4. ŞU’BE: KİTAPLARA
İMAN |
KİTAPLARA İMAN, KUR’AN’IN MAHLUK OLMADIĞI VE BİR ARAYA
GETİRİLMESİ |
Yüce Allah şöyle
buyurur: "Ey inananlar! Allah'a, Peygamber'ine, Peygamber'ine indirdiği Kitab'a
ve daha önce indirdiği Kitab'a inanmakta sebat gösterin.''[Nisa 136], ''Ve
inananlar, ona Rabbi'nden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine inandı.''[Bakara 285], "Onlar, sana indirilen Kitab'a da,
senden önce indirilenlere de inanırlar. ''[Bakara 4]
Bu manada daha birçok
ayet vardır. ibn Ömer kanalıyla Ömer b. el-Hattab'dan bize bildirildiğine göre
Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iman sorulunca: "Allah'a,
meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etmendir" buyurdu.
Kur'an'a iman, kısımlara
ayrılır. Birincisi; Onun Allah'ın kelamı olduğuna, ne Hz. Muhammed'in, ne de
Cibril'in kendi yanlarından olmadığına iman etmek.
ikincisi; nazm olarak
mucize olduğuna, insanlar ve cinler bir araya gelse onun gibisini
getiremeyeceklerine iman etmek.
Üçüncüsü; Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefatına kadar nazil olan ve Müslümanların
mushaflarında mevcut olan Kur'an'dan hiçbir şey eksilmediğine, bazılarının
unutmasıyla, bir sayfasının kaybolmasıyla, okuyucu hafızın ölmesiyle ve
bazılarının onu gizlemesiyle ondan hiçbir şey eksilemeyeceğine iman etmek.
Tahrif edilemeyeceğine, ona bir şey eklenemeyeceğine ve eksiltilemeyeceğine
iman etmek.
Birinci kısımla ilgili
olarak Allah şöyle buyurur: ''Kur'an'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan
başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı."[Nisa 87], ''Bu,
indirdiğimiz kutsal Kitab'dır, ona uyun."[En'am 155], ''Fakat Allah sana
indirdiğine şahitlik eder, onu bilerek indirmiştir, melekler de şahitlik
ederler. Şahid olarak Allah yeter.''[Nisa 166], ''Şüphesiz Kur'an, Alemlerin
Rabbinin indirmesidir. Apaçık Arap diliyle, uyaranlardan olman için onu Cebrail
senin kalbine indirmiştir.''[Şuara 192-193], ''Biz onu, anlayasınız diye,
Arapça bir Kur'an olarak indirdik.''[Yusuf 2]
Allah en doğrusunu
bilir, ama bunun manası: ''Kur'an'ı Resule gönderdik; Resul onu yüceden aşağıya
(dünya halkına) bildiği lisanla nakletti. Önceki ayet te bunu açıkça
göstermektedir. Allah onu Ruhul emin (Cibril)'in, Hz. Muhammed'in kalbine
indirdiğini bildirmektedir. Burada Kur'an'ı taşıyan Cibril'dir. Onu bilinen
makamından yeryüzüne indirerek Muhammed'e getirmiştir. Önceki ayette ise Onu
ilmiyle indirdiğini, daha önceki ayette de başka yerden değil, kendi katından
indirdiğini bildirmektedir."
Allah: ''Bilin ki
yaratma da, emir de O'nun hakkıdır''[A'raf 54] buyurarak, mahluk ile emri
birbirinden ayırmıştır. Eğer emir mahluk olsaydı bunları birbirlerinden
ayırmanın manası olmazdı. Yine Allah: ''Şayet Rabbinden, daha önce bir takdir
geçmemiş olsaydı. .. "[Yunus 19] buyurmaktadır. Geçmiş olan şey,
kendisinden başka her şeyi kapsar. Allah: ''Bir şeyin olmasını istediğimiz
zaman sözümüz sadece ona ''Ol!'' dememizdir ve hemen olur''[Nahl 40]
buyurmaktadır. Eğer Allah'ın sözü mahluk olsaydı, başka bir ''Ol!"
kelimesine muhtaç olurdu. O da öncekine, o da daha öncekine ve bu sonsuza kadar
devam ederdi. Bu da imkansızdır.
Ebu Bekr Muhammed b.
el-Hasan b. Furek der ki: Bu gibi sorulara şöyle cevap verilir: ''Söz ancak delille
geçerli olur. Allah'ın: ''Ol!" sözü, olmayan şeyin olması için tekvini bir
emirdir. "İster taş veya demir ya da kalbinizde büyüttüğünüz başka bir
yaratık olun"[İsra. 50], ''Aşağılık birer maymun olun"[Bakara 40]
ayetlerinde geçtiği gibi teklifi bir emir değildir.
Allah'ın: ''Ol!"
sözü, olacak şeye olacağı vakit bağlı olur. O vakit tıpkı kişinin bir sesi o
ses çıktığı zaman duyması gibidir. ''Feyekun,,[Nahl 40] sözündeki fe harfi
takib harfi değil, cevabidir. Çünkü bu söz: ''OI!" emrinin cevabıdır.
''Ol!'' sözü olacak şeylere olacakları zaman bağlı olur. Bu söz gelecek zamana
da işaret etmez; çünkü ondan sonra gelen kelime mastar kökündendir. Tıpkı:
''Oruç tutmanız eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır''[Bakara 184] ayetinde
geçtiği gibi. Yani oruç sizin için daha hayırlıdır.
Allah, kelam sıfatıyla
ilgili olarak: "De ki: "Rabbimin sözlerini yazmak için denizler
mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler
tükenirdi''[Kehf 109] buyurmuştur.
Kur'an'ın korunmasıyla
ilgili olarak Allah: "Doğrusu Kitab'ı Biz indirdik, onun koruyucusu
elbette Biziz,''[Hicr 9] buyurmuştur.
Beyhaki der ki: Allah:
''Allah, Musa'ya hitab etmişti"[Nisa 164] ayetinde kelamı iki defa
zikretmiştir. Allah, Hz. Musa'ya söylediklerini haber verip: ''Ey Musa!"
diye seslenildi: "Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü
sen, kutsal bir vadi olan Tuva'dasın ... Seni kendim için ayırdım''[Taha
14-41]. buyurmuştur. Yine: "Ey Musa! Verdiklerimle ve seninle konuşmamla
seni insanlar arasından seçtim; sana verdiğimi al ve şükret''[A'raf 144]
buyurmuştur.
Hz. Musa, bu sözleri
Rabbinden tercümansız birebir işitmiştir. Allah onu; kendisini Rab kabul
etmeye, tevhid etmeye, kulluk etmeye, Onu zikretmek için namaz kılmaya davet
edip Hz. Musa'yı kendisi için ayırdığını, risaleti ve kelamı için seçtiğini ve
Hz. Musa'nın halka peygamber olarak gönderildiğini bildirmiştir. Hz. Musa'nın
bu sözleri Allah'tan başkasından duyduğunu iddia eden, Allah'tan başka birinin
kendisinin rab olduğunu iddia ettiğini Hz. Musa'yı da kendisini tevhid etmeye
davet ettiğini söylemiş olur ki, bu da küfürdür. Kişi başka bir kişinin Hz.
Musa ile konuştuğunu ancak Hz. Musa'yı Allah'a davet ettiğini iddia ederse:
"Ben şüphesiz senin Rabbinim"[Taha 12] ve "Şüphesiz Ben Allah'ım,
Benden başka İlah yoktur; Bana kulluk et,''[Taha 14] ayetleri onu yalanlar.
Eğer bir başkası
olsaydı: "Rabbim ve Rabbine kulluk et" derdi. Bu da Hz. Musa'nın bu
sözleri, Rab ve ilah olandan dinlediğini gösterir. Bütün milletler Hz. Musa'nın
Allah ile bizzat konuşma üstünlüğü olduğunda icma yaptığına göre, eğer Hz. Musa
bu sözleri bir mahluktan dinlemişse, Hz. Musa'nın hususi bir üstünlüğü olmazdı.
Cibril'den işitenin bile ondan daha hususiyetli olması gerekirdi.
Ömer b. el-Hattab'dan
bize bildirildiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Adem ve
Hz. Musa'nın münazarasını anlatırken şöyle buyurdu: "Hz. Adem, Hz:
Musa'ya: ''Sen israil oğullarının, Yüce Allah'ın perde ardından, aranızda
mahlukattan bir elçi olmadan konuşturduğu peygamberisin'' dedi. (Tahric: Ebu
Davud 5/78 84702).)
*********************************
Kur'an'ın Mahluk
olmadığı
*********************************
166- Cabir b. Abdillah der ki: Resulullah {Sallallahu aleyhi ve
Sellem} hac mevsiminde kendini halka arz eder ve: "Beni kavmine götürecek
yok mu? Kureyşliler Rabbimin sözünü tebliğ etmeme engel oluyorlar" derdi.
Tahric: Ravileri
güvenilirdir. ibn Mace 1/73 (201), Tirmizi 5/184 (292S) ve Ebu Davud 5/103
84734).
Bu hadis bize Ebu Bekr
es-Sıddik'tan şu şekilde nakledilmiştir: Resulullah {Sallallahu aleyhi ve
Sellem} Mekke müşriklerine Rum Suresini okuyunca: "şu arkadaşının
söyledigi şey de nedir?" dediler. Hz. Ebu Bekr: "Hayır, O (kendi sözü
degiı) Allah'ın sözüdür" karşılıgını verdi. Başka bir rivayette ise:
"Bu ne benim, ne de arkadaşımın sözüdür. Allah'ın kelamıdır"
demiştir. Amir b. Şehr'den bize şöyle nakledilmiştir: Necaşi'nin yanındayken
bir ogıu incil'den bir ayet okuyunca güldü. Necaşi: "Allah'ın kelamına
gülüyor musun?" dedi.
Yine bize bildirildigine
göre Habbab b. el-Eret: "Gücün yettigi kadar (Allah'a yaktaş. Allah'a onun
sözlerinden daha güzel bir şeyle yaklaşamazsın" dedi. Yine bize
bildirildigine göre ibn Mes'ud bize bildirildigine göre: "Sözlerin en
dogrusu, Allah'ın sözüdür" dedi.
Ömer b. el-Hattab da
şöyle dedi: "Kur'an, Allah'ın kelamıdır." Osman b. Affan:
"Kalplerimiz temiz olsaydı Rabbimizin kelamından doymazdık" dedi. Ali
b. Ebi Talib şöyle dedi: "Ben bir mahlukla degil, Kur'an'la
hükmettim."
ibn Abbas, bir cenazenin
namazını kılınca bir adam: "Ey Yüce Kur'an'ın Rabbi! Onu bagışla!"
dedi. ibn Abbas: "Annen seni kaybetsin! Kur'an Ondandır. Kur'an
Ondandır" dedi. Bu hadislerin senedini Kitabu's-Sifat'ta Resulullah,
Sahabe ve Tabiundan gelen rivayetlerle beraber zikrettik.
167- İbn Uyeyne der ki: Yetmiş yılda aralarında Amr b. Dinar'ın
da bulunduğu şeyhlerimize yetiştim. Onlar: "Kur'an malıluk değil, Allah'ın
kelamıdır" diyorlardı.
Buhari, Hakem'den bu
şekilde nakletmiştir. Buhari (1/236)
168- Seleme b. Şebib, Hakem b. Muhammed kanalıyla Süfyan b.
Uyeyne'den, o da Amr b. Dinar'dan: "Yetmiş yılda şeyhlerimizin şöyle
dediğini işittim" deyip aynı manada bir rivayette bulundu. Başkası da
Hakem b. Muhammed kanalıyla Süfyan'dan aynı rivayette bulundu.
Ravileri güvenilirdir.
Beyhaki der ki: Amr b.
Dinar'ın hocaları, aralarında Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Cabir b.
Abdillah, Abdullah b. ez-Zübeyr gibi sahabeler ve tabiunun ileri gelenleridir.
Bu söz bize Ali b.
el-Hüseyin, Cafer b. Muhammed es-Sadık, Malik b. Enes, Leys b. Sa'd, Süfyan b.
Uyeyne, Hammad b. Zeyd, Abdullah b. el-Mübarek, Abdurrahman b. Mehdı, Muhammed
b. İdris eş-Şafii, Yahya b. Yahya, Ahmed b. Hanbel, Ebu Ubeyd ve Muhammed b.
ismail el-Buhari'den de nakledilmiştir.
Kur'an'ın mahluk
olduğunu ilk iddia eden Ca'd b. Dirhem'dir. Cehm de ondan naklediyordu. Halid
b. Abdillah el-Kureşi kurban bayramı günü onu keserek öldürdü.
Ebu Bekr b. Furek der
ki: Allah'ın kelamı söylenmeden önce yaratılmış olsaydı, bu tıpkı bilmezken
cahil sayılacağı gibi bir eksiklik olurdu. Eğer böyle olsaydı, o söz
yaratılmadan konuşamazdı. Halbuki Allah ezeli olarak mütekellimdir. Mütekellim
sıfatı, sükut, dilsizlik ve bebekliğin zıddıdır.
Şöyle de diyebilirsin:
Allah'ı kelamı mahluk olsaydı, kelam yaratılmadan önce Allah'ın kelamın zıddıyla
vasfedilmesi gerekirdi. Allah'ın kelam sıfatının yokluğu düşünülemez. Çünkü bu
emri, nehyi ve haberi bildirmesine ters düşer ki bu da dine terstir.
Eğer kelam sıfatı mahluk
olsaydı, onu kendinde veya başka bir şeyde yaratması gerekirdi. Onu
"şey" olmayanda yaratması da düşünülemezdi, çünkü kelam araz olurdu.
Araz da kendi kendine kaim olamaz. Onu kendi nefsinde yaratması da düşünülemez;
çünkü bu durumda kendinde sonradan yaratılmış bir şeyi barındırmış olurdu. Onu
başkasında yaratması da düşünülemezdi. Çünkü başkasında yaratılmış olsaydı bu,
aynı şekilde daha özelolan ilim, kudret, hayat gibi sıfatların da başkasında
yaratılmış olmasını gerektirecekti. Bu durumda Allah'ın kelamı veya emri
denilemeyecekti.
Eğer: "Başkasında
yaratmış olsa da bu üstünlük kendisine ait olacağı için bu da kendi kelamı
olabilirdi" denilecek olursa şöyle cevap verilir: "Bir üstünlükten
bahsedilecekse bu üstünlük (Allah'tan başka) farklı birkaç şeyin daha bulunduğu
anlamına da gelecektir. Daha önce de böylesi bir durumda sem' ve basar gibi
özel sıfatların da kendisinde yaratıldığı o şeyin kuvveti sayılacağını
söylemiştik. Bu sıfatların emir ve nehiy adı altında Allah'ın kelamı ve sözü
ile o başka şeye aktarılacağını söylemelerini istesek bu sıfatların bu şekilde
özel, genel manada veya tümden o başka yere aktarılabileceğini
söyleyemeyecekleri için de kendi içlerinde tutarlı olamayacaklardır."
Eğer: "Yüce Allah:
"Şüphesiz biz Nuh'u, kavmine, ''Kendilerine elem dolu bir azap gelmeden
önce kavmini uyar'' diye peygamber olarak gönderdik"[Nuh 1] buyurmuştur.
Şayet Allah'ın kelam sıfatı mahluk olmasaydı henüz Nuh'un bile bundan haberi
yokken ve gönderme işi yapılmamışken bunun söylenmiş olması yalan olmaz
mıydı?" denilirse, buna: "Yüce Allah: "İş bitirilince şeytan da
dedi ki: "Şüphesiz Allah size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz
verdim, ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu
...''[İbrahim 22] buyurur. Oysa (bu, kıyamet gününde vaki olacağı için) şeytan
bunu henüz dememiştir. Bu durumda bu da yalan olmuyor mu?" sorusuyla
karşılık veririz.
Eğer: "Bu ''ilerde
diyecektir'' anlamındadır" derlerse, o zaman biz de şunu deriz: "Yüce
Allah'ın: "Şüphesiz biz Nuh'u, kavmine, ''Kendilerine elem dolu bir azap
gelmeden önce kavmini uyar'' diye peygamber olarak gönderdik"[Nuh 1]
buyruğu da bu anlamdadır. Allah ezeli ilmiyle bunu haber vermekte, zamanı gelip
de onu (azabı) henüz göndermeden önce onu kavmine göndereceğini haber
vermektedir. Gönderdiği zaman da bu, ileride gerçekleşecek bir olay için bir
haber olacaktır ve bu yönde yeni bir haber yaratmasını gerektirmeyecektir. Aynı
şekilde dünyanın var olacağı yönündeki ilmi onun olmuş hali şeklindedir.
Dünyanın var olması henüz gerçekleşmemiş olsa da o gerçekleşmeden bunu haber
veren, bunun ilmi ve haberi gerçekleşmiştir."
Eğer: "Şayet
Allah'ın kelamı ezeli ise o zaman verdiği emir de ezelidir.
Henüz mevcut olmayan
birine emir vermek de olanaksızdır'' denilirse şu cevabı verebiliriz:
"Arkadaşlarımızdan, verilen emrin ezeli olması kişinin bu emre ezelden
beri muhatap olmasını gerektirdiğini söyleyenlere, bu emrin manası
"Yaratıldığın, buluğa erdiğin ve aklın da tamamlandığı zaman verilen bu
emre göre hareket et, şeklindedir" diyebiliriz. Aynen Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisinden sonra gelecek olan ümmetine verdiği
emirler gibidir.
"O zaman Allah hala
emir veriyor değildir. Kelamı da bazı şeylerin gerçekleşmesi yönünde verdiği
emirlerden ibarettir" diyenlere de şu karşılığı veririz: "Allah'ın
hala mütekellim olması Onun hala emirler veriyor olmasını gerektirmez. Zira
konuşmak sadece emir vermek demek değildir. Bir şeyin konuşmadan sayılması için
onun emir olması gerekmiyor. işitildiği, konuşanın meramını ifade ettiği,
suskunluğu yok ettiği içindir ki kelam sayılmıştır. Bir şeyin yapılmasını istediği
için de bir kelam emir sayılır."
''Şayet hala mütekellim
olsaydı bu bir hezeyan olacaktı, zira kelamını hiç kimse işitmiyor"
denilecek olursa buna: ''Tesbih eden kişiyi de hiç kimseler duymuyor! Neden
onun bu yaptığı hezeyan olmuyor?" karşılığını verebiliriz. "Onu da
Allah duyuyor" denecek olsa biz de şunu deriz: "Yüce Allah hezeyan
olan şeyi de işitir. Allah tarafından işitilmesi de onu hezeyan olmaktan
çıkarmaz. Zira hezeyan, faydası olmayan söz demektir. Oysa Allah'ın kelamı, çok
değerli anlamları ifade etmektedir."
Biri çıkıp da harfleri,
bazı harflerin diğerlerinden önce veya sonra gelmesini, kelamın hadis (sonradan
ortaya çıkmış) olduğuna kanıt gösterecek olursa bilmelidir ki Allah'ın kelamı
harften ibaret değildir. Aksine Allah'ın kelamı manadır, zatında mevcuttur,
işitilebilir ve anlamı anlaşılabilirdi. Yazının konuşmaya işret etmesi gibi
harfler ancak bu kelama işaret edebilir, onun delaleti olabilir. Zira bazen
sesi veya yazı için bir şeyi olmayan biri, harf ve sesi kullanmadan demek istediğini
sana anlatabilir, sen de bunu anlayabilirsin.
''Rablerinden
kendilerine ne zaman yeni bir zikir gelse alayederek dinlerler"[Enbiya 2]
ayeti de bu konuda bizim delilimizdir. Zira zikirler içinde yeni olmayan bir
zikir olmasaydı bu ayetin bir anlamı ve faydası olmayacaktı. Kişinin: ''Yanıma,
başının kendisine faydası dokunmayan bir adam geldi, zira başka biri olmadan
hiçbir şey yapamıyor" demesi gibidir.
Ayetteki zikir'den kasıt
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözleridir veya bizzat Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisidir. Zira hakikati getiren kendisidir.
Yazıya geçirilmesi, dönüştürülmesi veya korunması hakikatin
sağlamlaştırılmasıyla alakalıdır. Yine bu kelam'ın bizzat kendisiyle değil de
ona delalet eden kıraatle ilgilidir. Aynı şekilde bölümlere ayırma da kelama
delalet eden kıraatle alakalı bir durumdur. Kıraat de kıraate konu olan kelamın
bizzat kendisi değildir. Yüce Allah: ''Biz, onu Arapça bir Kuran
yaptık,''[Zuhruf 3] buyurur. "Burada yapmak'tan kasıt Kur'an'ı bu şekilde
isimlendirmektir. Aynı şey, ''Onlar, Rahman'ın kulları olan melekleri de dişi
saydılar"[Zuhruf 19] ayetinde de görülür. Burada da melekleri dişi olarak
vasfetmişlerdir."
Halimi der ki: ''Hiç
şüphesiz çok şerefli bir elçinin sözüdür. O, bir şairin Sözü değildir. Ne de az
inanıyorsunuz! Bir kahinin sözü de değildir"[Hakka 40-42] ayetleri ile ''O
(Kur'an), şüphesiz değerli, güçlü ve Arş'ın sahibi katında itibarlı, orada
(meleklerce) itaat edilen, güvenilir bir elçinin sözüdür''[Tekvir 19-21] ayetlerinde,
elçinin sözü olmasından kasıt Resulullah'ln (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu
değerli bir elçiden aldığı bir söz veya değerli bir elçiden işittiği bir söz
olmasıdır. Başka bir ayette: ''Eğer Allah'a ortak koşanlardan biri senden
sığınma talebinde bulunursa, Allah'ın kelamını işitebilmesi için ona sığınma
hakkı tanı''[Tevbe 6] buyurulur. Bu da bize Kur'an'ın Allah kelamı olduğunu,
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kelamı olmadığını göstermektedir.
Aynı şekilde hem Allah'ın, hem de Cebrail'in ortak olan sözü olmadığını da
göstermektedir."
Beyhaki der ki: Bu
ayetlerde birinci amaç müşrikleri yalanlamaktır. Zira müşrikler Kur'an'ın
Peygamberimizin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözü olduğunu söylüyorlardı.
Bundan dolayı Yüce Allah, Kur'an'ı Ruhu'I-Emin (Cebrail) vasıtasıyla
Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kalbine indirdiğini, Kur'an'ı
Cebrail'in Allah katından indirdiğini bildirmiştir. Muvaffakiyet Allah'tandır.
Bir ikincisi, daha önce
de zikredildiği gibi Kur'an'ın mucizevi yönüne işaret etmektir.
Arkadaşlarımızın çoğuna göre bu yöndeki icaz Kur'an'ın kıraatinde kendini
göstermektedir. Harflerinin dizilişi ve semantiği Allah'ın kadim kelam
sıfatındandır. insanlar ve cinler onun benzerini getirmekten acizdirier. Aynı
şekilde melekler de benzerini getirmekten acizdirier. Zira alimlerden birçoğuna
göre Kur'an'ın nazmı (dizilişi) insanların kullandığı nazımdan farklı bir
türdedir. Aynı dizilimi kullanarak aynısını veya benzerini yazamazlar.
Kur'an dizilişi bir
bedeni oluşturması ve seçkinlerin kalbi olması için cevherlerin dizilişi
gibidir. insanların ve cinlerin benzerini getirmekte aciz kalması gibi melekler
de onun benzerini getiremezler. Ancak Kur'an'da bu yönde meydan okuma cinler
zikredilmeden sadece insanlar ile cinlere yapılmıştır. Zira Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) meleklere değil, sadece insanlara ve cinlere
gönderilmiştir. Bunun yanında Kur'an'ın dizilişi Cebrail'in yanından değil
bizzat Latıf ve Habir olan Allah'tandır. Halimi'nin bu yöndeki sözleri mana
olarak böyledir.
Üçüncüsüne gelince, Yüce
Allah Kur'an'ın korunmasını üzerine almıştır.
Bu konuda:
"Şüphesiz o zikri (Kuran'ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette
biziz"[Hicr 9] buyurmuştur. Yine: ''Kur'an kendilerine geldiğinde onu
inkar edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o, çok değerli ve
sağlam bir kitaptır,[Fussilet 41] buyurmuştur. Bu yönde Kur'an'a bir ekleme
yapılacağını veya ondan bir şeyin eksiltilebileceğini veya onun tahrif
edilebileceğini söyleyen kişi, Yüce Allah'ın bu yönde bize verdiği sözü
yalanlamış ve sözüne karşılık farklı bir söz söylemiş olur ki bu da küfürdür.
Diğer yandan öyle bir
şey mümkün olabilseydi hiçbir müslüman dinine güvenemez ve tutunduğu hükümlere
inanamazdı. Zira zamanında sabit hükümlerden bir şeylerin çıkarılmadığı veya
yazıya geçirilirken bir kısmının kaybolmadığından veya değiştirilmediğinden
emin olamazdı. Halimi bu konuyu da uzun uzadıya açıklar. Bundan dolayı Kur'an'a
imanı tamamlayan unsurlardan biri de Kur'an'ın tam olarak ekleme ve çıkarma
olmadan seleften halefe aktarılarak bize ulaştığını kabul etmektir.
**************************************
Kur'an'ın Bir Araya
Getirilmesi
**************************************
169- Zeyd b. Sabit şöyle dedi: Yemame'de şehid olanlardan sonra
Ebu Bekr beni çağırdı. Gittiğimde Ömer yanında oturuyordu. Ebu Bekr bana şöyle
dedi: "Ömer bana gelip: "Öldürülmeler çoğaldı. Bence Kur'an
ayetlerini topla" dedi. Ben Ömer'e: "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) yapmadığı bir şeyi nasıl yaparız?" deyince, Ömer: "Vallahi
bu, hayırlı bir iştir" deyip ısrar etti ve Allah, Ömer'in gönlünü açtığı
konuda benim gönlümü de açtı ben de Ömer'in görüşüne uydum."
Zeyd der ki: Ebu Bekr:
"Sen genç ve akıllı birisin ve seni itham edemeyiz. Sen Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) inen vahyi yazıyor ve takip ediyordun. Onu sen
topla" dedi. Zeyd der ki: "Vallahi, bana dağlardan birini taşımamı
söyleselerdi, bana emrettikleri Kur'an'ı toplamak kadar ağır gelmezdi. Bu
sebeple: "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yapmadığı bir şeyi
nasıl yaparsınız?" dedim. Ebu Bekr: "ValIahi, bu hayırlı bir
iştir" dedi ve ısrar etti. Neticede Allah, Ömer'in gönlünü açtığı konuda
benim gönlümü de açtı ben de Ebu Bekr ve Ömer'in görüşüne uydum. Sonra deri
parçaları, hurma kabukları, taşlar üzerine yazılmış ve halkın ezberinde olan
ayetleri toplamaya başladım. Hatta Tevbe Süresinin sonu olan ''And olsun ki,
içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün,
inananlara şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir ... "[Tevbe
128-129] ayetleri sadece Ebu Huzeyme'nin yanında buldum.
Ebu Bekr vefat edene
kadar bu sahifeler onun yanında kaldı. Sonra Ömer ölünceye kadar yanında kaldı.
Sonra müminlerin annesi Hafsa'nın yanında kaldı.
Senedinde
tanımadıklarım vardır. Hadis sahihtir.
Ebu'l-Velid rivayetinde
şu ilave yer almıştır: İbrahim b. Sa'd'ın İbn Şihab kanalıyla Enes b. Malik'ten
bildirdiğine göre Huzeyfe, Osman b. Affan'a geldi, Osman, Iraklılarla beraber
Şamlıları, Ermenistan ve Azerbaycan'ın fethi için savaşa hazırlıyordu. Huzeyfe,
Kur'an konusunda bazı ihtilaflar görmüş ve Osman b. Affan'a: "Ey
Müminlerin emiri! Yahudi ve Hıristiyanların ihtilaf edip ayrılığa düştükleri
gibi bu ümmette Kur'an konusunda ihtilafa düşmeden yetiş ve yapman gerekenleri
yap" dedi. Bunun üzerine Osman, Hafsa'ya: "Yazılmış tek nüsha olan o
mushafı bize gönder çoğaltıp tekrar iade ederiz" diye haber gönderdi.
Hafsa mushafı Osman'a yolladı. Osman da Zeyd b. Sabit, Abdullah b. ez-Zübeyr,
Said b. el-As ve Abdurrahman b. el-Hatis b. Hişam'a: "Bu mushaftan
mushaflar çoğaltınız" diye talimat verdi. Osman üç Kureyşliden oluşan bu
ekibe: "Zeyd b. Sabit'le ihtilaf ettiğiniz yeri Kureyş lehçesine göre
yazınız; çünkü Kur'an onların lehçesiyle inmiştir" dedi. Sonunda
mushafları çoğalttılar. Osman da o mushaflardan her birini belli merkezlere
gönderdi. Bunun dışındaki Kur'an ayetinin veya mushafın yok edilmesini veya
yakılmasını emretti.
Tahric: İbn Ebi Davud,
el-Mesahif (26)
İbn Şihab der ki: Hatice
b. Zeyd, Zeyd b. Sabit'in şöyle dediğini söyledi: Mushafı neshederken Ahzab
Süresinden bir ayeti bulamadım Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
ayeti okuduğunu işitirdik. Aradım ve onu Huzeyme b. Sabit el-Ensari'nin yanında
buldum. Bu ayet: "İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren
adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir.
AhidIerini hiç değiştirmemişlerdir"[Ahzab 23] ayetidir. Sonra bu ayeti
mushaftaki yerine yerleştirdim. (Buhari (3/205))
İbn Şihab der ki: O gün
"Tabut" kelimesinde ihtilafa düştüler. Zeyd b. Sabit:
"Tabuh" derken, İbnu'z-Zübeyr ve Said b. el-As: "Tabüt"
diyorlardı. İhtilafları Osman'a arz edilince: "Tabüt" olarak
yazın" dedi.
Buhari Sahih'te bu
hadisi Müsa b. İsmail kanalıyla İbrahim b. Sa'd'dan, o da İbn Şihab'ın:
"Kur'an, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında nüshalara
yazılmaya başlandı" sözü olmadan nakletmiştir.
Tahric: Nesai,
Fedailu'I-Kur'an (57- 63)
Bize bildirildiğine göre
Zeyd b. Sabit: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında deri
parçalarındaki Kur'an ayetlerini nüshalara yazardık" demiştir.
Allah en doğrusunu
bilir; ancak burada kastettiği, ayrı ayrı inen ayetlerin, Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) göstermesiyle ait oldukları sureye
yazılmalarıdır. Sonra bu ayetler iyice ezberlenmiş, deri ve taş parçalarına,
hurma ağacı kabuklarına yazılmıştır. Ayrı ayrı olan bu ayetler Ebu Bekr, Ömer,
Muhacir ve Ensar'dan bazılarının teklifiyle toplanmış, Osman'ın teklifiyle de nüshaları
çıkarılmıştır.
Bize bildirildiğine göre
Süveyd b. Gafele dedi ki: Ali b. Ebi Talib: "Allah Osman'a rahmet etsin.
Eğer ben olsaydım, Osman'ın mushaflara yaptığı gibi yapardım" dedi.
el-Medhal adlı kitapta
ve Delailu'n-Nübüvve adlı kitabın sonunda Kur'an'ın toplanmasıyla ilgili
rivayetleri güçlendiren hadisler aktardık. Kullarını koruyan, sünnete uymaya
muvaffak kılıp bidatlerden uzaklaştıran Allah'a hamd olsun.
170- Abdulaziz b. Rufey' der ki: Şeddad b. Ma'kil ile beraber
İbn Abbas'ın yanına girdik ve: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Kur'an'dan başka bir şey bıraktı mı?" diye sorduk. İbn Abbas: "Şu iki
levha (kapak) arasında olandan başka bir şey bırakmadı" cevabını verdi.
Muhammed b. el-Hanefıyye'nin yanına girip aynı şeyi sorduğumuzda, o da aynı
şeyi söyledi.
Buhari bu hadisi
Sahih'te Kuteybe kanalıyla Süfyan'dan nakletmiştir.
Ravileri güvenilirdir.
171- Suheyb der ki: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Haramlarını helal sayan, Kur'an'a iman etmemiş olur" buyurduğunu
işittim.
İsnadı zayıftır.
172- Suheyb der ki: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Haramlarını helal sayan, Kuran'a iman etmemiş olur' buyurduğunu
işittim.
Ravileri güvenilirdir.
Beyhaki der ki:
Kur'an'la beraber diğer kitaplara da iman etmek, Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile beraber diğer peygamberlere iman etmek gibidir. Allah'ın
kelamıyla ilgili bilmemiz gereken şey, Onu kelamının zati sıfatlarından biri
olduğunu bilmemizdir. Onun kelamı bizim kıraatimizle okunmuş, kalbimizde
hıfzedilmiş, mushaflarımızda yazılmıştır; ancak huluI etmemiştir. Nasıl ki
dilimizle Allah'ı zikrederken, kalbimizle bilirken, mescitlerimizde Ona ibadet
ederken Allah bizzat dilimizde, kalbimizde ve mescitlerimizde mevcuttur
diyemezsek, kelamı için de aynı şey geçerlidir. Allah'ın kelamı Arapça okununca
Kur'an, Süryanice okununca incil, ibranice okununca Tevrat olarak adlandırılır.
islam şeriatına göre ona Kur'an denip Tevrat veya incil denmemesinin sebebi
şudur: Allah, Resuluilah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zamanında yaşayan Tevrat
ve incil ehlini yalanlamış ve onların ihanetini haber verip Allah'ın kelamını
değiştirdiklerini, kendileri bir kitap uydurup, Allah'tan olmamasına rağmen:
"Bu, Allah'tan gelmiştir" dediklerini, bilerek Allah adına yalan
söylediklerini bildirmiştir. Müslüman onların kitabından bir şey okuyacak
olursa, bu Yahudi ve Hıristiyanların uydurduğu bir şey olmamasından emin
olamaz.
173- İbn Abbas der ki: "Peygamberinize (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) indirilmiş olan Kitabınız Allah'tan gelmiş en son haber olduğu, ona
hiçbir şey katılmaksızın arı duru haliyle okuduğunuz halde Kitab Ehli'nin
Allah'ın kitaplarını değiştirip değişiklikler yaptığını kendi elleriyle
kitapları yazarak, az bir paha ile onu satabilmek için ''Bu, Allah'ın
katındandır'' dediklerini size bildirdiği halde, siz kalkıyorsunuz Kitab
Ehli'ne soru soruyorsunuz. Size gelmiş olan bunca ilim sizi onlara soru
sormaktan alıkoymuyor mu? Allah'a yemin ederim, biz onlardan bir kimsenin size,
size indirilene dair soru sorduğunu görmedik."
İsnadı hasendir.
174- Ubeydullah b. Abdullah, İbn Abbas'tan "Ey Müslümanlar!
Peygamberinize (Sallallahu aleyhi ve Sellem) indirilmiş olan Kitabınız,
Allah'tan gelmiş en son haber olduğu, Ehl-i Kitaba nasıl soru soruyorsunuz ...
" şeklinde başlayan, aynı manada bir rivayette bulundu.
Buhari, bunu Sahih'inde
Yahya b. Bukeyr ve Musa b. İsmail kanalıyla İbrahim b. Sa'd'dan rivayet etti.
İsnadı sahihtir.
175- Cabir b. Abdillah'ın bildirildiğine göre Hz. Ömer,
ResuluIlah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelip: "Yahudilerden, hoşumuza
giden sözler duyuyoruz. Bunların bazısını yazabilir miyiz?" diye sordu.
ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona şöyle cevap verdi: "Yahudi ve
Hıristiyanların şaşkınlığa düştüğü gibi siz de mi şaşkınlığa düşeceksiniz. Ben
size Onu (Kuran'ı) tertemiz ve katıksız olarak getirdim. Eğer Musa hayatta
olsaydı, bana uymaktan başka seçeneği olmazdı."
İbn Avn der ki: Hasan'a:
"Mütehevvikun ne demektir?" diye sorunca: "Şaşkınlık manasındadır"
cevabını verdi.
Tahric: İsnadı
zayıftır. Ahmed, Müsned (3/387) Bak: Heysemi, Mecma (1/ 173-174, 8/262).
176- Cabir'in bildirdiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu: "Kitab Ehline bir şey sormayınız. Onlar dalaletteyken
size doğruyu gösteremezler.''
Tahric: Senedinde
gevşeklik vardır. Ebu Ya'la, Müsned 4/102 (1384), Lalekai, Şerhu's-Sünne 2/743
(1384) ve Abdurrezzak, Musannef (10/312-313).
(Ahmed b. el-Hasan)
el-Kadı, rivayetinde: "Eğer Musa hayatta olsaydı, bana uymaktan başka bir
şey kendisine helal olmazdı" cümlesini de eklemiştir.
Bu hadis, Cübeyr b.
Nufeyr kanalıyla Ömer b. el-Hattab'dan, Allah'ın Resulü'nden, Yahudilerin
sözlerinden yazılanları tükürüğüyle silmeyi ve bunu yasaklamasını anlatan bir
hadis içinde de nakledilmiştir.
Bir sonraki konu için aşağıdaki link’e
tıklayın: