İBNÜ’L-ESİR

5. CİLT

HİCRİ 218.YIL       ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

ME'MUN'UN BAZI HAYAT HİKAYELERİ ve MENKIBELERİ

 

Muhammed b. Salih es-Serahsi anlatıyor:

 

Me'mun Suriye'de bulunduğu sırada adamın biri bir kaç defa yolunu keserek O'na: "Ey Mü'minlerin Emıri! Horasan'ın Acemlerini gözettiğin gibi biraz da Suriye'nin Araplarını gözet." dedi. Bunun üzerine Me'mun O'na:

 

"Artık çok ısrar ettin." dedi ve şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim ki, Kayslıları atlarının sırtlarından indirdim, ama hazinemde bir dirhem olsun bırakmadım. (Me'mun bununla İbn Şebes el-Amiri'nin çıkardığı karışıklığı kastediyor). Yemenlilere gelince; Allah'a yemin ederim ki, hiç bir zaman ne onlar beni sevdi ve ne de ben onları sevdim. Kudaalılar ise taraftarlarından olmak için Süfyanileri gözetmektedirler. Rabi'a Kabilesi de Allah, peygamberi Muhammed (-sav-)'i Mudar Kabilesi'nden seçip gönderdiği günden beri Rabb'lerine karşı kızgındırlaL Başkaldıran her iki kişiden birisi mutlaka fitne ve karışıklığı körüklemiştiL Allah'ından bul ve benden uzaklaş."

 

Sa'id b. Ziyad anlatıyor:

 

"Me'mun Şam Şehri'nde bulunduğu sırada yanına gittiğimde, benden Resulullah (-sav-)'ın yazmış olduğu mektubu kendisine gösterınemi istedi. Mektubu kendisine gösterdiğimde şöyle dedi: ''Şu mührün üzerindeki kılıfın ne olduğunu öğrenmek istiyorum.'' Bunun üzerine el-Mu'tasım Me'mun'a: ''Bu kılıfın ne olduğunu öğrenmek istiyorsan, düğümü çözmen gerekiL'' dedi. Bu durum karşısında Me'mun şöyle karşılık verdi: ''Bu düğümü düğümleyenin Resulullah (-sav-) olduğunda şüphe etmiyorum ve Resulullah'ın düğümlediği bir düğümü doğrusu çözemem.'' Bundan sonra Me'mun el-Vasık'a dönerek şöyle dedi: ''Bu mektubu al ve güzlerine sür; belki bu mektup sayesinde Allah sana şifa bahşedeL'' Me'mun kendisi de Resulullah'ın bu mektubunu gözlerine sürdü ve ağladı."

 

İshak b. İbrahim'in yakın arkadaşı el-Ayşi anlatıyor:

 

"Ben Me'mun ile birlikte Şam Şehri'nde bulunuyordum. Bu sırada Me'mun'un pek malı kalmamıştı; sıkıntıya düşmüş, içinde bulunduğu bu sıkıntılı durumu da kardeşi el-Mu'tasım'a bildirmişti. Bunun üzerine el-Mu'tasım, kardeşine bir mektup gönderdi ve şöyle dedi: ''Ey Müminlerin Emiri! Mala ihtiyacın olduğunu sanıyorum, istediğin mal cumadan sonra eline geçmiş olacaktıL'' el-Mu'tasım kardeşi için valilik görevini üstlendiği bölgelerin haraç mallarından otuz milyon dirhem gönderdi. Me'mun kendisine gönderilen malların (dirhemlerin) gelmesi üzerine Yahya b. Eksem'e şöyle dedi: ''Haydi beraber çıkalım ve gelen dirhemlere bakalım.'' Bunun üzerine birlikte çıktılar ve gelen dirhemlere baktılar. Gönderilen dirhemler gayet güzel hazırlanmış ve bunları getiren develer güzelce süslenmişti. Me'mun'un gözüne güzel bir şey ilişti ve onu gözünde çok büyütüp çok sevindi. Halk ise hayretler içinde Me'mun'a bakıyordu. Me'mun el-Ayşi'ye dönerek: ''Ey Ebu Muhammed! Arkadaşlarımız eli boş ve umutsuz bir vaziyette geri dönerlerken bizim bu dirhemleri alarak çekip gitmemiz cimrilik ve alçaklık olur.'' dedi. Bundan sonra Muhammed b. Yezdad'ı çağırdı ve O'na: ''Falanın ailesine bir milyon dirhem, falanın ailesine bir o kadar ve falanın ailesine de bir o kadar dirhem veL'' dedi. Böylece bir ayağı bineğinin özengisi üzerinde iken tam yirmi dört milyon dirhem dağıttı. Sonra Muhammed b. Yezdad'a dönerek, geri kalan kısmı askerlere verilmek üzere el-Mu'alla'ya teslim etmesini söyledi."

 

el-Ayşi diyor ki:

 

"Tam bu sırada Me'mun'un gözlerinin önüne dikildim ve O'nunla Muhammed b. Yezdad'a bakmağa başladım. Beni bu durumda gören Me'mun Muhammed b. Yezdad'a dönerek: ''Şuna da elli bin dirhem veL'' dedi. Ben bu elli bin dirhemi kısa bir müddet içerisinde teslim aldım."

 

Muhammed b. Eyyub b. Cafer b. Süleyman anlatıyor:

 

"Basra'da Temim b. Sa'doğulları'ndan şair ve zarif bir kişi vardı, fakat kendisi yadırganacak kadar çirkindi. Ama buna rağmen ben kendisiyle ünsiyet eder ve onu kendim için tatlı bulurdum. Bir gün kendisine: ''Sen şair ve zarif bir kimsesin, Me'mun ise yağmurlu buluttan daha cömerttiL O'nun yanına gitmene engelolan nedir?'' dedim. Adam: ''Me'mun'un yanına gidecek kadar imkanını yok.'' şeklinde konuştu. Bunun üzerine ona: ''Senin için bir binek devesi ile biraz harçlık verebilirim.'' dedim ve kendisine iyi bir binekle birlikte üç yüz dirhem verdim. Nihayet bu adam recez bahrinden kısa bir urcuze (nazım türü) hazırladı ve Me'mun'un yanına gitti."

Basralı bir şair adam anlatıyor:

 

"Selagus'ta bulunan Me'mun'un yanına gelir gelmez elbisemi giydim ve ordugahta kendisini aramağa başladım. Tam bu sırada güzel bir katır üzerinde sakalının saçları kırlaşmış bir adamla karşılaştım. Bu arada, yazmış olduğum urcuzenin beyit ve mısralarını tekrarlıyordum. Karşılaştığım bu adam bana selam verdi ve ben de selamına karşılık verdim. Sonra bu adam benden durup beklememi istedi, ben de onun isteğine uyarak beklemeğe başladım. Bu esnada ondan misk ve amber kokusu yayılıyordu. Bana neseben bağlı olduğum ilk kabileyi sordu. Mudar Kabilesi'nden olduğumu söyledim. ''Ben de Mudar Kabilesi'ndenim.'' dedi. Bundan sonra ikinci derecede mensup olduğum kabileyi sordu. Teymoğulları'na mensup olduğumu söyledim. Bana Teymoğulları'ndan sonra üçüncü derecede mensup bulunduğum kabileyi sordu ve ben kendisine Sa'doğulları'ndan olduğumu söyledim. Sonra buraya geliş sebebimi sordu. Ben cömertlik ve eli açıklık bakımından kendisinden daha üstün birisini duymadığım bu hükümdarı (halifeyi) görmek için geldiğimi ifade ettim. Bu defa bana bu hükümdarın yanına ne maksatla geldiğimi sordu. Ben, söylenmesi ağızlara tat veren ve dinleyenlerin kulaklarına hoş gelen güzel bir şiiri sunmak için geldiğimi beyan ettim. Yazdığım bu şiiri kendisine okumamı istedi. Bu şiir ile halifeyi methetmek istediğimi kendisine bildirdiğim halde, hala şiiri kendisine okumamı istemesi üzerine öfkelendim ve ona ''köle'' manasına gelen ''rakik'' yerine ''rekik'' kelimesiyle hitap ettim. Bu arada onu oyalayarak cevap vermekten kaçındım. Sonra bana: ''Halifeye sunacağın bu methiye karşılığında ne bekliyorsun?'' dedi. Ben: ''Eğer bana anlatılan gibiyse bin dinar bekliyorum.'' karşılığım verdim. Bunun üzerine: ''Eğer şiirini beğenir, sözlerini tatlı bulursam sana bin dinar veririm ve ayrıca süngü ve okla donatılmış on bin muhafızın arasından sıyrılıp halifeye ulaşıncaya kadar gidip gelme külfetinizi ve yorgunluğunuzu gideririm.'' dedi. Ben: ''Allah adına benim için bunu yapar mısınız?'' diye sordum. Adam: ''Evet, Allah adına bunu senin için yaparım.'' cevabını verdi. Bunun üzerine yazmış olduğum şiiri kendisine okudum. Bu şiirin meali şöyledir:

 

''Ey kıymetli ihsanların ve yüksek payenin sahibi,

Ve büyük ordunun kumandanı olan Me'mun! Hiç Ebu Hanife'nin fikhından daha zarif bir urcüseye sahip oldun mu?

Hayır, yeryüzünde halifesi olduğun Allah'a yemin ederim ki hayır ...

Topraklarımızda yaşayan hiç bir zayıf kimse zulme uğramamıştır, emirimiz olan halifenin geçimi sade ve basittir.

 

Çünkü O maaştan başka hiç bir şey edinmemiştir, ayrıca O'nun döneminde kurt ile kuzu aynı çatı altında beraber yaşamıştır ... Ve hırsız ile tacir aynı kadife kumaştan giyinmiştir.''

 

Allah'a yemin ederim ki, çok geçmeden ufku on bin civarında süvari kapladı ve hepsi de yanımdaki bu adama: ''Allah'ın rahmeti; bereketi ve selamı üzerinize olsun.'' diyerek selamladı. İşte bu anda yanımdaki adamın halife Me'mun olduğunu anlayınca korkumdan titremeğe başladım. Beni bu durumda gören Me'mun: ''Kardeşim korkma, sana herhangi bir zarar gelmeyecektir.'' dedi. Bunun üzerine: ''Ey Müminlerin Emlri! Canım sana feda olsun, Araplardan 'kaf'' harfmi 'kaf' harfinin yerine kullanan kimlerdir.'' dedim; Me'mun: ''Hımyerlilerdir.'' karşılığını verdi. Bunun üzerine: ''Allah Himyerliler ve bugünden sonra bu dili kullananlara lanet etsin.'' dedim.

 

Benim bu sözüm üzerine Me'mun güldü ve yanımda bulunan hadimine dönerek: ''Yanında bulunanları bu adama ver.'' dedi. Bunun üzerine hadim içinde üç bin dinar bulunan bir kese çıkardı ve bana uzattı. Bu keseyi alarak oradan uzaklaştım ve yoluma devam ettim."

 

(Bu adamın Me'mun'a, ''kaf'' yerine ''kef'' harfini kullananları sorması hadisenin başında da geçtiği üzere, ''Ey rakık'' diyeceği yerde ''Ey rekik'' demiş olmasından ileri geliyordu.)

 

Umare b. Akil anlatıyor:

 

"Ben Me'mun'a yüz beyitlik bir kaside okumuştum. Beytin başını okur okumaz beytin sonunu tıpkı benim kafiyelediğim gibi hemen kafiyelendiriyordu. Bunun üzerine: ''Ey Müminlerin Emıri! Allah'a yemin ederim ki, bu kasideyi benden henüz hiç bir kimse işitmedi.'' dedim. Me'mun bana dönerek:

 

''Evet, kafiyelerin böyle olması gerekir.'' dedi ve şunu ilave etti: ''Sen Ömer b. Ebi Rebi'a'nın yazdığı bir kasideyi Abdullah b. Abbas'a okuduğunu duymadın mı? Ömer, kasidesinin bir beytinde: ''Yarın komşumuzun yurdu bizden uzaklaşacaktır.'' mısraını söylediği zaman Abdullah b. Abbas: ''Bu yurt yarından sonra daha da uzaklaşacaktır.'' karşılığım vermiş, hatta Ömer yazmış olduğu kasidenin beyitlerini okudukça, Abdullah b. Abbas okuduğu beyitlerin sonunu ondan önce kafiyelendirmişti. İşte ben bu adamın (Abdullah b. Abbas'ın) neslindenim.'' "

 

Anlatıldığına göre Me'mun şu mealde bir şiir söylemiştir: ''Ben seni arayıcı olarak gönderdim, sen ise bir bakış kazandın, hatta beni gaflete düşürdüğün için sana kötü zanda bulundum.

 

Ben uzaklaştırılmış olduğum halde, sen benim sevdiğim kimseye gizlice fisıldadın; keşke sana yaklaşmanın faydasız olduğunu bilseydim!

Ben senin gözlerinde onun apaçık izlerini görüyorum; çünkü gözlerin onun gözünden güzellik kapmıştır.''

 

Bir rivayete göre Me'mun söylemiş olduğu bu şiirin manası (mazmum)m Abbas b. el-Ahnef'in söylediği şu mealdeki şiirinden almıştır:

 

''Her ne kadar gözlerim sevgiliden yana bahtsız ise de, mutlaka aramızdaki elçimin gözleri mutludur ve ben bu sayede haber elde etmekteyim.

Her ne vakit elçim onun yanından bana gelse, bakışlarımı bilerek gözlerinin üzerine çeviririm ve kendisine derim ki:

Ey elçi; göz bebeğimi eğreti olarak al, bununla bak ve gözlerime hükmet.''

 

Rivayet edildiğine göre, bir gün el- Yezidi içine düşmüş olduğu borçtan Me'mun'a şikayette bulundu. Bunun üzerine Me'mun el- Yezidi'ye: "Bugünlerde yanımda istediğine yetecek miktarda sana verebileceğim bir şey yok." karşılığım verdi. Fakat el- Yezidi tekrar halini arzetti ve: "Ey Müminlerin Emiri! Alacaklılar beni fena halde sıkıştırıyorlar." dedi. Bu defa Me'mun el-Yezidi'ye: "İşine yarayacak bir başka çare ara." dedi. Bunun üzerine el- Yezidi Me'mun'a şöyle dedi: "Senin bir çok nedimin vardır, bunların içerisinden harekete geçirdiğin takdirde bana faydalı olacaklar bulunmaktadır." el-Yezidi'nin bu sözü karşısında Me'mun O'nun için nedimlerini harekete geçirmeyi kabul etti. Bu arada el-Yezidi Me'mun'a şöyle bir plan teklif etti: "Nedimlerin yanına geldikleri zaman, yazdığım pusulayı sana getirmesi için falan hadimine emir verirsin; bu pusulayı onlara okuduktan sonra bana birisini gönderirsin ve bana iletmesi için ona şunu söylersin: ''Şu anda el-Yezidl'nin yanıma girmesi mümkün değildir, hoşlandığı birisini kendisi için seçip beğensin.'' Me'mun el-Yezidl'nin bu planını uygulamayı kabul etti. el- Yezidi Me'mun ve nedimlerinin işret için toplandıklarını öğrenip içtikleri şarabın tesiriyle sarhoş olduklarını anladıktan sonra Me'mun'un kapısına geldi ve içeri girerek pusulayı Me'mun'un hadimine verdi. Bu pusulada şu mealdeki mısralar yazılıydı:

''Ey hayırlı arkadaşlarını ve dostlarım! Şu tufeyU kapıda beklemektedir.

 

Kendisine buradakilerin zevk ve sefa içerisinde eğlendikleri ve herkesin bu eğlenceye koşuştukları haber verilmiştir. 0, kendisini bizden biri kılmamızı veya akranından birisini yanına göndermemizi istemektedir.''

 

Me'mun pusuladaki yazıyı nedimlerine okuyunca onlar şöyle dediler: ''Biz bu halde iken O'nun yanımıza gelmesi uygun değildir.'' Bunun üzerine plan gereği Me'mun el- Yezidi'ye birisini gönderdi ve bu vakitte yanlarına girmesinin uygun olmadığım, ayrıca kendisi için sevdiği birisini tercih edip seçmesini bildirdi. el-Yezidi bunun üzerine: ''Ben ancak Abdullah b. Tahir'i isterim.'' deyince Me'mun el-Yezidi'nin isteği üzerine Abdullah b. Tahir'e: ''Seni tercih edip beğendi, O'nun yanına gitmelisin.'' dedi. Bunun üzerine Abdullah: ''Ey Müminlerin Emiri! Ben bir tufeyli ile nasıl bir araya gelirim?'' dedi. Me'mun Abdullah'a: ''Ebu Muhammed el-Yezidl'yi reddedip geri çevirmek mümkün değildir. Arzu edersen yanına gidersin, aksi takdirde kendini fidye ile kurtarırsın.'' deyince Abdullah: ''O halde on bin dirhem vereyim.'' dedi. Me'mun ise: ''O, buna kanaat etmez.'' diye karşılık verdi. Nihayet Abdullah, Me'mun: ''O kanaat etmez.'' dedikçe, her defasında on bin dirhem artırarak yüz bin dirheme çıkardı. Me'mun, Abdullah'tan bu iş için acele etmesini istedi ve Abdullah vekiline yüz bin dirhemin verilmesi ile ilgili bir mektup yazdı, ayrıca onunla birlikte bir de elçi gönderdi. Bu arada Me'mun elYezidi'ye birisini gönderdi ve şöyle dedi: ''Şu anda yüz bin dirhemi alıp gitmen senin yararınadır, çünkü Abdullah pişmanlık duyarak cayabilir.''"

 

Umare b. Akil anlatıyor:

 

"Bir gün Abdullah b. Ebi's-Sımt bana şöyle dedi: ''Sen Me'mun'un şiir bilmediğini biliyor musun?'' Bunun üzerine ben: ''Me'mun'dan daha iyi şiirden anlayan kim var? Allah'a yemin ederim ki, bir beytin baş kısmını okuduğumuz zaman O, bu beytin son kısmını bizden önce okurdu. Bir ara yazmış olduğum güzel bir beyti kendisine okudum, fakat okuduğum bu bey it karşısında hiç bir hareket göstermedi.'' şeklinde konuştum. Bunun üzerine Abdullah b. Ebi's-Sımt, Umare'ye okuduğu bu beyti sordu. Umare okuduğu beytin şu mealde olduğunu söyledi:

 

''Doğru yolun imamı (halifesi) Me'man din ile meşgulolurken halk dünya ile meşgulolmaktadır.''

 

Bunun üzerine Abdullah b. Ebi's-Sımt, Umare b. Akli'e şunları söyledi: ''Allah'a yemin ederim ki, sen hiçbir şey yapmamışsın. Keşke bir kısım beyitler daha ilave ederek Me'mun'u namaz kıldığı mahalde oturan ihtiyar kadın yerine koysaydın! Dünya halkası boynuna geçen Me'mun dünya işlerinden uzaklaşırsa, bu işleri kim yerine getirecek? Keşke dedem Cerir'in, Abdülaziz b. Velid hakkında söylediği gibi söyleseydin!''"

Cerir'in Abdülaziz hakkında söylediği beyit şöyledir:

 

''Ne o dünyadaki nasibini zayi eder ve ne de dünya malı onu dininden uzaklaştınr.''

Bu beyti duyan Umare b. Akil: "İşte şimdi hata ettiğimi anladım." dedi. Ebu'l-Abbas Ahmed b. Abdullah b. Ammar anlatıyor:

 

"Me'mun Hz. Ali (R.A.)'nin soyundan gelenlere (Alevilere) karşı çok temayül gösterir ve onlara ihsanda bulunurdu. Me'mun'un onlarla olan hikayeleri çok meşhurdur.

Me'mun bunu zorlanarak değil, tabii olarak yapardı. O'nun Hz. Ali (R.A.)'nin nesebinden gelenlere gösterdiği ilginin bir örneği şudur:

 

Yahya b. Hüseyn b. Zeyd b. Ali b. Hüseyn, Me'mun'un halifeliği döneminde vefat etmişti. Me'mun Yahya'nın cenaze namazında bizzat hazır bulunmuş ve halkı hayrete düşürecek derecede ölümüne üzülmüştü. Daha sonra Mansur'un amcası Süleyman b. Ali b. Abdullah b. Abbas'ın kızı Zeyneb'in bir erkek evlMı vefat etmişti. Me'mun onun için bir kefen yollamış, ayrıca kardeşi Salih'i de onun cenaze namazım kılmak ve annesi Zeyneb'i taziye etmek için göndermişti; çünkü Zeyneb'in Abbasiler nezdinde çok büyük bir itibarı vardı. Salih Zeyneb'in yanına geldi ve baş sağlığında bulundu ayrıca Me'mun'un cenaze namazına katılmamasından dolayı özür diledi. Me'mun'un bu hareketine öfkelenen Zeyneb torununa: ''Öne geç, babanın namazım kıldıL'' dedi ve:

 

''Biz O'nu gümüş sanarak eritip kalıba dökmüştük, ama körük demirin pasını ortaya çıkardı.'' mealindeki şiiri temsil getirerek Salih'e şunları söyledi: ''Yanına geri döndüğün zaman kardeşin Me'mün'a benim şu sözlerimi ilet: 'Ey kazanların oğlu (kazan sıyırıcı)! Eğer ölen Yahya b. Hüseyn b. Zeyd olsaydı, eteğini ağzına kor ve cenazesinin arkasından koşardın. '' "

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

EBU İSHAK el-MU'TASIM'IM HALİFE OLMASI