EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

AVARİZU’L-EDİLLE / DÖRDÜNCÜ FASIL: UMUM VE HUSUS /

YEDİNCİ MESELE:

 

Umumlar hep bir manayı işler ve şeriatın her alanında yaygın olarak kullanalır veya ihtiyaca göre tahsis edilmeksizin çeşitli yerlerde tekrarlanır ise, onlar -munfasıl (ayrı) delil ile tahsisin caiz olduğunu kabul etsek bile- her halükarda umumIarı üzere cari olurlar.

 

Bunun delili istikradır. Mesela şeriat, çeşitli münasebetlerle farklı yerlerde güçlüğün kaldırılmış olduğunu ortaya koymuş ve bundan hiçbir yer ya da durumu istisna etmemiştir. Bunun üzerine İslam uleması, onu bidüziyelik gösteren genel (amm) bir kaide olarak kabul etmişler ve istisnasız ve tahsis delili olup olmadığını araştırmaksızın, onunla hükme icbardan çekinmeksizin, gereği konusunda duraksamaksızın meseleleri ona vurmuşlardg. Bu, tekrar ve tekit sebebiyle tam bir genellemenin kastedildiğini anlamaları sonucunda olmuştur. Keza "Kimse, kimsenin yükünü (günahını) çekmez"[isra 15] ilkesi genel bir kuralolarak sabit olmuştur. Mimler, bu manayı umumu üzere cari kılmışlar ve buna muhalif düşen diğer delilleri tevil ya da başka yollarla reddetmişlerdir. Tekrar sonucunda "Zarar vermenin ve zarara zararla mukabele etmenin bulunmadığı" ortaya çıkmış ve alimler bu kaidenin tahsisine yanaşmamışlar ve onu umumu üzere hamletmişlerdir. "Kim güzel ya da kötü bir çığır açarsa, kendisine uyanların yaptıklarından bir pay da kendisine ayrılır; eğer iyi ise iyilik; kötü ise kötülük"; "Kim mü'min olarak ölürse cennete girer; kim de kafir olarak ölürse cehenneme girer" Bunlar da açıklandığı gibidir.

 

Kısaca belirtmek gerekirse, çeşitli münasebetlerle ortaya konan, farklı yerlerde tekrarlanmak suretiyle durumu tekit ve teyid edilen ve sözün kullanılış şekillerinden maksadın bu olduğu anlaşılan her esas, umumu üzere caridir. Bu tür esaslar (kaideler) içerisinde en çok tekrarlananlar, Mekke döneminde konulmuş olanlardır; adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara haklarını vermeyi emretmek, çirkin ve kötü şeyleri, zulüm ve taşkınlığı yasaklamak ... gibi.

 

Ama umum tekrar ve tekit edilmemiş, fıkhın çeşitli bölümlerinde kullanılmamış ise, o zaman ona doğrudan sarılma konusunda durmak gerekir ve mutlaka o umuma ters düşen bir muarızın, ya da onu tahsis eden bir muhassısın bulunup bulunmadığını araştırmak gerekir. Bu iki kısım arasında ayırım şundan doğmaktadır: Tekrarlanıp tekit edilen ve fıkhın çeşitli alanlarında kullanılan genel kaideler, karinelerle kuşatılmış olması sebebiyle zahiren herhangi pir ihitimal bulunmayan kat'i nass mesabesinde olmaktadır. Böyle olmayanlar ise farklıdır; çünkü onlar çeşitli ihtimallere açıktır. Bu yüzden onların gerekleri ile kesin hüküm vermeden önce durmak, onu başka essaslara vurmak ve karşı bir delilolup olmadığını araştırmak gerekir.

 

 

FASIL:

 

Bunun üzerine, umum ile amel edileceği görüşü terettüp eder. Peki bu, muhassıs olmaksızın (ya da araştırılmaksızın) sahih olur mu? Yoksa olmaz mı? Eğer konu, yukarıdaki taksime vurulacak olursa, birinci kısmın araştırmaya ihtiyaç göstermediği, zira onların tahsisinin sahih olmayacağı, onların tahsisinin ancak kaidelerin birbirlerini tahsis etmesi açısından olabileceği görülür.

 

İTİRAZ: Tahsis eden bir muhassısın olup olmadığını araştırmadan doğrudan umum ile amel etmekten men olunacağına dair icmaın bulunduğu söylenmektedir. Keza muarızının olup olmadığının araştırılması hakkında da aynı şey söz konusudur. Bu durumda nasılolur da onların iki kısım olduğunu ifade eden bu ayırımdan söz edilebilir?!

 

CEVAP: İcma, -eğer denildiği gibi varsa- geçen kısmın dışındakiler hakkında olur. Delillerin arasını bulabilmek için bu gereklidir. Sonra, araştırmalar göstermiştir ki, umumIardan sözü edilen özellikte olanlar, tahsis edilmiş olmamakta ve hep umumIarı üzere cari olmaktadır. Bundan şu lazım gelir: Öncekinin durumunun araştırılmasından sonra, istikra yoluyla sabit olan esasa müsteniden sonrakine ait olan şey de araştırma yapmaksızın ortaya çıkmış olacaktır. 

 

Allahu a'lem!

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

BEŞİNCİ FASIL: MÜCMEL VE MÜBEYYEN (İCMAL VE BEYAN)