İBNÜ’L-ESİR

5. CİLT

HİCRİ 225.YIL       ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

el-MU'TASIM'IN AFŞİN'E ÖFKELENMESİ ve O'NU TUTUKLAMASI

 

Bu yıl el-Mu'tasım Afşin'e öfkelendi ve hapse attı. Bunun sebebi şu idi:

Afşin Babek ile savaştığı günlerde kendisine Armenia ve Azerbaycan'dan gelen hediyeleri Üşrusene'ye gönderiyordu. Bu hediyeleri götürenler Abdullah b. Tahir'in bulunduğu bölge'den geçmek mecburiyetinde idiler. Abdullah b. Tahir bu durumu bir mektupla el-Mu'tasım'a bildirdi, bunun üzerine el-Mu'tasım da bir mektup göndererek Abdullah b. Tahir'den Afşin'in Üşrusene'ye gönderdiği hediyelerin ve malların hepsini kendisine bildirmesini istedi. Abdullah b. Tahir el-Mu'tasım'ın emrini yerine getirdi. Afşin yanında toplanan hediye malları (paraları) adamlarının bellerine kuşandıkları para kemerleri içerisine koyarak Üşrusene'ye gönderirdi.

 

Bir defasında Afşin çok miktarda yüklü bir mal (para) göndermişti ve adamları bu mallar ile birlikte NisabUr'a kadar gelmişlerdi. Bunu öğrenen Abdullah ise onların yanına gelerek üzerlerini araştırdı ve bellerine kuşandıkları kemerlerin içerisinde malları buldu. Bunun üzerine Abdullah onlara: "Bu mallar Afşin'indir." diye cevap verdiler. Abdullah: "Hayır, yalan söylüyorsunuz; kardeşim Afşin bu şekilde hediye ve mallar göndermek isteseydi, bunları yola çıkardığını bir mektupla bana bildirirdi, siz mutlaka hırsızsınız. " dedi.

 

Abdullah b. Tahir bu malları ellerinden alıp kendi askerleri arasında dağıttı ve adamlarının söylediklerini Afşin'e bir mektupla bildirdikten sonra da şunları ekledi: "Senin bu kadar yüklü bir malı (parayı) bana haber vermeden göndereceğini kabul edemiyorum. Bu malları Müminlerin Emiri'nin bana göndereceği mallara ivaz olarak askerlerim arasında dağıttım. Eğer adamlarının iddia ettiği gibi bu mallar sana aitse, Müminlerin Emiri'nin bana göndereceği mallarla mallarını hemen öderim; şayet böyle değilse, bu mallara herkesten önce Müminlerin Emiri layıktır. Ayrıca askerlerimi Türk memleketlerine göndermek istediğim için bu malları onların arasında dağıttım. "

Bunun üzerine Afşin de Abdullah b. Tahir'e bir mektup yazarak:

 

"Benim ve Müminlerin Emiri'nin malları aynı şeydir." dedi ve adamlarını serbest bırakmasını istedi, Abdullah da Afşin'in bu isteğini kabul edip yerine getirdi. İşte bu hadise onların arasına soğukluk girmesine sebep oldu.

 

Abdullah b. Tahir Afşin'in peşini el altından takip etmeğe devam etti. Bu arada zaman zaman Afşin de el-Mu'tasım'dan Abdullah b. Tahir'i Horasan Valiliği'nden almak istediğine dair bazı şeyler işitmişti. Bu yüzden Horasan Valiliği'ne göz diken Afşin, Mazyar'a mektuplar göndererek O'nu isyana teşvik ediyordu. Afşin Mazyar'ı tahrik edip isyana teşvik etmekle Mazyar'ın isyan etmesi halinde el-Mu'tasım'ın Abdullah b. Tahir'i Horasan Valiliği'nden azledip yerine kendisini tayin edeceğini ve kendisine Mazyar ile savaşmasını emredeceğini sanıyordu. Nihayet yukarıda zikredilen Mazyar hadisesi ile Mengü-çur'un isyanı meydana geldi. Ancak el-Mu'tasım'ın Afşin'in durumunu inceden inceye tahkik ettirmesi üzerine Afşin'e karşı tutumu değişti.

Bunu hisseden Afşin ne yapacağını bilemez hale geldi, hatta bir. ara sarayında bir kaç tulumu şişirip birbirine ekleyerek el-Mu'tasım ve kumandanlarının meşguloldukları bir günde Musul'a hareket etmeyi ve hazırladığı bu tulumlarla Zab Suyu'nu geçerek hala valisi bulunduğu Armenia'ya, buradan Hazarlar ülkesine gitmeyi sonra Türk memleketlerinde dolaşıp Üşrusene'ye dönmeyi veya Hazarları Müslümanların aleyhine çevirmeyi tasarladı, fakat bunların hiçbirini yapmağa imkan bulamadı. Bu defa, büyük bir ziyafet hazırlayıp yemeklerin içerisine zehir koymayı ve el-Mu'tasım ile kumandanlarını davet etmeyi, şayet el-Mu'tasım gelmezse O'nun meşgulolduğu bir günde Eşnas, İtah gibi diğer kumandanlarını davet edip zehirlemeyi, yanından ayrılmaları üzerine hemen gecenin erken saatinde sarayım terk edip kaçmayı planladı ve bunun hazırlığına başladı.

 

Diğer kumandanların yaptıkları gibi Afşin'in kumandanları da el-Mu'tasım'ın sarayında sırayla nöbet tutuyorlardı. Bu sırada Evacin (veya: Vacin) el-Üşrusini ile Afşin'in bu planlarını bilen birisi arasında bir söz geçti ve Evacin ona: "Bu iş pek mümkün olmaz ve neticeye ulaşmaz." dedi. Bu adam Evacin'in sözünü hemen Afşin'e ulaştırıp duyurdu, bunun üzerine Afşin Evacin hakkında tehditler savurdu. Bu sırada Afşin'in hadimlerinden ve Evacin'e yakınlığı ile bilinen birisi Evacin gece nöbetten döndükten sonra yanına gelip Afşin'in yapmış olduğu tehditleri O'na bildirdi. Telaş ve korkuya kapılan Evacin hemen gece yarısı el-Mu'tasım'ın sarayına koştu ve İtah'ın yanına gelerek: "Benim Müminlerin Emiri'ne söyleyeceğim bir öğüdüm ve sözüm var." dedi. İtah: "Müminlerin Emiri şu anda uykudadır." karşılığım verdi. Evacin'in: "Yarına kadar bekleyecek zaman ve imkanını yok." demesi üzerine İtah Evacin'in sözlerini el-Mu'tasım'a götürüp duyuracak olan birisinin kapısım çaldı, fakat el-Mu'tasım bu aracı kimseye: "Evacin'e söyleyin, bu gece evine dönsün, yarın gelsin." dedi. Evacin: "Eğer bu gece geri dönersem cammdan olurum." karşılığım verdi. Bu durum karşısında el-Mu'tasım, İtah'a birisini göndererek ondan Evacin'in bu geceyi yanında geçirmesini istedi.

 

Evacin o geceyi İtah'ın yanında geçirdi. İtah sabahleyin erkenden Evacin'i yanına alıp el-Mu'tasım'ın huzuruna geldi ve Evacin bütün bildiklerini ve duyduklarını baştan aşağı el-Mu'tasım'a anlattı. Bunun üzerine el-Mu'tasım Afşin'in huzuruna getirilmesini emretti. Neticede bütün mallarıyla birlikte el-Mu'tasım'ın huzuruna getirilen Afşin'in elinden bunlar alınıp kendisi kale burcundaki köşke hapsedildi. Bundan sonra el-Mu'tasım, Abdullah b. Tahir'e bir mektup göndererek Hüseyn (veya: Hasan) b. Afşin'in bir hile ile tuzağa düşürülmesini istedi. Hüseyn b. Afşin Abdullah b. Tahir'e bir çok mektup yazarak Maveraünnehr Emiri Nuh b. Esed'in kendi toprak ve bölgesine karşı mütecaviz bir tavır aldığım kendisine bildirip şikayette bulunmuş, Abdullah b. Tahir de NUh b. Esed'e bir mektup göndererek el-Mu'tasım'ın Hüseyn b. Afşin hakkındaki düşündüklerini bildirmişti. Ayrıca Abdullah, Nuh b. Esed'e adamlarını bir araya toplayıp hazırlığa girişmesini, Hüseyn b. Afşin'in valilik beratıyla yanına geldiğinde O'nu yakalayıp güven vesikası aldıktan sonra hemen kendi yanına göndermesini emretti.

 

Abdullah b. Tahir aynı zamanda Hüseyn b. Afşin'e de bir mektup gönderdi ve Nuh b. Esed'i valilikten azlettiğini, yerine ise o bölgenin valiliğine kendisini tayin ettiğini bildirdi. Abdullah b. Tahir ayrıca NUh b. Esed'in azlini ve Hüseyn b. Afşin'in yerine tayin edildiğini bildiren belgeyi Hüseyn b. Afşin'e verilmek üzere yola çıkardı. Neticede bu belgeyi alan Hüseyn b. Afşin kendisini o bölgenin valisi sanarak bir miktar silah ve askerlerle harekete geçti ve Nuh b. Esed'in yanına geldi; fakat Nuh b. Esed O'nu yakalayıp zincire vurduktan sonra Abdullah b. Tahir'in yanına yolladı, Abdullah da el-Mu'tasım'a gönderdi.

 

Ayrıca el-Mu'tasım, hakkında söylenenler için yüzleştirmek üzere Afşin'in hapishaneden çıkarılmasını emretti ve Afşin el-Mu'tasım'ın veziri Muhammed b. Abdülmelik ez-Zeyyat'ın huzuruna getirildi. Bu sırada vezir Muhammed b. Abdülmelik'in yanında Ahmed b. Ebi Du'ad, İshak b. İbrahim ve diğer ileri gelen kimseler bulunuyorlardı. Afşin'i sorguya çekip muhakeme eden Muhammed b. Abdülmelik'ti. Şahit olarak da Mazyar b. Karini, Mubez'i, Suğd meliklerinden birisi olan Merzuban b. Berkeş (doğrusu:

Türkeş)'i ve Suğd halkından iki kişiyi huzuruna çağırttırdı. Muhammed b. Abdülmelik önce bu iki kişiyi huzuruna aldı; bu adamların üzerinde eski elbiseler bulunmaktaydı. Onlara durumlarını ve ne istediklerini sordu. Sırtlarını açıp gösterdiler. Sırtlarında et namına bir şey kalmamıştı, kemikleri görünüyordu. Bunun üzerine Muhammed b. Abdülmelik Afşin'e: "Bunları tanıyor musun?" diye sordu. Afşin: "Evet tanıyorum; şu imam, şu da müezzin. Onlar Üşrüsene'de bir mescit inşa etmişlerdi, bu yüzden ben her birine biner sopa vurdum, çünkü benimle Suğd Meliki arasında her kavmi kendi dinlerinde serbest bırakmak için kararlaştırılmış bir şart ve anlaşma vardı, onlar ise bu şart ve anlaşmaya rağmen Üşrüsene halkının ibadet ettikleri bir puthaneye girerek orada bulunan putları dışarı atıp burasını mescit haline getirmişlerdi, işte bu yüzden onları sopalayıp dövdüm." dedi.

 

Muhammed b. Abdülmelik bundan sonra Afşin'e yanında bulundurduğu, altın ve cevherlerle süslü ve içerisinde Allah'a karşı inkar ve küfür mahiyetinde malumatın bulunduğu kitabın ne olduğunu sordu.

 

Afşin bu kitap hakkında şu cevabı verdi: "Bu kitap bana atalarımdan miras kaldı, içerisinde ise İran kültürüne ve Mecusilik dinine ait bilgiler bulunmaktadır. Ben bunların sadece kültürle ilgili olanlarından faydalanıyorum, küfrü gerektiren diğer kısımları terk ediyorum. Kitabın süs ve zinetine gelince, ben bu kitabı süslü olarak buldum ve bu süsleri kitaptan çıkarıp silmeye ihtiyaç hissetmedim. Böyle bir kitabın yanımda bulunmasının beni İslam.. dininden çıkaracağım da sanmıyorum."

 

Bundan sonra Muhammed b. Abdülmelik'in huzuruna Mübez çıktı ve şöyle dedi: "Bu adam boğularak öldürülmüş hayvan eti yiyor, beni de bu etten yemeğe zorluyor, ayrıca bu etin boğazlanmış hayvan etinden daha taze olduğunu iddia ediyor. Bir gün bana şunları söyledi: ''Ben onların (Müslümanların) yüzünden hoşlanmadığım her şeyin içerisine düştüm; hatta zeytin yağı yedim, deve ve katıra bindim, fakat şu ana kadar benden bir tüy bile düşmüş değil, yani kasık tıraşı yapmadım ve sünnet de olmadım.''"

Bunun üzerine Afşin bir Mecusi (ateşperest) olan ve daha sonra el-Mütevekkil döneminde Müslümanlığı kabul eden Mübez için: "Söyleyin bana; bu adam kendi dini içerisinde güvenilir bir kimse midir?" dedi. Orada hazır bulunanlar: "Hayır." cevabım verdiler. Afşin: "Öyle ise O'nun şahitliğini kabul etmenin manası nedir?" karşılığım verdi, sonra Mübez'e dönerek: "Ben seni kendime yaklaştırıp sırlarıma ortak etmedim mi?" dedi. Mübez: "Evet, ettin." deyince de: "O halde sana verdiğim sırları ifşa edip yaydıktan sonra, artık ne kendi dininde güvenilir birisi olabilirsin ve ne de ahdinde duran iyi bir kimse olabilirsin?" dedi.

 

Bu defa ortaya Merzuban atıldı ve Afşin'e: "Kendi memleketinin ahalisi sana mektup yazdıklarında nasıl hitap ederler?" diye sordu. Afşin: "Söylemem." dedi. Bunun üzerine Merzuban: "ÜşrUsene dili ile şöyle, şöyle yazmazlar mı?" dedi. Afşin: "Evet, öyle yazarlar." karşılığım verdi. Merzuban:

 

"Bu cümlelerin Arapça tercümesi: ''Kulu falanın oğlu falandan ilahların ilahına'' demek değil midir?" diye sordu Afşin'in: "Evet, öyledir." cevabım vermesi üzerine de Muhammed b. Abdülmelik ez-Zeyyat: "İşte Müslümanlar buna tahammül edemezler, Firavun'a geride ne bıraktın?" dedi. Bu iddialar karşısında kendisini savunan Afşin de şunları söyledi: "Onlar babama, dedeme ve Müslüman olmazdan önce bana bu şekilde hitap ederlerdi. Nihayet kendimi onlara karşı küçültüp bana olan itaatlerini bozup eksiltmek istemedim, bu yüzden de hitap tarzlarına karşı çıkmadım. "

 

Son olarak ortaya Mazyar b. Karin çıktı ve orada hazır bulunanlar Afşin'e: "Sen Mazyar'a mektup yazdın mı?" diye sordular. Afşin: "Hayır, yazmadım." cevabım verdi. Sonra Mazyar'a dönüp: "Afşin sana mektup yazdı mı?" diye sordular. Mazyar: "Evet, Afşin'in kardeşi (Haş) kardeşim Kuhyar'a bir mektup yazıp şunları söyledi: ''Bu dine (Mecusiliğe) senden, benden ve Babek'ten başka yardım edecek kimse yoktur. Babek akılsızlığının kurbam oldu ve ölümüne kendisi sebep oldu. O.'nu ölümden kurtarmak için çok gayret sarfettim, fakat ahmaklığı yüzünden direnip kendisini ölüme attı. Eğer halifeye karşı isyana kalkışırsan yardımına benden başka kimse gelmez. Şu anda süvariler ve kahramanlar benimle beraber bulunmaktadırlar. Eğer senin bulunduğun tarafa doğru yürürsem ortada Araplar, Megaribe (Mısırlı askerler) ve Türklerden başka bizimle savaşacak hiç kimse kalmaz. Arap milleti köpek gibidir, önüne bir ekmek kırıntısı atarım ve kafasına çomakla vururum. Meğaribe baş yiyici kişilerdir. Türklere gelince, onların işini bitirmek ellerindeki okların tükenmesine bağlıdır ve bir anlık meseledir. Ayrıca süvarilerimiz üzerlerine bir hamle yapmak suretiyle başlarından girip sonlarından çıkarak onları yok ederler. Böylece Mecusilik dini Acemlerin dönemindeki gibi eski haline dönmüş olur.''"

 

Mazyar'ın bu iddiasını reddeden Afşin şunları söyledi: "Bu adam (Mazyar) kardeşimin kardeşine mektup yazdığım iddia ediyor. Bu beni ilgilendiren bir husus değildir. Eğer Mazyar'a mektup yazarak kendi yanıma çekip, bana olan güvenini sağladıktan sonra da ensesinden tutup halifeye teslim ederek Abdullah b. Tahir'in yaptığı gibi halifenin katında itibar sahibi olmayı düşünseydim, işte bu yadırganmazdı." Afşin'in bu sözlerine öfkelenen Ahmed b. Ebi Du'ad O'nu azarladı, bunun üzerine de Afşin: "Sen omuzuna koyduğun şalı kaldırıp tekrar yerine koyuncaya kadar bir grup kimsenin camna kıyar, öldürürsün." diyerek karşılık verdi.

 

Bundan sonra Ahmed b. Ebi Du'ad Afşin'i: "Sen temiz (sünnetli) misin?" diye sordu, Afşin da: "Hayır." cevabım verdi. Ahmed b. Ebi Du'ad:

 

"Seni sünnet olmaktan meneden şey nedir? Müslümanlık ancak sünnet olmak ve diğer necasetlerden temizlenmekle tamam olur." dedi. Bunun üzerine Afşin, Ahmed b. Ebi Du'ad'a: "İslam'da takıyye (inanç ve düşüncelerini gizli tutmak) yok mudur?" diye sordu, o da: "Evet, vardır." diyerek karşılık verdi. Afşin:

 

"İşte ben ölüm tehlikesinden korktuğum için vücudumun bu kısırum kesmekten (sünnet olmaktan) çekiniyorum." cevabım verdi. Ahmed b. Ebi Du'ad'ın:

 

"Savaş esnasında sana bunca süngü dürtülüp kılıç vuruluyor, bunlar senin savaşa katılmana engelolmuyor da, sünnet mahallinden bir derinin kesilmesi mi seni ürkütüp korkutuyor." demesi üzerine de Afşin: "Savaş esnasında süngülenmem ve kılıç darbeleri yemem savaşın gerektirdiği bir zarurettir, buna sabredebilirim; ama sünnet öyle bir şeydir ki bunda acı çekmeyi kendim davet ediyorum." karşılığım verdi.

 

Bu muhakeme ve soruşturma sonunda Ahmed b. Ebi Du'ad yanında bulunan heyete: "Nihayet Afşin'in durumu aydınlığa kavuştu." dedi ve Büyük Boğa'ya dönerek Afşin'i alıp götürmesini söyledi. Bunun üzerine Boğa, Afşin'in kemerinden şiddetle kavrayıp kendisine doğru çekti ve kaftanının yakasından tutup bu vaziyette tekrar hapishaneye götürdü.

 

 

 

ÇEŞİTLİ OLAYLAR

 

Bu yıl el-Mu'tasım beraberindeki Şakiriyyeli kimselerin üzerine saldıran Ca'fer b. Dinar'a öfkelendi ve Eşnas'ın yanında on beş gün hapsetti, ayrıca Yemen Valiliği'nden azledip yerine İtah'ı tayin etti. Fakat daha sonra el-Mu'tasım Cafer b. Dinar'ı bağışlayıp affetti.

Yine bu yıl el-Mu'tasım, Afşin'i Muhafız Birliği (el-hares) Kumandanlığı'ndan azletti ve yerine İshak b. Yahya b. Muaz'ı getirdi.

 

Bu yıl Şaban 225 (Haziran 840) ayında Endülüs Emiri Abdurrahman kalabalık bir orduyla müşriklerin memleketlerine yürüdü ve Cillikıye (Galicia) ülkesine gelerek burada pek çok kaleyi fethetti, bu ülke topraklarında dolaşarak tahribatlar yaptı, esirler aldı ve ganimetler ele geçirdi, ayrıca bir hayli kimseyi de öldürdü. Bu savaşı bir hayli uzatan Abdurrahman daha sonra Kurtuba'ya döndü.

 

Bu yıl hac işlerini Muhammed b. Davud idare etti.

 

Asıl adı Kasım b. İsa olan Ebu Dülef el-İcli ile salih bir kişi olan ve asıl ismi Salih b. İshak olarak bilinen nahiv alimi Ebu Amr el-Cermi bu yıl vefat ettiler.

 

Doksan üç yıl yaşayan, megazi ve eyyamü'l-Arap konusunda bir hayli kitabı bulunan Ebu'I-Hasen Ali b. Muhammed b. Abdullah el-Meda'ini de bu yıl vefat etti. Aslında Ebu'I-Hasan Basralı idi, fakat Medain'de ikamet ettiği için kendisine ''el-Meda' ini'' nisbesi verildi.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

HİCRETİN İKİ YÜZ YİRMİ ALTINCI YILI OLAYLARI (M. 840-841)