KUR'AN'DA YER ALAN VE
ÖZEL OLDUĞU SÜNNET TARAFINDAN BEYAN EDİLEN FARZLAR
Allah (c.c) şöyle
buyurdu: "Senden fetva isterler. De ki: Allah, babası ve çocuğu olmayan
kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse
ölür de onun bir kız kardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı o kız kardeşinindir
... " [Nisa, 4/176]
Yine Allah şöyle
buyuruyor: "Ana-babanın ve yakın akrabaların bıraktıklarından erkeklere
bir pay vardır; ana-babanın ve yakın akrabaların bıraktıklarından kadınlara da
bir pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan belli bir hisse
ayrılmıştır." [Nisa, 4/7]
Başka ayette de
"Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir
hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona varis olmuşsa, anasına üçte
bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu
paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve
oğullarınızdan hangisinin size fayda bakımından daha yakın olduğunu
bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz
Allah ilim ve hikmet sahibidir. Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra
eşlerinizin, eğer çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları
varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa sizin de
yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır
(zevcelerinizindir) ... " [Nisa, 4/11-12] buyurmaktadır.
Allah,
"bıraktığlnızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir) ... "
[Nisa, 4/12] buyurmuş ve miras ayetlerinin tamamını işaret etmiştir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Resulullah (s.a.v)'in sünneti de Allah'ın mirasçı olarak
erkek kardeşler, kız kardeşler, çocuk ve akrabalar, ana-baba ve eşler için
beyan ettiğini göstermiştir. Allah'ın Kitabı'nda mirasçı olacak kişiler
özelolarak zikredilmişlerdir. Mirasçıyla miras bırakan kişiler, aralarında din
ayrılığı olmayan (aynı dine mensup) kişiler olmalıdır. Her ikisi de İslam
ülkesinde bulunan veya onların eman (güvence) akdiyle mal ve can güvenliklerini
sağlayan Müslümanlardan birileriyle aralarında akit bulunma mecburiyeti vardır.
Ya da ikisi de müşriktirler ve birbirlerine şirk bağıyla mirasçı olurlar.
Bize Süfyan,
ez-Zühri'den, Ali b. Huseyn'den, Amr b. Osman'dan; Usame b. Zeyd'in, Resulullah
(s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Müslüman kafire, kafir de
Müslümana mirasçı olmaz. " Tahric: Muvatta, Feraiz,
2/519, no: 10; Buhari, Feraiz, 12/51, no: 6764; Müslim, Feraiz, 3/1233, no:
1614.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Mirasçı ve miras bırakanın Müslüman olmalarıyla beraber hür
olmaları da gerekir.
Bize Süfyan b. Uyeyne,
İbn Şihab'tan, Salim'den, o da babasından, Resulullah (s.a.v)'in şöyle
buyurduğunu haber vermiştir: "Kim malı olan bir köleyi sattıysa ve satım
esnasında da alıcı, kölenin malını da şart koşmadıysa kölenin malı satıcıya
aittir. " Tahric: Müslim, buyu,
3/1173; Buhari, et'ime ve eşribe, 5/60.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Resulullah (s.a.v)'in sünnetinde kölenin mal sahibi
olmayacağı açıkça belirtilmiştir. Köle, ancak bir mala, sahibi adına sahip
olur. Kölenin sahip olduğu mal, sadece isimle kendisine izafe edilmiştir. Ona
malın izafe edilme sebebi de elinde bulunduğu içindir, ona sahip olduğu için
değildir. Köle bu durumda mala sahip değildir. Çünkü o, kendisine bile sahip
değildir. Kendisi birinin malıdır, satılır, hibe edilir ve miras olarak
bırakılır. Allah, ölenlerin mallarını hayatta kalanlara intikal ettirmiştir.
Hayattakiler, ölenlerin sahip oldukları şeylerin hepsine malik olurlar. Bir
köle, baba veya kendisine mirastan belirli hisse verilen kimselerden biri olsa
bile, ona miras verildiği zaman efendisi ona da sahip olur. Halbuki efendisi,
kölenin babası yahut bu mirasta belirli payı bulunanlardan birisi de değildir.
Buna göre köleye baba sıfatıyla mirastan bir pay verdiğimiz zaman onu, mirasta pay
sahibi olmayan efendiye vermiş oluruz. Böylece Allah'ın mirasçı kılmadığı
kimseye miras verilmiş olur. Zikrettiğim sebeplerden dolayı köleyi mirasçı
sayınıyoruz. Aynı şekilde hürriyet ve İslam sıfatını taşımayan ve miras
bırakanı öldürme suçundan aklanmayan kimseyi mirasçı olarak saymıyoruz. Bu,
mirasçı olmayı düşünen kişilerin katil olmalarını engellemek içindir.
Bununla ilgili bize
Malik, Yahya b. Said'ten; Amr b. Şuayb'in ResuluIlah (s.a.v)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: "Katile mirastan bir şey yoktur." Tahric: Tirmizi, Feraiz, 4/325; ibn Mace, Diyet, 2/883.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: ResuluIlah (s.a.v)'in "Katile mirastan bir şey yoktur.
Katili, katlettiği kişiye mirasçı yapmıyoruz." sözü bize ulaşınca ... Ceza
olarak mirastan mahrum edilmek, miras bırakanı bilerek öldürenin durumu için en
hafif olan müeyyidedir. Allah'ın gazabına uğramasıyla beraber, Allah'a isyan
ederek adam öldüren birini, öldürdüğü kimsenin mirasından mahrum bırakmak çok
hafif bir durumdur.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Müslümana, ancak hür ve miras bırakanı kasten öldürmemiş bir
Müslümanın mirasçı olmasıyla ilgili açıklamam üzerine, ilim ehlinden öğrendiğim
kadanyla, gerek memleketimizde ve gerek diğer yerlerde ihtilaf etmemişlerdir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bu konuda ilim ehlinin icma halinde olmaları nasıl delil
teşkil ettiyse aynı zamanda, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetlerinde hiçbir
şekilde aynlığa düşmemeleri gerektiğine de bağlayıcı bir huccet olmuştur. Hz. Peygamber
(s.a.v)'in sünnetleri, hakkında Allah'ın nassı olan bir meselede böyle bir
işlev gördüğüne göre (yani mirasın herkese değil, belli niteliklere sahip olan
kimselere intikal edeceğine) buna benzer konularda bağlayıcı olduğunu
göstermiştir. Ayrıca hakkında Allah'ın açık bir hükmü bulunmayan konularda da
Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünneti, aynı şekilde bağlayıcıdır. O zaman evla olan,
hiçbir alimin sünnetin gerekliliği hususunda şüpheye düşmemesidir. Allah'ın
hükümleriyle, O'nun elçisinin hükümleri arasında zıtlık olmadığını ve onların
aynı istikamette yürüdüğünü bilmek gerekli bir erdemdir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Ey iman edenler,
mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Aranızda karşılıklı bir anlaşmayla
gerçekleştirdiğiniz bir ticaret olması müstesna. Kendinizi öldürmeyin. Şüphe
yok ki Allah, size çok rahmet edendir." [Nisa, 4/29]
" ... Bu hal
onların -alışveriş de tıpkı faiz gibidir- demeleri yüzündendir. Halbuki Allah,
alışverişi helal, faizi haram kılmıştır ... " [Bakara, 2/275]
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Resulullah (s.a.v), tarafların rızalarıyla yaptıkları bir
kısım alım satımı yasaklamıştır. Mesela altını altınla ancak aynı miktarda ise
helal saymıştır. Altının parayla alım satımı, biri peşin, öteki vadeli
olabilir. Bunlar gibi olan ve alım satımlarında harama düşme şüphesi olmayan,
alıcı ve satıcı için muğlaklık söz konusu olmayan şeylere izin verilmiştir.
Bunlar gibi olan ve alım satımlarında, riba ihtimali, alıcı ve satıcı için
bilinmeyen durumlar söz konusu olmayan hallerde izin verilir.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in
alım satım konusunda bunlardan başka sünnetleri de vardır: Mesela, bir köle
satılsa ve -müşteriden- kusurlu olduğu gizlense, müşterinin onu iade etme hakkı
vardır. Sattığı kişiye karşı sorumluluk taşıdığı için kölenin geliri de
müşterinindir. Diğer bir örnek: Bir kimse, bir mala sahip olan bir köleyi
satsa, kölenin malı alıcıya aittir, ancak alıcı, o malın da kendisinin olmasını
şart koşarsa durum değişir. Başka bir örnek de şöyledir: Bir kimse aşılanmış
bir hurma ağacını satsa, alıcı şart koşmamışsa bu ağacın meyvesi satıcıya
aittir. Allah, insanlara kendi emrine uymayı mecbur ettiği gibi, Hz. Peygamber
(s.a.v)'in emrine uymalarını da gerekli kılmıştır.
Mücmel Olan Farzlar
NAMAZ
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Namazı kılınca, gerek
ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarken hep Allah'ı anın. Güvene kavnşımca
da namazı tam olarak kıIın. Çünkü namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı
olarak farz kılınmıştır." [Nisa,4/103]
" ... Namazı kılın,
zekatı verin .. " [Bakara, 2/34, 83,110] Allah, Peygamberine hitaben şöyle
buyurdu: "Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan)
temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin ... " [Tevbe,9/103]
Yine O; "Onda
apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur.
Yol bulabilenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim
inkar ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün alemlerden
müstağnidir." [Al-i İmran, 3/97] buyurmuştur.
İmam Şafii şöyle dedi:
Allah, Kitabında namaz, zekat ve hac konularındaki farzını kesin olarak
emretmiştir. Bu farzların nasıl yerine getirileceğini de Peygamberinin
beyanıyla açıklamıştır. Hz. Peygamber (s.a.v) de farz namazların sayısının beş
olduğunu, seferi'lik dışındaki hallerde öğle, ikindi ve yatsı namazlarının
dörder rekat olduğunu, akşam namazının üç ve sabah namazının iki rekat olduğunu
bildirmiştir. Bu namazlardan; akşam, yatsı ve sabah namazlarında kıraatin açık,
öğle ve ikindi namazlarında ise gizli okunacağını -sünnetiyle- beyan
buyurmuştur. Her namaza başlarken tekbir getirileceğini, bütün namazlardan
çıkarken selam verileceğini, her rekatta sırasıyla tekbirin, kıraatin, rükunun,
rükudan sonra iki kere secdeye varmanın farz olduğunu ve namazın diğer
rükünlerinin nelerden ibaret olduğunu da Hz. Peygamber açıklamıştır. Yolcunun
istemesi halinde, dört rekatlı namazları iki rekftt olarak kılabileceğini,
akşam ve sabah namazlarının seferilik hallerinde de rekatlarının
değişmeyeceğini belirtmiştir. Yolcu olsun, mukim olsun Müslümanların korku hali
dışında bütün namazlarda kıbleye dönmesi gerektiğini açıklamıştır.
Ayrıca nafile namazların
da tıpkı farz namazlar gibi taharet üzere eda edilmesi gerekir. Nafile
namazlarda da kıraat, rüku ve mukim için kıbleye yönelme şartı vardır. Ancak
binek üzerinde giden kişi, bineği hangi tarafa dönerse o yöne doğru nafile
namazını eda edebilir ..
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bize İbn Ebi Fudeyk, İbn Ebi Zi'b'ten, Osman b. Abdullah b.
Sureka'dan, Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber
(s.a.v), Beni Enmar gazvesinde biniti üzerinde doğuya doğru yönelerek namaz
kılıyordu." -Tevaliu't-te'sis sf: 128
Bize Müslim, İbn
Cüreyc'den, ez-Zübeyir'den, Cabir, Hz. Peygamber (s.a.v)'den bunun benzeri bir
haber verdi; ancak "Beni Enmar" diye belirtip belirtmediğini
hatırlamamakla beraber şöyle dedi: "Seferde namazı böyle kıldı."
-Tevaliu't-te'sis sf: 128
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v), bayram namazlarında ve istiska
(yağmur duası) namazında da rüku ve secde sayılarının öteki namazlardaki gibi
olduğunu söylemiştir; fakat küsuf (güneş tutulması) namazının her rekatında iki
kere rüku olduğunu bildirmiş ve bu namazın her rekatında iki kere rüku
yapılacağını beyan etmiştir.
Bize; Malik, Yahya b.
Said'ten; o Amre binti Abdurrahman'dan; Hz. Aişe (r.anha) da bunun benzerini
Resulullah (s.a.v)'den nakletmiştir. Tahric:
Hz. Aişe hadisi: el-Muvatta, Küsuf namazı, 1/187, no: 3; Buhari, Küsuf, 2/538;
Müslim, Küsuf, 2/621, no: 8; ibn Abbas hadisi: el-Muvatta, Küsuf, 1/186-187,
bab 1.
Bize Malik, Hişam'dan, o
da babasından, Hz. Aişe de Resulullah (s.a.v)'den benzerini rivayet
etmiştir. Tahric: Hz. Aişe hadisi: el-Muvatta, Küsuf namazı, 1/187,
no: 3; Buhari, Küsuf, 2/538; Müslim, Küsuf, 2/621, no: 8; ibn Abbas hadisi:
el-Muvatta, Küsuf, 1/186-187, bab 1.
Bize, Malik, Zeyd b. Esleme'den,
Ata b. Yesar'den, İbn Abbas da Nebi (s.a.v)'den benzerini rivayet etmiştir. Hz.
Aişe ve İbn Abbas'tan bu hadisler de Hz. Peygamber (s.a.v)'in namazıyla ilgili
muhtelif lafızlarla naklediimiştir. Ancak her ikisinin hadisinde de müşterek
olan husus, Hz. Peygamber (s.a.v)'in küsufnamazını, her rekatta iki kere rüku
ederek kılmış olmasıdır. Tahric: Hz. Aişe
hadisi: el-Muvatta, Küsuf namazı, 1/187, no: 3; Buhari, Küsuf, 2/538; Müslim,
Küsuf, 2/621, no: 8; ibn Abbas hadisi: el-Muvatta, Küsuf, 1/186-187, bab ı.
Allah (c.c), namazIa
ilgili şöyle buyurdu: " ... Namaz, müminler üzerine vakitleri belli bir
farzdır ... " [Nisa, 4/103] Hz. Peygamber de Allah'ın emrettiği bu
vakitleri belirlemiş ve namazları vakitleri gelince kılmıştır.
Ahzab savaşında kuşatılmış
olduğu için, namazı vaktinde kılamamış ve özründen dolayı geciktirmiş, fırsat
bulunca da öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını bir vakitte eda etmiştir.
Bize Muhammed b. İsmail
b. Ebi Fudeyk, İbn Ebi Zi'b'ten, elMakburi'den; Abdurrahman b. Ebi Said,
babasının şöyle dediğini nakletmiştir: "Hendek (Ahzab) gününde namaz
kılmak için vakit bulamadık. Öyle ki akşam oldu ve gece hayli ilerledi. Nihayet
düşmandan kurtulduk. Buna Allah'ın şu ayeti işarettir: "Allah, kafirleri
hiçbir hayır elde etmeksizin öfkeleriyle geri çevirdi. Allah(ın yardımı)
savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir." [Ahzab, 33/25]
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), Bilal'i çağırıp emir buyurdu. O da öğle
namazı için kamet getirdi. Hz. Peygamber de onu vaktinde kılıyormuş gibi
güzelce eda etti. Sonra Bilal ikindi namazı için kamet getirdi. Onu da öylece
kıldı. Sonra akşam namazı için kamet getirdi. Hz. Peygamber onu da aynı şekilde
kıldı. Sonra yatsı namazı için kamet getirdi. Hz. Peygamber onu da aynı şekilde
kıldı. Bu, korku namazı hakkındaki ayet nazil olmadan önceydi: "Eğer
(herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binek
üzerinde (kılın) ... " [Bakara, 2/239] Ebu Said, bunun, korku namazını
kapsayan yukarıdaki ayet indirilmeden önce olduğunu beyan etmiştir. Tahric: Sünen, Ezan, 2/17, no: 661; ibn Hıbban, Namaz,
4/241; ibn Huzeyme, Namaz, 2/99.
İçinde korku namazının
zikredildiği ayette Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Yeryüzünde sefere
çıktığınız zaman, kafirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı
kısaltmanlZda size bir günah yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık
düşmanınızdır. Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman,
onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına)
alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanlZda
olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer grup seninle beraber
namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar
... " [Nisa,4/101-102]
Bize Malik, Yezid b.
Ruman'dan, Salih b. Havvat yoluyla Zatu'r-Rika savaşında Hz. Peygamber'le korku
namazı kılanlardan şöyle nakletti: "Müminlerin bir kısmı Hz. Peygamber'le
birlikte saf tuttular; bir kısmı da düşmana karşı durdular. Hz. Peygamber
(s.a.v), kendisiyle saf tutanlarla beraber bir rekat namaz kıldı. Sonra ayakta
bekledi ve onlar namazlannı kendi kendilerine tamamladılar ve düşmanın
karşısına saf olup durdular. Öteki kısım geldi; Hz. Peygamber (s.a.v), namazın
kalan rekatını da onlarla beraber kıldı. Sonra oturup bekledi ve onlar da
namazlannı kendi kendilerine tamamladılar. Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a.v)
onlarla birlikte selam vererek namazdan çıktı. Tahric:
Muvatta, Korku namazı, 1/183; Buhari, Magazi, 7/486, no: 4129; Müslim, 1/575,
no: 842.
Bana, Yezid b. Ruman'ın
rivayet ettiği bu hadisin benzerini, Abdullah b. Ömer, Kasım b. Muhammed, Salih
b. Havvat, o da babası Havvat b. Cubeyr vasıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.v)'den
naklettiğini işiten biri haber verdi. Tahric:
Muvatta, Korku namazı, 1/183; Buhari, Magazi, 7/486, no: 4129; Müslim, 1/575,
no: 842.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bunda, benim daha önce izah ettiğim şu hususa işaret var:
Hz. Peygamber (s.a.v), bir sünnet koyduktan sonra, Allah ona bu sünneti neshetmesini
veya daha geniş, kolay bir yol göstermesini ilham edince, insanlara karşı delil
olacak başka bir sünnet va'z eder. Böylece insanlar, onun önceki sünnetinden
sonraki sünnetine tabi olurlar. Buna göre Allah, korku halinde namazın
vaktinden sonra kılınması hükmünü neshetmiş kendisinin Kur'an'da indirdiği ve
Peygamberinin sünnetinde bildirdiği gibi, vaktinde kılınmasını emretmiştir. Hz.
Peygamber de Allah'ın Kitabı'nda yer alan farz ve kendi sünnetiyle namazın
tehir edilmesi hakkındaki ilk sünnetini neshederek, izah ettiğim gibi namazı
vaktinde kılmıştır.
Bize Malik, Nafi ve İbn
Ömer'in Nebi (s.a.v)'in korku namazını anlatıp şöyle buyurduğunu rivayet
ettiler: "Eğer ondan daha fazla bir korku olursa, namazlarını lableye veya
başka yöne dönerek, yaya veya binekleri üzerinde lalarlar." Tahric: Muvatta, Korku namazı, 1/184; Buhari, Tefsir,
8/46; Müslim, Sefer namazı, 1/574.
Bize bir adam, İbn Ebi
Zi'b'den, Zühri'den, Salim'den; o da babasından Nebi (s.a.v)'in aynı manaya
gelen bir hadisini nakletti. Bu hadisin, babası tarafından rivayet edilmiş
olmasında ve Nebi (s.a.v)'e ulaşan merfu bir hadis olmasında şüphe yoktur. el-Umm, 1/197; Malik'in rivayetinden sonra -daha önce
zikredilen- "Muhammed b. ismail veya Abdullah b. Nafı haber verdi"
şeklinde hadisin isnadı gelmiştir. Bundan anlaşılıyor ki bilinmeyen kişi
bunlardanbiri demektir. Her şeye rağmen isnad iyidir.
Resulullah (s.a.v)'in
sünneti, anlattığım şu hususa delalet etmektedir: farz namazlarda kıbleye
dönmek daima farzdır. KıbIeye dönerek namaz kılmanın mümkün olmadığı yerde
ancak bu farz terk edilebilir. Bu kılıç sallarken yahut savaş sırasında ve buna
benzer durumlarda kıbleye dönerek namaz kılmanın imkansız olduğu yerlerde olur.
Bu konuda sünnet şu hususu netleştirmiştir: Namaz, kılınması nasıl mümkün ise
öyle kılınır ve asla terk edilmez.
ZEKAT
Allah (c.c) şöyle
buyurdu: "Namazı kılın, zekatı verin ... " [Bakara, 43,83, 110]
"Namazı kılanlar,
zekatı verenler ... " [Nisa, 162]
"Yazıklar olsun o
namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş
yapanlardır; hayra da mani olurlar." [Maun, 4-7]
İlim ehlinden bazısına
göre maun; Ali, İbn Abbas, ed-Dahhak ve daha başkaları: "Farz olan zekat
anlamına gelir." şeklinde tefsir etmişlerdir. (ed-Duruü'I-Mensur, 6/401.)
Allah şöyle buyurmuştur:
"Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin,
onları arıtıp yüceltirsin ... " [Tevbe,9/103]
İmam ŞafiI (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bu ayetin işlediği konunun kapsamına mallar girmektedir. Ama
bu ayetin; bütün malları mı yoksa bir kısmını mı kapsadığı ihtimali üzerinde
durulabilir. İşte sünnet, bazı mallarda zekat gerektiğini, bazı mallarda da
zekat gerekmediğini delillerle açıklamıştır.
Mal, birçok kısma
aynlır: Hayvanlar maldan bir kısımdır. Resulullah (s.a.v) deve, koyundan ve
-bize ulaştığına göre- sığırdan zekat almış ve bunların dışında kalan diğer
hayvanları zekat kapsamına dahil etmemiştir. Zekatı alınan hayvanlardan da
muhtelif şekilde zekatlarını almıştır. Allah, bu hükmünü Peygamber (s.a.v)'in
lisanıyla uygulamaya koymuştur. Bu hayvanların dışında insanlara ait; at, eşek
ve katır gibi hayvanlar da vardı. Ama Hz. Peygamber (s.a.v) bunlardan zekat
almamış ve at için zekat olmadığını bildirmiştir. Bütün bunlardan anlaşılıyor
ki Hz. Peygamber (s.a.v)'in zekat aldığı ve alınmasını emrettiği mallar zekata
tabidir, diğer mallar bu kapsam dahilinde değildir.
İnsanlara ait ekin ve
ağaçlar da vardır. ResuIullah (s.a.v) ağaçtaki hurma ve üzümden tahmim olarak
zekat almıştır. Bunlardan aldığı zekatın oranında çeşitlilik yoktur. Bunlar
yağmur ve akarsu ile sulanmışlarsa öşür (on'da bir), kovayla (taşıma su vb.
şeylerle) sulanmışlarsa öşrün yarısını (yirmide bir) almıştır. Bazı ilim ehli,
hurma ve üzüme kıyas ederek zeytinden de zekat alınacağını söylemişlerdir.
İnsanların hurma, üzüm
ve zeytinin dışında ceviz, badem, incir vb. gibi birçok ağacı vardır. Hz.
Peygamber (s.a.v), bunlardan zekat almamış ve alınmasını da emretmemiştir. Bu
deliller gösteriyor ki Allah, ağaçtan elde edilen şeylerin zekatını farz kılarken
bazı ağaçların mahsullerini zekata tabi tutarken bazılarını da muaf tutmuştur.
İmam Şafil (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: İnsanlar buğday, arpa, yulaf ve başka çeşitli şeyler de
ekmişler. Biz de biliyoruz ki Hz. Peygamber (s.a.v), buğday, arpa ve yulaftan
zekat almıştır. Bizden öncekilerin de karaca dan, yulaf ve pirinç (insanların
gıda maddesi olan ekmek, un ve yağla pişirilen yiyecek, buğday veya arpa ile
yapılan yemek ve katık olmak üzere) ekip yetiştirdikleri ürünlerdir. Nohut ve
diğer baklagiller gibi ekmek pişirilmeye ve katık olmaya elverişli olan
(yukanda sayılan) şeylerdir. Eskiye ve hükmü sabit olana kıyasla Hz. Peygamber
(s.a.v) bunlardan zekat almıştır. Çünkü insanların bunları yetiştirmelerindeki
sebep beslenmektir.
İnsanlar bunlardan başka
bitkiler de yetiştirmişlerdir. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v) ve bildiğimiz
kadanyla ondan sonrakiler, bu bitkilerden zekat almamışlardır. Hz. Peygamber
(s.a.v)'in zekat aldığı ürünler niteliğinde olmayan bu tür bitkilere dereotu (veya
hardal), pire otu, kişniş ve aspur tohumu gibi şeyleri örnek olarak
zikredebiliriz. Bunlardan zekat alınmamış olması, zekatın bazı ürünlerden
alınırken bazılarından alınmadığına delil teşkil eder.
Hz. Peygamber (s.a.v),
gümüşten zekat alınmasını emretmiştir. Kendisinden sonra Müslümanlar, altından
da zekat almışlardır. Onlar, bunu ya Hz. Peygamber (s.a.v)'den bize ulaşmamış
olan bir habere dayanarak ya da altını gümüşe kıyas ederek yapmışlardır; çünkü
onlar, altın ve gümüşü halkın nakit olarak biriktirdiklerini görmüşler, hem
İslam'dan önce hem de İslam'dan sonra bütün memleketlerde bunlar alışverişIerde
para olarak kullanılmışlardır.
İmam Şafii şöyle dedi:
İnsanların bakır, demir ve kurşun gibi gümüşten başka metalleri de vardır. Hz.
Peygamber (s.a.v) ve ondan sonrakiler bu metallerden zekat almadığına göre biz
de Hz. Peygamber (s.a.v)'in uygulamasını göz önüne alarak bunları zekata tabi
tutmadık. Bunlar, altın ve gümüş e kıyas da edilemezler. Çünkü altın ve gümüş
genelde bütün memleketlerde para olarak kullanılırlar. Altın ve gümüşün
dışındakiler, nitelik bakımından farklı oldukları için zekata tabi değildir.
Altın ve gümüş karşılığında diğer metaller, vadeli olarak ve belli bir tartıyla
satın alınabilirler.
Yakut ve zümrüt, altın
ve gümüşten daha pahalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v), bunlardan zekat almamış ve
zekat alınmasını da emretmemiştir. Bildiğimiz kadarıyla kendisinden sonrakiler
de bu konuda böyle bir şey yapmamışlardır. Yakut ve zümrüt, kişiye özel bir mal
sayılmıştır. İnsanların tükettikleri şeyler için bedelolarak da
verilmemektedirler. Çünkü bunlar nakit değildir. Dolayısıyla bunlardan zekat
alınmamıştır.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Sonra genelin naklettiğine göre Resuıullah (s.a.v); hayvan
ve nakitten yılda bir defa zekat almıştır. Allah (c.c) şöyle buyurdu: "
... Devşirip toplandığı gün de hakkını (zekat ve sadakasını) verin... "
[En'am, 6/141] Hz. Peygamber de toprak mahsullerinden, meyve ve diğerlerinden
Allah'ın hükmüne uyarak sadece hasat vakti zekat alınmasını emretmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v),
yer altından çıkarılan define ve madenIerden (1/5) zekat alınmasını da
emretmiştir. Bu da define ve madenin sadece bulunduğu gün alınacağını, başka
vakitlerde alınmayacağını göstermektedir.
Bize Süfyan b. Uyeyne,
ez-Zühri'den, Said b. el-Müseyyib'ten, Ebu Seleme'den, Ebü Hureyre'nin
Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yer altından
çıkarılan define ve madenierin zekatı beşte birdir." Tahric: Muvatta, Zekat, 1/249, no: 9; Buhari, Zekat,
3/426, no: 1499.
İmam ŞafiI şöyle dedi:
Sünnetin delaleti olmasaydı Kur'an'ın zahirinden, bütün malların eşit olduğu,
bir kısmının yerine hepsinden zekat alınması gerektiği anlaşılırdIı.
HAC
İmam ŞafiI (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Allah, gücü yetenlere haccı farz kılmıştır. Nebi (s.a.v)
gücü yetene demenin; binek ve yol azığı olduğunu zikretmiştir. Resulullah
(s.a.v), haccın mikatlarını, telbiyenin nasıl yapılacağı haber vermiştir.
İhramlı kişinin elbise giyinme, koku sürünme konusunda nelerden sakınacağını;
Arafat, Müzdelife, şeytan taşlama, tıraş olma ve tavaf gibi konularda neler
yapacağını sünneti gereği bildirmiştir. Kişi, Hz. Peygamber (s.a.v)'in
sünnetinin Allah'ın Kitabı yanındaki mevkiini, Allah'ın mücmel olarak indirdiği
hükümlerin manasını Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetleriyle açıklayacağını
bilirse; -anlattığım şekilde- Allah'ın farz kıldığı işlerin, neyi haram neyi
helal kıldığını kavramış olacaktır. Bunlara nelerin dahil olduğunu, nelerin
dahil olmadığını ve uygulama vakitlerini bilecektir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in
bunları açıkladığını ve bazı işler hakkında sessiz kaldığını iyice kavrarsa,
Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetinin, Allah'ın Kitabı'nda yer alan farzın
yanında defalarca böyle yer alacağını idrak edecektir.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in
hiçbir sünnetinin Allah'ın Kitabı'na muhalif olmadığı delillerle
ispatlanmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünneti, ilgili konuda Kitap nassı
bulunmasa bile bağlayıcıdır; çünkü burada ve başka yerlerde anlattığım gibi,
Allah, Peygamberine itaati farz kılmıştır. Gene bilmek lazım ki Allah, bu hakkı
Peygamberinden başka hiç kimseye tanımamıştır. Bu idrake haiz kişi, herkesin
söz ve fiilini; önce Allah'ın Kitabı'na, soma da Peygamberinin sünnetine tabi
kılması gerektiğini bilir. Yine o kişi şunu da bilmelidir; bir alimden Hz.
Peygamber (s.a.v)'in sünnetine aykın bir söz rivayet edilmişse, o alim, o
konuda Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünneti bulunduğunu bilseydi ona muhalefet
etmez ve kendi sözünü bırakıp Resuilullah'ın sünnetine dönerdi. Böyle yapmazsa
bağnaz bir kişi olurdu; halbuki Allah, yarattığı kullarına bu hususta pek çok
delil göstermiştir. Çünkü Allah, Peygamber ( s.a.v.)'e itaati farz kılmıştır.
Ayrıca Allah, Peygamberine vahiy, din ve dini insanlara tebliğ konusunda
makamını açıkça b
eyan buyurmuştur.
Sonraki için tıkla: