EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

AVARİZU’L-EDİLLE / BEŞİNCİ FASIL: MÜCMEL VE MÜBEYYEN /

ON İKİNCİ MESELE:

 

İcmal (müemellik), ya herhangi bir yükümlülük getirmeyen konuda olur, ya da şeriatta hiç bulunmaz.

 

Bunun izahı üç yönden olacaktır:

 

1.    Buna delalet eden nasslar bulunmaktadır: "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ... "[Maide 3]; "Bu Kur'an, insanlara bir açıklama, sakınanlara yol gösterme ve bir öğüttür"[Al-i İmran 138]; "Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'an'ı indirdik. Belki düşünürler"[Nahl 44]; "Müttekiler için bir hidayettir"[Bakara 2]; "İhsan sahipleri için bir hidayet ve rahmettir"[Lokman 3] Kur'an'ın hidayet olması, mübeyyen (açık-seçik) olduğu içindir; mü emel ile beyan hasıl olmaz. Bu manada olan bütün ayetler konuya delalet eder. İlgili hadislere gelince bazılan şunlardır: "Sizi apaydınlık birşey üzerine bıraktım; onun geçesi gündüzü gibidir"; "Size iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız sürece sapıtmazsınız: Allah'ın kitabı ve sünnetim" Bu mananın doğruluğunu: "Eğer birşeyde çekişirseniz, onun çözümünü Allah'a ve peygamberine bırakın ... " ayeti de güçlendirir. Bu ayet, Kur'an ve Sünnetin, her müşkilin beyanı ve her çıkmaz için çözüm bulunacak kaynak olduğunu gösterir. Hadiste şöyle buyurulur: "Allah'ın size emretmiş olduğu hiçbirşeyi bırakmadım; onu size mutlaka emrettim; Allah'ın size yasakladığı hiçbirşeyi bırakmadım; onu mutlaka size yasakladım" Bu manayı ortaya koyan deliller çoktur.

 

Eğer Kur'an'da mücmel birşey varsa mutlaka onu Sünnet beyan etmiştir. Mesela, namazın vakitlerini, rükularını, secdelerini ve diğer hükümlerini beyan etmesi gibi. Keza zekatın miktan, vakti ve zekata tabi malların belirlenmesi, haccın beyanı gibi. Hacc hakkında: "Haccın vecibelerini benden alın" buyurmuştur.

 

Bunun ötesinde Rasulullah [s.a.v.], Kur'an'da yer almayan şeyleri de beyan etmiştir. Bütün bunlar, nebevi beyan olmaktadır.

 

Bu husus anlaşıldıktan sonra diyoruz ki: Eğer şeriatta (müşterek gibi) mücmel veya (ebb kelimesi gibi) manası müphem ya da anlaşılamayan birşey varsa, onların ğereği ile yükümlü tutulması sahih olmaz. Çünkü bu muhal ile yükümlü tutmak ve ulaşılamayacak şeyi istemek olur. Mücmellik, ancak Allah Teala'nın hakkında "Diğer bir kısmı da müteşabihtir"[Al-i İmran 7] buyurduğu müteşabih hakkında ortaya çıkabilir. Allah Teala, Kur'an'da müteşabih olduğunu bildirince, öylesi ayetlerle yükümlülük getirilmediği-

ni ve mükelleften, kendi anladığı şekilde değil de murad olunan mana üze-

re onlara inanmasının istendiğini de açıklamıştır. Allah Teala, bu konu-

da şöyle buyurmuştur: "Kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların müteşabih olanlarına uyarlar.

 

Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar:

'Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındadır' derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler"[Al-i İmran 7]

 

Alimler, bu ayette murad olunanmüteşabih hakkında iki görüşe ayrılmışlardır:

 

a) İlimde yüksek payeye erişenler (rasihun) onları bilir. Bunlara göre, müteşabihlik görelidir ve onlar hakkında müteşabihlikten bahsedilemezken, diğer insanlar hakkında müteşabih olur. Aynen Arap olmayan ya da alim olmayan insanlara nisbetle manası anlaşılamayan fakat aslında açık-seçik (mübeyyen) olan nasslar gibi.

 

b) Vakıf (durak yeri) Allah lafzı üzerinedir, dolayısıyla onları ilimde yüksel paye sahibi olsunlar da dahilolmak üzere Allah'tan başka hiçbir kimse bilemez. Bu görüşe göre, müteşabihlerle murad olunan şey, ittifakla kaldırılmış olmaktadır. Manası anlaşılmayan bir mücmel olsun da, sonra onunla yükümlü tutulsun. böyle birşeyi düşünmek mümkün değildir.

 

Onun ilmine ancak ilimde yüksek paye sahibi olanlar sahiptir dediğimizde de, onlar dışında kalan diğerleri aynı şekilde onun gereği ile mükellef olmazlar. Bu durum, ondan maksadın ne olduğu ictihad ya da taklit yoluyla kendileri için tebellür etmeyip kendilerine müphem kaldığı sürece devam eder. Kendileri için onlardan maksadın ne olduğu bu iki yoldan biri ile beyan edilmesi halinde ise, diğer açık nasslarda (mübeyyen) olduğu gibi, onlarda da müteşabihlik kalkar.

 

İTİRAZ: Allah Teala, Kur'an'da müteşabih olduğunu beyan etmiştir.

Keza Sünnet de, şeriatta müteşabih unsurların bulunduğunu bildirmiştir "HelM bellidir, haram bellidir; aralarında ise 'müştebihdt' (yani hangisinden olduğu ayırt edilemeyenler) vardır. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur" Hadiste geçen şüpheli şeyler, kulların fiillerine yönelik olup sakınılması gereken şeylerdir. Şu halde dinde, üzerine yükümlülük getirilen mücmeller vardır. Nitekim "Diğer bir kısmı da müteşfıbihtir"[Al-i İmran 7] kavl-i şerifi üzerine de yükümlülük bindirilmiştir. Bu, "İlimde derinleşmiş olanlar: 'Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır' derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler"[Al-i İmran 7] ifadesi ile açıklanan yükümlülüktür. Bu durumda nasılolur da, mücmel ve müteşabih, üzerine hüküm bina edilen herhangi bir konuda gelmez, denilebilir?!

 

CEVAP: Hadiste bahsedilen müteşabihat ile konumuzun ilgisi yoktur.

Bizim buradaki konumuz, Şari'in hitabında yer alan müteşabihlikle ilgilidir. Hadiste söz konusu edilen müteşabihlik, hükmün menatındadır ve o müctehidin değerlendirmesine matuf olmaktadır. Nitekim bu, Müteşabih kısmında açıklanmıştı. Öyle olduğu kabul edilse bile, murat, Allah Teala katındaki manasıyla bir yükümlülük taalluk etmez, şeklindedir. Bazen mücmel olma yönünden, onunla yükümlülük taalluk edebilir. Bu, sadece onun Allah katından olduğuna inanılması ve eğer kullara ait fiillerdense onu işlemekten kaçınması yoluyla olur. Bunun içindir ki Rasulullah [s.a.v.]: "Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur" buyurmuştur. Keza, eğer kullara ait fiillerden değilse, onun üzerinde durmaktan kaçınması yoluyla olur. Mesela: "Rahman, arşın üzerine istiva etti"[Ta ha 5] ayetindeki istiva, "Rabbimiz her gece dünya semasına iner ... " hadisindeki inme ve benzeri şeyler üzerinde durmamak gibi. Müteşabihle bir yükümlülük taalluk etmemesinin manası budur. Yoksa, mevcut olan herşeye yönelik bir yükümlülük vardır ve bu, onlardan kastedilen şeye, ne ise öyle inanmasıdır veya kulların tasarrufuna açık bir konu ise, tasarrufta bulunmasıdır vs.

 

2.    Şeriatın mükelleflere yönelik hitaptan amacı, dünya ve ahiretleri ile ilgili, onların leh ve aleyhlerine olan şeyleri, kendilerine anlatmaktır. Bu ise, hitabın açık ve anlaşılır olmasını, mücmel ve müteşabih olmamasını gerektirir. Eğer bu kasda rağmen, onlarda mücmellik ve müteşabihlik bulunacak olsaydı, o zaman bu, hitaptan gözetilen asli maksada ters düşer ve ortaya bir fayda doğmazdı. Bu ise, maslahatların Allah'tan bir lütuf olarak ya da (Mutezile'ye göre) vücüben dikkate alınmış olması açısından ele alındığında imkansız (mümteni) olur. Hatta maslahatlara riayet edilmediği varsayımına göre bile bu, mümkün değildir. Zira amacı olmayan bir hitap düşünmek makul değildir.

 

3.    Alimler, beyanın ihtiyaç anından sonraya bırakılmış olmasının mümteni olduğunda ittifak etmişlerdir. Sadece muhal ile teklifi caiz görenler bundan istisnadır. Muhal ile yükümlü kılmanın da (aklen değilse bile) naklen mümteni bulunduğu daha önce açıklanmıştı. Şu halde, beyanın ihtiyaç anından geri bırakılmasının mümteni olduğunu itiraf etmek gerekiyor. Eğer bu konu sabit ise -ki öyledir-, buradaki meselemiz de bu kabildendir. Çünkü yükümlülük getiren hitabın vürudu sırasında mücmel ve beyan edilmeksizin yönelişi durumunda iki ihtimal bulunur: Ya beyan edilmemesine rağmen onunla yükümlü kılmak istenilmiştir ya da iste nilmemiştir. Eğer yükümlü kılmak kastedilmemişse, bu zaten bizim demek istediğimizdir. Eğer kastedilmişse, o zaman mesele takat üstü yükümlülük şeklini alır ve usulcülerin o konu hakkında getirmiş olduğu deliller aynısıyla burada da geçerli olur. Bu iki şekle göre de -ikinci ve üçüncü izah şekillerini kastediyorum- Kur'an'da bir mücmel bulunması halinde, mutlaka onunla bir yükümlülüğün getirilmiş olamayacağı sonucu çıkacaktır. Hadislerde gelen mücmel hakkında da söylenecek söz aynıdır. Ulaşılmak istenilen sonuç işte budur.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

ŞER’İ DELİLLER 2. TARAF: KİTAP (KUR’AN)