BEYHAKİ KÜLLİYATI |
İMAM ŞAFİİ’NİN MENKIBELERİ |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
Allah'ın İsim ve
Sıfatlarına Dair Görüşleri
Şafii'den, Allah'ın
İsimleri, Zatının Sıfatları, Kur'an'ın Allah'ın Kelamı Olduğu ve Kelamın
Allah'ın Sıfatlarından Olduğuna Dair Gelen Rivayetler
Rabi b. Süleyman'ın
bildirdiğine göre Şafii şöyle dedi: Kim Allah'a veya O'nun isimlerinden birine
yemin ederse ve tutmazsa kefaret ödemesi gerekir. Allah dışında bir şeye yemin
ederse; mesela "Kabe'ye veya babam üzerine yemin olsun ki şöyle şöyle ...
" derse ve yeminini tutmazsa kefaret ödemesi gerekmez. Aynı şekilde
"hayatıma yemin olsun ki..." derse kefaret gerekmez. Allah dışında
her hangi bir şeye yemin etmek mekruhtur ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
tarafından şu hadisle yasaklanmıştır: "Yüce Allah, babalarınız adına yemin
etmenizi yasaklıyor, yemin edecek olan Allah'a yemin etsin veya sussun.''
Allah'ın isimlerinden
herhangi biriyle yapılan yemini, Allah adına yapılmış kabul etti, sonra da
"Allah dışında bir şeyadına yapılan yeminin kefareti yoktur" dedi.
Bununla, Allah'ın isim ve sıfatlarına başka bir şey denilemez. Mahluk olan
içinse başka bir şeydir, denilebilir.
Şafii dedi ki: Eğer
"Allah hakkı için, Allah azameti için, Celali için, Allah kudretine yemin
olsun" gibi ifadeler kullanırsa, bununla yemin etmek istemişse, niyet
etmese de hepsi yemin sayılır. Yemini kastetmemişse yemin olmaz. Çünkü yemin
etmek değil de "Allah hakkı için her müslümana farzdır, Allah'ın kudreti
onu yönetir" gibi cümleler kurmak istemiş olabilir. Cümlesinin yemin
olabilmesi için niyet etmesi gerekmez. Niyet etmese de yemin olur, niyet etse
de yemindir.
Şafii bu lafızların bir
kısmını zat, bir kısmını zatın sıfatı olarak kabul etmiştir. Bu yüzden
söylendiği takdirde, niyet olsa da, olmasa da yemin saymıştır. Bu da doğrudur.
Çünkü Hak, varlığının gerçekliğidir, azam et ve celal sıfatlarının manası,
zatın tazim ve idal edilmeyi hak ettiğini göstermeyi ifade eder. Kudret de
zatın sıfatlarındandır.
Eğer hak ile; her
müslümana vacib olan hukuk kastedilirse, bu başka bir manadır ki bu, Allah'ın
emrettiği ibadetlerle ve yasakladığı haramlarla ilgilidir. İnsanların
müktesebatındandır ve mahluktur.
Kudretle kullarına,
kudretiyle takdir ettiğini kastederse, bu da mahluktur ve başka manadadır.
Azamet ve celalle, Allah'ın varlığının delili olarak yarattığı kainatı, gökleri
ve yeri kastederse, bu da mahluktur. Bununla yemin eden Allah dışında bir şeyle
yemin etmiş olur. Bu, yemin olmaz.
Rabi b. Süleyman der ki:
Şafii'nin şöyle dediğini işittim: Kim Allah'ın isimlerinden birine yemin
ederse, kefaret ödemesi gerekir, çünkü Allah'ın isimleri mahluk değildir.
Beyt'e veya Kabe'ye yemin edene kefaret gerekmez.
Yunus b. Abdila'la der
ki: Şafii'nin şöyle dediğini işittim: Bir kişinin "İsim, müsemmadan
ayndır" dediğini duyarsan, zındık olduğuna şahitlik yapabilirisin.
Rabi'nin bildirdiğine
göre Şafii dedi ki: Eğer biri "Ömrüme Allah" dediğinde, yemin
kastetmişse yemin olur, yemin kastetmemişse yemin olmaz. Çünkü yemin olmama
ihtimali de vardır. Ömrüm, hakkım manasına da gelebilir.
Kişi "Allah'a söz
veriyorum, ahdim olsun, Allah kefilim olsun" dedikten sonra yemininden
dönerse yemin etmiş sayılmaz. Ancak yemine niyet etmişse başka. Bir şey niyet
etmeden bu şekilde konuşursa aynı şekilde yemin olmaz. Çünkü zaten üzerinde
Allah'ın koyduğu ve eda etmesi gereken farzlar mevcuttur. Aynı şekilde Allah
ile anlaşması, emaneti, zimmeti ve kefaleti de mevcuttur.
"Hayatım
Allah" ifadesi, "Allah'ın hayatına ... " manasında olabilir, o
zaman hayat sıfatıyla yemin edilmiş olur. Zati sıfatlardan olduğu için yemin
sayılır. Eğer yemin niyeti yoksa, "Allah'ın kullar üzerindeki hakkı için
... " manasındadır. Yani ibadetler, haramlardan kaçınma gibi hak olur ve
başka bir şeyolur, yemin olmaz. "Allah'a ahdim olsun, söz veriyorum,
kefilim olsun" gibi ifadeler, Allah'ın kulluk vazifelerimiz üzerindeki
hakkını içerebilir. Allah'ın sözü ve kelamından oluşan emri kastedilmiş
olabilir. O zaman zati sıfatlarından olur ve yemin olur. Eğer yemini niyet
etmemişse, o zaman Şafii' nin dediği gibi; üzerinde olan vacibler manasına
gelmesi ihtimal dahilindedir. Bu takdirde başka bir şeyolur ve yemin olmaz.
el-Müzeni'nin
bildirdiğine göre Yüce Allah'ın: "Sadece Peygambere uyanları bilmemiz için
...''[Bakara, 143] ayetiyle ilgili Şafii dedi ki: Peygamber'e uyacak olanlar
hakkında Allah'ın bilgisi, onlar uymadan önce de, sonra da aynıydı.
Şuayb el-Mısri, Muhammed
b. İdris'in şöyle dediğini bildiriyor: "Kur'an, Yüce Allah'ın kelamıdır,
mahluk değildir."
Rabi'nin bildirdiğine
göre Şafii, Hafsu'l-Perd'le konuşurken, Perd: "Kur'an mahlüktur"
dedi. Şafii ona: "Sen Yüce Allah'a karşı küfre düştün" dedi.
Ebu Muhammed
ez-Zübeyri'nin bildirdiğine göre bir adam Şafii'ye "Bana Kur'an'dan haber
ver, kendisi halik midir?" diye sorunca Şafii "Vallahi hayır"
dedi. "Mahlük mudur?" dedi. Şafii "Vallahi hayır" dedi.
Adam: "Mahlük değil midir?" dedi, Şafii "Vallahi evet"
dedi. Adam:
"Mahlük olmadığının
delili nedir?" dedi. Şafii başını kaldırdı ve "Sen Kur'an'ın Allah'ın
kelamı olduğunu söyleyebilir misin?" dedi. Adam "Evet" deyince,
Şafii şöyle devam etti: Bu söz senden önce söylendi, Yüce Allah şöyle buyurdu:
"Eğer Allah'a ortak
koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah'ın kelamını
işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı"[Tevbe 6]
"Allah, Musa ile de
doğrudan konuştu''[Nisa 164]
Şafii devam ederek dedi
ki: "Sen Yüce Allah'ın var olduğunu ve kelamı olduğunu söyleyebilir misin?
Veya Allah'ın var olduğunu, ama kelarnı olmadığını söyleyebilir misin?"
Adam dedi ki:
"Allah da vardır, kelamı da vardır."
Bunun üzerine Şafii
tebessüm edip şöyle dedi: "Ey Kufeliler! Siz büyük konuşursunuz. Allah'ın
öncenin öncesinde var olduğunu, kelamının da var olduğunu söylersiniz, o zaman
kelam nereden sizin oluyor? Kelam Allah'ın mı? Allah dışında olanların mı?
Allah'tan başkasının mı? Allah'ın üzerinde mi?"
Şafii böyle deyince adam
sesini çıkarmadı ve çıkıp gitti.
Rabi'nin bildirdiğine
göre biriyle konuşmamaya yemin eden ve konuşmadığı kimseye elçi gönderen biri
hakkında Şafii şöyle dedi:
Bu adamın yeminin
bozduğunu söyleyen şuna tabi olmuştur: Yüce Allah dedi ki: "Allah, bir
insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi
gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet
sahibidir''[Şura 51]
Yüce Allah münafıklarla
ilgili müminlere der ki: "Onlara de ki: Özür beyan etmeyin, size
inanmayacağız, Allah haberlerinizi bize bildirmiştir''[Tevbe 94] onlara,
Cibrinn Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirdiği vahiyle onların
haberlerini vermiştir. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de Allah'tan
aldığı vahyi onlara ulaştırmıştır.
Adamın yeminin
bozmadığını söyleyenler şunu demek istemiştir: İnsanların sözü Yüce Allah'ın
kelamına benzemez. Görmüyor musun, bir kişi bir kişiye küsse, üç günden fazla
küs kalamaz. İster ona mektup yazsın, ister haber göndersin, onunla konuşmaya
imkan varken bu hareketler onu, küs kalmaktan dolayı işlediği günahtan
kurtarmaz.
Şafii, iki görüşe göre
de, Yüce Allah'ın, Cibril'in Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
indirdiği vahiyle haber vermesini ve Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Allah'tan getirdiği bu vahyi; Allah'ın mümin kullarıyla tekellümü olarak
nitelemiştir. Mümin, risaletin sahibi Yüce Allah'ı dinler, dediklerini öğrenir,
okur ve yazar. Bu dinlenen, öğrenilen, okunan ve yazılan; Yüce Allah'ın kelamı
olur.
el-Carudi'nin
bildirdiğine göre Şafii, İbrahim b. İsmail b. Uleyye'den söz edip şöyle dedi:
Ben ona her şeyde muhalifim. "Allah'tan başka ilah yoktur" derken
onun dediği gibi demiyorum. Ben "Musa ile perde arkasından konuşan
Allah'tan başka ilah yoktur" diyorum, o ise "Kelamı yaratıp perde
arkasından Musa'ya işittiren Allah'tan başka ilah yoktur" diyor.
İbrahim b. el-Münzir
el-Hizami'nin bildirdiğine göre Şafii şöyle diyor: Süfyan b. Uyeyne'yi bir
medresenin kapısında dururken gördüm. "Ey Ebü Muhammed! Burada ne
yapıyorsun?" diye sorduğumda dedi ki: "Sana yazıklar olsun, yanımdan
uzaklaş! Rabbimin kelamını şu çocuğun ağzından dinlemek istiyorum."
Yahya b. Zekeriyya el-Um
evi' nin bildirdiğine göre Şafii şöyle diyor: Dostlarımızdan birisi dedi ki:
Biri Müslüman biri Yahudi, iki adam anlaşmazlığa düştüler ve İsa b. Eban'a
müracaat ettiler. O sırada Basra kadısıydı ve kavmin görüşüne sahipti.
Muhakemede Müslümanın yemin etmesi gerekiyordu. Yahudi kadıya: "Ona yemin
ettir" dedi. Müslüman:
"Ben kendisinden
başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim" dedi. Yahudi kadıya: "Sen
Kur'an'ın mahlük olduğunu iddia ediyorsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah
ise Kur'an'dadır. Sen ona mahlük üzerine değil, Halik üzerine yemin ettir"
dedi. İsa bu söz üzerine şaşırdı ve şöyle dedi: "Şimdi kalkın gidin, ben
sizin meselenizi inceleyeyim."
Rabi b. Süleyman'ın
bildirdiğine göre Şafii şöyle dedi: "Kıraatı tavaf ederken severim, kıraat
kişinin konuştuğu en hayırlı sözdür."
Derim ki: Şafii kıraatı,
konuşmasına ilave ettiğinde, konuşan kişinin kesbi olarak kabul etti. Burada ve
daha önce söylediği: "Kur'an Allah'ın kelamıdır" demesi; kıraati ve
okunan metni ayırdığına delalet eder. Kıraatı, karınin fiili kabul ediyor ve
okunanın Allah'ın kelamı olduğuna ve mahlük olmadığına inanıyor.
Zati Sıfatlardan Olan
Yüce Allah'ın Meşieti (Dilemesi) ile İlgili Haberler. Kader, Fiillerin
Yaratılması ve Kabir Azabının İspatı
Rabi b. Süleyman'ın
bildirdiğine göre Cuma namazı bölümünde Şafii şöyle dedi: Yüce Allah
"Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz"[İnsan, 3] buyurdu. Allah
kullarına meşietin, kullarına değil kendisine ait olduğunu ve Allah dilemedikçe
onların bir şeyi isteyemeyeceğini bildirmiştir. Meşiet, Yüce Allah'ın
iradesidir.
Rabi b. Süleyman'ın
bildirdiğine göre: Şafii'ye kaderi sorduklarında şöyle cevap verdi: Senin
isteğin olur, istemesem bile ben Olmaz benim isteğim eğer sen dilemezsen
İnsanları yarattın kendi ilmine göre Delikanlı, ihtiyar yaşarlar buna göre.
Kimine nimet verir, kimini rezil edersin, Kimine yardım eder, diğerine
etmezsin. Kimisi şakı olur, kimi ise bahtiyar Kimisi kötü olur, kiminde
güzellik var.
Rabi b. Süleyman'ın
bildirdiğine göre Şafii, Kaderiye mensuplarının arkasında namaz kılmaktan
hoşlanmazdı.
Zekeriyya b. Yahya es-Saci'nin
kitabında okuduğuma göre Şafii şöyle diyor: Kaderiyye, Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Onlar bu ümmetin Mecusileridir" dediği
kimselerdir. Bunlar "Allah, meydana gelinceye kadar kötülükleri
bilmez" derler. Zekeriyya'nın kitabında öyle okumuştum.
Ebu'l-Hasan el-Asımi'nin
kitabında okuduğuma göre el-Müzeni Şafii'nin şöyle dediğini bildiriyor:
Kaderiyye düşüncesine mensup kişi kimdir biliyor musun? Kaderiyyeci:
"Allah, işleninceye kadar kötülüğü yaratmaz" diyendir.
Bu da Şafii' nin,
kötülüğü Allah'ın yarattığı bir mahlük ve işleyenin kesbettiği bir fiil
olduğunu düşündüğünü gösterir. Ayrıca insanlarda am ellere göre kabiliyet
olduğu görüşündeydi. Çünkü er-Risille'nin başında şöyle dedi: "Allah'a
hamdolsun. O'nun geçmişte verdiği ve şükredilmesi gereken nimetlerin şükrü,
verdiği ve yine şükredilmesi gereken başka ve yeni bir nimet dışında hiç bir
şeyle ödenemez."
Ondan sonra şöyle dedi:
"Nimet verdiği kimselerin dalalete düşmediği hidayetinden hidayet
istiyorum."
Rabi'nin Şafii'den
bildirdiğine göre "Yeni bir nimet" derken; Yüce Allah'ın, mazideki
nimetlere şükreden kuluna yardımını kastetmiştir. "Nimet verdiğinin
dalalete düşmediği" dediği de; özelolarak hayır işlemesine yardım edip
bahtiyar olmasını sağladığı kişi demektir.
Başka bir kitapta şöyle
dedi: Önce Kitab'ıyla, sonra Peygamberi'nin (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
lisanıyla, nimet verdiği kimseleri hidayete erdirdi. Yani, mutluluk, başarı,
Allah'a itaat nimetlerini verdiği ve haramlardan sakındığı kimseler. Bununla
duanın genelolduğunu; başarı, itaat ve haramlardan masum olma manasına gelen
hidayetin de özelolduğunu açıklamıştır. Yüce Allah'ın buyurduğu gibi:
"Allah selamet yurduna davet eder ve istediğini doğru yola
iletir"[Yunus 25]
Rabi'nin bildirdiğine
göre Şafii şöyle dedi: Kulların iradesi, Allah'ın iradesine bağlıdır. Alemlerin
Rabbi olan Allah dilemedikçe, onlar dileyemez. İnsanlar fiillerini kendileri
yaratmazlar. Fiiller Yüce Allah'ın yarattığı insan fiillerindendir. Kaderin
hayrı ve şerri Yüce Allah'tandır. Kabir azabı haktır. Kabir ehlinin meselesi
haktır. Öldükten sonra dirilme haktır. Cennet, cehennem, sünnette geçen,
alimlerin ve Müslüman memleketlerde onlara tabi olanların dillendirdiği
bilgiler haktır.
Ben de derim ki:
ŞafiI'nin (Allah rahmet etsin) cenazeye dua etmesi, kabir sorgusu ve azabının
var olduğu görüşünde olduğunu gösterir. Şafii, Kitabu'l-Cenaiz'de ölüye
duasında der ki: "Onu kabir azabından ve kıyamete kadar bütün korkulardan
muhafaza et."
Başka bir kitabında
şöyle dedi:" Onu kabir sorgusundan ve azabından koru. Kabrini
genişlet."
Ebü Nuaym
el-Isbehani'nin kitabında okuduğuma göre Ali b. Ebi Talib bir gün insanlara bir
hutbe verdi. Hutbesinde şöyle dedi: "İnsandaki en ilginç şey kalbidir,
içinde hikmetten maddeler var, bunun tersi zıtlar da var, eğer emel, fırsatını
bulursa aç gözlülük onu harekete geçirir, aç gözlülük onu heyecanlandırırsa,
hırs onu öldürür. Karamsarlık ona musallat olursa esef onu katleder.
Kızgınlıkla karşılaşırsa kini artar. Memnuniyetle mutlu olursa kendini korumayı
unutur. Korkuya kapılırsa üzüntüye kapılır. Başına bir musibet gelirse korkudan
beli kırılır. Eline mal mülk geçerse zenginlikten şımarır. Bir sıkıntıya maruz
kalırsa belalar onu meşgul eder. Açlık onu zorlarsa zafiyet içine oturur.
Kalpteki her eksiklik ona zarar verir, her fazlalık onu bozar."
Cemel vakasında
kendisiyle birlikte bulunan bir adam kalkıp "Ey Müminlerin Emiri! Bize
kaderden haber ver?" dedi. Ali b. Ebi Talib "Derin bir deryadır, ona
girme" dedi.
Adam: Ey Müminlerin Emiri!
Bize kaderden haber ver?" deyince o: "Karanlık bir evdir, girme"
dedi. Adam: "Ey Müminlerin Emiril Bize kaderden haber ver" dedi. Ali:
"Allah'ın sırrıdır, karıştırma" dedi.
Adam "Ey Müminlerin
Emiri! Bize kaderden haber ver" dedi. Ali b. Ebi Talib şöyle dedi:
"İlla istiyorsan iki mesele arasındadır; ne cebirdir ne serbest
bırakmadır."
Adam: "Ey
Müminlerin Emiri! Falan kişi güç sahibi olduğunu iddia ediyor. Kendisi
burada" dedi. Ali b. Ebi Talib: "Bana getirin"" dedi. Adamı
kaldırdılar. Ali b. Ebi Talib onu görünce kılıcını dört parmak kadar sıyırdı ve
dedi ki: "Sen gücüne Allah'la birlikte mi sahipsin, Allah olmadan mı
sahipsin? Sakin herhangi birini söyleme, dinden dönersin ve boynunu
vururum."
Adam "Ne diyeyim,
ey Müminlerin Emiri?" diye sordu. Ali b. Ebi Talib şöyle dedi: "Allah
diler ve bana verirse, Allah sayesinde güç sahibiyim, de.''
Bunun ravi
İbnu'l-Vezir'e dayandırılması konusunda olumsuz görüş vardır. Allah doğrusunu
bilir.
Şafii'nin
konuşmalarında, Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib'in bu hadisin sonunda rivayet
edilen görüşlerine muvafık görüşler çoktur.
Bununla ilgili, Harmele
b. Yahya'nın kendisinden rivayet ettiği Kitabu's-Sünen'in, ezan bahsinde
okuduğuma göre Şafii şöyle diyor: Müezzinin "Hayya ala's-salat, hayya
ala'l-felah" demesi namaza bir çağrıdır, sonra da namaza çağrının,
kurtuluşa bir çağrı olduğunu bildiren bir çağrıdır. Namazla kurtuluşa çağıran
bir kimsenin, kurtuluşun namazla veya başka bir şeyle gelebilmesi için,
Allah'ın yardımın şart olduğunun bilmelidir ve "La havle vela kuvvete illa
billah" demelidir. Çünkü Yüce Allah'ın yardımı olmadan, tek başına
Allah'ın emrini yerine getirebilecek gücü yoktur.
Ebü Ya'la el-Mevsili der
ki: Aktarıldığına göre Şafii şöyle der: Allah'ın takdiri var, zamanı gelir
olur, Senin yazını yazmış, verdiği karar budur. istediğin olmazsa, takdire rıza
göster.
Bize Şafii'nin
Kaderiyye'ye cevap verdiği bölümler nakledildi. Bu kitabın sonunda bir bölümde
yazdık.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
Ru'yetin Sabit
Olduğuna Dair Görüşleri