EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

İCTİHAD / FETVA / DÖRDÜNCÜ MESELE:

 

Fetvada, en üst dereceye ulaşabilen müfti, insanları, halkın çoğunluğuna uygun düşecek biçimde itidal üzere olmaya sevkedebilen kimsedir. İdeal müfti hiçbir zaman insanları şiddet tarafına sevketmeyeceği gibi, çözülmeye götürebilecek tarafa da sevketmez; ifrat ve tefrit arasında orta yolu korumaya çalışır.

 

Bunun doğruluğunun delili, şeriatın orta yolcu özelliğidir. Bilindiği üzere İslam şeriatı denge şeriatıdır. Daha önce de geçtiği üzere, Şari' Teala'nın mükelleften istediği şey, ifrat ve tefrite düşmeksizin din yoluna süluk etmesidir. Buna göre müfti, müsteftiye vereceği fetvada bu noktayı göz önünde bulundurmaz ve orta yoldan çıkarsa, Şari' TeMa'nın kasdım ihlal etmiş olur. Bu yüzdendir ki dinde derinleşmiş ilim erbabına göre, orta yoldan çıkan ve ifrat ya da tefriti temsil eden görüşler yerilmiş, iyi karşılanmamıştır.

 

İkincisi, bu ortayolcu yaklaşım, Rasulullah'ın [s.a.v.] ve değerli ashabının tutmuş oldukları yololmaktadır. Rasulullah [s.a.v.] bazı sahabilerin rahipler gibi evlenmeksizin uzlete çekilerek yaşama teklifini geri çevirmiştir. Muaz, cemaatle namaz kıldırırken çok uzatmış ve bu yüzden şikaye te konu olmuştu. Bunun üzerine Rasülullah [s.a.v.] kendisine: "Murız! Sen fitneci misin?!" diye ağır uyarıda bulunmuş ve: "İçinizde dinden nefret ettirenler var!" demiştir. Yine o, şöyle buyurmuştur: " ... (Ashabım!) Doğruluğa dikkat edin, ibadetinizde ifrata düşmeyin. (Yolcu gibi) gündüzün ilk ve son saatlerinde yürüyün, gecenin bir saatinden de istifade edin. (Her hal ve hareketinizde) itidali elden bırakmayın ki maksadınıza ulaşasınız" Bir başka defasında: "Amellerden güç yetirebileceğiniz şeyleri yapmaya çalışınız. Çünkü siz usanmadıkça Yüce Allah asla (sevap vermekten) usanmayacaktır" buyurmuştur. Yine o: "Ameller içerisinde Allah'a en sevimli olanı, az da alta sahibinin üzerinde devamlı olduğu ameldir" buyurmuştur. Visal orucunu tutmalarına izin vermemiştir. Ve buna benzer itidali isteyen, ifrat ve tefriti kötü gören daha pek çok örnek vardır.

 

Sonra orta yolu bırakıp da kenarlara çıkmak, adaleti terketmek demektir ve bu yolla halkın maslahatlarının gerçekleştirilmesi mümkün değildir. İfrat (teşdid) tarafı, insanları helake sürükler. Tefrit (çözülme) tarafı da sonuçta aynıdır. Zira müstefti, sıkıntı ve meşakkat yoluna sokulması halinde dinden nefret eder ve bu onun ahiret yoluna sülüktan kesilmesi sonucunu doğurur. Nitekim bu tecrübe ile sabit bulunmaktadır. Tefrit yani ihmal ve aldırmama yoluna sevkedilmesi halinde ise, kişi heva ve heveslerinin peşine takılıp yoluna bu şekilde devam eder. Oysa ki şeriat, insanları heva ve heveslerinin esiri olmaktan kurtarmak için gelmiştir. Nefsani arzuların peşinden gidilmesi helak edici bir durumdur. Velhasıl bu konuda deliller çoktur.

 

 

FASIL:

 

Buna göre, fetva verirken mutlak surette ruhsatlara meyletmek, orta yoldan yürüme, itidali elden bırakmama esasına ters düşer. Nitekim ifrat (teşdid) yani zorlaştırma yolana gitmek de aynı şekilde itidal esasına terstir.

 

Muhtemelen bazı insanlar, ruhsatların terkedilmesinin bir ifrat (teşdid) yani zorlaştırma yolu olduğu zehabına kapılmışlardır. Bunlar ifrat ve tefrit arasında bir orta yol (itidal) mertebesi de kabul etmemektedirler. Bu yanlıştır. Orta yol, şeriatın büyük çoğunluğu ve Kitab'ın esasıdır. Şert hükümlere konu olan mahalleri tam istikra yolu ile araştıran kimseler, bunun böyle olduğunu bilirler. Kendisini ilim adamı zanneden kimselerden bu gibilerinin yaptığı şey, ilmi meselelerde mevcut bulunan görüş ayrılıklarına yapışmak olmaktadır. Bu gibileri müsteftinin arzusuna en uygun düşecek görüş hangisi ise onunla fetva vermek gibi bir araştırma içerisindedirler. Bunu yaparken de şöyle demektedirler: Görüş ayrılığı bulunan bir konuda, müsteftinin nefsine ağır gelecek görüşü seçip onun doğrultusunda fetva vermek, onu zora koşmak ve sıkıntı altına sokmak manasına gelir. Halbuki görüş ayrılıklarının bulunması rahmettir ve rahmet ancak bu şekilde gerçekleşir. Teşdid ile tahfif yani zorlaştırma ile kolaylaştırma arasında bir mertebe de yoktur. Bu anlayış, şeriatta gözetilen mananın tamamen tersine çevrilmesi demektir. Daha önce de geçtiği üzere, heva ve heveslere tabi olmak, ruhsat kapısının açılmasına sebebiyet verecek türde bir meşakkat değildir. Görüş ayrılıklarının rahmet olması ise bir başka açıdandır. Şeriat, insanları orta yola (itidale) sevketmek demektir; mutlak surette hafifletme yoluna gitmek değildir. Aksi takdirde bundan teklifin tümden ortadan kalkması gibi bir sonuç lazım gelir. Zira teklifhaddizatında bir yük, sıkıntı ve nefsin arzularına muhalefet demektir. Şeriat, mutlak anlamda zorlaştırma yoluna girmek de değildir. Bu itibarla müfti bu konuda çok dikkatli olmalıdır. Çünkü bu konu, açık olmasına rağmen ayakların kayabileceği, insanların yanılabileceği bir konu olma özelliği taşımaktadır.

 

 

FASIL:

 

Müctehid, söz konusu kendisi olduğu zaman, Ruhsat bahsinde geçen esastan hareketle, orta yolu bırakarak daha ağır yükümlülüklerin altına girebilir. Ancak o, hem sözü hem de fiili ile kendisine tabi olunan bir konumda olması hasebiyle, yaptığını gizlemelidir. Çünkü, işlediği bu ağır mükellefiyet konusunda kendisini görenler, onu taklid yoluna gidebilirler. Belki bu konuda, o fiile güç yetiremeyecekler de onu taklide yeltenir ve sonuçta takati kesilir ve amelden kopar. Gizlemeye çalıştığı halde, eğer insanlar onun durumuna vakıf olurlarsa, o zaman onları bu konuda uyarır. Nitekim Rasulullah [s.a.v.] böyle yapmaktaydı. Zira kendisi hem ibadetçe hem de huyca insanlardan üstün bulunuyordu. O, herkes için bir örnekti. Bu itibarla işlemekte olduğu ağır amellere muttali olunmuşsa, diğer insanlar da kendisine uyarlardı. İşte bu yüzden Rasulullah [s.a.v.], bazı konularda ashabını kendisi gibi hareket etmekten menetmişti. Mesela visal orucu tutmayı yasaklaması böyle idi. (Abdullah) b. Amr b. el-As'a peşi peşine sürekli oruç tutmamasını emretmesi böyle idi. Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz"(Hucurat 7) O, (Zeyneb'e) ait ibadet esnasında yorulduğu zaman tutunmakta olduğu iki direk arasında bağlı bulunan ipin çözülmesini emretmiş ve el-Havla bt. Tuveyt'in geceleri hep ibadetle geçirmesine tepki göstermiştir. Bazı kereler, insanlar kendisine tabi olurlar ve sonunda üzerlerine farz kılınır endişesiyle, yapmak istediği bazı amelleri terketmiştir. İşte bu düşünceden hareketle -Allah daha iyi bilir ama- selef-i salih, örnek edinilirler korkusuyla amellerini gizlemişlerdir. Tabii gizlemelerinin bunun yanında riyadan kaçınmak vb. başka sebepleri de vardı. Amellerin açıktan işlenilmesi, örnek alınma sonucunu da beraberinde getireceğine göre, müftinin ancak halkın çoğunluğunun kolayca götürebileceği amelleri açıktan yapması uygun olacaktır.

 

 

FASIL:

 

Şari' Teala'nın kasdına uygun olan, madem ki insanları orta yol (itidal) üzere sevketmektir ve selef-i salihin üzerinde olduğu yol da budur, o halde mukallidin bu noktayı göz önünde bulundurması ve mezhepler içerisinden hangisi bu yol üzere bulunuyorsa, ona uymanın ve onu dikkate almanın daha uygun olacağını bilmesi gerekir. Her ne kadar mezheplerin tamamı bizi Allah'a götüren yollar ise de, mutlaka' bunların içerisinden birinin tercihi gerekmektedir. Çünkü bir gerekçeye dayalı olarak yapılan tercih sonucunda kullukta bulunmak, heva ve heveslerin peşine takılmış olmaktan daha uzak ve ictihadi meselelerde Şari' Teala'nın kasdını yakalamış olmaya daha yakındır. İşte bu noktadan hareketledir ki, alimler İmam Davud'un mezhebini, her halükarda lafzın zahirine itibar etmesi sebebiyle, "hicri iki yüz yılından sonra ortaya çıkmış bir bidat" olarak nitelemişlerdir. Re'y taraftarları hakkında da: "Kıyas konusunda fazla derine dal an kişi, mutlaka sünnetten ayrılır" demişlerdir. Bu iki aşırı uç arasında eğer başka bir görüş daha varsa, işte uyulmaya daha layık olan odur. Bu mezhebin tayini konusu ise, ehlinin bileceği bir iştir. Allah'u alem!

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ÜÇÜNCÜ TARAF: İSTİFTA. VE İKTİDA