İBNÜ’L-ESİR |
5. CİLT |
ME'MUN'UN
BAZI HAYAT HİKAYELERİ ve MENKIBELERİ
Muhammed
b. Salih es-Serahsi anlatıyor:
Me'mun
Suriye'de bulunduğu sırada adamın biri bir kaç defa yolunu keserek O'na: "Ey
Mü'minlerin Emıri! Horasan'ın Acemlerini gözettiğin gibi biraz da Suriye'nin
Araplarını gözet." dedi. Bunun üzerine Me'mun O'na:
"Artık
çok ısrar ettin." dedi ve şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim ki,
Kayslıları atlarının sırtlarından indirdim, ama hazinemde bir dirhem olsun
bırakmadım. (Me'mun bununla İbn Şebes el-Amiri'nin çıkardığı karışıklığı
kastediyor). Yemenlilere gelince; Allah'a yemin ederim ki, hiç bir zaman ne
onlar beni sevdi ve ne de ben onları sevdim. Kudaalılar ise taraftarlarından olmak
için Süfyanileri gözetmektedirler. Rabi'a Kabilesi de Allah, peygamberi
Muhammed (-sav-)'i Mudar Kabilesi'nden seçip gönderdiği günden beri Rabb'lerine
karşı kızgındırlaL Başkaldıran her iki kişiden birisi mutlaka fitne ve
karışıklığı körüklemiştiL Allah'ından bul ve benden uzaklaş."
Sa'id
b. Ziyad anlatıyor:
"Me'mun
Şam Şehri'nde bulunduğu sırada yanına gittiğimde, benden Resulullah (-sav-)'ın
yazmış olduğu mektubu kendisine gösterınemi istedi. Mektubu kendisine
gösterdiğimde şöyle dedi: ''Şu mührün üzerindeki kılıfın ne olduğunu öğrenmek
istiyorum.'' Bunun üzerine el-Mu'tasım Me'mun'a: ''Bu kılıfın ne olduğunu
öğrenmek istiyorsan, düğümü çözmen gerekiL'' dedi. Bu durum karşısında Me'mun
şöyle karşılık verdi: ''Bu düğümü düğümleyenin Resulullah (-sav-) olduğunda
şüphe etmiyorum ve Resulullah'ın düğümlediği bir düğümü doğrusu çözemem.''
Bundan sonra Me'mun el-Vasık'a dönerek şöyle dedi: ''Bu mektubu al ve güzlerine
sür; belki bu mektup sayesinde Allah sana şifa bahşedeL'' Me'mun kendisi de
Resulullah'ın bu mektubunu gözlerine sürdü ve ağladı."
İshak
b. İbrahim'in yakın arkadaşı el-Ayşi anlatıyor:
"Ben
Me'mun ile birlikte Şam Şehri'nde bulunuyordum. Bu sırada Me'mun'un pek malı
kalmamıştı; sıkıntıya düşmüş, içinde bulunduğu bu sıkıntılı durumu da kardeşi
el-Mu'tasım'a bildirmişti. Bunun üzerine el-Mu'tasım, kardeşine bir mektup
gönderdi ve şöyle dedi: ''Ey Müminlerin Emiri! Mala ihtiyacın olduğunu
sanıyorum, istediğin mal cumadan sonra eline geçmiş olacaktıL'' el-Mu'tasım
kardeşi için valilik görevini üstlendiği bölgelerin haraç mallarından otuz
milyon dirhem gönderdi. Me'mun kendisine gönderilen malların (dirhemlerin)
gelmesi üzerine Yahya b. Eksem'e şöyle dedi: ''Haydi beraber çıkalım ve gelen
dirhemlere bakalım.'' Bunun üzerine birlikte çıktılar ve gelen dirhemlere
baktılar. Gönderilen dirhemler gayet güzel hazırlanmış ve bunları getiren
develer güzelce süslenmişti. Me'mun'un gözüne güzel bir şey ilişti ve onu
gözünde çok büyütüp çok sevindi. Halk ise hayretler içinde Me'mun'a bakıyordu.
Me'mun el-Ayşi'ye dönerek: ''Ey Ebu Muhammed! Arkadaşlarımız eli boş ve umutsuz
bir vaziyette geri dönerlerken bizim bu dirhemleri alarak çekip gitmemiz
cimrilik ve alçaklık olur.'' dedi. Bundan sonra Muhammed b. Yezdad'ı çağırdı ve
O'na: ''Falanın ailesine bir milyon dirhem, falanın ailesine bir o kadar ve
falanın ailesine de bir o kadar dirhem veL'' dedi. Böylece bir ayağı bineğinin
özengisi üzerinde iken tam yirmi dört milyon dirhem dağıttı. Sonra Muhammed b.
Yezdad'a dönerek, geri kalan kısmı askerlere verilmek üzere el-Mu'alla'ya
teslim etmesini söyledi."
el-Ayşi
diyor ki:
"Tam
bu sırada Me'mun'un gözlerinin önüne dikildim ve O'nunla Muhammed b. Yezdad'a
bakmağa başladım. Beni bu durumda gören Me'mun Muhammed b. Yezdad'a dönerek: ''Şuna
da elli bin dirhem veL'' dedi. Ben bu elli bin dirhemi kısa bir müddet
içerisinde teslim aldım."
Muhammed
b. Eyyub b. Cafer b. Süleyman anlatıyor:
"Basra'da
Temim b. Sa'doğulları'ndan şair ve zarif bir kişi vardı, fakat kendisi
yadırganacak kadar çirkindi. Ama buna rağmen ben kendisiyle ünsiyet eder ve onu
kendim için tatlı bulurdum. Bir gün kendisine: ''Sen şair ve zarif bir
kimsesin, Me'mun ise yağmurlu buluttan daha cömerttiL O'nun yanına gitmene
engelolan nedir?'' dedim. Adam: ''Me'mun'un yanına gidecek kadar imkanını
yok.'' şeklinde konuştu. Bunun üzerine ona: ''Senin için bir binek devesi ile
biraz harçlık verebilirim.'' dedim ve kendisine iyi bir binekle birlikte üç yüz
dirhem verdim. Nihayet bu adam recez bahrinden kısa bir urcuze (nazım türü)
hazırladı ve Me'mun'un yanına gitti."
Basralı
bir şair adam anlatıyor:
"Selagus'ta
bulunan Me'mun'un yanına gelir gelmez elbisemi giydim ve ordugahta kendisini
aramağa başladım. Tam bu sırada güzel bir katır üzerinde sakalının saçları
kırlaşmış bir adamla karşılaştım. Bu arada, yazmış olduğum urcuzenin beyit ve
mısralarını tekrarlıyordum. Karşılaştığım bu adam bana selam verdi ve ben de
selamına karşılık verdim. Sonra bu adam benden durup beklememi istedi, ben de
onun isteğine uyarak beklemeğe başladım. Bu esnada ondan misk ve amber kokusu
yayılıyordu. Bana neseben bağlı olduğum ilk kabileyi sordu. Mudar Kabilesi'nden
olduğumu söyledim. ''Ben de Mudar Kabilesi'ndenim.'' dedi. Bundan sonra ikinci
derecede mensup olduğum kabileyi sordu. Teymoğulları'na mensup olduğumu
söyledim. Bana Teymoğulları'ndan sonra üçüncü derecede mensup bulunduğum
kabileyi sordu ve ben kendisine Sa'doğulları'ndan olduğumu söyledim. Sonra
buraya geliş sebebimi sordu. Ben cömertlik ve eli açıklık bakımından
kendisinden daha üstün birisini duymadığım bu hükümdarı (halifeyi) görmek için
geldiğimi ifade ettim. Bu defa bana bu hükümdarın yanına ne maksatla geldiğimi
sordu. Ben, söylenmesi ağızlara tat veren ve dinleyenlerin kulaklarına hoş
gelen güzel bir şiiri sunmak için geldiğimi beyan ettim. Yazdığım bu şiiri
kendisine okumamı istedi. Bu şiir ile halifeyi methetmek istediğimi kendisine
bildirdiğim halde, hala şiiri kendisine okumamı istemesi üzerine öfkelendim ve
ona ''köle'' manasına gelen ''rakik'' yerine ''rekik'' kelimesiyle hitap ettim.
Bu arada onu oyalayarak cevap vermekten kaçındım. Sonra bana: ''Halifeye
sunacağın bu methiye karşılığında ne bekliyorsun?'' dedi. Ben: ''Eğer bana
anlatılan gibiyse bin dinar bekliyorum.'' karşılığım verdim. Bunun üzerine:
''Eğer şiirini beğenir, sözlerini tatlı bulursam sana bin dinar veririm ve
ayrıca süngü ve okla donatılmış on bin muhafızın arasından sıyrılıp halifeye
ulaşıncaya kadar gidip gelme külfetinizi ve yorgunluğunuzu gideririm.'' dedi.
Ben: ''Allah adına benim için bunu yapar mısınız?'' diye sordum. Adam: ''Evet,
Allah adına bunu senin için yaparım.'' cevabını verdi. Bunun üzerine yazmış
olduğum şiiri kendisine okudum. Bu şiirin meali şöyledir:
''Ey
kıymetli ihsanların ve yüksek payenin sahibi,
Ve
büyük ordunun kumandanı olan Me'mun! Hiç Ebu Hanife'nin fikhından daha zarif
bir urcüseye sahip oldun mu?
Hayır,
yeryüzünde halifesi olduğun Allah'a yemin ederim ki hayır ...
Topraklarımızda
yaşayan hiç bir zayıf kimse zulme uğramamıştır, emirimiz olan halifenin geçimi
sade ve basittir.
Çünkü
O maaştan başka hiç bir şey edinmemiştir, ayrıca O'nun döneminde kurt ile kuzu
aynı çatı altında beraber yaşamıştır ... Ve hırsız ile tacir aynı kadife
kumaştan giyinmiştir.''
Allah'a
yemin ederim ki, çok geçmeden ufku on bin civarında süvari kapladı ve hepsi de
yanımdaki bu adama: ''Allah'ın rahmeti; bereketi ve selamı üzerinize olsun.''
diyerek selamladı. İşte bu anda yanımdaki adamın halife Me'mun olduğunu
anlayınca korkumdan titremeğe başladım. Beni bu durumda gören Me'mun:
''Kardeşim korkma, sana herhangi bir zarar gelmeyecektir.'' dedi. Bunun
üzerine: ''Ey Müminlerin Emlri! Canım sana feda olsun, Araplardan 'kaf'' harfmi
'kaf' harfinin yerine kullanan kimlerdir.'' dedim; Me'mun: ''Hımyerlilerdir.''
karşılığını verdi. Bunun üzerine: ''Allah Himyerliler ve bugünden sonra bu dili
kullananlara lanet etsin.'' dedim.
Benim
bu sözüm üzerine Me'mun güldü ve yanımda bulunan hadimine dönerek: ''Yanında
bulunanları bu adama ver.'' dedi. Bunun üzerine hadim içinde üç bin dinar
bulunan bir kese çıkardı ve bana uzattı. Bu keseyi alarak oradan uzaklaştım ve
yoluma devam ettim."
(Bu
adamın Me'mun'a, ''kaf'' yerine ''kef'' harfini kullananları sorması hadisenin
başında da geçtiği üzere, ''Ey rakık'' diyeceği yerde ''Ey rekik'' demiş
olmasından ileri geliyordu.)
Umare
b. Akil anlatıyor:
"Ben
Me'mun'a yüz beyitlik bir kaside okumuştum. Beytin başını okur okumaz beytin
sonunu tıpkı benim kafiyelediğim gibi hemen kafiyelendiriyordu. Bunun üzerine:
''Ey Müminlerin Emıri! Allah'a yemin ederim ki, bu kasideyi benden henüz hiç
bir kimse işitmedi.'' dedim. Me'mun bana dönerek:
''Evet,
kafiyelerin böyle olması gerekir.'' dedi ve şunu ilave etti: ''Sen Ömer b. Ebi
Rebi'a'nın yazdığı bir kasideyi Abdullah b. Abbas'a okuduğunu duymadın mı?
Ömer, kasidesinin bir beytinde: ''Yarın komşumuzun yurdu bizden
uzaklaşacaktır.'' mısraını söylediği zaman Abdullah b. Abbas: ''Bu yurt
yarından sonra daha da uzaklaşacaktır.'' karşılığım vermiş, hatta Ömer yazmış
olduğu kasidenin beyitlerini okudukça, Abdullah b. Abbas okuduğu beyitlerin
sonunu ondan önce kafiyelendirmişti. İşte ben bu adamın (Abdullah b. Abbas'ın)
neslindenim.'' "
Anlatıldığına
göre Me'mun şu mealde bir şiir söylemiştir: ''Ben seni arayıcı olarak gönderdim,
sen ise bir bakış kazandın, hatta beni gaflete düşürdüğün için sana kötü zanda
bulundum.
Ben
uzaklaştırılmış olduğum halde, sen benim sevdiğim kimseye gizlice fisıldadın;
keşke sana yaklaşmanın faydasız olduğunu bilseydim!
Ben
senin gözlerinde onun apaçık izlerini görüyorum; çünkü gözlerin onun gözünden
güzellik kapmıştır.''
Bir
rivayete göre Me'mun söylemiş olduğu bu şiirin manası (mazmum)m Abbas b.
el-Ahnef'in söylediği şu mealdeki şiirinden almıştır:
''Her
ne kadar gözlerim sevgiliden yana bahtsız ise de, mutlaka aramızdaki elçimin
gözleri mutludur ve ben bu sayede haber elde etmekteyim.
Her
ne vakit elçim onun yanından bana gelse, bakışlarımı bilerek gözlerinin üzerine
çeviririm ve kendisine derim ki:
Ey
elçi; göz bebeğimi eğreti olarak al, bununla bak ve gözlerime hükmet.''
Rivayet
edildiğine göre, bir gün el- Yezidi içine düşmüş olduğu borçtan Me'mun'a
şikayette bulundu. Bunun üzerine Me'mun el- Yezidi'ye: "Bugünlerde yanımda
istediğine yetecek miktarda sana verebileceğim bir şey yok." karşılığım
verdi. Fakat el- Yezidi tekrar halini arzetti ve: "Ey Müminlerin Emiri!
Alacaklılar beni fena halde sıkıştırıyorlar." dedi. Bu defa Me'mun
el-Yezidi'ye: "İşine yarayacak bir başka çare ara." dedi. Bunun
üzerine el- Yezidi Me'mun'a şöyle dedi: "Senin bir çok nedimin vardır,
bunların içerisinden harekete geçirdiğin takdirde bana faydalı olacaklar
bulunmaktadır." el-Yezidi'nin bu sözü karşısında Me'mun O'nun için
nedimlerini harekete geçirmeyi kabul etti. Bu arada el-Yezidi Me'mun'a şöyle
bir plan teklif etti: "Nedimlerin yanına geldikleri zaman, yazdığım
pusulayı sana getirmesi için falan hadimine emir verirsin; bu pusulayı onlara
okuduktan sonra bana birisini gönderirsin ve bana iletmesi için ona şunu
söylersin: ''Şu anda el-Yezidl'nin yanıma girmesi mümkün değildir, hoşlandığı
birisini kendisi için seçip beğensin.'' Me'mun el-Yezidl'nin bu planını
uygulamayı kabul etti. el- Yezidi Me'mun ve nedimlerinin işret için
toplandıklarını öğrenip içtikleri şarabın tesiriyle sarhoş olduklarını anladıktan
sonra Me'mun'un kapısına geldi ve içeri girerek pusulayı Me'mun'un hadimine
verdi. Bu pusulada şu mealdeki mısralar yazılıydı:
''Ey
hayırlı arkadaşlarını ve dostlarım! Şu tufeyU kapıda beklemektedir.
Kendisine
buradakilerin zevk ve sefa içerisinde eğlendikleri ve herkesin bu eğlenceye
koşuştukları haber verilmiştir. 0, kendisini bizden biri kılmamızı veya
akranından birisini yanına göndermemizi istemektedir.''
Me'mun
pusuladaki yazıyı nedimlerine okuyunca onlar şöyle dediler: ''Biz bu halde iken
O'nun yanımıza gelmesi uygun değildir.'' Bunun üzerine plan gereği Me'mun el-
Yezidi'ye birisini gönderdi ve bu vakitte yanlarına girmesinin uygun olmadığım,
ayrıca kendisi için sevdiği birisini tercih edip seçmesini bildirdi. el-Yezidi
bunun üzerine: ''Ben ancak Abdullah b. Tahir'i isterim.'' deyince Me'mun
el-Yezidi'nin isteği üzerine Abdullah b. Tahir'e: ''Seni tercih edip beğendi,
O'nun yanına gitmelisin.'' dedi. Bunun üzerine Abdullah: ''Ey Müminlerin Emiri!
Ben bir tufeyli ile nasıl bir araya gelirim?'' dedi. Me'mun Abdullah'a: ''Ebu
Muhammed el-Yezidl'yi reddedip geri çevirmek mümkün değildir. Arzu edersen
yanına gidersin, aksi takdirde kendini fidye ile kurtarırsın.'' deyince
Abdullah: ''O halde on bin dirhem vereyim.'' dedi. Me'mun ise: ''O, buna kanaat
etmez.'' diye karşılık verdi. Nihayet Abdullah, Me'mun: ''O kanaat etmez.''
dedikçe, her defasında on bin dirhem artırarak yüz bin dirheme çıkardı. Me'mun,
Abdullah'tan bu iş için acele etmesini istedi ve Abdullah vekiline yüz bin
dirhemin verilmesi ile ilgili bir mektup yazdı, ayrıca onunla birlikte bir de
elçi gönderdi. Bu arada Me'mun elYezidi'ye birisini gönderdi ve şöyle dedi:
''Şu anda yüz bin dirhemi alıp gitmen senin yararınadır, çünkü Abdullah
pişmanlık duyarak cayabilir.''"
Umare
b. Akil anlatıyor:
"Bir
gün Abdullah b. Ebi's-Sımt bana şöyle dedi: ''Sen Me'mun'un şiir bilmediğini
biliyor musun?'' Bunun üzerine ben: ''Me'mun'dan daha iyi şiirden anlayan kim
var? Allah'a yemin ederim ki, bir beytin baş kısmını okuduğumuz zaman O, bu
beytin son kısmını bizden önce okurdu. Bir ara yazmış olduğum güzel bir beyti
kendisine okudum, fakat okuduğum bu bey it karşısında hiç bir hareket
göstermedi.'' şeklinde konuştum. Bunun üzerine Abdullah b. Ebi's-Sımt, Umare'ye
okuduğu bu beyti sordu. Umare okuduğu beytin şu mealde olduğunu söyledi:
''Doğru
yolun imamı (halifesi) Me'man din ile meşgulolurken halk dünya ile
meşgulolmaktadır.''
Bunun
üzerine Abdullah b. Ebi's-Sımt, Umare b. Akli'e şunları söyledi: ''Allah'a
yemin ederim ki, sen hiçbir şey yapmamışsın. Keşke bir kısım beyitler daha
ilave ederek Me'mun'u namaz kıldığı mahalde oturan ihtiyar kadın yerine
koysaydın! Dünya halkası boynuna geçen Me'mun dünya işlerinden uzaklaşırsa, bu
işleri kim yerine getirecek? Keşke dedem Cerir'in, Abdülaziz b. Velid hakkında
söylediği gibi söyleseydin!''"
Cerir'in
Abdülaziz hakkında söylediği beyit şöyledir:
''Ne
o dünyadaki nasibini zayi eder ve ne de dünya malı onu dininden uzaklaştınr.''
Bu
beyti duyan Umare b. Akil: "İşte şimdi hata ettiğimi anladım." dedi.
Ebu'l-Abbas Ahmed b. Abdullah b. Ammar anlatıyor:
"Me'mun
Hz. Ali (R.A.)'nin soyundan gelenlere (Alevilere) karşı çok temayül gösterir ve
onlara ihsanda bulunurdu. Me'mun'un onlarla olan hikayeleri çok meşhurdur.
Me'mun
bunu zorlanarak değil, tabii olarak yapardı. O'nun Hz. Ali (R.A.)'nin
nesebinden gelenlere gösterdiği ilginin bir örneği şudur:
Yahya
b. Hüseyn b. Zeyd b. Ali b. Hüseyn, Me'mun'un halifeliği döneminde vefat
etmişti. Me'mun Yahya'nın cenaze namazında bizzat hazır bulunmuş ve halkı
hayrete düşürecek derecede ölümüne üzülmüştü. Daha sonra Mansur'un amcası
Süleyman b. Ali b. Abdullah b. Abbas'ın kızı Zeyneb'in bir erkek evlMı vefat
etmişti. Me'mun onun için bir kefen yollamış, ayrıca kardeşi Salih'i de onun cenaze
namazım kılmak ve annesi Zeyneb'i taziye etmek için göndermişti; çünkü
Zeyneb'in Abbasiler nezdinde çok büyük bir itibarı vardı. Salih Zeyneb'in
yanına geldi ve baş sağlığında bulundu ayrıca Me'mun'un cenaze namazına
katılmamasından dolayı özür diledi. Me'mun'un bu hareketine öfkelenen Zeyneb
torununa: ''Öne geç, babanın namazım kıldıL'' dedi ve:
''Biz
O'nu gümüş sanarak eritip kalıba dökmüştük, ama körük demirin pasını ortaya
çıkardı.'' mealindeki şiiri temsil getirerek Salih'e şunları söyledi: ''Yanına
geri döndüğün zaman kardeşin Me'mün'a benim şu sözlerimi ilet: 'Ey kazanların
oğlu (kazan sıyırıcı)! Eğer ölen Yahya b. Hüseyn b. Zeyd olsaydı, eteğini
ağzına kor ve cenazesinin arkasından koşardın. '' "
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
EBU İSHAK
el-MU'TASIM'IM HALİFE OLMASI