EL-MUVAFAKAT *ŞATİBİ*
AVARİZU’L-EDİLLE /
BEŞİNCİ FASIL: MÜCMEL VE MÜBEYYEN /
DÖRDÜNCÜ MESELE:
Eğer beyan, söz ve söze
uygun fiil ile gerçekleşmişse, bu beyanın en üst mertebesini teşkil edecektir. Taharet,
oruç, namaz, hacc ve benzeri ibadet ve adetlerle
ilgili hükümlerin beyan edilmiş olması gibi. Eğer bu ikisinden biri ile
gerçekleşmiş ise, o da beyandır; şu kadar var ki, her biri yalnız başına bir
yönden beyanın en üst mertebesine nisbetle noksan;
diğer bir yönden de beyanın en üst noktasına ulaşmış olur.
Mesela fiil, hususi
muayyen şekillerin beyanı konusunda sözlü beyanların yetişemeyeceği bir
dereceye ulaşır. Bunun içindir ki Rasulullah
[s.a.v.], ümmetine namazı -Cibril'in kendisine yaptığı gibi- fiili beyan ile
açıklamıştır. Keza haccı aynı şekilde bizzat icra etmek suretiyle öğretmiştir.
Taharet hükümleri de aynı şekildedir. Gerçi bunlar hakkında sözlü beyan da
gelmekle birlikte, asıl beyan fiil ile yapılmıştır. Kur'an'da
yer alan taharet nassı, bizzat Hz. Peygamber [s.a.v.]
tarafından icra edilen fiill beyan şekline vurulduğu
zaman, duyular yoluyla elde edilen bilgi, nassdan
akıl yolu ile elde edilen bilgiden elbette ki daha güçlü ve açık olacaktır.
Kaldı ki Hz. Peygamber [s.a.v.], insanlara indirileni kendilerine açıklamak
için gönderilmiştir. Farz edelim ki Hz. Peygamber [s.a.v.] Kur'an'da
yer alan nassdan özelolarak
anlaşılamayacak bazı detayları kendisine gelen özel bir vahye (vahy-i gayr-ı metluvv) istinaden
eklemiş olsun. Beyan sonrasında bu ilaveler, Kur'an nassına vurulduğu zaman, nass
onları reddetmez; aksine kabul eder. Mesela, abdest ayetini ele alalım: Hz.
Peygamber'in [s.a.v.] abdesti alış şekli bu ayete vurulduğu zaman, nassın onu hiç kuşkusuz kapsamış olduğu görülür. Hacc ayeti ile, Hz, Peygamber'in
[s.a.v.] bizzat haccı irası yani fiill
beyanı arasında da durum aynıdır. Eğer fiili beyan olmasa da biz nass ile başbaşa barakılacak olsaydık, o nasslar-.
dan bütün bunları anlamak mümkün olmazdı; aksine daha
az şey anlaşılırdı. Fiil ile sözlü beyanın arasındaki ilişki her zaman için
böyledir. Hatta adeten, söylenecek bir sözün terkip
manası için -sözden anlamış olduğu şeyin gereği üzere fiili işlediği zaman
eksiksiz, fazlasız ve amacından saptırılmaksızın sözden maksud
olacak şekilde- duyulara hitap eden fiillerden bir nazıri
bulunmaması uzak bir ihtimaldir. Her ne kadar basit şekilleri mutat olsa da,
namaz, hacc, taharet vb. gibi (sonradan değişik
muhtevalar alan şeylerde ise sözlü beyan bizatihi yeterli değildir.) Bu gibi
durumlarda maksada, fiili manası basit olan veya mutatta bir naziri bulunan söz
yaklaştırmış olur. Bu durumda söz, mutat olan fiile atıf yapmıştır. Beyan da mücerred söz ile değil işte bu fiille hasıl olmuştur. Durum
böyle olunca, beyan hakkında söz, her yönden frilin
yerini tutmuş olmaz. Dolayısıyla bu açıdan ele alındığında fiil daha açık beyan
şekli olmuş olur.
Fiil, bir başka yönden
ise sözlü beyandan geri kalır. Şöyle ki: Söz, umum ve husus için haller,
zamanlar ve şahıslar hakkında beyan şeklidir. Çünkü sözlü beyan, bu sayılan
şeyleri vb. gerektirecek söz kalıplarına sahiptir. Fiil ise böyle değildir.
Çünkü fiil, sadece faili, zamanı ve hali üzerine münhasırdır; mahallinden asla
bir başka yere sirayet etmez. Bu durumda eğer biz mesela Hz. Peygamber'in
[s.a.v.] işlemiş olduğu fiil ile başbaşa bırakılacak
olsaydık, bu fiilden bizim çıkaracağımız sonuç sadece Hz. Peygamber'in [s.a.v.]
o fiili, falan vakitte ve falan şekil üzere işlemiş olduğunu öğrenmemiz
olacaktır. Bunun ötesinde düşünmemiz gerekecektir: Acaba bu fiilin yapılması
sadece o hale mi hastır; yoksa bütün hallerde mi işlenmesi istenilmiştir? Acaba
o fiil sadece o zamana mı hastı, yoksa her zaman için mi geçerlidir? Acaba o
fiil sadece Hz. Peygamber'in [s.a.v.] kendisine mi hastı? Yoksa bütün ümmeti
için hüküm ifade eden bir fiil miydi? Bütün bunlardan sonra tekrar bir
değerlendirme yaparak işlemiş olduğu bu fiilin şer'i hükümlerden hangisi altına
girdiğinin tesbitini yapmak gerekecektir. Bu ve
benzeri sorular bizzat fiilin kendisinden anlaşılamayacak şeylerdir. İşte bu
yönden ele alındığı zaman fiil, sözlü beyandan noksan kalmaktadır. Dolayısıyla
fiilin her yönden sözlü beyanın yerini tutması sahih değildir. Bu husus, basit
bir düşünce sonrasında ortaya çıkacak kadar açıktır. Fiili beyanın bu
eksikliğinden dolayıdır ki, Allah Teala şöyle
buyurmuştur: "Şüphesiz Allah Rasulünde sizin
için güzel bir örnek vardır"[Ahzab 21] Hz.
Peygamber [s.a.v.] de ibadetleri fiilen icra ederek beyan ettikten sonra şöyle
buyurmuştur: "Beni nasıl namaz kılıyorken 'görüyorsanız siz de öyle
kılın"; "Hac vecibelerinizi benden alın" Böylece beyanın sonuna
dek sürdüğünün bilinmesi istenmiştir.
FASIL:
Bu huhus
sabit olduktan sonra, bu iki beyan çeşidi arasında mutlak bir tercihte bulunmak
sahih olmayacaktır. Dolayısıyla: "Beyan açısından hangisi daha açıktır?
Söz mü? Yoksa fiil mi?" demek doğru olmayacaktır. Zira her ikisinin bir
mahalle isabet edebilmesi için, o mahallin-eğer varsa- benzeri mutat olan basit
bir fiil olması gerekir. Ancak bu halde biri diğerinin yerini tutar ve işte o
zaman: "Hangisi daha açıktır? veya "Hangisi daha evladır?"
denilebilir. Mesela sünnet mahallerinin karşı karşıya gelmesi halinde guslün
gerekeceği meselesinde olduğu gibi. Zira bu, meseleyi bu kabilden sayanlara
göre- hem fiil hem de söz ile beyan edilmiştir. Bu söz ve fiilden ortaya çıkan,
onu mücerred işlemiş, sonra da gusletmiş olmasıdır vş işte bu kadarında söz ve fiil birbirlerinin yerini
tutmaktadır. Bunun ötesinde guslün vacip, ya da mendup
olduğu ve ümmetin de onunla yükümlü bulunduğu hükmü ise sadece sözlü beyandan
çıkarılabilir.
Sonraki
sayfa için aşağıdaki link’e tıkla: