İBNÜ’L-ESİR

3. CİLT

HİCRİ 64. YIL       ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

TEVVABİN'İN DURUMU

 

Denildiğine göre Hz. Hüseyin'in öldürülmesinde ve İbn Ziyad'ın enNuhayle'de bulunan karargahından dönüp Kufe'ye girmesinden sonra Şia'ya mensup olanlar yaptıklarından dolayı, kendilerini kınamaya ve pişmanlık duymaya başladılar. Hz. Hüseyin'i davet edip O'nu yardımsız bırakmakla, çağrısını kabul etmeyip sonunda yakınlarında öldürülmelerine sebep teşkil etmekle büyük bir hata işlemiş olduklarını gördüler. Bu utançlarının ve günahlarının ancak O'nu öldürenleri öldürmekle yahut da bu uğurda ölmeleriyle kalkabileceğine kanaat getirdiler. Bu bakımdan Şia'nın ileri gelenleri olan beş kişinin etrafında toplandılar. Söz konusu bu beş kişinin biri Huzaalı Süleyman bin Surad idi. Süleyman'ın Sanablliği de vardır. Diğeri Fezareli Müseyyeb bin Necebe olup Hz. Ali'nin arkadaşlarındandı. Bir üçüncüleri Ezdli Abdullah bin Sa'ad bin Nüfeyl, dördüncüleri Bekir bin Vail'in Teymoğulları'na mensup Abdullah bin Val, beşincileri ise Rifa'a bin Şeddad el-Beceli idi. Bunlar Hz. Ali'nin en hayırlı arkadaşları idiler. Süleyman bin Surad'ın evinde toplandılar. Söze Müseyyeb bin Necebe başladı. Allah'a hamd ettikten sonra şöyle konuştu:

 

"Bizler uzun bir ömürle ve çeşitli fitnelere maruz kalmakla imtihan edildik. Dileriz ki yarın Rabbimizin kendilerine şöyle diyeceği kimselerden olmayalım: ''Bizler sizleri öğüt almak isteyen bir kimsenin öğüt alabileceği kadar uzun bir süre yaşatmadık mı?" (Fatır suresi, 37). Müminlerin emiri Ali şöyle demişti: "Allah'ın ademoğluna verip de özür kabul etmeyeceği ömür 60 yıldır. Halbuki aramızda bu yaşa gelmemiş olan hiç bir kimse yoktur. Bizler kendi kendimizi temize çıkartırken aldanış içerisindeydik. Allah bizleri resulünün kızının oğlunun bulunduğu her bir durumda yalancı olduğumuzu görmüş bulunuyor. Halbuki ondan önce mektupları ve elçileri bize gelmiş, başında da, sonunda da açık olarak kendisine yardımcı olmamızı istemişti, fakat bizler kendimizi tercih edip O'na karşı cimrilik ettik. Sonunda bizim yanı başımızda öldürüldü. Bizler O'na ne ellerimizle destek olduk, ne de dilimizle O'nun için mücadele ettik. Ne mallarımızla güçlendirdik, ne de aşiretlerimizden O'na yardımcı olunmasını istedik. Peki, sevgilisinin çocuğu, zürriyeti ve nesli bizim aramızda öldürülmüşken Rabbimize karşı özrümüz ne olacak! Allah'a yemin ederim, O'nun katillerini ve onlara yardımcı olanları öldürmediğiniz yahut da bu yolda siz öldürülmediğiniz sürece hiç bir özrünüz kabul edilmeyecektir. Böyle yaparsanız belki Rabbimiz bizden razı olur. Ve ben bundan sonra bile O'nun bizi cezalandırmayacağından emin değilim. Ey Kavm! Başınıza aranızdan birini getiriniz. Sizin mutlaka kendisine sığınacağınız bir emiriniz ve etrafında toplanacağınız bir bayrağınız olmalıdır."

 

Rifa'a bin Şeddad da kalkıp şöyle konuştu:

 

"Gerçek şu ki, Yüce Allah seni söylediklerinle doğruya iletmiştir ve sen en doğru işe başlamış oldun; çünkü fasıklarla cihad etmeye ve büyük günahtan tövbeye çağırdın. Senin bu söylediğin dinlenip kabul edilmiştir ve sözüne icabet edilmiştir. "İşlerinizi kendisine sığınacağınız bir adama ve etrafında toplanacağınız bayrağına havale ediniz." dedin. Biz de senin görüşündeyiz. Eğer bu adam sen olursan, şunu bil ki, bizim tarafımızdan kabul edilen bir kimsesin. Bizler sana samimiyetle itaat ederiz. Cemaatİmiz arasında sevilen bir kimsesin. Şayet sen ve arkadaşlarımız da uygun görecek olursanız, bizler bu işi şianın piri ve Resulullah (s.a.v.)'ın arkadaşı, geçmişi bulunan Ruzaalı Süleyman bin Surad'a veririz. O Süleyman ki, savaşında ve dininde övülen, kararına güvenilen bir kimsedir."

 

Abdullah bin Sa'ad da aynı şekilde konuştu ve Müseyyeb ile Süleyman'dan övgü ile söz etti. Bunun üzerine Müseyyeb: "Sizler isabet etmiş bulunuyorsunuz, işinizin başına Süleyman bin Surad'ı getiriniz!" dedi.

 

Bunun üzerine Süleyman Allah'a hamd ettikten sonra şöyle konuştu:

 

"İmdi, ben yaşamanın zorlaştığı, musibetin büyüdüğü, zulmün bu şianın faziletli olan kimselerini kapsadığı bu dönemde sonumuzun gelmesinden ve daha hayırlı bir döneme ulaşamamaktan korkuyorum. Bizler Peygamberimiz (s.a.v.)'in ailesi fertlerinin gelmesi için boyunlarımızı uzatıyor, onlara yardım edeceğimizi vaat ediyor ve buraya gelmeleri için teşvik ediyorduk; fakat onlar bizim yanımıza gelince gevşek davrandık, aciz kaldık, aldattık ve bizim aramızda Peygamberimizin oğlu, soyu, özü ve kanının bir parçası olan evladı öldürülünceye kadar bekledik. Feryat edip adalet istedi, verilmedi. Fasıklar O'nu oklarının hedefi ve mızraklarının talimgah halkası haline getirdiler. Üzerine çullanarak üstündeki eşyalarını aldılar. Haydi, silkininiz, Rabbiniz size gazap etmiş bulunuyor. Artık Allah'ı razı etmeden hanımlarınıza, çocuklarınıza dönmeyiniz. Allah'a yemin ederim, O'nu öldüren kimselerle çarpışmadan sizden razı olacağını zannetmiyorum. Şunu söyleyeyim:

 

Ölümden korkmayınız, çünkü ölümden kim korkmuşsa kesinlikle zelil olmuştur. Sizler İsrailoğulları'na Peygamberleri: "Sizler kendi öz nefislerinize zulmettiniz" dediği zaman gibi olunuz. Peygamberleri onlara şöyle demişti: ''O halde sizleri yaratana tövbe ediniz ve bunun için kendi kendinizi öldürünüz.'' (Bakara suresi, 54) Onlar büyük günahlarından kendilerini ölümden başka hiç bir şeyin kurtaramayacağını anlayınca dizlerinin üzerine çöktüler ve boyunlarını uzattılar. Sizler de onların çağrıldıkları bu gibi bir şeye çağrılırsanız ne yaparsınız? Haydi, kılıçlarınızı bileyin ve mızraklarınıza dişlerini takın. ''Onlara karşı kuvvetten ve bağlanıp beslenen atlardan gücünüz yettiği kadar hazırlık yapınız.'' (Enfal suresi, 60). Ve bu hazırlığınızı savaş için davet edileceğiniz zamana kadar yapmağa devam edin. "

 

Bunun üzerine Halid bin Sa'ad bin Nufeyl şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim, Rabbimi razı edeceğini ve beni günahımdan kurtaracağını bilseydim kendimi öldürürdüm. Ben burada hazır olan herkesi şahit tutuyorum, düşmanımla çarpışacağım silahımın dışında malik olduğum her şey Müslümanlar için bir sadakadır. Bununla onları fasıklarla yapacakları çarpışmalarda güçlerine güç katmak için yapıyorum!"

 

Kinaneli Ebu'l-Mu'temir bin Habs bin Rabia da kalkıp aynı şeyleri söyleyince Süleyman şöyle dedi: "Sizin bunu yapmanız yetiyor. Kim böyle bir şey yapmak istiyorsa vereceği bağışları Temimli Abdullah bin Val'e götürsün. Vermek istediğiniz her şey O'nun yanında toparlanıp bir araya gelince biz taraftarlarınızdan İhtiyaç sahibi ve fakir kimseleri donatırız."

Süleyman bin Surad bu konuda Huzeyfe bin el-Yeman'ın oğlu Sa'ad'e mektup yazarak verdikleri kararı bildirdi ve O'nu kendisiyle birlikte bulunan Meda'in şiası ile birlikte kendilerine yardımcı olmak üzere davet etti. Hz. Huzeyfe'nin oğlu Sa'ad Meda'in'de bulunan şiaya bu mektubu okuyunca onlar bu daveti kabul ettiler. Süleyman bin Surad'a mektup yazarak kendisine doğru hareket etmekte olduklarını ve O'na yar-dımcı olacaklarını bildirdiler.

 

Süleyman aynı şekilde Sa'ad bin Huzeyfe'ye yazdığına benzer bir mektubu Abdlı Müsenna bin Muharribe'ye de yazdı. Müsenna O'na şöyle cevap verdi:

 

"Bizler şia topluluğu olarak sizin vermiş olduğunuz bu kararınızdan dolayı Allah'a hamd ettik. Allah'ın izniyle bizler uğrunda harekete geçtiğin maksat için, yanında olacağız." Mektubunun alt tarafında da şu beyitleri eklemişti:

 

''Gözetle, sana geliyorum haber vererek Boynu uzun, şimşek gibi kükreyen aslan sırtında. Geniş sırtlı, güçlü ve yüksektir o, Dizginleri zorluyor, güçlükle atılıyor. Korkunun yanaşamadığı yiğitlerle geliyorum; Savaş ateşini orakla biçer bunlar, hiç usanmadan. Güven kardeşim, bunların niyeti Allah 'tır, Kılıcın keskin tarafıyla vurur, bu günahsızlar.''

 

Bunların bu işe ilk başlamaları 61 yılında Hz. Hüseyin'in öldürülmesinden sonra olmuştu. Onlar savaş araçlarını ve halkı gizlice Hüseyin'in kanını talep etmek üzere hazırlamağa devam edip durdular. Onların bu çağrılarını kabul eden oluyordu. Bu hal Muaviye'nin oğlu Yezid 84 yılında ölünceye kadar devam etti. Yezid öldükten sonra arkadaşları Süleyman'ın yanına gelerek şöyle dediler: "Şu azgın ölmüş bulunuyor. Artık durum gevşektir, arzu edecek olursan Amr bin Hureys'in üzerine hücum ederiz." Amr o zaman İbn Ziyad'ın Küfe'deki vekili bulunuyordu. Şöyle devam ettiler: "Ondan sonra açıktan açığa Hüseyin'in kanını talep eder, onu öldürenlerin peşine düşer ve herkesi, kendileri için değerli ve hakları alınmış olan bu ehl-i bey te davet ederiz."

 

Süleyman bin Surad onlara şu esvabı verdi: "Acele etmeyiniz. Ben sizin sözünü ettiğiniz konuları inceledim. Hüseyin'i öldürenlerin Küfe'nin şereflileri, Arapların iyi ata binenleri olduklarını gördüm. Hüseyin'in kanı bunlardan istenecektir. Sizin ne istediğinizi bildikleri takdirde herkesten çok bunlar size karşı olurlar. Diğer taraftan sizden bana tabi olanlara baktım, gördüm ki, şayet açıktan açığa ortaya atılacak olurlarsa bunlar intikamlarını alamazlar, kendilerini rahatlatamazlar ve düşmanlarının keseceği bir deve durumuna düşerler. Ben bunun yerine sizlere şunu teklif ediyorum: Sizler propagandacılarınızı etrafa yayınız ve insanları bu davaya çağırınız."

 

Onlar da bu teklifi kabul ettiler. Yaptıkları çağrıyı Yezid'in ölümünden sonra pek çok kişi kabul etti.

 

Daha sonra Kufeliler Amr bin Hüseyin'i Kufe'den çıkartıp, İbn ezZübeyr'e bey'at ettiler. Süleyman ve arkadaşları da insanları davet etmeğe devam ediyorlardı.

 

Yezid'in ölümünün üzerinden altı ay geçince Muhtar bin Ebi Ubeyd Ramazan'ın ortalarında Küfe'ye geldi. Diğer taraftan ensardan Abdullah bin Yezid de Ramazan'ın bitmesine sekiz gün kala İbn ez-Zübeyr tarafından Kufe'ye emir olarak geldi. Bununla birlikte İbrahim bin Muhammed bin Talha da Küfe'nin haracını toplamak göreviyle gelmişti.

 

Bunun üzerine Muhtar halkı Hz. Hüseyin'i öldürenlerle çarpışmağa davet etmeğe ve şöyle demeğe başladı: "Ben sizin yanınıza Mehdi Muhammed bin Hanefiye'nin yanından, O'nun veziri ve emini olarak geldim." Şiadan bir grup kimse O'nun yanına döndü. Muhtar şöyle diyordu: "Süleyman açıkça isyan edip hem kendisini hem de beraberindekileri ölüme götürmek istiyor, çünkü O savaş konusunda basiret sahibi değildir."

Abdullah bin Yezid bu günlerde Kufe'de kendisine karşı bir ayaklanma olacağı haberini aldı. O'na Muhter'ı hapsetmesi söylendi ve serbest bırakacak olursa sonunun iyi olmayacağı korkusuyla tehdit edildi.

 

Bunun üzerine Abdullah şöyle dedi: "Onlar bizimle savaşacak olurlarsa biz de onlarla savaşırız. Fakat bize ilişmezlerse onların peşine düşmeyiz. Bunlar Ali'nin oğlu Hüseyin'in kanını istiyorlar, Allah bunlara merhamet buyursun. Onlar emniyet içerisindedirler, açıkça çıksınlar ve Hüseyin'i öldürenlerin üzerine gitsinler. (İbn Ziyad'ı kastederek) Bu adam onların üzerine giderken ben onların yardımcısı idim. Şu Hüseyin'i, sizin en hayırlılarınızı ve sizlerin benzerlerinizi öldüren İbn Ziyad şimdi size yönelmiş bulunuyor. Onlar O'nun yanından Menbiç Köprüsü'nden itibaren ayrıldılar. O'nunla savaşmak ve bunun için hazırlanmak, sizin gücünüzü birbirinize karşı kullanarak birbirinizi öldürmenizden ve sonunda düşmanınızın sizinle zayıf halinizle karşılaşmasından daha iyidir. Zaten İbn Ziyad'ın isteği de budur. Allah'ın yarattıklarının en azılı düşmanı sizin üzerinize gelmiş bulunuyor. Söyleyin bana, yedi sene idareci olarak başınızda kalıp, sizin iffetli ve dinine bağlı kimselerinizi öldürmekten geri kalmayanlar kimlerdi, babası ve kendisi değil mi? Sizi öldüren O'dur ve sizler ne gördüyseniz O'ndan gördünüz. Kanını istemiş olduğunuz kimseyi öldüren şahıs işte sizin üzerinize geliyor. Siz de O'nu keskin kılıcınızla ve heybetinizle karşılayınız. Silahınızı, kılıcınızı O'na karşı kullanınız, birbirinize karşı değil! Ben size samimiyetle öğüt veriyorum. "

 

Mervan, İbn Ziyad'ı önce Cezire üzerine, oradaki işlerini bitirince de Irak'a göndermişti.

 

Abdullah bin Yezid sözlerini bitirdikten sonra İbrahim bin Muhammed bin Talha şunları söyledi: "Ey insanlar! Sakın sizleri bu hilebazın söylemiş olduğu sözler kılıç ve kuvvete karşı aldanışa düşürmesin. Allah'a yemin ederim, eğer bize herhangi bir kimse karşı çıkacak olursa kesinlikle onu öldürürüz. Şayet bir takım kimselerin bize karşı ayaklanacaklarına inanacak olursak, oğluna karşılık babasını, babasına karşılık oğlunu öldürürüz. Arkadaşı arkadaşından, tanıyanı tanıdığı kimselerden sorumlu tutarız. Sizler hakkı kabul edinceye ve itaat altına girinceye kadar bunu böyle yaparız."

 

Bunun üzerine hemen Müseyyeb bin Necebe ileri atılarak konuşmasını kesti ve şunları söyledi: "Ey ahdi bozanların oğlu, sen bizleri kılıcınla ve kuvvetinle mi tehdit ediyorsun? Allah'a yemin ederim, sen böyle bir tehdidi yapamayacak kadar zelilsin. Seni bize karşı kin beslemenden dolayı kınamıyoruz, çünkü bizler senin babam ve dedeni öl-dürdük. Sana gelince ey emır, sen gerçekten çok doğru bir söz söylemiş bulunuyorsun."

 

Buna karşılık İbrahim şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim, sen öldürüleceksin, bu da (Abdullah bin Yezid'i kastediyor) seni aldatmış bulunuyor."

 

Bu sefer Abdullah bin Val şöyle konuştu: "Sen niye bizimle emirimizin arasına giriyor ve itiraz ediyorsun? Sen bizim emirimiz değilsin, sadece ve sadece vergi toplamakla görevlisin. Haydi, git harcını topla! Şayet bu ümmetin işini ifsat edecek olursan, zaten senin ebeveynin bunu ifsat etmişti ve onlar da en kötü musibetlere uğradılar." Bu sefer İbrahim ile beraber olanlardan bazı kimseler onlara hakaret ettiler ve karşılıklı olarak hakaretlerde bulundular. Emir minberden inince İbrahim O'nu İbn ez-Zübeyr'e yazıp şikayette bulunmakla tehdit etti. Arkasından Abdullah İbrahim'in evine giderek özür diledi, O da özrünü kabul etti. Daha sonra Süleyman'ın arkadaşları açıktan açığa silahlarını, çekerek ve hazırlıklarını yaparak ortaya çıktılar.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

HARİCİLERİN ABDULLAH BİN EZ-ZÜBEYR'DEN AYRILMALARI VE YAPTIKLARI