|
İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
FARİS VE
IRAK TOPRAKLARINDA HARİCİ SAVAŞLARI
Bu
yıl içerisinde Mus'ab, Ömer bin Ubeydullah bin Ma'mer'i Faris'e vali olarak tayin
etmiş ve Ezarika ile savaşmakla görevlendirmişti. Mus'ab'ın ilk valilik
dönemlerinde ve Abdullah bin ez-Zübeyr'in oğlu Hamza'nın valiliği sırasında
Ezarika ile el-Mühelleb savaşmak üzere görevli bulunuyordu. Mus'ab tekrar
valiliğe geri dönünce Mühelleb'i Musul, Cezire ve Armenia'ya tayin etmiş,
böylelikle onun kendisiyle Abdülmelik bin Mervan arasında bir set teşkil
etmesini istemişti. Bu bakımdan Mus'ab, Faris'te bulunan Mühelleb'e mektup
yazarak gelmesini istemişti. Mühelleb geri dönerken görevinin başına kendi oğlu
Muğire'yi tayin etmiş ve ihtiyatlı davranmasını tavsiye etmişti. Mühelleb
Basra'ya gelince Mus'ab O'nu Haricilerle savaşmak ve Paris ülkesinde valilik
etmek görevlerinden almış, bu görevlere Ömer bin Ubeydullah bin Ma'mer'i tayin
etmişti. Hariciler bunu haber alınca Katarı bin Fucae şöyle demişti:
"Sizlere kahraman ve yiğit bir kişi; hem dini, hem mülkü için benzerini
görmediğim bir şekilde atılan bir kişi gelmiş bulunuyor. O istisnasız olarak
girdiği her savaşta ölüme atılan ilk atlı oluyor. "
Hariciler
de Ubeydullah bin Mahuz'un öldürülmesinden sonra başlarına Zübeyr bin Mahuz'u
geçirmişlerdi. Bundan 65. yılın olaylarını anlatırken bahsetmiştik. Daha sonra
Hariciler İstahr'a vardılar. Ömer onların üzerine önce oğlu Ubeydullah'ı bir
grup atlı ile birlikte gönderdi. Aralarında meydana gelen çarpışmada Ömer'in
oğlu Ubeydullah öldürüldü. Zübeyr bin Mahuz Ömer ile çarpışmak isteyince,
Katarı O'na: "Ömer'in kahramanlığı dillerde dolaşıyor, O'nunla
çarpışmayalım." dediyse de kabul etmeyip çarpıştı. Bu çarpışmada
Haricilerin atlılarından doksan kişi öldürüldü. Ömer'in kendisi indirdiği bir
mızrak darbesiyle Salih bin Muharik'in gözünü kaydırmıştı. Katarı'nin de alnı
üzerine bir darbe indirmiş, alnını yarmıştı. Hariciler bozguna uğrayıp SabUr'a kadar
kaçtılar. Ömer onların üzerine gitti. Burada beraberinde Mücca'a bin Si'r de
olduğu halde onlarla karşılaştı. Mücca'a elinde bulunan demir bir sopa ile on
dört Harici öldürdü. Ömer bu olayda neredeyse ölecekken Mücca'a kendisini
kurtardı. Bu bakımdan Ömer kendisine dokuz yüz bin dirhem hibe etti. Bu hediye
ile ilgili olarak şu beyit söylenmiştir:
''Birliğin
en iyi koşanını korudun bir gençten, Az kalsın etleri paramparça oluyordu.''
Ömer
ve beraberindekiler Haricilere galip geldi. Hariciler yollarına devam edip
Ömer'in kendilerini takip etmesini önlemek amacıyla bir köprüyü aştılar ve
Asbahan'a doğru gittiler. Burada güçlenip savaş hazırlıklarını tamamlayıncaya
kadar kalmağa devam ettiler. Daha sonra dönüp Ömer'in de bulunduğu Faris'ten
Ömer'e ve adamlarına görünmeden geçtiler. Sabur'a doğru yürüdükten sonra
Errecin üzerinden gidip Ahvaz'a vardılar.
Mus'ab:
"Ömer'in bu durumuna hayret ediyorum. Kendisinin çarpışmak üzere bulunduğu
düşman Faris ülkesinde yanından geçiyor da onlarla savaşmıyor. Şayet onlarla
savaşıp geri kaçmış olsaydı, bu konuda kendisini mazur görmek imkanı daha
kolayolurdu." diyerek ona şunları yazdı: "Ey İbn Ma'mer! Sen bana
karşı insaflı hareket etmedin; çünkü ganimetleri, haracı topluyor; buna
karşılık düşmandan çekiniyorsun. Artık onların hakkından geliver. "
Bunun
üzerine Ömer, Faris'ten kalkıp onlara lrak'a girmeden önce yetişmek amacıyla
hızlıca peşlerinden gitti. Mus'ab da Basra'dan çıkıp ''el-Cisr el-Ekber''
(Büyük Köprü) yakınlarında karargahını kurdu, askerler de onunla birlikte
konakladılar. Ahvaz'da bulunan Hariciler, Ömer'in üzerlerine gelmekte olduğunu,
Mus'ab'ın da Basra'dan çıkıp kendilerine karşı yol aldığını haber alınca Zübeyr
bin Mahuz, Haricilere şöyle dedi: "Sizin şu iki silahlı birlik arasına
düşmeniz doğru bir tutum olamaz. O bakımdan, haydi gelin, hep birlikte
düşmanımıza karşı gidelim ve onlarla tek cepheden karşılaşalım." Bunun
üzerine Zübeyr onları alıp Cuha bölgesini, Nehrevanat'ı aştı, Medain'e vardı.
Burada Kerdem bin Mersed el-KurMi de bulunuyordu. Medain halkı üzerine baskın
yaptılar. Erkek, kadın, çocuk dinlemeden öldürdüler; hatta hamile kadınların
karınlarını bile yarıyorlardı. Kerdem oradan kaçtıktan sonra Sabat'a vardılar.
Önlerine geleni kestiler, öldürdüler. Hariciler Kerh üzerine de bir topluluk
gönderdiler. Orada Ebu Bekir bin Mihnef ile karşılaştılar. Ebu Bekir onlarla
çok şiddetli bir çarpışmaya tutuştu, ancak öldürüldü ve arkadaşları da bozguna
uğradı. Hariciler yeryüzünde oldukça bozgunculuk yaptılar, fesat çıkarttılar.
Küfe
halkı emirlerinin yanına vardılar. O zaman Küfe Emini, lakabı Kuba' olan Haris
bin Ebi Rabia idi. O'na bağırarak: "Haydi dışarı çık, çünkü düşmanın
üzerimize gelmesi çok yakındır, kaybedecek zaman da yok." dediler. Bunun
üzerine Haris, ''en-Nuhayle'' denilen yere varıncaya kadar çıkıp gitti, burada
günlerce kaldı. İbrahim bin Eşter yanına varıp ileri gitmeğe teşvik etti. Bu
sefer Haris Deyr Abdurrahman'a varıncaya kadar gitti ve orada yine durup
beklemeğe başladı. Şebes bin Ribl yanına varıp ilerlemesini istedi. O'nunla
birlikte olan halk bu şekilde ağırdan yürüdüğünü görünce Recez vezninde bununla
ilgili olarak şöyle bir beyit söylediler:
''Kuba'
bizi görülmemiş bir şekilde yürüttü, Bir gün yürüyor, bir ay duruyor.''
Bu
sefer Kuba' bu yerden de kalkıp tekrar yola koyuldu. Konakladığı her yerde,
herkes O'na sesleninceye kadar yerinden ayrılmıyordu. Öyle ki Fırat Nehri'ne on
günden fazla bir süre içerisinde ancak varabildi. Buraya geldiğinde Hariciler
de buraya varmış bulunuyorlardı. Hariciler aralarında bulunan köprüyü aşıp
geçtiler ve adı Simak bin Yezid olan bir adamı kızı ile birlikte yakaladılar.
Kız yakalandıktan sonra öldürülmek üzereyken onlara şöyle dedi: "Ey
Müslümanlar! Benim babam musibete uğramış bir kimsedir, onu öldürmeyiniz.
Bana
gelince, ben öyle bir kızım ki, Allah'a yemin ederim, hiç bir zaman çirkin bir
iş işlemedim. Hiç bir komşuma eziyet etmedim, hiç bir kimsenin evinin içine
bakmadım ve hiç bir kimseyi de evinin üstünden gözetlemedim." Hariciler bu
kızı öldürmeğe kastedince ölüp düşüverdi. Kılıçlarıyla onu parçaladılar. Simak
''es-Sarat'' denilen yere yaklaşıncaya kadar Hariciler ile birlikte kaldı.
Burada Küfelilere yönelip şöyle seslendi: "Nehri aşıp bunların yanına
geliniz, çünkü bunlar çok az ve adi bir topluluktur." Küfeliler ise O'nun
boynunu vurdular ve daha sonra astılar. Bunun üzerine İbrahim bin Eşter Haris'e
şöyle dedi: "Sen benimle birlikte gelmeleri için askerleri teşvik et ki
nehri aşıp bu köpeklerin yanına varayım. Sana onların başlarını getireceğim."
Bu sözleri üzerine Şebes, Esma bin Harice, Yezid bin Haris, Muhammed bin Umeyr
ve başkaları: "Allah komutanımıza iyiliğini versin. Bırak,
gitsinler." dediler. Bu sözleriyle İbrahim'i kıskanmış gibiydiler.
Hariciler karşılarında bulunan ordunun çokluğunu görünce aradaki köprüyü
yıktılar. Haris bunu ganimet bilip olduğu yerde kaldı. Daha sonra askerlerin
önünde oturup şöyle konuştu:
"İmdi,
savaşın başlangıcında ilk olarak ok atışı yapılacak. Sonra mızraklar çekilip
bunlarla savaşılacak. Daha sonra yine sağ ve sol yanlardan mızrak darbeleriyle
vuruşulacak, bütün bunların sonunda ise kılıçları çekmek suretiyle
savaşılacaktır." Adamın birisi O'na şöyle dedi: "Komutanımız
gerçekten çok güzel nitelendirdi, fakat şu nehir bizimle onların arasında olduğu
sürece sizin bu dediğinizi ne zaman yapacağız? Şimdi siz emir verin, şu köprü
bağlansın; ondan sonra bizi onların tarafına geçirin. Muhakkak Allah sizin
sevdiğinizi gösterecektir. "
Bunun
üzerine Haris köprüyü bağladı ve askerler de köprüden geçti.
Medain'e
kadar Haricileri kovalayıp durdular. Onların bazı atlıları köprünün yakınında
güçsüz bir kovalama yapıp geri döndüler. Haris onları Küfe topraklarından
çıkartmak üzere arkalarından Abdurrahman bin Mihnef'i altı bin kişi ile
birlikte gönderip O'na şöyle dedi: "Bunlar Basra topraklarına varır varmaz
peşlerini bırakın." Abdurrahman onları Asbahan topraklarına varıncaya
kadar kovalamağa devam etti, sonra çarpışmadan geri döndü. Hariciler, Şeyhanlı
Yezid bin Haris bin Ruveym'in yönetimi altında bulunan Rey'e doğru gittiler.
Yezid Haricilerle çarpıştı, fakat Rey halkı Haricilere yardım etti. Yezid'in
kendisi öldürüldü, oğlu Havşeb ise kaçtı. Babası ölüm halinde iken Havşeb'i
kendisini müdafaa etmek için çağırmış ise de O geri dönmemişti. Bununla ilgili
olarak bir şair şöyle der:
''Havşeb
ailesini koruyan hür bir kişi olsaydı, Ölümle Mus'ab oğlu İsa 'nın karşılaştığı
gibi karşılaşırdı.''
Şair
bu sözleriyle Mus'ab'ın oğlu İsa'nın babasını bırakıp kaçmadığını, bilakis
öldürülünceye kadar babasının yanında çarpıştığını anlatmak istiyor.
Bir
gün Bişr bin Mervan sözünü ettiğimiz bu Havşeb ile ikrime bin Rib'i'nin de
yanında bulunduğu bir sırada şöyle sordu: "Çok asil bir ata ihtiyacım var.
Bana kim böyle bir at söyleyebilir?" İkrime bunun üzerine şöyle dedi:
"Havşeb'in
atı." (Çünkü o Rey günü bu atın sırtına binip kurtulmuştu.) Yine Bişr bir
başka gün: "Oldukça güçlü bir katıra ihtiyacım var, nasıl
bulabilirim?" diye sormuş, bu sefer Havşeb şöyle demişti: "Vasıl bin
Müsafır'in katırı." (Çünkü ikrime, Vasıl'ın karısı ile ilişkili olmakla
itham edilmekteydi.) Bunun üzerine Bişr gülümseyerek: "Şimdi sen hakkını
almış oldun." diye cevap vermişti.
Hariciler
Rey'in işini bitirdikten sonra Asbahan üzerine gittiler ve orayı Attab bin
Verka'nın da bulunduğu sırada muhasara altına aldılar. Attab onlara karşı
direndi. Şehir kapısının önünde onlarla çarpışıyor, surlardan onlara ok ve
taşlar attırıyordu. Attab ile birlikte kendisine ''Ebu Hureyre'' denilmekte
olan Hadramutlu bir adam vardı. Bu kişi Haricilere hamle yapıyor ve şöyle
diyordu:
''Eyateşin
köpekleri, söyleyin, Diş bileyen Ebu Hureyre 'nin nasıldır hücumu? Gece gündüz
size homurdanıyor o. Ey Ebu Mahuz'un ve kötülerin oğlu, Benim at sırtındaki
savaşımı nasıl buluyorsun?''
Hariciler
O'nunla böyle uzun süre karşı karşıya kalınca günün birinde onlardan birisi bir
tuzak kurdu ve kılıçla omuzuna bir darbe indirip yere düşürdü. Arkadaşları O'nu
alıp götürdüler ve tedavi ettiler. Sonunda iyileşti ve eskiden olduğu gibi yine
onlara karşı çıkıp çarpışmağa başladı.
Hariciler
bir kaç ay daha onları muhasaraya devam ettiler. Öyle ki, yiyecekleri bitti ve
muhasaranın sıkıntıları kendisini hissettirmeğe başladı. Büyük bir kıtlıkla
karşı karşıya kaldılar. Attab bu durumda onlara şöyle dedi: "Ey insanlar!
Sizler kıtlıkla karşı karşıyasınız. Önünüzde sadece her hangi birinizin
yatağında ölmesi, arkasından gücü yettiği takdirde kardeşinin onu alıp gömmesi
kalıyor. Daha sonra ise kendisi ölecek ve ne kendisini defnedecek, ne de
namazını kılacak bir kimse kalmış olacaktır. Allah'a yemin ederim, sayıca az
değilsiniz ve sizler salih atlılarsınız. Haydi, henüz kuvvetimiz varken, henüz
hayattayken şu sıkıntılardan dolayı zayıflayıp hareket edemez hale düşmeden
önce hep birlikte bunlara karşı çıkalım. Allah'a yemin ederim, eğer bunların
üzerine samimi ve güçlü bir şekilde hücum ederseniz, onlara karşı zafer
kazanırsınız." Kaledekiler O'nun bu teklifini kabul ettiler.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
İBN MAHUZ'UN
ÖLDÜRÜLMESİ VE KATARİ BİN FÜCAE'NİN KOMUTANLIĞI