EL-MUVAFAKAT  *ŞATİBİ*

 

İKİNCİ NEvİ YÜKÜMLÜLÜKLERDE MÜKELLEFİN MAKSADI (NİYETİ) /

BİRİNCİ MESELE:

 

Ameller niyetlere göredir; hem ibadet hem de adet türünden olan tasarruflarda önemli olan maksatlardır.

 

Konu ile ilgili deliller sayılamayacak kadar çoktur.

 

Maksat ve niyetlerin, adetlerle ibadetler arasını ayıran bir unsur olması, keza ibadetler içerisinde vacibi vacip olmayandan ayırması, adetler içerisinden vacib, mendub, mübah, mekruh, haram, sahih, fasid ve benzeri hükümlerin arasının yine maksatlarla ayrılması onların dikkate alındıklarını göstermeye yeterli bir delildir. Aynı amel işlenir ve onunla bir durum kastedilir, ibadet olur!; başka bir durum kastedilir, ibadet olmaz. Hatta bir fiil işlenir ve onunla bir durum kastedilir ve sonuçta iman edilmiş olur; aynı fiille bir başka durum kastedilir ve kafir olunur. Allah için ya da put için secde etmek gibi.

 

Aynı şekilde, fiil işlenirken bir kasıt bulunursa o fiile teklifi hükümler taalluk eder; niyetten uzak olarak gerçekleşmişse, o fiile herhangi bir teklifi hüküm bağlanmaz. Uykuda bulunan, gafıl olan ya da cinnet geçiren (deli, mecnun) kimselerin fiilleri gibi.

 

Konu ile ilgili bazı nasslar: "Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmekle emrolunmuşlardı''[Beyyine 5]; "Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et''[Zümer 2]; "Gönlü iman ile dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkar edip, gönlünü kafirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır"[Nahl 106]; ''Verdiklerinin kabulolmasına engelolan, Allah'ı ve peygamberini inkar etmeleri, namaza tenbel tenbel gelmeleri, istemeye istemeye vermeleridir''[Tevbe 54]; "Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ererken, onları güzellikle tutun ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın ... "[Bakara 231]; " ... Edilen vasiyyetten ve borcun ödenmesinden sonra zarara uğratılmaksızın (mirasta) ortak olurlar''[Nisa 12]; "Mü'minler, mü'minleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır ... ''[Al-i İmran 28] Bazı hadisler de şöyle: "Ameller niyetlere göredir ve herkes için ancak niyet ettiği vardır''; "Kim Allah'ın dininin yüce olması için savaşırsa, Allah yolunda cihad eden kimse işte odur"; "Ben şirkten en müstağni olanım. Kim bir amel işler ve o amelde bana bir başkasını ortak koşarsa, ben payımı o ortağıma bırakır (ve o ameli kabul etmem.)" Bu manayı şu ayet de teyit eder: "Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın. "[Kehf 110] Hz. Peygamber [s.a.v.] ihramh bir kimse için, eğer kendisi avlamamış ya da kendisi için avlanmamışsa av etinden yemeyi helal kılmıştır. Aslında bu konu gayet açıktır ve delillendirmeye de hiç ihtiyaç yoktur.

 

İTİRAZ: Niyet ve maksatlar kısmen dikkate alınmış olsalar da, mutlak surette ve her hal ve durumda dikkate alınmamıştır, iddiamızın doğruluğuna deliller vardır:

 

(1)   Şer'an yapılmaya zorlanılan ameller vardır. Bir fiili zorla yapan kimse, zoraki yaptığı o fiilde Şari'in emrine uymuş olmayı amaçlamaz. Zaten zorlama da bunun için yapılmıştır. Böyle bir kimse, kendisine ulaşacak cezayı gidermek için o fiili işlediği zaman, bu haliyle emredilmiş fiili kastetmiş olmaz. Çünkü kabullenilen tez, amellerin ancak meşru niyetleriyle sahih olacağı şeklinde idi. Bu kişi ise böyle bir niyette bulunmamıştır. Dolayısıyla şer'i zorlama altında yaptığı bu am elin sahih olmaması gerekecektir. Sahih olmayınca da o ameli işlemiş olmasıyla işlememiş olması arasında bir fark olmayacaktır. Bu durumda o kimseden, söz konusu ameli ikinci bir defa yine işlemesi istenilecektir. İkincisinde de aynen birincisinde olduğu gibi olacak ve bir teselsüldür gidecek; ya da zorlama abes (beyhude). olacaktır. Her ikisi de muhaldir. Ya da üçüncü bir şık olarak amel niyetsiz sahih olacaktır. Bizim demek istediğimiz de budur.

 

(2)   Ameller iki kısımdır: .Adetler ve ibadetler. Adetlerin işlenmesi sırasında emre uymuş olma için niyete ihtiyaç bulunmadığı, aksine onların sadece meydana gelmiş olmalarının yeterli olduğu fukaha tarafından belirtilmiştir. Mesela, vediaların (emanetlerin) ve gasbedilmiş malların iadesi, eş ve akraba nafakalarının ödenmesinde olduğu gibi. Bu durumda nasıl olur da mutlak olarak 'Her türlü tasarruflarda önemli olan maksatlardır' diye genellemeye gidilebilir?! İbadetlere gelince, bunlarda da niyet yine mutlak surette şart koşulmuş değildir. Aksine bu konuda da ilim adamları arasında tafsilat ve görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Mesela ilim adamlarından bir grup abdestte niyetin şart olmadığını ileri sürmüşlerdir. Oruç ve zekat konusunda da durum aynıdır. Halbuki bunlar ibadetlerdir. Sonra gayr-ı ciddi (hezl) olarak azad ve adakta (nezir) bulunan kimseyi, yaptığı tasarruflarıyla ilzam etmişlerdir. Nitekim nikah, talak ve ric'at konusunda da aynı tavrı göstermişlerdir. Hadislerde de: "Üç şey vardır ki onların ciddisi de, ciddi şakası da ciddidir: Nikah, talak ve azad"; "Kim oyun olsun diye nikah akdederse ya da oyun olsun diye boşarsa ya da oyun olsun diye azadda bulunursa tasarrufu geçerlidir" buyrulmuştur. Hz. Ömer de şöyle demiştir: "Dört şey vardır ki, konuşulduğu zaman geçerli olurlar:

Talak, azad, nikah ve adak."

 

Gayr-ı ciddi bulunan (hazil) bir kimsenin şaka yolu ile bu gibi bir tasarrufta bulunması durumunda, onların hakikaten meydana gelmesine yönelik bir kasdının bulunmayacağı açıktır. Maliki mezhebinde bir kimse Ramazan ayında oruç tutarken, oruç niyetinden vazgeç se fakat bilfiil orucunu bozmasa o kimsenin orucu sahih olmaktadır. Bir kimse öğlen namazını kılarken tamamladım zanmyla iki rekat sonunda selam verse ve sonra da iki rekat nafile namaz kılsa, sonra farzı tamamlamadığım hatırlasa, nafile olarak kıldığı iki rekat farz ın kılmadığı diğer iki rekati yerine geçer. Niyetten vazgeçilmesi meselesinin aslı ihtilaflı bir konu olmaktadır. Bütün bunlar gerçek anlamda niyetin bulunmaması durumunda ibadetin sahih olabileceği konusunda açık olmaktadır.

 

(3)   Bazı ameller vardır ki aklen onlarda emre uyma (imtisaD kasdının bulunması imkansızdır. Yaratıcının varlığım bilmeye ulaştıran ilk düşünce, imanın tamamlanması için zorunlu olan şeyleri bilme gibi. Bunlarda emre uyma kasdının bulunması, alimlerin de belirttikleri gibi muhaldir. Bu durumda nasılolur da: 'Niyet olmaksızın hiçbir amel sahih olmaz' denilebilir?! Bütün bunlar sabit olduğuna göre tezinizin doğru olmadığı ortaya çıkar. Dolayısıyla şu sonuca ulaşılır: Her amel niyet ile değildir, her türlü tasarruf ta önemli olan mutlak surette niyet ve maksatlar değildir.

 

CEVAP: Bu itiraza iki hususu belirterek cevap vereceğiz:

 

(1) Amellere taalluk eden maksatlar iki türlüdür:

 

(a) Her faili muhtarda, hür irade sahibi olması açısından zorunlu olarak bulunması gereken maksatlar: Burada 'Her amel şer'an niyeti ile muteber olmaktadır' demek sahih olur. Onunla Şari'in emrine uymuş olmayı kasdetsin etmesin farketmez ve bu durumda teklifi hükümler o amele taalluk eder. Daha önce belirtilen deliller bu hususa delalet etmektedir. Çünkü her akıllı ve hür iradeli (muhtar) fiil, işlediği fiilde mutlaka bir amaç bulundurur. Bu amacın iyi ya da kötü olması, yaptığı işin de şer'an yapılması ya da terki istenilen birşeyolması ya da yapılmaması istenilen birşey olması önemli değildir. Eğer fiilin ihtiyarı bulunmayan bir kimse tarafından işlendiğini farzedecek olursak, -zor altında kalan, uyku halinde olan, cinnet geçiren ve benzeri mükellef olmayan kimselerin durumunda olduğu gibi-, o takdirde bunların fiillerine, geçen delillerin gereği taalluk etmeyecektir. Bu tarzda olan şeyler, Şari' tarafından amaçlanmış şeyler değildir. Geriye, ihtiyar ile yapılan şeylerin mutlaka bir kasıt içermesi zorunluluğu kalmaktadır. O zaman da onlara hükümler taalluk edecektir ve getirilen genellemeden hiçbir amel geri kalmayacak; onun çerçevesi altına girecektir. İtirazda ileri sürülen herşey, bu iki kısmın dışına çıkamaz. Çünkü bu durumda olan ya kendisi gibiler için şer'an maksut bulunan ikrah (zorlama) veya hezl veya delil talebi ya da benzeri durumların gereğinin kaldırılmasını kastetmiştir ve bu durumda o tasarruf o şer'i hüküm üzere indirilecek ya kabul edilecek ya da edilmeyecektir. Ya da hiçbir kasıt bulunmayacak ve o halde de ona hiçbir hüküm taalluk etmeyecektir. Eğer bir hüküm taalluk etmekte ise, bu teklif hitabı ile değil vaz' hitabı ile olacaktır. Dolayısıyla biz uykudan ya da gafletten dolayı orucu bozacak şeylerden kendisini tutan bir kimsenin orucunu eğer sahih kabul edecek olursak, bu vazi hitabın bir neticesi olacaktır. Sanki Şari' Teala aynı imsakı, orucun kazasının düşürülmesine ya da şer'an o orucun sahih kılınmasına sebeb olarak belirlemiştir şeklinde yorumlanacak; o onunla vücuben yükümlüdür manası çıkarılmayacaktır. Diğer örneklerde de durum aynıdır.

 

(b) İkinci kısım: Her fiil için zaruri olmayan, aksine ta ab bu di olan fiiller için -taabbudi olmaları açısından- zorunlu olan niyet ve maksatlar. Çünkü ihtiyar altına giren bütün fiiller, niyet ve kasıt bulunmaksızın taabbudi özellik göstermezler. Bu konuda namaz, hac vb. gibi asli ibadet olarak konulanlar hakkında bir problem yoktur. Adetlerle ilgili olanlara (adiyyat) gelince, bunların niyet olmaksızın taabbudi fiillerden (taabbudiyyat) olmalarına imkan yoktur. Bu konuda amellerden hiçbiri de müstesna değildir. Sadece (Allah'ı bulma maksadını taşıyan) ilk düşünce bundan hariçtir; çünkü onda niyetin bulunmasına imkan yoktur. Ancak o da aslında, onda bulunan taabbud kasdı kendisine yönelmiş değildir anlamına gelir ve ona dair teklifi bir hüküm taalluku asla söz konusu olmaz. Çünkü takat üstü yükümlülük yoktur. Aynı amele (yani ilk düşünceye) vücub hükmünün taallukuna gelince, onun sıhhati konusunda tereddüt yoktur. Çünkü onunla mükellef olan kimse onu yapmaya kadirdir ve onu gerçekleştirme imkanına da sahiptir. Aynı amelle taabbud kasdında bulunması ise böyle değildir; çünkü omuhaldir. Dolayısıyla da o, takat üstü şeylerden sayılır ve şer'an bu kasdın istendiğini ya da dikkate alındığını gösteren deliller, onu kapsamaz.

 

(2) İtiraza mesned teşkil eden meselelere detaylı cevaplar vermek yoluyla:

 

Şer'an vacip olan amellerin işlenmesi için zor kullanılmasından başlayalım: Bunlardan taabbud ve emre uymuş olma niyet ve kasdına ihtiyaç göstermeyenler, ikrah neticesinde niyetsiz olarak yapılırlarsa ibadet olarak gerçekleşmezler. Şu kadar var ki, zorlamanın faydası gerçekleşmiş olur ve o kişiden şer'an talep hakkı düşer. Mesela gasb fiilini işleyen kimselerden ellerindeki gasbedilmiş malları zorla almak gibi. Taabbud niyetine ihtiyaç gösterenler ise, zorlanan kimseye nisbetle bu fiili n sahih olabilmesi için mutlaka niyette bulunması zarureti vardır. Mesela kişinin namaza zorlanması (ve niyetsiz kılması) gibi. Ancak bu durumda dahi dış görünüşe göre talep hakkı düşer ve mesela hakim o namazın iade edilmesine hükmedemez. Çünkü işin içyüzünü (serair) kullar bilemezler; kalbi yarmak ve içindekine bakmakla da emrolunmuş değillerdir.

 

Adetlerden olan amellere gelince, -her ne kadar sorumluluktan kurtulabilmek için bunlara niyette bulunmak zarureti yoksa da-, bunların ibadet halini almaları ve sevap almaya vesile olmaları için mutlak surette niyetin ve emre uyma maksadının bulunması gerekmektedir; aksi takdirde bunlar batıl olacaklardır. Bunların batıllığının anlamı Hükümler bahsinde geçmişti.

 

Taabbudi amellerden olup da İtiraz sadedinde ileri sürülen örneklere gelince, bunlarda niyetin şart bulunmadığı görüşünde olanlar, görüşlerini onların adetlerden olan ameller gibi olduğu ve hikmetililleti akılla kavranılabilen türden olduğu esası üzerine bina etmektedirler. Niyet de zaten, hikmetililleti akılla kavranılamayan konularda şart koşulmaktadır. Zekat ve taharet de bunlardandır. Oruçla ilgili itiraza gelince, sözü edilen görüş şunun içindir: Orucu bozacak şeylerden geri durulması zaten o vaktin hakkıdır; dolayısıyla başka bir oruç zaten olmaz ki, farklı bir niyet, onu oruçluktan çıkarsın. Bu meselenin adetlerle ilgili amellerde benzerleri bulunmaktadır. Şigar nikahı gibi. Çünkü bu nikah Ebu Hanife'ye göre, taraflar (şigar nikahı) kasdında bulunsalar da sahih olarak inikad et- mektedir.

 

Adak, azad ve benzeri konulara gelince, daha önce de geçtiği gibi, sebebi gerçekleştirme kasdında bulunan bir kimsenin, müsebbebe yönelik bir kasdının olmamasının hiçbir önemi yoktur. Gayr-ı ciddi (hazil) de aynı şekildedir. Çünkü şaka (hezl) ile bir tasarrufta bulunan kimsenin, sebebin vukuuna yönelik bir kasıt bulundurduğunda kuşku yoktur. Sebeb üzerine gerekecek olan müsebbeb hakkında ise, ya müsb et veya menfi yönde onun vukuuna yönelik bir kasdı yoktur ya da onun vuku bulmamasına yönelik kasdı vardır. Her iki takdirde de müsebbeb meydana gelir; mükellefin dileyip dilememesi durumu değiştirmez.

 

Biz bu gibi tasarrufların bağlayıcı olmadıkları görüşünde olduğumuz zaman, bu görüşümüzü şu esas üzerine kurmuş olmaktayız; Lafzı telaffuz eden kimse onun manasını kastetmemektedir. O lafızIa sadece şakada (hezl) bulunmayı kastetmiştir. Gayr-ı ciddi bir tasarrufun, ciddiyetsiz bir davranışın hükmü dışında bir netice doğurmayacağı ise açıktır. Ciddiyetsizliğin hükmü de mübahlıktır ya da başka bir hükümdür (talak, azad ... vukuu değildir).

 

Yukarıda belirtilen tasarruflarda bağlayıcılıktan söz edilmesi ise şu şekilde izah edilir: Ciddiyet ve ciddiyetsizlik gizli bir iştir; dolayısıyla bu tasarruflarla ilgili sözler sarfedildiği zaman o sözlerin ciddi olduğu ve onların gereklerinin vukü bulmasına yönelik bir kasdının bulunduğu kabul edilir. Yahutda şöyle izah getirilir: Bu kimse, şer'i ve ciddi olan bir akitle oyun oynamayı kastetmiştir. Bu haliyle Şari'in maksadına ters düşmüştür. Dolayısıyla o tasarrufla ilgili ciddiyetsizliğin hükmü batıl olur ve tasarruf ciddiye dönüşür.

Oruç esnasında niyetin terkedilmesi meselesine gelince, oruç ilk niyet üzere sahih olarak başlamıştır. İlk niyet gerçek if tar (oruç bozma) vuku buluncaya kadar hükmen var sayılır. Gerçek if tar ise gerçekleşmemiştir; dolayısıyla oruç sahih olacaktır. Aynı şey, nafile olarak kılınan iki rekatin farz yerine geçmesi örneğinde de geçerlidir. Çünkü namazı tamamladığı düşüncesi, -öyle düşünen alimlere göre- ilk niyet hükmünü kesmemiştir. Dolayısıyla arada meydana gelen selam ve nafile ibadet niyetine intikal lağv (boş, hükümsüz) kabul edilir ve (namazı bozucu) bir mahalde vuku bulmuş olmaz. Niyetin terki (atılması) meselesi de aynı yoruma tabidir.

 

Allah'ı bulmaya yönelik ilk düşünceye gelince, orada taabbud kas dının bulunması muhaldir. Birinci cevapta izah edilmişti. Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’e tıkla:

 

İKİNCİ MESELE