EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
SEBEB / ON DÖRDÜNCÜ
MESELE
Meşru sebeblerin üzerlerine zımnen bazı hükümler terettüp ettiği
gibi, gayrı meşru sebebler üzerine de zımnen bazı
hükümler terettüp eder. Mesela öldürme üzerine kısas, katilin ya da akilenin malı üzerine binen diyet, -eğer öldürülen kimse
köle ise- kıymetin tazmini ve keffaret gibi hükümler
terettüp etmektedir. Keza tecavüz (teaddi) üzerine
tazminat ve ceza hükümleri terettüp etmektedir. Hırsızlık üzerine tazminat ve
el kesme hükmü terettüp eder. Bu ve benzeri teklifi hükümler altına giren
yasaklanmış sebeblerin vaz'ı
hükümler kapsamında olmak üzere müsebbebleri
bulunmaktadır.
Bu yasaklanmış sebebler, bazen başka bir cihetten bir maslahata sebebiyet
verebilirler ve fakat onun sebebi olmazlar. Mesela öldürme olayı üzerine varise
mirasçı olma, vasiyetlerin yürürlüğe konulması, müdebber
kölelerin azad olması, ümmü
veled ve çocukların hürriyetlerine kavuşması gibi masIahatlar ortaya çıkmaktadır. Keza tecavüz yoluyla itIM (ziyan verme) üzerine, kıymetin tazminine tabi olarak
telef edilen şeye malikiyet kazanılması; gasb
üzerine, gasbedilen şeyin gasbeden
kişi elinde değişikliğe uğraması durumunda bilinen tafsilat üzerine ve tazmin
neticesine binaen gasbedilen şeye malikiyet
kazanılması vb. de böyledir.
Birinci kısımdan
olanlara, akıllı olan kimse tevessüle kalkışmaz; çünkü kendi aleyhine mahza bir mefsedettir ve bir masIahat da içermemektedir. Tevessül edilebilecek türden
olanlar ancak ikinci kısımdan olabilirler. Şayet kişi bunlara yönelik kasıdda bulunursa bu kasdı iki
çeşit olabilir:
1. Sebebten başkası değil, bizzat
yasaklanmasının nedenini oluşturan müsebbebin kasdedilmesi şekli. Mesela öldürme alayında öc alma, gasbedilen ve çalınan
mallarda mutlak olarak faydalanma kasdı gibi. Böyle
bir kasıd, tabi durumda olan ve masIahat
içeren hükümleri n terettübü konusunda mani değildir. Çünkü bunların sebebleri eğer hasıl olmuşlarsa müsebbebleri de hasılalmuştur.
Ancak sedd-i zeria
kabilinden, bu gibi durumlarda da yasak olan sebeb
üzerine doğan ve masIahat içeren tabi hükümlerin
terettübüne mani olunduğu da olur. Mesela katilin, öldürürken öc almaktan başka kasdı olmasa
veya bazılarına göre hata yoluyla da öldürmüş olsa mirastan mahrum edilmesi
gibi. Gasb hakkında şöyle demişlerdir: Gasbedilen şey, gasbeden kimse
elinde değişikliğe uğrasa veya onu ziyan etse; değişikliğin hükümlerinden olmak
üzere, eğer değişiklik çoksa mal sahibi onun hakkında muhayyer değildir;
dolayısıyla gasbeden kişinin onun kıymetini tazmin
hükmüne binaen -bazı alimlere göre mekruh olarak,
diğer bazılarına göre de kerahetsiz- onunla faydalanması caiz olmaktadır.
Bunun sebebi şudur:
Burada esbaba tevessülde bulunan kimsenin kasdı, Şari'in bu hükümlerin terettübü hakkındaki kasdına ters düşmemektedir. Çünkü bu hükümler kıymetin tazmini
yahut gasbedilen şeyin değişikliğe uğraması ya da her
ikisi üzerine terettüp etmektedir. Kişinin kasdının, Şari'in kasdına ters düşmüş
olması, sadece yasak olan sebebin ortaya konulması sırasında olmaktadır. Mutlak
bir garazın meydana gel-
mesi için bizzat sebebin kendisinin kasdedilmiş
olması; tazmin veya kıymetten ya da her ikisinden birden neşet eden müsebbebe yönelik kasıddan
başkadır. Aralarında fark vardır. Şöyle ki: Gasbedilen
şeyin değişikliğe uğraması durumunda, hemen akabinde tazmin sorumluluğu gelir
ve dolayısıyla gasbdan dolayı meydana gelen bu
değişiklik sebebiyle kıymetin ödenmesi vacib olur.
Kıymet vacib olup belirlenince de, gasbedilen şey gasbeden açısından
-malının boş yere gitmiş olmaması için- onun mülkü olur. Ona olan bu mülkiyeti,
onun kıymetinin zimmeti üzerine vacib olması
dolayısıyladır; yoksa gasb sebebiyle değildir.
Dolayısıyla her iki kasıd birbirinden ayrıdır.
Katilin öc almak için öldürmesi kasdı,
mirasın husulüne yönelik kasdından farklıdır. Gasbeden kimsenin faydalanma kasdı,
kıymeti tazmin ve gasbedilen şeyi gasbedilen
kimsenin mülkünden çıkarma kasdından başkadır. Durum
böyle olunca, katil ya da gasbeden kimsenin kasdetmemiş oldukları tabi hüküm asli mecrasında cari
olacaktır. Maksadının zıddıyla mukabele, Şari'in maksadına
muhalefeti kasdettiği konudadır. Bu da
cezalandırılması ve gasbedilen şeyin elinden alınması
ya da kıymetin ödettirilmesidir. Bu açıktır. Ancak sedd-i
zeria kabilinden olmak üzere, kasdetmemiş
olduğu bu tür tabi hükümlerin meni cihetine de gidilebilmektedir.
2. İkincisi, sebebe tabi olan hususları kasdetmiş
olması. Bunlar zımnen kendisine masIahat olarak
dönecek olan şeylerdir. Mesela varisin, mirasa konmak için murisini (miras
bırakan) öldürmesi; kendisine vasiyyet edilen
kimsenin (musa leh), vasiyyet
edilen şeyin kendisine ulaşması için vasiyyet eden
kimseyi öldürmesi; gasbeden kimsenin gasbedilen şeyi değişikliğe uğratmak, böylece onun
kıymetini tazmin etmek ve onu kendi mülküne sokmak suretiyle ona sahip olmayı kasdetmesi vb. gibi. Böyle bir esbaba tevessül batıldır.
Çünkü Şari' Teala, teklifi
hükümlerden olmak üzere bunları, işlenmesi halinde vaz'i
hükümlerde bir masIahat elde edilsin için
yasaklamamıştır. Şu halde böyle bir esbaba tevessül meşru değildir. Ancak
geriye bir şey kalıyor:
a) Acaba bu tür esbaba
tevessülde kişinin maksadının bizzat Şari'in
maksadına muhalif olması nazar-ı itibara alınarak, esbaba tevessülde bulunan
kimsenin kasdetmiş olduğu netice, sebeb
üzerine terettüp eder mi? İşte bu noktadan hareketle "maksadın zıddı ile
muamele" kaidesi ortaya çıkmıştır. Bu farzedilen
niyetin bulunması durumunda bu kaide ile hükmetmek gerekecektir. Katilin
mirastan mahrum kılınması hükmünü getiren hadisin gereği de bu olmaktadır. Keza
zekattan kaçmak üzere farklı zekat mallarının
toplanılmasından, toplu olanların da dağıtılmasından men eden hadisten
çıkarılan fıkhi neticenin gereği de budur. Ölüm
hastalığında, mirastan mahrum bırakmak için bain
talakla boşanmış kadının mirasçı kılınması; iddet
içerisinde nikahta bulunan kimseye, o kadının ebedi
olarak haram sayılması vb. gibi meseleler hep bununla ilgilidir.
b) Yoksa,
Şari' Teala'nın o şey
üzerine terettüp eden masIahat için bir sebeb kılmasına itibarla, kişinin bu kasdının
bir etkisi olmaz mı? Bu durumda hüküm birinci kısmın hükmüyle aynı olacaktır.
Bu konu müctehidler için bir ictihad
alanı olmaktadır ve genişçe üzerinde durulan bir konudur. Bu ikisinden birisini
kesin olarak söylemek imkanı yoktur.
Burada sebeb bahsinde sözlerimizi artık noktalamak istiyoruz.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: