EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

SIHHAT VE BUTLAN / ÜÇÜNCÜ MESELE:

 

'Butlan' (batıl) teriminin ikinci manasında kullanılması muamelatla ilgili amellere nisbetle olmak üzere bir taksime tutulmak icab edecektir. Zira muamelatla ilgili bir amel -taabbud kasdından uzak bulunduğunda- ya kasıdla yapılmıştır ya da kasıdsız. Kasıdla yapılmış olan da ya sırf şehvet ye arzu neticesinde yapılmıştır ve bu sırada Şari'in emrine uygun olup olmadığına bakılmamıştır. Yada Şari'in emrine uygunluğuna bakılmış ve yapılmış veya muhalifbulunduğu görülmüş ve terkedilmiştir. Bunlarda ya kasdi olarak ya da kasıdsız olarak yapılmıştır. Böylece dört kısım karşımıza çıkmaktadır:

 

       1. Kasıdsız yapılmış olması: Gaflet halinde ve uyku halinde iken yapılan ameller gibi. Daha önce, bu tür kasıd bulunmadan yapılan amellere ne talebi gerektirici ne de muhayyer kılıcı bir hitabın taalluk etmeyeceğini; bu tür hareketlerde ne sevabın ne de cezanın söz konusu olmayacağını belirtmiştik. Çünkü ahirette bir fiil üzerine ceza ya da sevabın terettüp edebilmesi için, o fiili n teklif hitabı dahilinde bulunması gerekmektedir. Teklifi hitabın taalluk etmediği bir fiile, haliyle onun (teklifin) neticeleri de terettüb etmeyecektir.

 

       2. Mükellefin sırf kendi garazına ulaşmak kasdıyla yapması. Bu fiilden dolayı da -birincisinde olduğu gibi- kendisine herhangi bir sevap terettüp etmeyecektir. Gerçi bu kısımda yapılan fiile teklif hitabı taalluk etmekte veya vacib olarak vukü bulmaktadır; ama bu neticeyi değiştirmemektedir. Mesela borçların ödenmesi, vedia ve emanetlerin sahiplerine iade edilmesi, çocuklar üzerine infakta bulunulması vb. gibi. Yasak olan şeyleri sırftabiatı götürmediği için yapmayan kimsenin durumu da bu kısım altına girer. Çünkü ameller niyetlere göredir. Hadis-i şerifte: "Kimin hicret (niyet)i Allah'a ve Rasulüne ise, onun hicreti Allah ve Rasulünedir. Kimin de hicreti elde etmek istediği bir dünyalık ya da nikahlamak istediği bir kadına ise, onun hicreti de hicret etmiş olduğu o şeyedir." buyrulmuştur. Hadisin manası üzerinde ittifak vardır ve şeriatta kesin olan bir hükmü getirmektedir. Bu ve bundan önceki kısım ikinci kullanılış şeklinin gereği olmak üzere batıldır.

 

       3. Şari'in emrine uygunluğu zoraki olarak göz önünde bulundurma ve fiili böylece işleme durumu. Mesela kişi falanca kadından murad almak ister. Ancak kadının yüz vermemesi ya da kadının akrabalarından fırsat bulamaması gibi sebeplerle zina yoluyla arzusuna ulaşamaz ve sırf ona ulaşabilmek için bir vasıta olmak üzere onunla nikahlanır. Bu da aynı şekilde ikinci kullanış tarzına göre batıl olmaktadır. Çünkü Şari'in emrine uygunluk hükmüne sırfnaçar kaldığı için başvurmuştur. Eğer başka yoldan ulaşabilseydi nikaha gitmeyecekti. Nikahı arzusuna ulaşmak için bir vasıta olarak görmüş; ona Allah mübah kıldığı için tevessülde bulunmamıştır. Bu tür tasarruflar birinci kullanış tarzına göre batıl sayılmamaktadır. Benzeri bir örnek de zoraki alınan zekattır. Çünkü birinci kullanılış şekline göre böylesi bir zekat sahlhtir. Zira kaza yükümlülüğünü düşürmekte zimmeti temize çıkarmaktadır. Bu ikinci kullanış şekline göre ise batıl olmaktadır. Keza haram olan şeyleri dünyada iken ceza görmekten dolayı ya da insanlardan utandığı vb. için terkeden kimsenin durumu da aynıdır. Bu yüzdendir ki, hadler sadece '(günaha) keffaret' (örtücü) kabul edilmişler ve hiçbir durumda onların neticede sevab getireceklerine Şari'ce işarette bulunulmamıştır. Bu konuda asılolan 'amellerin niyetlere göre olması'dır.

 

       4. Fiili işlemesi ve bu arada onun Şari'in kasdına uygunluğuna bilinçli olarak dikkat etmesi. Mesela bir şeyin mübah olduğunu öğrendikten sonra o şeyi yapması. Bununla birlikte şayet o şey mübah olmasaydı yapmayacaktı şeklinde bir kararlılık ve şuura sahip olması. Bu kısım üzerinde ancak "mübah" bahsinde durulur. Yapılması emredilen ya da terkedilmesi istenilen şeyi sırf emre uymuş olmak kasdıyla yapmış ya da terketmiş olması durumunda ise işlemesi ya da terki her iki itibarla da sahih olacaktır. Nitekim bunun aksi de, yani muhalefet kasdıyla emredilen şeyi terketmesi, terki istenilen şeyi de işlemesi her iki itibarla da batılalmaktadır. Geriye mübah olan bir fiili, Şari' Teala'nın kendisini muhayyer kılması hasebiyle yapması ya da terketmesi konusu üzerinde durmak kalıyor: Mükellef bu iki taraftan birisini sırf kendi hazzı için tercihte bulunacak olsa, bu durumda karşımıza üç ihtimal çıkacaktır:

 

a) Birinci itibar açısından sahih, ikinci itibar açısından da batıl olacaktır. Bu ihtimal, mübahın ortaya çıkardığı sonuçların gözardı edilerek bizzat kendisi açısından ele alınması esası doğrultusunda geçerli olmaktadır.

 

b) Her iki itibara göre de sahih olacaktır. Çünkü hazzına ulaşmak için Şari'in kendisini muhayyer kıldığı bir yolu araştırmış ve bulmuştur. İzin verilmeyen bir yola başvurmamıştır. Nitekim kişinin kendi zevcesiyle ilişkide bulunmasından dolayı sevap alacağı şeklindeki hadiste buna dikkat çekilmiş ve sahabenin "Kişi şehvetini giderecek sonra da sevap mı görecek?!"diye hayretlerini belirtmeleri üzerine Hz. Peygamber'in [s.a.v.] "Ne dersiniz? Şayet o kişi şehvetini haram yolla giderseydi, ne olurdu?" şeklinde buyurması buna bir işaret olmuştur. Bu bahis bu kitabın "Mekasıd" bahsinde genişçe ele alınacaktır.

 

c) Külolarak ele alındığında yapılması istenilen mübah hakkında her iki itibara göre de sahih olması; yine külolarak ele alındığında terkedilmesi istenilen mübaha nisbetle de birinci itibara göre sahih, ikinci itibara göre de batılalması. Hükümlerin iki kısmından ilki (yani teklifi hükümler) bahsinde ortaya konulan esaslar üzerine cari olan da işte budur. Üçüncü ve ikinci ihtimaller, mübah olan fiilin mahiyetinden hariç başka bir durumun dikkate alınması neticesinde olmakta iken, birincisi bizzat mübahın kendisine nazaran olmaktadır.

 

FASIL:

 

İkinci itibarla "sıhhat" tabirinin kullanıldığı şey ya ibadettir ya da muamelatla ilgilidir. Eğer ibadetse, o takdirde genel anlamda bir taksim yok demektir. Eğer muamelatla ilgili bir amel ise, o takdirde bir taksime tabi tutmak gerekebilir. Şöyle ki: Kişi onu işlerken taabbud kasdının yanında ya kendi hazzına yönelik bir kasıd da bulundurur ya da bulun durmaz. Birinci ihtimale göre de haz kasdı taabbud kasdına ya galebe çalar ya da çalmaz. Böylece üç kısım ortaya çıkar:

 

a) İşlenirken taabbud kas dı yanında herhangi bir nefsi haz bulunmaz, Böylesi bir am elin sıhhati konusunda herhangi bir problem yoktur.

 

b) Taabbud kasdı, güdülen hazza galebe çalar: Bunun da sahih olmasında bir şüphe yoktur. Çünkü galib olan taabbud kasdı olmaktadır ve hüküm de ona verilmektedir. Diğer kısım ise yok farzedilmektedir.

 

c) Hazzın taabbud kasdına galebe çalması: Bu durumda iki ihtimal vardır:

 

1. İkinci itibara göre de bunun sahih olması. Bu durumda galebe çalınan (mağlub) taraf amel ettirilmiş olacak ve ibadetlerin aksine muamelat bahislerinde haz tarafının amelleri zedelemeyeceği esas alınmış olacaktır.

 

2. Sadece birinci itibara göre sahih olup, ikinci itibara göre sahıh olmaması. Bu durumda da galebe çalma hükmü amel ettirilmiş olacaktır. Bu taksimin ve ilgili delillerin açıklanması bu kitabın "Mekasıd" bölümünde inşallah gelecektir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

AZİMET VE RUHSAT