EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

TEKLİFİ HÜKÜMLER / ON ÜÇÜNCÜ MESELE

 

Diyoruz ki: Bu asıla (asli ibaha) nisbetle arızi unsurların bulunmaması ya aynı babda ve o aslın tamamlayıci unsuru (mükemmili) olacaktır; ya da başka bir babda ve haddizatında kendisi de müstakil bir asılolacaktır.

 

Eğer ikinci ise, bu durumda da söz konusu olan güçlük (harac) ya fiilen mevcut olacak ya da beklenti halinde olacaktır. Eğer beklenti halinde bulunuyorsa, o takdirde fiilen mevcut bulunan güçlük karşısında bir etkisi bulunmayacaktır. Çünkü mübahın terki durumunda güçlük ortada mevcuttur ve bu bir mefsedettir; arızı durum arzeden maninin mefsedeti ise beklenti ve tevehhüm halindedir; dolayısıyla gerçek ve mevcut olan güçlüğe tearuz durumu asla söz konusu değildir. Eğer beklenti halinde değil de onun mefsedeti de gerçek ve fiilen mevcut ise, o takdirde gerçekten konu ictihad mahalli olacaktır. Bazen arızı olan engellerin mefsedeti mübahın terkinden doğacak mefsedetten daha ağır basabilecektir. Bazen de durum aksine olabilecektir. Bu konu üzerinde durmak, "Tearuz ve Tercih" bahisleri içerisine girmektedir.

 

Eğer birinci durum söz konusu olursa o takdirde tearuzun bulunması ve iki mefsedetin eşit olması diye bir şey söz konusu olmayacaktır. Bunun delillerini de şu şekilde sıralamak mümkün olacaktır:

 

1. Tamamlayıcı unsurun, tamamladığı şeye nisbetle durumu sıfatla mevsufunun durumuna benzer. Bu konu yerinde ele alınmıştır. Sıfatın bulunmaması, mutlak surette mevsufun da bulunmamasını -tersi durumunun aksine- gerektirmediğine göre, varlık ve yokluk bakımından, masIahat ve mefsedet açısından mevsuftarafı daha güçlü olmaktadır; onun benzeri olduğu durumda da netice aynı olacaktır.

 

2. Aslın tamamlayıcı unsurlarıyla beraber. olan durumu, küllinin cüz'i ile beraber olan durumu gibidir. Bilindiği üzere cüz'inin külliye muarız olması durumunda, cüz'inin herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Burada da durum aynıdır, mükemmil unsurun bulunmaması neticesinde ortaya çıkan mefsedetin, asılolan ve tamamlanılan hükmün terki neticesinde ortaya çıkacak olan mefsedetin karşısında herhangi bir etkisi bulunmayacaktır.

 

3. Mükemmil unsur, mükemmil (tamamlayıcı) olması açısından ele alındığında, onun sadece aslın maslahatını güçlendirdiği ve onu tekit ettiği görülecektir. Bu itibarla onun bulunmaması tamamlanılan asılın sadece bir kısmının ortadan kalkması olacak, asıl masIahat baki kalacaktır. Aslın maslahatı baki kalacağına göfe, onun karşısında bulunmayan şeyin ona muarız olması söz konusu olmayacaktır. Nitekim asıl masIahatın ortadan kalkması durumunda, tamamlayıcı unsurun maslahatınm muarız olması da tasavvur edilemez. Durum açıktır.

 

c) Birinci taksimin üçüncü şıkkına yani mübahın işlenmesine zaruretin bulunmaması yanı sıra, güçlüğün de dokunmaması durumuna gelince, bu konu ictihad mahalli olmaktadır. Bu konu altına taat ve masiyete yardımcı olma esası üzerine bina edilen 'zeria' (sedd-i zeria veya feth-i zeria) konusu girmektedir. Çünkü bu konu üzerinde ittifak edilen bir konu olmaktadır. Gerçi bunun furuunda alış veriş ve benzeri konularda zerialar gibi bazı ihtilaflar da bulunmaktadır. Ancak genelde ittifak söz konusudur. Bu konunun altına aynı zamanda asıl ile galib olanın tearuzu konusu da girmektedir ve bu konudaki görüş ayrılıkları da meşhurdur. Bu kısımda üzerinde durulacak husus, üzerinde ittifak bulunan iki taraf arasında dönüp dolaşmaktadır. Çünkü iyilik ve takvaya ya da günah ve taşkınlığa yardımcı olmak aslı, yardımcı olunan şey için tamamlayıcı (mükemmil) unsur olmaktadır. Zeria aslının durumu da aynıdır. Karşı tarafta ise izin (ibaha) aslı bulunmaktadır ki, o tamamlayıcı (mükemmil) unsur değil tamamlanılan şeyolmaktadır.

 

İbaha aslını göz önüne alan kimseler, görüşlerini şu şekilde delillendirebilirler: İzin yani mübah aslı bir anlamda zaruriyyattan olmaktadır. Zira daha önce de ortaya konulduğu üzere, tercihe bırakma anlamında olan mübah, aslında, zaruriyyata mülhak olan bir hakikat olmaktadır. Zaruriyyat ise bütün masIahatların asıllarını teşkil etmektedir. Biz onun bizzat kendisi olduğunu söylemesek bile en azından onun hadimi hükmünde olduğunu kabullenmek zorundayız. Şu halde mübah karşısında, ona mani engelleri göz önüne almak, bir anlamda zaruri olan bir şeyin muarızı olan şeyi göz önüne almak ve onun için zaruriyi terketmek gibi bir şeydir. Durum böyle olunca, mübah yönü, kendi ayarında bulunmayan muarız tarafından daha ağır basacaktır. Bu ise delile muhaliftir. Keza, tamamlayıcı unsur olan çelişeninden dolayı asıla itibar edilmediği varsayılacak olsa ve bu ıtlakı üzere alınsa veya bu durumun Şari'ce kaldırılmış bulunan güçlüğe götüreceğine dair şüphe edilse -çünkü muhtemelen bu olacaktır ve mübahın muarızları da pek çok bulunmaktadır- eğer bunlar itibara alınır da bunlar yüzünden asıl terkedilecek olursa, muhtemelen yol daralacak, çıkış zorlaşacak ve imkansız hale gelecektir. Bu vaziyette bundan önceki kısmın durumu söz konusu olacaktır ki, daha önce onunla ilgili söz geçmişti. Bu neticeye götüren şey ibaha aslının ihmali olunca, ona meyletmek, ona yönelmek caiz olmayacaktır. Yine bu asıl, üzerinde, ittifak edilen iki asıl etrafında dönüp dolaştığına göre ve bu iki aslın da tearuzu söz konusu olduğuna göre bunlardan birisine meyletmek, diğerine meyletmekten daha evla değildir. Bunlardan birisine muarızı bulunmadan delalet edecek bir delil de bulunmamaktadır. Bu durumda durmak ve beklemek gerekecektir. Ancak bizim elimizde bunlardan daha genel bir asıl daha bulunmaktadır ki o da: "Eşyada asıl olan ya ibahadır ya da afvdır." prensibidir. Bunlardan her ikisi de, iznin (mübah) gereğine rücuda bulunmayı iktiza etmektedirler. Dolayısıyla izin tarafı daha ağır basmaktadır.

 

Arızi maniler tarafını tercihte bulunan kimseler de delillerini şöylece serdedebilirler: Mübah olması açısından mübahın maslahatı, elde edilmesi hususunda muhayyer bırakılmış olunmaktadır. Bu da mübahın zarUriyyat mertebesinde olmadığının bir delilidir. Bu her zaman için böyledir. Çünkü mübah olan bir şey zaruret mertebesine ulaştığı zaman, zaten mübahlık hükmünden çıkar. Halbuki bizim meselemiz burada o şekilde vaz edilmemiştir. Dolayısıyla mesele ile delillendirme arasında tutarsızlık vardır. Mübahın masIahatının elde edilmesi konusu mükellefin tercihine bırakıldığına göre, bu durum onun tahsili durumunda mefsedetin bulunmaması hükmünü getirmektedir. Muanz olan engel ise, mefsedetin vukuu ya da beklenti halinde olduğu hükmünü getirmektedir. Mefsedetin vukuu ya da beklenti halinde olması ise, tercih yolunu engelleyen ve ondan mübahlık hükmünü çeviren unsurlar olmaktadırlar. Bu durumda, mübahın yapılıp yapılmamakta serbest kılınan bir şeyolması doğru değildir. İbaha aslının önüne çıkan engele itibar edilmesinin anlamı işte budur. Keza, müteşabihat aslı bu konunun altına girmektedir. Çünkü bu konu üzerinde iyice durulduğu zaman, müteşabihatın ibaha aslına raci olduğu görülecektir. Şu kadar var ki, ibaha sının ötesine taşıImasının beklenti halinde bulunması, bizzat Şari'in itibar etmiş olduğu ve .bunun neticesinde de yasakladığı nokta olmaktadır. Müteşabihattan uzak durulması, bu tür taleplerde merci olan kat'i bir asıldır ve bu asıl, ibaha aslına rücuda bulunmaya münafidir. Yine şeriatte ihtiyat prensibi sabit bir asılolmakta ve ibaha aslının umumunu -eğer sabit olursa- tahsis etmektedir: Mesele ihtilaflı bir konudur. "Şeriatler (şer'i hükümler) gelmezden evvel, eşyada asılolan haramlık(hazr)dı." görüşünde olanlara göre, muanz olan engellerin itibara alınacağı konusu üzerinde durmaya gerek bile yoktur. Çünkü bu muanz engeller eşyayı asli hükmüne çevirmektedirler; dolayısıyla onların tarafı daha ağır basacaktır. "Eşyada asılolan ibahadır veya afvdır." görüşünde olanlara göre ise, bu kaide ittifakla umumu üzere değildir. Aksine kaidenin tahsis edicileri (muhassıs) vardır. Bunlardan birisi de, kaide karşısında tearuz durumunda olacak anzi bir mania ya da başka bir asıl bulunma: masıdır. Ortaya konulan meselemizde ise tearuzun bulunmaması gibi bir durum yoktur. Sonra ikisinin tearuzundan da söz edilemez. Çünkü birinin diğeriyle tahsis edilmesi imkanı bulunmaktadır.

 

Nitekim "Müslüman kafire varis olmaz .... " hadisinin "Allah çocuklarınız hakkında, bir erkeğe iki dişinin payı olduğuna dair hükümde bulunuyor ... "[Nisa, 11] ayetine muarız olduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü aralarında tahsis imkanı bulunmaktadır.

 

Her iki tarafın da görüşlerini delillendirme yönleri çoktur. Bizim burada bunlara atıfta bulunmamızdaki kasdımız, meselenin daha önce de geçtiği gibi, ictihadi olduğu hususuna dikkat çekmektir.

 

Allahu a'lem!

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

VA’Zİ HÜKÜMLER