EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

SIHHAT VE BUTLAN / İKİNCİ MESELE: BUTLAN (BATIL):

 

Butlandan kasdedilen mana nedir? 'Butlan' terimi 'sıhhat'in karşılığı olmaktadır ve iki manası vardır:

 

a) İşlenilen amel üzerine dünyada neticelerinin terettüp etmemesi.

 

Mesela ibadetler hakkında "Bu ibadet yeterli değildir; zimmeti temize çıkarmaz; kazayı da düşürmez" dediğimiz gibi, aynı manada olmak üzere "Bu ibadet batıldır" da deriz. Ancak burada bir konu üzerinde durmak gerekir: Çünkü ibadetin batılalması yerinde de açıklanmış olduğu üzere ancak o ibadetle ilgili Şari'in kasdına muhalefet edilmiş olmasından dolayı olmaktadır. Fakat bazen muhalefet bizzat ibadetin kendisinde bulunan bir özellikten dolayı olabilir ve bu durumda da onun hakkında 'batıl' lafzı kullanılır. Mesela niyetsiz ya da bir rükusu ya da secdesi eksik olarak kılınan namaz vb. gibi. Bazen de ibadetin özünden ayrı harici bir vasıftan dolayı olur ve yine de 'batıl' diye nitelenebilir. Mesela gasb edilmiş bir arazide kılınan namaz gibi. Bu konuda yasağın namazın özünden ayrı olduğu konusu üzerinde durulur ve bu açıdan bakıldığı zaman namaz sahih olur. Zira bu namaz Şari'in maksadına uygun olarak vuku bulmuştur. Vasıf yönünden muhalif düşmesi sıhhatine zarar vermez. Bu yaklaşımın aksine, kazandığı vasıf açısından da yaklaşılabilir ve bu açıdan ele alındığında gasbedilen bir arazide kılınan namaz sahih olmaz; aksine batıl hükmünde bulunur. Zira Şari'in maksadına uygun olan namaz böyle bir vasıftan uzak bulunan namazdır; gasbedilen bir arazi üzerinde kılınan namaz böyle bir özellikte değildir. Buna benzeyen diğer konularda da durum aynıdır.

 

Yine muamelat hakkında da "Bu batıldır" deriz ve bununla mülkiyetin meydana gelmesi, kadınlardan istifadenin helal olması, istenilen şeyle faydalanılması ... gibi "kendisinden beklenilen faydaların şer'an meydana gelmeyeceği" manasını kasdederiz. Muamelat konusu genelde dünyevi masIahatların teminine yönelik olmak üzere konulmuştur. Bu itibarla muamelatla ilgili hususlarda iki açıdan konuya yaklaşılır:

 

a) Onların şer'an izin verilmiş ya da yapılmaları emredilmiş bir şeyolması açısından.

 

b) Kulların maslahatlarına yönelik olmaları açısından.

 

Bir grup birinci açıya mutlak surette itibarda bulunarak ikinci kısmı tamamen ihmalde bulunmuşlar ve aynen ibadetlerde olduğu gibi onun emredilmesine olan muhalefeti, onun maksadına muhalefet olarak kabul etmişlerdir. Sanki bunlar bu tür emirlerin de taabbudi olduğu şeklinde bir eğilim ortaya koymuşlardır. İleride Makasıd bahsinde de geleceği gibi, manası akılla kavranılabilen her konuda bir taabbudilik anlamı da bulunmaktadır. Durum böyle olunca, Şari' Teala'nın emrine muhalefetle karşılık vermek, o fiilde ilgili Şari'in hitabı (emri) dışına çıkmış olma neticesini gerektirecektir. Fiiller işlenirken Şari'in hitabından çıkılmış olması, o fiilin gayrı meşru olduğu hükmünü ortaya koyar. Gayrı meşru olan bir

şey de batıldır. Dolayısıyla Şari'in hitabı dışında cereyan eden ibadetlerin sahih olmaması gibi, bu da aynı şekilde sahih olmayacaktır.

 

İkinci kısma gelince, buna da bir grup ilkini ihmal etmeksizin itibar da bulunmuşlar ve meseleyi maslahata itibar mevkiinde mütalaa etmişlerdir. Şöyle ki: Bunlara göre amelin batıl olmasını gerektiren mana üzerinde durmak gerekecektir: Eğer am elin batıllığını gerektiren mana telafisi mümkün olmayacak şekilde hasıl ya da hasıl hükmünde ise, o amel kökten batıl olacaktır. Şari'in yasaklamış olduğu hususlarda asıl olan da budur.

 

Çünkü bir şey hakkında şer'i yasağın bulunmuş olması, o şeyde mükellefin bir maslahatı bulunmamasını gerektirir. Gerçi ilk bakışta mükellefin bir masIahatının bulunabileceği düşünülebilir; ancak iyice üzerinde durulduğunda öyle olmadığı görülecektir. Yeltenen kimse farklı düşünse bile Allah Teala o şeyde kula yönelik bir masIahat olmadığını bilir ve o yüzden de onu yasaklar.

 

Eğer o şeyin batıllığını gerektiren mana bir müddet hasıl ya da hasıl hükmünde ise, fakat telafi imkanı bulunuyorsa, bu takdirde o amelin batıllığına hükmedilmez. Nitekim İmam Malik müdebber kölenin satışı hakkında "Bu satış reddedilir; ancak müşteri aldığı bu köleyi azad ederse reddedilmez."demiştir. Çünkü bu satış akdi sırfkölenin azad konusundaki hakkından ya da efendi tarafından sebebi ortaya konulan azad konusuna taalluk eden Allah hakkından dolayı men edilmişti. Böyle bir kölenin satılması, efendinin ölümünden sonra o kölenin azad edilmesi durumunu genelde ortadan kaldırıcı bir tasarruftur. O yüzden de yasaklanmıştır. Ancak müşterinin o köleyi azad etmesi durumunda Şari'in azad konusundaki kasdı tahakkuk etmiş olacaktır; bu itibarla artık bu satış reddedilmeyecektir. Fasid olarak akdedilen kitabet akdi,de, mükateb köle azad edilmedikçe aynı şekilde reddedilir. Keza gasbeden kimsenin gasbettiği şeyi satması hakkı gasbedilen kimsenin izin (icazet) ya da reddine bağlıdır. Çünkü bu satışın yasaklanması onun hakkı sebebiyledir. Dolayısıyla o izin verdiği zaman caiz olacaktır. Bir diğer misal yasak olan satış ve selefle ilgilidir. Eğer (akitle birlikte borç talebinde bulunma gibi) selef şartı koşan kimse, bu şartını düşürecek olursa, bazı görüşlere göre tarafların akdettikleri şey caiz ve geçerli olacaktır. Çünkü akit, ileri sürülen şartın düşürülmesiyle şer'an telafi edilmiş olmaktadır. Nitekim Berire hadisinde böyle olmuştur. Fasid akidlerin tashihi konusunda Hanefiler Berire hadisinin gereği doğrultusunda yürümüşler ve mesela şigar nikahı, iki dirhemi bir dirhemle değişme gibi yapılan akitlerin, fasid edici unsuru ortadan kaldırmak suretiyle tashihinin mümkün olacağını kabul etmişlerdir. Onlara göre verdiğimiz misallerde ve daha benzeri bir açıdan akdin batıllığını (onlara göre fasidliğini) gerektiren unsurların bulunması durumunda, eğer bu unsurlar ortadan kaldırılırsa akid sahih ve geçerli bir hal almaktadır. Bunu şöyle izah etmek mümkündür: Şari'in yasaklaması bir durumdan dolayı idi. Bu durum ortadan kalkınca yasak da ortadan kalktı. Dolayısıyla akit Şari'in kasdına uygun hale geldi. Bu ya akdin ilk yapıldığı zamana doğru geriye yürüyerek meydana gelmiş olacak ya da tashihin şu anda yapıldığı nazar-ı itibara alınarak geriye doğru yürümeden meydana gelmiş olacaktır.

 

Bu izah tarzı, kulların maslahatlarının taabbudilik hükmüne galebe çaldırılması esasına bina edilmektedir.

 

'Batı!' kelimesinin ikinci manası: İşlenilen amel üzerine ahirette neticelerinin terettüp etmemesi şeklindedir. Bu neticelerden de maksat sevap olmaktadır. Bu manada batılın hem ibadetler hem de muamelat için tasayvuru mümkündür:

 

İbadetler ilk ıstılahi manada batıl olurlar ve bu durumda üzerlerine

bir mükafat terettüp etmez. Çünkü ilgili emrin gereğine uygun olarak işlenmemişlerdir. Keza ilk ıstılahi manada sahih de olabilirler; fakat üzerlerine bir sevap terettüp etmez. Birincisinil!- örneği insanlara gösteriş için ibadette bulunan kimsenin durumudur. Bu kimsenin yaptığı ibadet dünyada yeterli değildir ve üzerine bir sevap da terettüp etmez. İkincisinin misali de, sadakada bulunup da arkasından başa kakıp, eza veren kimse-

nin durumudur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey inananlar! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını sarfeden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın (iptal etmeyin)."; "And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan, işlerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun. " Hadiste de Hz. Aişe validemiz (Ümmü Muhabbet'e): "Git Zeyd b. Erkam'a söyle: Şüphesiz ki o, eğer tevbe etmezse Resulullah [s.a.v.] ile yapmış olduğu cihadını iptal etmiştir." demiştir. Bu hadis iptali hakiki anlamında alan kimselerin görüşüne göre delilolmaktadır.

 

Muamelatla ilgili olan ameller de aynı şekilde "üzerine bir sevap terettüp etmez" anlamında batıl olabilirler. Burada batılın birinci anlamında kullanılışıyla ikinci anlamında kullanılışı arasında fark yoktur. Birincisine örnek olarak şer'an feshedilmiş olan akitleri gösterebiliriz. İkincisine örnek olarak da, sırf arzu ve heveslerin sevki ile yapılmış ve Şari'in hitabına herhangi bir iltifatta bulunulmamış amelleri verebiliriz. Mesela arzu ve heveslerin saikiyle yeme, içme, yapılan akitler vb. bir kasıd bulunmaksızın tesadüfi olarak Şari'in izin ya da emrine uygun düşerse bu kısma örnek teşkil ederler. Bunlar Şari'in emir ya da iznine uygun düştüğü için şer'an kabul görmüş ameller olacak ve dünyevi neticeleri üzerine terettüp edecektir. Bununla birlikte emre imtisal kasdı bulunmadığı için üzerine ahirette terettüp edecek bir sevap bulunmayacaktır. Çünkü ameller niyetlerine göredir. Kısaca, arzu ve heveslerin saikiyle işlenilen ameller, eğer Şari'in kasdına uygun düşecek olursa, o amelde bulunan kimsenin yaşadığı sürece baki kalır; o dünyadan çıkınca, dünya hayatının sona ermesiyle amelin varlığı da sona erer ve batıl olur: "Sizin yanınızda olanlar biter. Allah katında olanlar ise bakidir. "[Kehf, 109]; ''Ahiret kazancını isteyenin kazancını artırırız; dünya kazancını isteyene de ondan veririz; ama ahirette bir payı bulunmaz. "[Şura, 20] "Dünyadaki hayatınızda sizin için güzelolan her şeyi harcadınız, onların zevkini

sürdünüz; ama bugün ... "[Ahkaf, 20] Bu ve benzeri nass, zahir ya da işaret yoluyla delalette bulunan deliller Şari'in hitabını yerine getirmiş olmak için yapılmayan amellerin dünyadan öteye aşamayacağını göstermektedir. İşte bu noktadan hareketledir ki, muamelatla ilgili amellerinin neticelerini de yarın ahiret gününde görmek isteyen kimseler, o am ellere bitişik ve kendilerine bu neticeyi sağlayacak olan bir kasıd ve niyetin bulunması konusunda son derece özen göstermişlerdir. Bu konuda İhya ve benzeri kitapIara bakılabilir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: