EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

AVARİZU’L-EDİLLE / ÜÇÜNCÜ FASIL: EMİR VE NEHİY /

ÜÇÜNCÜ MESELE:

 

Birşeyi mutlak yani kayıtsız olarak emretmek, o şeyin mukayyed yani kayıtlı olarak emredilmiş olmasınılazım kılmaz. Buna aşağıdaki hususlar delalet eder:

 

1.    Eğer mutlakla emir, mukayyed ile emri lazım kılsa idi, o zaman emrin mutlakla olması ortadan kalkardı. Halbuki biz meseleyi öyle koyduk.

 

Tabii bu bir çelişki olur. Mesela Şari' Teala "Bir köle azad et!" dediği zaman bunun manası "Herhangi bir kayıt aramaksızın kendisine 'köle' denilen birisini azad et!" demektir. Eğer bu şekildeki mutlak ifade li emir, mukayyed emri gerekli kılacak olsaydı o zaman mana: "Falanca belirli köleyi azad et!" şekline dönüşürdü ve asla emrin mutlaklığından söz edilemezdi.

 

2.    Emir "sübut" cümlesindendir. Daha genelolan birşeyin (e'amm) sübutu, daha hususı olan bir şeyin (ehass) sabit olmasını lazım kılmaz. Aynı şekilde daha genel (e'amm) olan bir emir de, daha hususı bir emri lazım kılmaz. Bu, zihnı külli esasları şer'ı konularda dikkate alan bazı usulcülerin ıstılahları doğrultusunda bir delilolmaktadır.

 

3.    Eğer mutlak ifadeli emir mukayyedle emir olmuş olsaydı, bu ya muayyen, ya da gayrı muayyen olurdu. Eğer muayyen olsa idi, o zaman bundan vuku itibarıyla takat üstü yükümlülük lazım gelirdi. Çünkü o, nassda tayin edilmemiştir. Keza bundan o muayyen şeyin, kendisine emir yönelen herkese nisbetle olması gibi bir sonuç.da lazım gelirdi. Bu ise muhaldir. Eğer gayrı muayyen ise, o zaman da yine takat üstü yükümlülük söz konusu olur. Çünkü emrin konusu meçhulolmaktadır. Bilinmeyen birşeyin yerine getirilmesi ve böylece emre uymuş olma gerçekleştirilemez.

 

Dolayısıyla gayrı muayyen bir şeyle emirde bulunmak muhaldir.

 

Emrin, mukayyede taalluk etmediği sabit olunca, bundan Şari'in kasdının mukayyede -mukayyed olması açısından- taalluk etmiş olmadığı; emirden maksadının mukayyed bulunmadığı sonucu lazım gelecektir. Çünkü biz meseleyi "Şari'in kasdının mutlakın gerçekleştirilmesi olduğu" şeklinde ortaya koymuştuk. Eğer mutlak ifadeli emirde O'nun mukayyedin gerçekleştirilmesine yönelik bir kasdı bulunsaydı, o zaman kasdı mutlakın gerçekleştirilmesi olmazdı. Tabii bu mümkün olmayan bir durumdur.

 

İtiraz: Sizin bu iddianız iki noktadan dolayı doğru değildir:

 

1.    Birşeyin -başka bir husus dikkate alınmaksızın- mutlak olarak emredilmesi, mukayyed ile emri lazım kılmasaydı, o zaman mutlak ile emirde bulunmak da muhal olurdu. Çünkü zihin dışında mutlak diye birşey yoktur; o sadece zihinde tasavvur olunan bir kavramdır. Kendisi ile yükümlü tutulan şeyin ise varlık aleminde mevcudiyeti bulunmalıdır. Zira emre uymuş olma, ancak emredilen şeyin varlık aleminde vücuda gelmesi sırasında meydana gelir. O anda da (mutlak olarak emredilen şey) mukayyed olur. Dolayısıyla o zaman sizin iddianıza göre onu gerçekleştirmiş olmakla emri yerine getirmiş olmaz. Zihni olanın ise varlık aleminde gerçekleştirilmesi mümkün olmaz. Bu durumda onunla yükümlü tutmak, takat üstü yükümlülük olur. Takat üstü yükümlülük ise yoktur (mümteni'). Şu hale göre mutlak ifadeli emrin, mukayyed emri lazım kılması kaçınılmaz .olacak ve ancak bu surette emre uyulmuş olunacaktır. Dolayısıyla bu görüşe dönmek ve onu kabullenmek kaçınılmaz olacaktır.

 

2.    Eğer mukayyed, mutlak ifade li emirde kastedilmiş olmasaydı, sevap, mükelleften meydana gelen cüz'ilerin farklılığına göre farklı olmazdı. Çünkü onlar emrin mutlaklığı açısından birbirine eşittirler. Bu durumda sevabın da eşit olması gerekirdi. Halbuki durum öyle değildir. Aksine sevap, o mutlak emrin altına giren mukayyed cüz'ilerin ölçüsüne göre farklı olmaktadır. Mesela bir köle azad etmekle emrolunan bir kimse, değeri en düşük bir köleyi azad edecek olsa, sevabı o ölçüde olur. Daha değerli bir köleyi azad etmesi halinde de sevabı daha büyük olur. Hz. Peygamber'e [s.a.v.] en faziletli köle az adının hangisi olduğu sorulduğunda: "Kıymetçe en pahalı, sahibi yanında da en değerli olanıdır'' buyurmuştur. Kurban gibi kendisi ile Allah'a yaklaşılmak istenilen şeylerin değerli olması, namaz ve diğer ibadetlerin tam yapılması gibi hususlarda aşırı bir ihtimam gösterilmesini emretmiş ve böylece sevabın daha büyük olmasını istemiştir. Mutlak emirler karşısında, o emrin altına giren cüz'ller içerisinde en üstün olanına-yönelmenin daha faziletli ve sevapça diğerlerinden daha üstün olduğu konusunda ihtilaf yoktur. Mutlakın kapsamına giren cüz'ilerdeki farklılık, derecelerde farklılığı gerektirdiğine göre, bundan-her ne kadar emir mutlak ifade ile gelmiş olsa da- mukayyedlerin Şari'in maksadı olduğu lazım gelir.

 

CEVAP: Birinci itiraz noktası hakkında şöyle demek mümkündür:

 

Araplara göre, mutlak emrin manası, zihni olan bir şeyle yükümlü tutmak değildir. Aksine onun manası, varlık aleminde mevcut bulunan cüz'llerinden biri ile, yahut da lafzın manasına mutabık şekilde varlık aleminde mevcudiyeti sahih olan ve kendisi hakkında o mutlak lafzın kullanılması doğru olan şeyle yükümlü tutmaktır. Bu durumda o (yani mutlak), Araplara göre belirsiz (nekra) isim olmaktadır. Mesela onlar "Bir köle azad et!" dedikleri zaman, bundan kendisi hakkında "köle" sözcüğünün kullanılması doğru olacak bir fertle azad işinin gerçekleştirilmesini istemeyi kastederler. Çünkü onlar "köle" kelimesini cinsin belli olmayan bir ferdini ifade için koymuşlardır. Arabın mutlaktan anladığı işte budur. Hasılı, mutlakla emir, varlık aleminde mevcut bulunan cüz'llerinden biri ile emir olmaktadır ve mükellef bu cüz'iyi tercih etmede serbesttir.

 

İkinci itiraz noktasına yani Şari'in dikkate almış olduğu (sevaptakÜ farklılık konusuna gelince, burada söz konusu olan kasdı ilahi, ya bizzat mutlak emrin kendisinden, ya da harici başka bir delilden anlaşılmış olur. Birinci ihtimal mümkün değildir. Zira geçen deliller buna manidir. Bu yüzden de mutlak emrin gereği olan vücup ya da nedb konusunda bir farklılık meydana gelmemiştir. Farklılık sadece mutlakın mefhumu muktezasının dışında başka bir hususta meydana gelmiştir. Bu doğrudur, ikincisi ise, herkesçe kabul görmektedir. Çünkü farklılık, sadece harici bir delilden anlaşılmaktadır. "Azad edilecek köleler içerisinde en faziletlisinin kıymetçe en üstünü olduğunu" bildiren; bütün istenilen adab ve erkanına riayetle kılman namazın bu şekilde olmayan ve bazı hususları eksik olan namazdan daha üstün olduğunu belirten deliller gibi. Diğer meselelerde de durum aynıdır. Farklılık, işte bu noktadan hareketle Şari'in maksadı olmuştur. Bu yüzden de o -her ne kadar asıl vacip ise de- mendub olmuş; vacip olmamıştır. Çünkü o mutlak emirden anlaşılanın üzerinde bir mana olmaktadır. Şu halde, bazı cüz'ilerin diğerlerinden üstün tutulmasına yönelik kasıt, cüz'ilere yönelik ayrı bir kasdı lazım kılmaktadır. Bu da mutlak emir cihetinden olmamakta; harici başka bir delilden olmaktadır. Bundan da sonuç olarak ortaya çıkıyor ki, mutlak olması açısından mutlaka yönelik kasıt, mukayyet olması açışından mukayyede yönelik bir kasdın bulunmasını lazım kılmaz.

 

Seçimli vacip (el-vacibu'l-muhayyer) ise böyle değildir. Çünkü onun nev'ileri verilen izin ile Şari'ce maksud olmaktadır. Mükellefbir köle azad ettiği veya bir kurban kestiği ya da bir namaz kıldığı zaman, eğer bunlar mutlakın gereğine de uygun iseler; o kimse bu yaptıkları mutlakın kapsamı altına girdiği için onların ecrini alacaktır. Ancak ortada istenilenden fazla birşey varsa, bu durumda harici olan mendupluk hükmü gereğince ayrıca sevap görecektir. O da mutlak olmaktadır. Keffareti, köle azadı ile ifa ettiği zaman azad sevabı; doyurmak suretiyle yaptığı zaman doyurma sevabı, giydirerek yaptığı zaman da giydirme sevabı alacak; yaptığı işe göre sevaplanacaktır. Yoksa onun için her üç halde de keffaretolarak verdiği şey dikkate alınmaksızın sadece yemin keffareti sevabı hasıl olmayacaktır. Çünkü seçimli vacipte şıklardan birini Şari' Teala'nın tayin etmiş olması; O'nun kasdının diğerlerine değil sadece ona yönelik olması gibi bir sonucu gerektirir. Mutlaklarda tayin etmemesi ise, sadece ona yönelik özel bir kasdının bulunmamasını gerektirir. Dolayısıyla burada bir başka asıl daha ortaya çıkmış oldu. O da başlı başına bir mesele olmaktadır ve şudur:

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

DÖRDÜNCÜ MESELE