanko kâfirin teşvikiyle Leh banı, Çek banı Eflak banı,
Sekület banı ve daha birçok küffar beylerini bir ittifaka sevketmişti.
Durumu haber alan Sultan Murad-ı Sani, Hüdavendigâr Sultan I.
Murad Gazi Hazretlerinin lakabına nail olmak lütfu-na erişmişti. Çünkü
hüdavenigârhk hiçbir ırk, hanedan, soy ve sop farkı gözetmeden toplanan İslam
ordusunun başkumandanına verilen bir güzel unvan idi...
Sultan Murad-ı Sâni, Martojos Doğan adlı akıncısını düşman
arasına gönderip istihbaratla vazifelendirdikten sonra, Anadolu'ya saldığı
haberciler vasıtasıyla bütün İslam Beylerine haberler gönderek, kelime-i
tevhid bayrağı altında toplayıp, İslamın küffara bir daha muzaffer olması için
gayret göstermeleri emrini bildirdi. Elhak, bütün Anadolu askeri, evlad-ı
fatihan olan Rumeli askerinin yanında yer aldı.
Sıkılmış bir yumruk gibi, ayrılmaz bir kütle gibi Din-i İslam düşmanları
karşısında 1389 I. Kosova Zaferinde olduğu gibi boy gösterdiler. Can verdiler,
baş aldılar ve şanlarına şan, ta-rih-i âleme bir İslam zaferi daha kattılar.
Hem de silinmez harflerle... Bu zafer, 2 gün 2 gece -farz olan namazların nöbetleşe
kılınması şartıyla aralıksız devam etti. Tarihler H. 852/M. 1448 yılını
gösteriyordu...
Sultan 2. Murad'ın Hanımları Ve Çocukları
Sultan 2. Murad'ın ilk hanımı Hatice Halime Hatun olup, doğduğu
tarih bilinmeyen bu hanım, Candaroğlu 2. İbrahim Bey'in kızıdır ve
Kastamonu'dan gelin olduğu Bursa'ya geldiğinde tarihler 1425 senesini
gösteriyordu.
2. hanımı ise Karaca
Paşanın kızkardeşi olup adı belirtilmemiş ancak, şehzade Alâddin Ali'nin
validesidir.
3. hanım ise, Yeni Hâtûn
namı ile anılan Mahrnud Şah Bey kızı olup, Amasyalı'dır.
4. hanım ise Hüma Hatun
olup, baba adı Abdullah olduğundan mühtedi olduğu sanılıyor. Vefatı 1449
yılında Bur-sa'da vukubulmuştur. Sultan 2. Mehmed Fâtih'in annesidir.
5. hanım ise, Halime Hatun
olup, üvey oğlu Sultan Fâtih tarafından 1452 senesinde sadrıazam Sarı İshak
Paşa ile evlendirilmiştir.
6. hanım ise Mara Hatun
olup bu hanım müslüman olmadı ve babası İse Sırbistan despotu Brankoviç idi.
Sultan Fatih bu üvey anneye, Aynaroz yakınlarında tahsis ettiği Yezevo malikânesinde
yaşatmıştır. Mara Hatun annesi tarafından Rum olduğu gibi, Bizans imparatorluk
ailesine mensuptur. Böylece 2. Murad'ın hanım sayısının altı olduğunu tesbit etmiş
oluyoruz.
Sultan 2. Murad Hân'ın; kızlarına gelince 1425 yılında doğan
Hadice Sultan ilk kızıdır ve peşinden bir yıl sonra Hafsa Sultan doğmuş ve
üçüncü kız olan Fatma Sultan 1430'da dünyaya geldi. Sultan Fâtih'in değerli
veziri Zağanos Paşayla izdivaç yapmıştır. Kabri Balıkesir'de Zağanos Paşa Camii
yanındadır. Vefat tarihi yukarıdan beri saydığımız üç hanımsul-tanın ki de
dahil maalesef bilinmemektedir.
Erhondu Sultan 2. Murad'ın kızı ibaresinden başka Yakup bey adlı
bir zatla evlendiğine dâir bir kayıt olup, bir de 1483'den sonra vefatının
vukubulduğunu bilebiliyoruz.
Hemen peşinden, Şahzâde Selçuk Sultan, 5. kızı olarak 1430
yılından önce dünya ya gelmiş ve 1480'de Bursa'da vefat etmiş Bursa Muradiye
(babasının türbesi) de medyundur. 2 defa izdivaç yapmıştır. İlk izdivacı
Karaca Paşa iledir paşa 1444'de vefat etmiştir. İkinci evliliği Yusuf Paşadır
ancak izdivaç târihi bilinmemektedir. Sinaneddin Yusuf Paşa hanımının
vefatından altı yıl sonra vefat etmiştir. Selçuk Sultan hanım Edirne'de bir
cami, medrese, imaret ve çifte hamam yaptırmıştır.
Sultan 2. Murad'ın oğullarına gelince 1425 yılında Edirne'de
Damad Karaca Paşanın kızkardeşi Hanım sultandan dünyaya gelen Ülu şehzade
Alaadin Alî, 1443 senesinde Amasya sancakbeyi iken babasının yanında Karaman
seferine katıldıktan sonra avdet ettiğinde atından düşerek şehid oldu. Bu sırada
18 yaşında olup, veliahd olarak görülmekteydi. Bursa'ya nakledildi ve Muradiye
Camii yanındaki türbeye defnolundu.
Bu arada istikbâlin Sultan Fâtihinin önünün açıldığını bu elîm
olayın rolü olduğunu unutmayalım. Her şey nâsib meselesidir. Bu üzücü olayın
Sultan 2. Murad'ın taht'ı oğlu Meh-med'e bırakıp inzivaya çekilmesine sebeb
olduğunada işaret edelim. Şehzade Ahmed, bir yaşında cennet bağçelerine uçdu.
Yaşadığı tarih 1419 ve 1420 yılları arası oldu. Şehzade İsfendiyar'ında ana
tarafından dedesinin adını taşıdığına işaret edelim fakat bu şehzade de
1425'den sonra doğup, çok yaşamadan vefat etdi.
Şehzade Hüseyn 1439, Şehzade Orhan 1441, Şehzade Hasan 1444de
vefat ettiler. Her biri sabi idiler. Şehzade Küçük Ahmed 1450'nin kasım ayında
dünya'ya geldi 18/şu-bat/1451'de siyaseten öldürüldü ve Bursa'da babası 2.
Mu-rad'ın yanına defnolundu.
Bir de sayın Yılmaz Öztuna'nın "Devletler ve Hanedanlar"
adlı kıymetli eserinin, 124. sahifesinden şu alıntıyı yapmayı önemli addettik:
"Yusuf Adil Şah: Akkoyunlu sultanı ve iran imparatoru Uzun Hasan Padişahın
yarlığına göre; (TM, vı, 285) 'püser-i hüdavendigâr' diye geçen bir Osmanlı
şehzadesi, Tebriz'de mülteci idi. Bu şehzade Fâtih taht'a geçince İran'a
kaçırılmış, 2. Murad oğlu çocuk veya bebek bir şehzade olduğu düşünülebilir.
Yusuf'da Osmanlı şehzadelerine verilen isimlerden biridir. Binaenaleyh Yusuf
Adil Şâh'ın Güney Hindistan'da 2. Murad'ın oğlu ve Fâtih'in kardeşi olduğunu,
kesin şekilde iddia etmesi ve Adil Şâh (Güney Hindistan Türk) imparatorluğunun
bütün hayatı müddetİnce bu şecerenin, devletin resmî şeceresi olarak kabulü
vede târihçiierince şüphe edilmemesi, bir gerçeğe dayanmak gerekir. Osmanlı
tarihçiliğinde, bu şecerenin fantazi sayılmasına itibar etmemek gerekir. Zira
resmî Osmanlı-tarihçiliği, Sultan Mustafa'nın bile, Yıldırım Bayezid'in oğlu
olmadığı hususunda di-renmiştirki, Sultan Mustafa'nın Yıldırım'ın oğlu
olduğundan en küçük şüphe mevcûd değildir. Bk. Â'dil-Şâhlar (Güney Hindistan
bahsinde). Yusuf Adil Şah Türkmen'in, 7. batın torunu İskender Adil Şâh bile
resmî yazılarda Osmanoğlu olarak zikredilmiştir Behmenilerin yerine geçen Adil
Şahlar, 1490-22/9/1686'da devam edip Timuroğuilannca ilhak edildiler. "Bu
değerli eserin alıntısından sonra pek kısa bir yorum ile biz de bir şeyler
İfade etmek lüzumunu duyduk. Osmanlı devlet idaresi anlayışında, en önemli
husus, kitab-ı mübine uymak başda gelir. Hâl böyle olunca şüpheli her olay,
târihi gölgelendireceğinden devrin akıllı insanları tamirle uğraşma yerine yık
ve yenisini fakat gıllu - gışsuzım yâni üzerinde spekülasyon olmayanı ikame et
anlayışını tatbik etmişlerdir. Hiç şüphe yokki bir makama sahip olmak herşeyden
evvel Mevlâmızın nâsib etmesine bağlıdır. Sayın Öztuna'nında gayet iyi
bildiğine inandığım bazı kişiler vardır ki bunlardan biri Zülüflü İsmail
Paşadır ve doğrudan hanedan'ın oğlu olmasına rağmen, sarayın dışına çıkan
validesinin, hamileliğini gec fark etmesi kendinin padişah karısı, oğlunun
şehzadeleğini önlemiştir. Abdülmecid Hân; bu Zülüflü İsmail Paşaya alaka göstermiş,
ancak hanedandan addetmeme üzüntüsünü yaşamış fakat leke kaldırmaz bir
sülâlenin temiz nâmını muhafazaya muvaffak olduğu gibi, merhum Sultan Reşad'da
İsmail Paşanın kendinden ekber olduğunu bildiğinden Paşaya pek hürmetkar
davranırdı. İsmail Paşa da haddini bilir bu konuyu hiç konuşmaz hâttâ imâ bile
etmezdi. Sultan 2. Murad'ın sadnazamlarına bir atfu nazar edersek göreceğimiz
şudur.
Sultan Murad Osmanlı tahtına culûs ettiğinde târihler
4/mayıs/1421'i gösteriyordu. Amasyalı Bayezid Paşayı ma-kam-ı sadaretde
bulmuştu. Kendisini görevinde ipka etti. Ancak 3 ay, 27 gün sonra Çandarlızâde
İbrahim Paşayı makamı sadarete getirirken teftihler 31/ağustos/142î'i gösteriyordu.
İbrahim Paşa; bu görevde 7 sene, 11 ay, 25 gün kalırken 25/ağustos/1429 görevden
ayrılma târihi olmuştu. Bu sefer göreve başka bir Amasyalı geliyordu.
Koca Nizameddin Mehmed Paşa b. Amasyalı Mevlâna Hızır Danişmend
b. Hamza idi bu zat. Bunun dönemide
1440/nisanında sona erdiğinde 10 sene, 8 aylık bir zaman dilimini
doldurmuştu. Çandarlızâde İbrahim Paşanın oğlu 12. Osmanlı sadrıazamı olarak
4/nisan/1440'da geldiği vazifede 2. Muradhân'a, vefatı olan 1451/şubat'ınm 3.
gününe kadar veziriazamık yaptı. Bu vaziyet karşısında Sultan 2. Murad uzun
saltanat dönemini dört sadrıazamla tamamlamış oldu.
Sultan Mürad-I Sâni'nin Vefatı
İkinci Kosova Savaşında, zaferden sonra birçok imar çalışmaları
yaptıran Sultan Hazretleri, Edirne'de yine bir teftişten dönerken, köprü
başında, kendisine gülümseyerek bakan aksakallı bir ihtiyar gördü. Hürmetle
Padişahın yaklaşmasını bekleyen zat; Padişah Hazretlerine seslendi: «Ey
padişah-ı cihan; Haiin nicedir? Haydi hazırlan vakit kalmamıştır Hakk'a
yürümeye... Artık hatalarına bir hata daha eklememeye çalış!.. Kapına gelmek
üzeredir ecel... Artık işin tevbeye dönmektir...» mealindeki sözlerle, ancak
sırr-ı mertebe sahibleri-ne has olan bu haber, Sultan Hazretlerini seccadesine
oturtup bilerek, bilmeyerek işlediği hatalarına tevbe ettirdi. İshak Paşa ve
Saruca Paşa pâk ihtiyarın sözlerini söylediği zaman yanındaydılar. Sultan Murad
ihtiyarın kim olduğunu sorduğu zaman İshak Paşa; ihtiyarın, Hazreti Emir'in
tekesinde yetişmiş saf (nüfusu safiye) erbabından makamında bir zat olduğunu
söyledi. (Saf mertebesi tasavvuf mertebelerinin sonuncusudur. Nefsin terekkî
ede ede erişebildiği son merhaledir Her asırda bu mertebede üç zatı akdes
bulunur. Bunlar kul-bul îrşad, Gavs ve Kutbul Aktap yâni insanı kâmildir Bazı
devirierde ise üç vazifenin bir zatta birleştiğide olur.)
Seccadeden kalkan Sultan, şiddetli bir sancıyla yatağa düştü.
Derhal vasiyyetini hazırlayıp Çandarh Halil Paşa'yı sadrazam, oğlu Sultan II.
Mehmed'i taht-ı Osmaniî'ye- tayin edip, birçok nasihatler yazdırarak,
vasiyyetin tamamladı.
Köprüde, haberini aldığı davete 4 gün sonra, hakiki tevhid
mertebesinde, gönül rahatlığı içinde H. 855/M. 1451 senesinde rahmet-i rahmana
kavuştu, mekanı cennet, makamı yüce olsun...
Manisa'dan gelerek Osmanlı Tahtına geçen, çağlar kapayıp çağlar
açacak olan istikbalin Fatih Sultanı 11. Mehmed, babasının mübarek na'aşını
Bursa'ya uğurladı.fAz/z okurlarımız pekâlâ bilirlerki İslâm dini İki Cihan
Serveri Efendimiz (s.a.v.) tarafından tebliğ olunup tamama erdikte biz
müslil-mantar için çağlar bitmiştir. Zamanların en saadetlisi Peygamberimiz
Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin bedeni zahirisi ile göründüğü devirdir. Bu
sebebten burda çağlar açan, çağlar kapayan Hükümdar tabirini, Batı'nın geri
kalmışlıktan uyanmasına vesile olan, İstanbul'un Ceddimiz tarafından fethine,
yine Batı'Uların söylediği bir tabir sebebiyle bahsettik. Yoksa biz
inananların; Batının kendi problemi olan orta çağ, Yeni çağ gibi karanlıklarla
hamdolsun alakamız yoktur. >
Bu cihan padişahının hayatını, Hoca Sadeddin Efendi'nin şu mısraı
ile bitiriyoruz:
«Bu yola istersen derviş ol, istersen sultan,
Ölüm denilen geçit çıkar önüne son an.»
Hazreti Padişahın, Osmanlıyı sevenlere şefaati olsun.