İBNÜ’L-ESİR |
4. CİLT |
ÖMER BİN
ABDÜLAZİZ'İN SİRETİ, YAŞAYIŞI
Hilafete
geldiği zaman Yezid bin Mühelleb'e şöyle yazmıştı:
"Süleyman
Allah'ın kullarından bir kul idi. Allah O'na nimet verdi, sonra geri aldı. Süleyman
beni -eğer yaşarsa- benden sonra Yezid bin Abdülmelik'i halife bıraktı. Aslında
beni tayin eden ve benim için hiç de kolay olmayan bu işi takdir eden
Allah'tır. Eğer zevceler edinmekte, mal toplamakta gözüm, rağbetim olsaydı bu
kullarının herhangi birinin sahip olduğundan daha fazla sahip olanda olurdu.
Ben düçar olduğum bu işin dert hesabından ve katı sorgusundan korkuyorum.
Allah'ın bağışlaması müstesna. Buradakiler bey'at ettiler, sen de oradakilerden
bey'at al.''
Yezid
bin Mühelleb Mektubu okluyunca kendisine denildi ki: ''Sen O'nun
görevlendirdiklerinden değilsin, çünkü O'nun sözleri kendinden önce gelip
geçenlerin sözlerine benzemiyor.''
Yezid
insanları, Ömer bin Abdülaziz'e bey'at etmeğe çağırdı, halk bey'at etti.
Mukatil
bin Hayyan diyor ki: Ömer Abdurrahman bin Nu'aym'a şöyle yazmıştı: ''Sen,
Allah'ın bozguncuların amelini ıslah etmeyeceğini bilenler gibi davran.''
Tufeyl
bin Mirdas diyor ki: Ömer, Süleyman bin Ebi's-Sirri'ye şöyle yazmıştı: ''Sen
hanlar yaptır, oradan geçen Müslümanlar bir gün bir gece kalsın; hayvanlarına
bakılsın, hasta ve zayıf olanlar iki gün iki gece de kalabilir. Eğer ülkesiyle
irtibatı kesilmiş ve oraya gidemeyecek durumda olanlar gelirse, onları
ülkelerine ulaştır.
Ömer'in
mektubu Süleyman'a gelince Semerkand ahalisi kendisine dedi ki: "Kuteybe
bize zulmetti, kötülük etti, ülkemizi elimizden aldı. Allah artık adalet ve
insafı ortaya çıkarmış, galip kılmıştır. O halde Müminlerin emirine bir heyet
gönderelim." Süleyman onlara izin verdi, Ömer'e bir heyet gönderdiler.
Ömer
bunlar hakkında Süleyman'a şöyle yazdı: "Semerkand ahalisi Kuteybe'nin
onları yurtlarından çıkarmağa kadar varan zulmünden ve baskısından
bahsediyorlar. Sana bu mektubum gelince bunlar için bir mahkeme kurulsun ve
kadı bunların durumlarını incelesin. Eğer kadı bunlar lehinde hüküm verirse
Arapları kışlalarına gönder, Kuteybe gelmezden önceki duruma getir. "
Süleyman,
Kadı Cümey' bin Hadır'ı hüküm vermesi için oturttu. Cümey', "Araplar Semerkand'dan
kışlalarına dönecek, eşit şartlarda birbirleriyle savaş ilan edecekler, ya yeni
bir sulh veya zorla bir zafer olacak." diye hükmedince Suğd ehli:
"Hayır, biz şu andaki duruma razıyız, yeniden harp çıkarmak
istemiyoruz." diyerek bu şekilde anlaştılar.
Davud
bin Süleyman Cu'fi der ki: "Ömer, Abdülhamid'e şöyle yazmıştı: ‘‘Küfe
ehli, bela, şiddet ve kötü valilerin başlattığı pis muamelelere maruz
kalmışlardır. Dinin kıvamı, özü adalet ve ihsandır. Sana nefsinden daha mühim
bir şeyolmasın, çünkü günahın azı olmaz. ıssız yerlere, meskun yerler muamelesi
yapma. Onlardan güç yetirdikleri kadarını ve uygun olanını al ki mamur hale
gelebilsinler. Meskun yerlerin haracı arazi sahiplerinden yumuşaklıkla alınsın.
Darbu'l-fahl (erkek hayvanın çiftleşmesinden para almayın. Nevruz ve
Mihrican'da verilen hediyeleri kabul etme, evlerden ve nikahtan ücret alma.
Yeryüzünde Müslüman olanlardan haraç alma. Bu hususlarda emrime uy. Allah'ın
beni yetkili kıldığı şekilde seni tayin ediyorum. Bana müracaat etmedikçe kısas
uygulamakta acele etme. Halktan (gençlerden) haccetmek isteyen olursa,
haccedebilecek kadarını ver. (100 dirhem).’‘"
Osman
bin Abdülhamid babasının şöyle dediğini nakleder: Ömer'in hanımı Fatıma binti
Abdülmelik şöyle demiştir: "Ömer hastalığında bir gece iyice
endişelenmişti, O'nunla beraber sabahladık. Ben yanında bulunması için
‘‘Mersid’‘ denilen özel doktorunu çağırttım. Herhangi bir ihtiyacı olunca
gidebilmek için kendisine yakın bulunuyordum. Sonra uyuduk. Gün ağarmağa
başladığında uyandım, Ömer'in yanına yöneldim, bir de baktım ki Mersid evin
dışında uyuyor. ‘‘Niye dışarıya çıktın?’‘ diye sordum, şöyle cevap verdi:
‘‘Beni Ömer dışarı gönderdi ve şöyle dedi: 'Ben öyle bir şey görüyorum ki ne
insan. ne de cin'dir.' Dışarıya çıktım, şu ayet-i kerimeyi okuyordu: 'İşte bu
ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde yücelik, üstünlük ve fesat istemeyenlere
veririz. Akibet müttekilerindir.' ‘‘ "
Fatıma
devam ediyor: "İçeriye girdiğimde yüzü kıbleye dönük olarak ölmüş olduğunu
gördüm."
Mesleme
bin Abdülmelik anlatıyor:
"Hastalığı
sırasında Ömer'in yanına geldim. Üzerinde kirli bir gömlek gördüm. Karısı
Fatıma'ya (kendi kız kardeşi oluyor): ‘‘Emirüil-Mümininin elbiselerini
yıkayın.’‘ dedim, ‘‘Peki yıkayalım.’‘ dedi. İkinci defa geldiğimde gömleğin
Aynı şekilde olduğunu gördüm ve Fatıma'ya: ‘‘Ben size Emirü'lMümininin
gömleğini yıkayın demedim mi?’‘ diye çıkışınca: <<Yallahi O'nun bundan
başka gömleği yok.’‘ diyerek karşılık verdi."
Denildiğine
göre Ömer'in nafakası, ücreti günlük iki dirhem idi. Yine denildiğine göre,
Abdülaziz (Ömer'in babası) Ömer'i ilim ve edep öğrensin diye Medine'ye
göndermiş ve Salih bin Keysan'a emanet etmişti. Ömer bir gün namaza geç
kalmıştı. Salih: "Neden geç kaldın?" diye sorunca Ömer'in:
"Saçlarımı
taratıyordum." diye cevap vermesi üzerine Salih bu durumu babasına haber
verdi. O da hemen Ömer'in saçlarını kazıttı.
Muhammed
bin Ali Bakır anlatıyor:
"Her
kavmin seçilmiş bir kişisi vardır, Ümeyyeoğulları'nın seçilmiş kişisi Ömer bin
Abdülaziz'dir. O kıyamet gününde onlardan ayrı olarak haşrolunacaktır. "
Mücahid
anlatıyor:
"Ömer'e
bir şeyler öğretmeğe geliyor ve O'ndan bir şey öğrenmeden ayrılamıyorduk.
"
Meymun
anlatıyor:
"Alimler
Ömer'in yanında talebeydiler."
Ömer
der ki:
"Bir
gün köleme vurmak istemiştim. Köle bana: ‘‘Sabahı kıyamet günü olan geceyi
hatırla.’‘ diye karşılık verdi."
Ömer
yine der ki: "Yalamn, söyleyene zarar verdiğini öğrendiğim andan itibaren
asla yalan söylemedim. "
Reyah
bin Ubeyde anlatıyor:
"Ömer
bir gün evinden çıktı. Yaşlı birisi Ömer'in eline tutunmuştu. İhtiyarı bırakıp
döndükten sonra O'na dedim ki: ‘‘Allah seni doğrulukta daim kılsın, eline
tutunmuş olan ihtiyar kimdi?’‘ Bana: ‘‘Sen onu gördün mü?’‘ diye sordu.
‘‘Evet.’‘ deyince: ‘‘O kardeşim Hızır'dı. Bana bu ümmetin işlerini
yükleneceğimi (halife olacağımı) ve adil olacağımı bildirdi.’‘ diyerek karşılık
verdi. "
Halifenin
emrine tahsis edilmiş hayvanların bakıcıları Ömer'e gelip hayvanlara yem
istediler. Ömer hepsini sattınp parasını Beytülmale koydurdu ve: "Benim şu
katırİm bana yeter." dedi.
Yine
Ömer Süleyman bin AbdÜımelik'in cenazesinden döndüğünde bir kölesi O'nu
düşünceli ve üzüntülü görünce sebebini sormuştu. Ömer:
"Muhammed
(S.A.V.) ümmetinin yeryüzünün doğusunda ve batısında bulunan her ferdine
haklarını istemelerine gerek kalmadan ulaştırmayı istiyorum." diye cevap
vermişti.
Ömer
hilaiete gelince hanımına ve cariyelerine artık boynuna yüklenen bu vazifeden
dolayı onlarla fazla ilgilenemeyeceğini söyleyerek kalmakla gitmek arasında
muhayyer bırakmıştı. Onlar ağladılar ve Ömer'de kalmayı tercih ettiler.
Yine
Ömer hilafete geldiğinde ilk hutbesini okumak üzere minbere çıkmış, Allah'a
hamd ve seNA ettikten sonra şöyle demişti: "Ey insanlar! Bize dost olmak
isteyen şu beş şeyi yapsın, yoksa bize yaklaşmasın:
1-
Bize ihtiyacını arz etmeğe gücü yetmeyenin ihtiyacını arz etsin,
2-
Bize elinden geldiği kadar yardım etsin,
3-
Yönelmeğe çalıştığımız hayra kılavuzluk etsin, 4- Kimseyi aldatmasın,
5-
Kendini ilgilendirmeyen şeye karışmasın. "
Bunun
üzerine şairler ve hatipler etrafından dağıldı, "Bu adamın fiili sözlerine
aykırı olmadıkça O'nu terk etmek bize yaraşmaz." diyerek yanında fakihler
ve zahidler kaldılar.
Ömer
hilaiete gelince Kureyş ve diğer ileri gelenleri topladı ve onlara şöyle dedi:
"Fedek (Medine ve Haybel' arasında bir yerleşim yeri. Bugünkü adı: Hait)
ResUluIlah (S.A.V.)'ın elindeydi, orayı Allah'ın kendine gösterdiği şekilde
tasarruf ediyordu, sonra Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) aynı şeyleri yaptılar; fakat
Mervan orayı ikta' etti, gelirini başkalarına verdi. Şu anda tasarruf yetkisi
benim elimde, fakat o benim malım değildir, sizlerin huzurunda onu (Fedek'i)
Resulullah zamanındaki durumuna iade ediyorum." Böylece insanlar zulüm
olmayacağina kanaat getirdiler.
Ömer
bin Abdülaziz yardımcısı Müzahime'e: "Ehlim almağa, onların da vermeğe
hakkı olmayan şeyi ikta' ettiler. Ben bunu asıl sahiplerine iade etmeğe karar
verdim." deyince yardımcısı: "Peki, oğluna ne yapacağız,
ağlıyor." diye sordu. Ömer: "Onları Allah'a havale ediyorum."
diyerek karşılık verdi. Böylece oğlu için diğer insanların bulabildiği şeyi
layık gördü.
Müzahim
oradan Abdülmelik bin Ömer'in yanına geldi ve Müminlerin emirinin kararını
açıkladı, "Bu size zarar verecektir, ben böyle yapmamasını söyledim."
dedi. Abdülmelik: "Sen ne kötü vezirsin." diyerek kalktı, babasının
yanına gitti ve Müzahim'in anlattıklarını haber vererek görüşünü sordu. Ömer:
"Ben akşamleyin bu işi gerçekleştireceğim." dedi. Oğlu: "Acele
et, başına bir iş gelmeyeceğinden veya fikrini değiştirmeyeceğinden emin
değilsin." deyince Ömer ellerini kaldırarak: "Bana soyumdan dinim
konusunda yardım edecek birini veren Allah'a hamd olsun." dedi ve hemen
kalkıp bu şeyleri iade etti.
Ömer
halife olunca ailesinin elinde bulunan şeyleri aldı. Bu mezalim olarak
adIandırıldı. Ümeyyeoğulları halaları Fatıma binti Mervan'a koştular. Fatıma
Ömer'e geIdi ve: "Konuş ey Müminlerin emiri!" dedi. Ömer şöyIe
konuştu: "Allah ResUlullah'ı insanlara rahmet olarak gönderdi, azap olarak
değiL. Sonra O'nun için kendi katındakileri hayırlı görüp seçti, sonra da
insanlara herkesin eşitçe içeceği bir nehir bıraktı. Ebü Bekir (R.A.) geldi, bu
nehri olduğu gibi bıraktı, Ömer (R.A.) aynı şeyi yaptı. Bana gelinceye kadar da
bu nehirden sadece Yezid, Mervan, oğlu Abdülmelik ve AbdüImelik'in iki oğIu
Velld'le SüIeyman istifade ettiler. Bu büyük nehir kurudu ve eski haline
döndürüImedikçe sahiplerini doyuramayacak hale geldi. Fatıma: "Yeter,
keIamını anladım. Eğer sözün buysa ben ebediyen hiç bir şey zikretmem." diyerek
Ümeyyeoğulları'nın yanına geldi ve Ömer'in söyIediklerini anlattı.
Yine
Fatıma'nın Ömer'e şöyle dediği anlatılır:
"Ümeyyeoğulları
şöyle şöyle diyor." diyerek Ömer'e gelmiş, Ömer yukarıdaki sözleri
söylemişti; Fatıma: "Onlar seni bir savaşla (günlerinden bir gün ile)
korkutuyorlar." deyince Ömer hiddetlenmiş: "Kıyamet gününden başka
bir günün şerrinden korkmuyorum." demişti. Fatıma tekrar Ümeyyeoğulları'na
dönmüş, durumu anlatmış ve onlara şöyle demişti: "Bunu siz kendi başınıza
getirdiniz. Siz Ömer bin Hattab'ın çocuklarıyla evlendiniz ve sonunda O'na
benzeyen biri ortaya çıktı." Bunun üzerine onlar susmuşlardı.
Süfyan-ı
Sevri şöyle demiştir:
Halifeler
beştir: Ebü Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer bin Abdülaziz.
Bunların
dışındakiler kıyıda köşede kalan kişilerdir.
Şafii
de aynı şeyleri söylemiş ve şöyle ilave etmiştir: "Valilerine üç şeyi
emrederdi: Peygamber (S.A.V.)'in sünnetini ihya etmek veya bid'ate meydan
vermemek, zulmü kaldırmak, yoksullara dağıtmak.
Fatıma
binti Hüseyn bin Ali Ömer'i övüyor ve şöyle diyordu: "Eğer Ömer bin
Abdülaziz olsaydı, o varken biz kimseye muhtaç olmazdık."
Ömer'in
hanımı Fatıma anlatıyor:
"Bir
gün yanına girdim. Seccadesinde oturmuştu, gözlerinden yaşlar sakallarına
döküıüyordu. ‘‘Bir şey mi oldu?’‘ dedim. Şöyle cevap verdi: ‘‘Ümmet-i
Muhammed'in işlerini üzerime aldım. Yeryüzünün her tarafındaki açı, hastayı,
yoksulu, gaziyi, mazlumu, esir garibi, yaşlıyı, çocuğu çoluğu çok olam, az malı
ve benzerlerini düşündüm. Ve biliyorum ki, Allah kıyamet gününde beni bunlardan
sorguya çekecek ve bunlar için Resulullah bana hasım olacak. İşte bu husumet
amnda benim hüccetimin olmamasından (kendimi müdafaa edemeyeceğimden) korktum
ve nefsime acıdım. Ona ağlıyorum .. ‘‘"
Ömer
bin Abdülaziz'in adalet konusunda en büyük yardımcılarından olan oğlu
Abdülmelik hastalamnca Ömer yanına gelmiş ve: "Ey yavrum! Kendini nasıl
buluyorsun?" diye sormuştu. Abdülmelik: "Kendimi hakta, adalette
görüyorum." şeklinde cevap verince Ömer: "Ey oğulcuğum! Senin benim
terazimde olman, benim için benim senin terazinde olmamdan daha
sevimlidir." demiş, Abdülmelik de bunun üzerine: "Ey babacığım! Benim
için senin hoşuna giden şeyin olması, benim hoşuma giden şeyin olmasından daha
hoştur." diyerek karşılık vermişti.
Abdülmelik
yakalandığı bu hastalıktan kurtulamayarak on yedi yaşındayken ölmüştür.
Yine
Abdülmelik'in babası Ömer'e şöyle dediği nakledilir: "Ey babacığım! Hakkı
yüz üstü bırakıp ihya etmeden ve batılı yok etmeden kavuşursan O'na ne
diyeceksin?"
Ömer
oğlunun bu sözlerine: "Ey oğulcuğum! Babam ve dedelerim insanları hak ve
adaletten uzak bıraktılar ve şimdi görev bana geldi. Artık bu işin hayrı sırt
çevirmiş ve şerri kalmıştır. Fakat yine de güneşin üzerime doğduğu her günde
bir hakkı ihya etmem, bir batılı öldürmem ve bana ölüm gelinceye değin bu hal
üzere kalmam iyi ve güzel değil midir?" diyerek karşılık vermiş.
Abdülmelik'in: "Ey babacığım! Kazanlar seni ve beni kaynatsa da Allah'ın
emrine inkıyad et." demesi üzerine de: "Ey oğlum! Bu söylediğini
insanlara açıklasam, beni kılıca ihtiyaç duyar hale getirirler. Canlandırılması
kılıçla olan hayırda hayır yoktur." demiş ve bunu bir kaç kez
tekrarlamıştı.
Ömer
bin Abdülaziz valilerine, görevlilerine bir nüsha yazı yazdı ve şöyle dedi:
"Allah
İslam ile Müslümanlara ikramda bulunmuş, onları şereflendirmiş, üstün
kılmıştır. Zillet ve küçüklüğü Müslümanlara muhalefet edenlerin başına
geçirmiş, Müslümanları insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet yapmıştır.
Müslümanların işlerini zimmet ve haraç ehline (gayri müslimlere) vermeyin.
Onlar ellerini ve dillerini Müslümanların üzerine yayar ve Allah'ın üstün
kıldığı Müslümanları zelil ederler, Allah'ın ikram ettiği Müslümanları küçük
görürler, onları hilelerine maruz bırakırlar. Allah (Azze ve celle) şöyle
buyuruyor: ‘‘Ey inananlar! Kendinizden başkasını kendinize dost edinmeyin.
Onlar sizi bozmaktan geri durmazlar ve size sıkıntı verecek şeyleri isterler.’‘
(Al-i İmran, 118) ve ‘‘Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları dost
edinmeyin, onlar birbirlerinin dostudur.’‘ (Maide, 51). Vesselam."
Ömer
bin Abdülaziz'in fazilet ve adaletini göstermek için bu kadarı kafidir.
Bir
rivayete göre, Muhammed bin Mervan ve Ebü Salih bu yılda ölmüştür.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
YEZİD BİN
ABDÜLMELİK'İN HİLAFETİ