İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
HİCRİ
ELLİ BİRİNCİ YIL OLAYLARI (M. 671)
Bu
yılın kış seferini Bizans topraklarına Fudale bin Ubeyd, yaz seferini de Busr
bin Ebi Ertat icra etmişlerdi.
HUCR
BİN ADİYY İLE AMR BİN EL-HAMİK VE ADAMLARININ ÖLDÜRÜLMELERİ
Bu
yıl içinde Hücr bin Adiyy ve adamları öldürülmüşlerdi. Bunun sebebi şöyle
anlatılır: H. 41. yılda Muaviye Muğire bin Şu'be'yi Küfe Valiliği'ne tayin
ettiğinde yanına çağırıp şunları söylemişti: " ... Hikmet sahibi bir
kişinin aslında sana bir şey öğretmeğe kalkışmaması gerekir. Ben sana bazı
şeyleri tavsiye etmek istedim, ancak ileri görüşlülüğüne güvenerek bunları sana
bıraktım. Bununla birlikte bazı şeyleri tavsiye etmekten de kendimi alamıyorum.
Ali'ye sürekli olarak küfretmeyi ve O'nu kötülemeyi ihmal etmeyeceksin. Osman'a
da rahmet okuyup sürekli mağfiret dileyeceksin. Ali'nin ve adamlarının
ayıplarını her fırsatta ortaya koyacak, onları kötüleyip duracaksın. Osman'ın
taraftarlarını sürekli övecek, Ali'nin taraftarlarını ise yere
batıracaksın." Muğire O'nun bu sözlerine: "Sen beni denedin ve bu
şekilde ben de denenmiş oldum. Sen de aynı şekilde deneneceksin ve sonunda ya
iyilikle anılacak veya sürekli kötülenip duracaksın" diyerek karşılık vermiş,
Muaviye de bunun üzerine: "İnşallah ikimiz de sürekli olarak iyilikle
anılıp duracağız." demişti.
Muğire
bin Şu'be Küfe Valiliği'ni bir yıl kadar gayet iyi yönetmiş, Hz.
Ali'ye
küfretmeyi ve Hz. Osman'a duada bulunmayı asla ihmal etmemişti. O'nun böyle
yaptığını duyan Hücr bin Adiyy: "Allah sizi kötülükle ansın ve size lanet
etsin!" demiş ve ayağa kalkarak şöyle devam etmişti: "Sizin kötüleyip
durduğunuz kişinin, faziletlerini sayıp durduğunuz kişiden çok daha üstün
olduğuna şahadet ederim." Muğire O'na: "Ey Hücr! Sultanın gazabına ve
cezasına uğramaktan sakın. Sultanın gazabı senin gibilerini helak
etmiştir." demiş, ancak buna rağmen üzerinde durmayıp O'nu affetmişti.
Muğire,
valiliğinin sonlarına doğru da yine Hz. Ali ve Hz. Osman hakkında söyleyip
durduklarını tekrar etmiş, Hücr bin Adiyy de ayağa kalkarak mescitte bulunan
herkesin işitebileceği şekilde Muğire'ye bağırmaya başlamış ve şöyle demişti:
"Behey adam! Şu adamlarına emir ver de kesmiş olduğun maaşlarımızı bize
dağıtsınlar. Bu mallar senin değildir. Sen bu göreve başladığından beri
müminlerin emiri Hz. Ali'yi sürekli kötüleyip duruyorsun." Mescitte
bulunanların üçte birinden fazlası ayağa kalkıp: "Hücr doğru söyledi ve
haklıdır da. Emir ver de şu bizim ne zamandan beri kesmiş olduğun maaşlarımızı
ve haklarımızı versinler. Takınmış olduğun tavır bize hiç bir hak ve menfaat
tanımıyor." şeklinde konuşmuşlar ve daha bir sürü sözler söylemişlerdi.
Muğire hemen minberden inip evine kapanmış, adamları yanına gelip şöyle
demişlerdir. Bu adamın sana karşı böyle cesurca sözler söylemesine neden izin
veriyorsun? Bu şekilde davranmakla otoriteni sarsıyor ve müminlerin emiri
Muaviye'nin sana karşı tavır takınmasına vesile sağlamıyor musun?" Muğire
onlara şöyle cevap vermişti: "Ben O'nu çoktan öldürdüm. Bekleyin ve görün,
benden sonra buraya gelecek emire karşı da aynı tavrı takınmağa kalkışacak ve
yeni vali de onu hemen öldürüverecek. Ben ömrümün sonlarına doğru, ecelimin
yaklaştığı bir sırada bu şehrin ileri gelenlerinden ve iyi insanlarından birisini
öldürmek istemem. Ayrıca böyle davranıp da O'nu ve arkadaşlarını öldürecek
olursam onlar mutluluğa ererler, ben ise şekavete düşerim. Onlar öldürülürse
Muaviye dünyasını imar etmiş, Muğire ise ahiretini kaybetmiş olur."
Bu
olaylardan sonra Muğire vefat eder ve Ziyad Küfe'ye vali olur. Ziyad Küfe'ye
varır varmaz hutbe okuyup Hz. Osman'a rahmet eylemiş ve O'nun adamlarından
iyilikle söz ederek katillerine lanetler yağdırmıştı. Hücr o anda ayağa
kalkmış, Muğire'ye karşı gösterdiği davranışı Ziyad'a karşı da göstermişti.
Bunun üzerine Ziyad hemen Basra'ya geri dönerek Küfe'de yerine Amr bin Hureys'i
vekil bırakmıştı. Ziyad Basra'da bulunduğu sırada Hz. Ali'nin taraftarlarının
Hücr'un etrafında toplandıklarının, O'ndan iyilikle bahsedip Muaviye'yi
lanetlediklerini, Muaviye' den uzak olduklarını söylediklerini, sürekli olarak
Amr bin Hureys'e karşı tavır takındıklarını işitir ve hemen Basra'dan Küfe'ye
dönüp minbere çıkarak hutbe okumağa başlar. O sırada Hucr da mescitte
oturmaktadır. Ziyad şöyle der: " ... Azgınlığın ve isyancılığın son derece
kötü ve vahim olduğu bilinen bir şeydir. Bu adamlar bir araya gelmiş,
kendilerini emniyette hissedip Allah'a karşı cesurca davranmağa başlamışlardır.
Haberiniz olsun ki eğer bu hallerinizi düzeltmeyip de doğru yola girmezseniz
sizin anlayacağınız yollarla ben sizi tedavi etmesini bilirim. Eğer Küfe'yi
Hücr'den temizlemezsem ve O'na kendisinden sonra gelecek nesillere ibret olacak
bir muamele yapmazsam ben adam değilim. Ananı ağlatacağım ey Hücr."
Mescitte
oturan Hücr'ü çağırmak üzere bir adam gönderir, ancak Ziyad'ın gönderdiği adam
gelip Hücr'ü çağırdığında adamları Hücr'e şöyle derler: "Sakın Ziyad'a
gitmeyesin!" Bunun üzerine Ziyad'ın adamı geri dönüp durumu bildirmiş,
Ziyad o sırada emniyet kuvvetleri amiri olan Şeddad bin Heysem el-Hilali'ye
emir vererek Hücr'ü getirmek üzere adamlar göndermesini istemişti. Hücr'ü
almağa gidenlere adamları küfretmişler, onlar da dönüp durumu Ziyad'a
bildirmişlerdi. Bu olaylar üzerine Ziyad Küfelileri toplayıp şöyle demişti:
"Siz sağ gösterip sol mu vuruyorsunuz? Vücutlarınız benimle, ama
kalpleriniz şu ahmak Hücr'le mi yoksa! İşte Vallahi bu sizin fesadınızdan
kaynaklanmaktadır. And olsun, ya bu tutumunuzu değiştirdiğinizi açıkça ortaya
koyarsınız ya da sizin yerinize buraya aramızda sevgi bağı yerleşecek başka bir
kavmi getirip yerleştiririm." Ziyad'ın bu konuşmasına karşılık Küfeliler:
"Allah korusun! Biz sana itaat etmekten başka bir düşünceye sahip değiliz
ve senin razı olmadığın bir şeyi de kesinlikle yapmayız." demişler, bu
sözler üzerine Ziyad: "O halde her biriniz kalkıp Hücr'ün yanında bulunan
kendi akraba ve aşiretlerinden olanları çağırsın." demiş, onlar da
gerçekten kalkıp Hücr'un etrafında bulunan akrabalarını çağırmışlardı. Bundan
sonra Ziyad emniyet amirine emir vererek gidip Hücr'ü çağırmasını istemiş, ona
şöyle tavsiyede bulunmuştu: "Gelirse ne ala, gelmediği takdirde onları
bana getirinceye kadar kılıçlarınızı kullanınız."
Emniyet
amiri gidip Hücr'ü çağırmış, ancak adamları O'nu gitmekten yine alıkoymuşlardı.
Emniyet amiri yanındakilerle birlikte üzerlerine saldırmak üzere tavır almış,
bunun üzerine Ebu'l-Amarra el-Kindi Hücr'e şöyle demişti:
"Şu
anda yanında bulunanlardan benden başka kılıç taşıyan kimse yoktur. Benim bu
kılıcım da seni koruyacak durumda değildir. Kalk akrabalarının ve aşiretinin
yanına git, seni onlar korusunlar." Aralarında bu konuşmalar ve
tartışmalar geçerken Ziyad minberde oturmuş onları bekliyordu. Nihayet Ziyad'ın
adamları üzerlerine atılmış, el-Hamra Kabilesi'nden biri Amr bin el-Hamık'ın
başına bir darbe indirip yere yuvarlamıştı. Arkadaşları Amr'ı taşıyıp Ezd
Kabilesi'ne getirmişler, O da onların yanında gizlenmişti. Bu olaydan sonra
Hücr'ün adamları Küfe'nin kapılarına çekilip orada gizlenmişlerdi. Emniyet
kuvvetlerinden birisi Aiz bin Hamle et-Temimi'ye bir darbe indirip elini
kırmış, o da bunların ellerinde bulunan sopalardan birini eline geçirmiş ve
Hücr'ün adamları Kinde kapısından çıkıp gidinceye kadar onları korumuştu. Hücr
oradan çıkıp katırına binmiş, gitmek istemişti. Ebu'l-Amarra el-Kindi O'na:
"Haydi
bin, git; senin yüzünden neredeyse kendimizi de helak ediyorduk." demiş,
sonra ona yardımcı olarak katırına bindirmiş ve kendisi de atına binerek
birlikte gitmişlerdi. Giderlerken Yezid bin Tarif el-Misli Ebu'l Amarra'ya yetişip
kıçının üzerine sopayla vurmuş, Ebu'l-Amarra da kılıcını çekerek Yezid'in
başına bir darbe indirmiş ve yere düşürmüştü. İşte bu kılıç darbesi Kufeliler
arasında meydana gelen ihtilaflarda kullanılan ilk kılıç darbesi olmuştur. Hücr
ile Ebu'l-Amarra Hücr'un evine giderek orada oturmuşlar ve etraflarında bir
hayli adam birikmişti. Ancak Kinde'den onlara gelen çok az kimse olmuştu. Bu
sırada Ziyad hala minberde oturuyordu ve Mezhec ile Hemdan adındaki iki kişiyi
Kindelilerin bulunduğu harabeliğe göndererek Hücr'ü alıp getirmelerini
emretmişti. Diğer Yemenliler de kendi adamlarına Kinde harabeliğine gidip
Hücr'ü getirmelerini emretmişlerdi. Mezhec ve Hemdan Kinde harabeliğine girip
orada yakaladıkları kimselerin hepsini toplayıp götürmüşler, Ziyad da onlara teşekkür
etmişti. Hücr yanında bulunan adamların bir hayli azaldığını görünce en son
kalanlara da gitmelerini tavsiye etmiş, onlara şöyle demişti: "Aleyhinizde
olan bu adamlara karşı koyabilecek gücünüz yoktur. Ben sizin yok olmanızı da
istemiyorum." Bunun üzerine onlar da çıkıp gitmişler, ancak Mezhec ve
Hemdan yolda onlara yetişince bir kısmını öldürmüş, Kays bin Yezid'i esir etmiş
ve geri kalanı da kaçıp kurtulmuştu. Hücr ise Hutoğulları'ndan Süleym bin Yezid
adında birisinin evine doğru kaçıp orada gizlenmişti. Kendisini takip edenler
oraya va-rınca Süleym kılıcını çekerek onlarla çarpışmak üzere tavır almış,
O'nu gören kızları ağlamağa başlayınca Hücr şöyle demişti: "İşte
kızlarının başına bir felaket getirmiş oldum. Ne kadar büyük bir kötülük yaptım
ben!" Süleym ise şöyle karşılık vermişti: "Hayır, Vallahi ben hayatta
olduğum müddetçe sen evimden ne diri, ne de ölü olarak çıkarılacaksın."
Ancak Hücr, Süleym'in evinde bulunan bir ağaçtan tırmanarak Neha Kabilesi'nden
olan el-Eşter'in kardeşi Abdullah bin el-Haris'in evine gelmiş, kendisini bir
hayli iyi karşılamışlardı. Hücr Abdullah'ın evinde iken emniyet görevlilerinin
kendisini Neha Kabilesi içinde aradığını haber vermişlerdi. Görevliler Hücr'ü
ararken siyahi bir kadına rast gelmişler, kadın onlara kimi aradıklarını
sormuş, onlar da Hücr bin Adiyy'i aradıklarını belirtince kadın O'nun Neha
Kabilesi'ne gittiğini söylemişti. Bunun üzerine Hücr buradan çıkıp Ezd
Kabilesi'ne gitmiş ve Rabia bin Nacid'in evinde gizlenmişti.
Hücr'ü
bulmaları bir hayli zorlaşınca Ziyad Muhammed bin el-Eş'as'a haber gönderip
çağırmış ve şöyle demişti: "Ya bana Hücr'ü bulup getirirsin, ya da senin
bütün hurmalarını kökünden keser, evini yıkar ve vücudunu parça parça ederim,
öldürünceye kadar da benden kurtulamazsın." Ziyad O'na üç gün mühlet
vermişti. Sonra Hücr'ün adamlarından esir alınan Kays bin Yezid'i getirtmiş ve
O'na şöyle demişti: "Geçmiş olsun. Senin Hz. Osman hakkındaki görüşünün
Sıffin'de Muaviye ile birlikte oluşunun ve Hücr'ün yanında yer alışının sırf
kabile taraftarlığı ve gayretinden kaynaklandığını öğrendim. Bundan dolayı da
seni affediyorum. Ancak bana kardeşin Umeyr'i getireceksin." Kays
Ziyad'dan Umeyr'in kanını ve malını bağışlamasını dilemiş, Ziyad da O'na eman
vermişti. Umeyr getirildiğinde yaralı idi, çünkü O'nu bir hayli dövmüşlerdi.
Ziyad adamlarından birisine Umeyr'i kaldırıp yere çalmasını söylemiş ve bu
defalarca tekrarlanmıştı. Kays bin Yezid Ziyad'a: "Hani O'na eman
vermiştin?" diye sorunca Ziyad da: "Evet, kanını akıtmayacağıma söz vermiştim,
şu anda da akıtmış değilim. Kanını akıtmıyorum," demiş ve sonunda serbest
bırakmıştı.
Hücr
bin Adiyy Rabia bin Nacid'in evinde bir gün bir gece kalmış, Muhammed bin
Eş'as'a haber göndererek kendisine Ziyad'dan eman almasını ve Muaviye'ye
göndermesini istemişti. Muhammed bin Eş'as aralarında Cerir bin Abdullah, Hücr
bin Yezid, el-Eşter'in kardeşi Abdullah bin Haris'in bulunduğu bir grup adamı
toplayıp Ziyad'ın yanına gitmiş ve Hücr'ü Muaviye'ye göndermek üzere eman
vermesini istemişlerdi. Ziyad onların bu taleplerini kabul edip Hücr bin
Adiyy'i çağırmış ve kendisini alıp Ziyad'ın yanına götürmüşlerdi. Ziyad O'nu
görünce: "Ey Abdurrahman'ın babası, merhabalar sana! Savaş zamanında
insanlar savaşırlar ve öyle savaşlar vardır ki arkasından da barış yapılır ve
sonunda bir sürü dönekler toplanıp getirilir." şeklinde konuşmuş, Hücr de
şöyle karşılık vermişti: "Ben asla itaatsizlik etmedim, cemaatten de
ayrılmadım. Yapmış olduğum bey'ati hala koruyorum." Ziyad buna rağmen
O'nun hapsedilmesini emretmiş ve şöyle demişti: "Vallahi, boynundaki ipi
bile yok etmeyi arzu ederdim!" Sonra adamlarını aratmağa başlamıştı. Bunun
üzerine Amr bin el-Hamik yanına Rifaa bin Şeddad'ı alıp Musul'a doğru kaçmış ve
oradaki dağların birinde gizlenmişti. Bunların Musul civarında gizlendikleri haberi
valiye bildirilmiş, o da bunları yakalamak üzere çıkmıştı. Musul Valisi'ne
karşı koymuşlardı, yalnız Amr artık kendini koruyabilecek ve çarpışabilecek
durumda değildi. Rifaa ise genç ve gayet güçlü kuvvetli birisi idi, atına
binmiş ve Amr'ı korumağa çalışmıştı. Amr O'na: "Beni korumak için
çarpışman bana fayda vermez. Sen kendini kurtarmağa çalış!" demiş, O da
gelenler üzerine saldırdıktan sonra fırsat verince kurtulup gitmişti.
Amr'ı
esir alıp kim olduğunu sormuşlar, O da: "Öldürmeyip serbest bıraktığınız
takdirde size teslim olacak ve kim olduğumu söyleyeceğim. Eğer beni öldürecek
olursanız sizin için son derece kötülüklere sebep olacak birisiyim." diye
konuşmuş ve kim olduğunu açıklamamıştı. Bunun üzerine kendisini yakalayıp Musul
Valisi olan ve İbn Ümmü'l-Hakem diye bilinen Abdurrahman bin Osman es-Sekafi'ye
götürmüşlerdi. Abdurrahman bin Osman Muaviye'nin kız kardeşinin oğlu idi.
Abdurrahman O'nu hemen tanımış ve durumu Muaviye'ye bildirmişti. Muaviye O'na
şöyle bir mektup yazmıştı: "O Hz. Osman'ı elindeki mızraklarla dokuz
yerinden yaraladığını söyleyenlerdendir. Sen de aynı şekilde O'nu
öldürüver." Muaviye'nin bu mektubu üzerine Abdurrahman Amr'ı
öldürüvermişti.
Ziyad,
Hücr'ün adamlarını sürekli takip ettirmiş, yakaladıklarını öldürmüş ancak onlar
da sürekli kaçıp durmuşlardı. Kabisa bin Dubay'a el-Absi eman ile yakalanıp
hapse atılmıştı. Kays bin Ub-bad eş-Şeybani Ziyad'a gelip:
"Hücr'ün
adamlarının ileri gelenlerinden adı Sayfi olan birisi vardır." diye
ihbarda bulunmuş, Ziyad da O'nu aratmış, yakalatıp getirtmiş ve şöyle demişti:
"Ey Allah'ın düşmanı! Ebu Turab hakkında ne dersin?" O da: "Ben
Ebu Turab'ı bilmem." diye cevap vermiş, Ziyad bunun üzerine: "Hay hiç
bir şey bilmeyesi! Sen Ali bin Ebi Talib'i tanıyor musun?" diye sormuş,
"Evet, tanıyorum" demesi üzerine de: "İşte Ebu Turab odur."
diye karşılık vermişti. Fakat Sayfi: "Hayır, o asla Ebu Turab değil, o,
Ebu'l Hasan ve el Hüseyin'dir." deyince orada bulunan emniyet
kuvvetlerinden kimseler: "Emirimiz O'nun Ebu Turab olduğunu söylüyor, sen
ise aksini iddia ediyorsun." diye çıkışmışlar, Sayfi de şöyle karşılık
vermişti: "Emir yalan söylerse ben de O'nun söylediği bu yalanı ve kabul
ettiği batılı kabul etmek zorunda mıyım?" Ziyad bunun üzerine: "İşte
bu ancak sopayla yola gelir." demiş, O'nu Ziyad'a yaklaştırmışlar ve
tekrar sormuştu: "Ali hakkında ne dersin?" Sayfi en güzel sözleri
söylemiş, Ziyad da dövmelerini emretmiş ve yere yıkılıp kalıncaya kadar
dövmüşlerdi. Arkasından Ziyad: "Gözünü çıkarınız." diye emretmiş ve:
"Ali hakkında ne dersin?" diye tekrar sormuştu. "Vallahi, beni
en keskin usturalarla diri diri kessen bile yine Ali hakkında işittiklerimin
dışında ve hayırdan başka tek bir söz söylemeyeceğim." deyince Ziyad:
"Ali'ye ya lanet edersin, ya da boynunu vururum." şeklinde konuşmuş,
Sayfi de: "Hayır, asla O'na ihanet edemem." diye cevap vermişti.
Bunun üzerine O'nu prangalara vurup hapsetmişlerdi.
Anlatıldığına
göre Kays bin Ub-bad el-Eş'as ile birlikte çarpışmalara katılıncaya kadar hayat
sürmüştü. Arkasından Küfe'ye gelip kendi evine kapanmış, orada yerleşmişti.
Havşeb
bir gün Haccac'a şöyle der: "Burada Irak'ta meydana gelen her türlü fitne
ve karışıklıklarda mutlaka parmağı olan bir adam vardır. O Ebu Turab'ın
taraftarlarından olup Hz. Osman'a lanet edenlerdendir. İbnü'l-Eş'as ile
birlikte isyan etmiş kişidir de aynı zamanda. Şimdi de gelmiş, burada evine
kapanmış oturuyor." Bu sözleri duyan Haccac hemen O'nu getirtmiş ve anında
öldürtmüştü. Kays bin Ubbad'ın akrabaları Havşeb'in akrabalarına: "Siz
bizim adamımızı jurnal ettiniz!" derler, onlar da Sayfi eş-Şeybani'yi
kastederek: "Aynı şekilde siz de bizim adamımızı jurnal etmiştiniz."
diye karşılık verirlermiş.
Ziyad
bin Ebih, Abdullah bin Halife et-Tai'yi getirtmeleri için adam göndermiş, fakat
o sürekli kaçmıştı. Ziyad emniyet kuvvetlerini göndererek O'nu yakalatıp
getirtmiş, Abdullah bin Halife'nin kız kardeşi en-Nevar da Tayy Kabilesi'ne
çıkıp gitmiş ve onları adamlarını kurtarması için teşvik etmişti. Bunun üzerine
onlar da emniyet kuvvetlerine karşı çıkmışlar ve Abdullah'ı kurtarmışlardı.
Emniyet kuvvetleri Ziyad'a gelip durumu bildirince Ziyad o sırada mescitte
bulunan Adiyy bin Hatem'e seslenerek: "Bana Abdullah'ı getir!" diye
söylemiş, Adiyy de: "Neden getireyim, ne yaptı ki?" diye sorunca kendisine
olup bitenler anlatılmıştı. Adiyy: "Benim bundan haberim yoktur."
demiş, ancak Ziyad'ın: "Mutlaka bana Abdullah'ı getirteceksin" diye
ısrar etmesi üzerine de: "Asla getirtmeyeceğim. Amcamın oğlunu getireyim
de öldüresin değil mi! Vallahi şu anda ayaklarımın altında bile gizlenmiş olsa
ayaklarımı kaldırmam." diye karşılık vermiş, bunun üzerine Ziyad Adiyy'in
hapsedilmesini emretmişti. Küfe'de bulunan bütün Yemenliler ile Rabiaoğulları
Ziyad ile görüşmüş, O'na: "Resülullah (S.A.V.)'ın ashabından olan Adiyy
bin Hatem'e böyle mi davranıyorsun?" demişler, Ziyad da şöyle karşılık
vermişti: "Adiyy bin Hatem'i amcasının oğlunu buradaki valiliğim sürdüğü
müddetçe Küfe'ye sokmaması şartıyla hapisten çıkarırım." Bu sözleri
üzerine O'nun bu isteğini kabul etmişlerdi. Adiyy bin Hatem Abdullah bin
Halife'ye giderek durumu bildirmiş ve Tay Kabilesi'nin sahip olduğu dağlara
çekip gitmesini emretmişti. Abdullah da çekip Tay Dağları'na varmış, orada
ikamet etmişti; ancak sürekli olarak Adiyy'e mektuplar yazıp Küfe'ye dönmesi
için kendisine şefaatte bulunmasını istiyordu. Ne var ki Adiyy, onun bu
isteklerine kulak asmıyor, Abdullah da O'na sürekli mektuplar ve mersiyeler
yazıp duruyordu. Nihayet Abdullah, Ziyad henüz hayatta iken bu dağlarda ölüp
gitmiş idi.
Ziyad
sonra Hücr bin Adiyy'nin adamlarından birisi olan Kerim bin Afif el-Has'ami'yi
getirtmiş, "Adın ne?" diye sormuştu. O da: "Kerim bin
Afif." diye cevap verince Ziyad şöyle demişti: "Senin ve babanın adı
ne kadar da güzel, fakat yaptıkların ne kadar kötü şeylerdir! Allah'a yemin
ederim ki, benim görüşüme dair bilgi sahibi oluşunun üzerinden fazla bir zaman
geçmedi. "
Taberi
şöyle nakleder:
Ziyad
Adiyy'nin arkadaşlarından on iki kişiyi hapsetmiş, sonra kabile ve şehirlerin
ileri gelenlerinden söz sahibi olan dört kişiyi çağırmıştı. Bunlar Medine ileri
gelenlerinden Amr bin Hureys, Temim ve Hemdan reisIerinden Halid bin Urfuta,
Rabia ve Kinde reisIerinden Kays bin Velid, Mezhic ve Esed reisIerinden Ebu
Bürde bin Ebi Musa idiler. Bunlara Hücr bin Adiyy'in kendisi aleyhinde bir sürü
adam toplayıp küfrettiğini, müminlerin emirine harp ilan ettiğini, hilafet
işinin Ebu Talib'in evlatlarından başkasına gitmemesi gerektiğine inandığını,
şehre hücum ederek emirin göndermiş olduğu valiyi şehirden çıkardığını, Ebu
Turab'ın özrünü beyan ederek O'na sürekli rahmetler okuyup düşmanlarından ve
ona harp açmış kimselerden uzak durulması gerektiğini söylediğini anlatmış,
hapsetmiş olduğu bu adamların O'nun adamlarının ileri gelenleri olup O'nunla
aynı görüşte olduklarına şahadet etmelerini istemişti. Talha bin Ubeydullah'ın
iki oğlu İshak ve Musa, Münzir bin Zübeyr, Umare bin Ukbe bin Ebi Muayt, Amr
bin Sa'ad bin Ebi Vakkas ve daha bazı kimseler buna şahadet etmişlerdi.
Şahitler arasında Kadı Şureyh bin Hani: "Ben asla bu konuda şahadet
etmedim ve Ziyad'ı da kınadım." demekteydi.
Sonra
Ziyad Hücr bin Adiyy ve adamlarını Vail bin Hücr el-Hadrami ile Kesir bin
ŞiMb'a teslim edip Şam'a götürmelerini emretmişti. O günün akşamında yola çıkmışlar
ve ''el-Garayeyn'' denilen yere vardıklarında Şureyh bin Hani arkalarından
yetişip Vail bin Hücr'a bir mektup vererek müminlerin emirine iletmesini
istemişti. Vail bu mektubu almış ve hep birlikteyola devam etmişler, Dimaşk
yakınlarında Merc Azra denilen yere varıncaya kadar gitmişlerdi. Bunların
isimleri şöyle idi: Hücr bin Adiyy el-Kindi, Erkam bin Abdullah el-Kİndi, Şerik
bin Şeddad el-Hadrami, Sayfi bin Fesil eş-Şeybam, Kabisa bin Dubay'a el-Absi,
Kerim bin Afıf el-Has'ami, Asım bin Avf el-Beceli, Verka bin Sümeyy el-Beceli,
Keddani bin Hatyan, Abdurrahman bin Hassan el-Anazeyyeyn, Muhriz bin Şihab
et-Temimi, Abdullah bin Haveyye es-Sa'adi et-Temimi. Bunlar on iki kişi idiler.
Ayrıca Ziyad arkalarından iki adam daha göndermişti. Bunlar da Sa'ad bin Bekr
Kabilesi'nden Utbe bin el-Ahnes ve Sa'ad bin Nemran el-Hemdani idiler ki
bunlarla birlikte on dört kişi olmuşlardı.
Muaviye
bu adamları getiren Vail bin Hücr ve Kesir bin Şihab'a haber gönderip onları
yanına çağırtmış ve getirdikleri mektupları okumuştu. Ayrıca Vail bin Hücr,
Şureyh bin Hani'nin kendisine verdiği mektubu da Muaviye'ye teslim etmişti.
Şureyh bin Hani Muaviye'ye şöyle yazmıştı: "Ziyad'ın beni bu hususta şahit
gösterdiğini işittim. Benim Hücr bin Adiyy hakkındaki şahadetim ve kanaatim
şöyledir: "O namazını kılar, zekatını öder, hac ve uınre yapar, marufu
emreder, münkerden alıkoyar. O'nun kanı ve malı haramdır. Dilersen öldürür,
dilersen de serbest bırakırsın." Bunun üzerine Muaviye: "Bu adamın
kendisini sizin şahadetinizden uzak tuttuğunu görüyorum." demiş, sonra
getirilenleri Merc-Azra'da hapsetmişti. Arkasından Ziyad'ın göndermiş olduğu
diğer iki adam da oraya varmış ve Amr bin el-Esved el-Adi Muaviye'ye gelerek bu
ikisinin geldiklerini haber vermişti. Hücr bin Adiyy elleri ve ayaklarındaki
prangalarla ayağa kalkmış, şöyle demişti: "Muaviye'ye kanlarımızın haram
olduğunu bildir. Biz onunla daha evvel sulh yapmıştık. O da bizimle sulh
akdetmişti ve bize eman verilmişti. Biz ehl-i kıbleden hiç kimseyi öldürmedik
ki kanlarımız helal olsun."
Amir
bin el-Esved el-Adi Muaviye'nin huzuruna çıkıp bu iki adamı getirdiğini haber
vermiş idi. Yezid bin Esed el-Beceli Muaviye'den iki amcasının oğlunun
kendisine bağışlanmasını istemişti. Bunlar da Asım ve Verka idiler. Cerir bin
Abdullah el-Beceli bir mektup yazıp bunların ikisini tezkiye ettiğini, bunların
kendileri aleyhinde söylenen sözlerden tamamen uzak olduğunu söylüyordu. Bunun
üzerine Muaviye onları serbest bırakmıştı. Ayrıca Vail bin Hücr Erkam için de
şefaatte bulunmuş, O da serbest bırakılmıştı. Ebu'l A'var es-Sülemi de Utbe bin
el-Ahnes için şefaat edince serbest bırakılmıştı. Humre bin Malik el-Hemdani de
Sa'ad bin Nemran'a şefaat etmiş, O da bağışlanmıştı. Habib bin Mesleme, İbn
Haveyye için şefaatte bulunmuş, böylece O da serbest bırakılmıştı. Nihayet
Malik bin Hubeyre es-Sekllni kalkıp Muaviye'ye şöyle demişti: "Bana
amcamın oğlu Hücr'ü bağışla." Muaviye O'nun bu isteğine: "Hücr bu
adamların başıdır. Eğer serbest bırakırsam kendi memleketini tekrar benim
aleyhimde fesada boğar. O zaman da korkarım seni Irak'a, O'nun yanına
göndeririz." diyerek karşılık vermiş, Malik bin Hubeyre de:
"Vallahi,
ey, Muaviye, bana karşı insaflı davranmadın. Amcamın oğluna karşı senin yanında
Sıffın Günü'nde savaştım, bu savaşın sonunda zafer elde ettin, böylece şanın
yükseldi ve artık musibetlerden korkmaz oldun. Sonra senden amcamın oğlunu
serbest bırakmanı istedim, sen ise bunu benden esirgedin." demiş, sonra
çekip gitmiş, evine kapanmıştı.
Muaviye
Hudbe bin Feyyaz el-Kudai, Husayn bin Abdullah el-Külabi ve Ebu Şerif
el-Bedevi'yi Hücr ve adamlarına gönderip onlardan belirtilenleri öldürmelerini
emreder. Bunlar Hücr'e ve adamlarına akşamüzeri varırlar. elHas'ami bu
gelenlerin arasında birisinin tek gözlü olduğunu görünce arkadaşlarına:
"Bizim yarımız öldürülecek, yarımız da serbest bırakılacak." der.
Gerçekten onlardan altı kişi serbest bırakılmış, sekiz kişi öldürülmüştü,
öldürmeden evvelonlara şöyle demişlerdi: "Hz. Ali'den uzak olup O'nu
lanetlemenizi teklif etmemiz bize emredildi. Eğer gerçekten O'ndan uzak
olduğunuzu söyler ve lanet ederseniz sizi serbest bırakırız. Bunu yapmadığınız
takdirde sizi öldüreceğiz." Hücr ve arkadaşları bu teklife: "Hayır,
bunu kesinlikle yapamayız." diye karşılık vermişler, bunun üzerine
kabirleri kazılmış ve kefenleri hazırlanmıştı. Bu arada Hücr ve adamları
birlikte gece namazını kılıyorlardı. Ertesi gün olunca öldürmek üzere yanlarına
yaklaştıklarında Hücr: "Bana müsaade edin de abdest alıp namaz kılayım.
Ben her namaz için abdest almadan hiç bir namazı kılmış değilim." der,
onlar da Hücr'a müsaade ederler. Abdestini alır, namazını kılar ve bitirdikten
sonra şöyle konuşur: "Vallahi şu anda kıldığım namazdan daha zevkli bir
namaz kılmış değilim, ölümden korkup namazı uzattığım zehabına kapılmayacak
olsaydınız bu namaza ara vermez, kılmağa devam ederdim." Sonra şöyle devam
eder: "Allah'ım! Biz ümmetiniz için senden yardım diliyor ve sana
sığımyoruz. Küfe halkı bizim aleyhimizde şahadet ettiler. Şamlılar da bizi
öldürüyorlar. Vallahi, beni öldürecek olursanız Şam vadisinde öldürülecek ilk
Müslüman Süvari ve yine Müslümanlar arasında bu vadinin köpeklerinin uluduğu da
ilk insan ben olmuş olacağım." Bu sözlerden sonra Hudbe bin Feyyaz Hücr'ün
üzerine kılıçla yürümüş, kılıcını kaldırıp vuracağı sırada birden kendisini bir
titreme tutmuştu. O anda Hücr'e: "Sen ölümden korkmadığını mı söylemek
istiyorsun? Haydi, Ali'den uzak olduğunu söyle de seni serbest bırakalım."
demişler, O ise şöyle cevap vermişti: "Nasıl olsun da ölümden korkmayayım?
Bir tarafta kabir kazılmış, öbür tarafta kefen hazırlanmış ve karşımda da
kılıcını çekmiş birisi duruyor. Vallahi, ben ölümden de korksam Allah'ın razı
olmadığı bir tek söz söylemeyeceğim." Bunun üzerine O'nu ve
arkadaşlarından altı kişiyi öldürmüşlerdi.
Abdurrahman
bin Hassan el-Anazi ve Kerim el-Has'ami kendilerini öldürmek üzere gelenlere:
"Bizi Müminlerin emirine götürün de bu adam hakkında kendisini memnun
edecek sözler söyleyelim." demişler, bunun üzerine yanına götürmek üzere
izin istendiğinde Muaviye getirmelerine müsaade etmişti. Yanına girdiklerinde
Kerim el-Has'ami: "Allah Allah ey Muaviye! Haberin olsun ki sen bu geçici
diyardan ebedi olan ahiret diyarına göçeceksin ve bizim kanlarımızı döktüğünden
dolayı mutlaka sorguya çekileceksin." şeklinde konuşmuş, Muaviye: "Ali
hakkında ne dersin?" diye sorunca da şöyle demişti: "Senin dediğin
gibi diyorum." Muaviye: "Ali'nin yolundan uzak olduğunu da
söyleyebilir misin?" diye sorunca KuhMe bin Has'amoğulları'ndan Şemir bin
Abdullah Muaviye'ye O'nu kendisine bağışlamasını söylemiş, Muaviye de Kerim bin
el-Has'ami'nin Küfe'ye girmemesi şartı ile affedileceğini söylemişti. Kerim bin
el-Has'ami Küfe'ye gitmemiş, Mısır'da ikamet etmeyi tercih etmişti. O:
"Muaviye ölürse Küfe'ye giderim." deyip duruyordu, ancak Muaviye'nin
ölümünden bir ay önce vefat etmişti.
Muaviye
Abdurrahman bin Hassan'a da: "Ey Rabia'nın evladı! Ali hakkında ne
dersin?" diye sormuş, O da şöyle cevap vermişti: "Beni rahat bırak,
bu konuda bana soru sormaman senin için daha hayırlıdır." Muaviye:
"Hayır,
bu konuda sana soru sormadan and olsun seni asla bırakmam." deyince O da:
"Ali'nin Allah'ı en çok zikreden, hakkı emredip adaletle hükmeden ve
insanları affeden birisi olduğuna şahadet ediyorum." diye karşılık vermiş,
Muaviye'nin: "Peki, Osman hakkında ne dersin?" sorusunu da şöyle
cevaplamıştı: "O zulmün kapılarını ilk defa açan ve hak kapılarını kapatan
kişi olmuştur." Bunun üzerine Muaviye: "O zaman kendi canına kıymış
oldun." demiş, Abdurrahman bin Hassan da: "Ve bu arada senin de
canını yakmış oldum. Şu anda bu bölgede Rabi'alardan kimse yoktur." diye
karşılık verip bu sözüyle kendisine şefaat edecek kimsenin olmadığını da ifade
etmişti. Muaviye Abdurrahman bin Hassan'ı tutup tekrar Ziyad'a göndermiş ve
O'nu en kötü bir şekilde öldürmesini emretmişti. Ziyad da O'nu diri diri kabre
gömmüştü.
Bunlardan
öldürülenler şunlardır: Hücr bin Adiyy, Şerik bin Şeddad el-Hadrami, Sayfi bin
Fesil eş-Şeybani, Kabisa bin Dubay'a el-Absi, Muhriz bin Şihab es-Sa'adi
et-Temimi, Vekdan bin Hayyan el-Anezi ve Abdurrahman bin Hassan el-Anezi. Bu
sonuncusunu Ziyad diri diri gömmüştü. Bu yedi kişi öldürülüp kabirlerine
defnedilmiş ve namazları kılınmıştı.
Anlatıldığına
göre Hücr bin Adiyy ve adamlarının öldürüldüğü Hasan elBasri'ye anlatılınca
şöyle demişti: "Onların namazlarını kıldılar, kefenleyip kabirlerine
defnettiler ve yüzlerini de kıbleye çevirdiler değil mi?" kendisine:
"Evet"
diye cevap verilince Hasan el-Basri şöyle demişti: "Ka'abe'nin rabbine
yemin olsun ki kendilerini öldürenlere karşı ileri sürecekleri delilleri
vardır."
Malik
bin Hubeyre es-Seküni Muaviye'den Hücr bin Adiyy'in kendisine bağışlanmasını
isteyip de bu konuda reddedilince adamlarını toplayıp Hücr ve adamlarını
kurtarmak üzere el-Azra denilen yere gitmiş, ancak yolda giderken onları
öldürenlerle karşılaşmıştı. Muaviye'nin emri ni infaz edenler Malik ve
adamlarını görünce HÜcr'ü kurtarmak üzere geldiklerini anlamışlardı. Malik:
"Ne
yaptınız?" diye sorunca onlar: "Hücr ve adamları yaptıklarından tövbe
ettiler, biz de durumu Müminlerin emirine haber vermek üzere gidiyoruz."
demişler, Malik susmuş ve el-Azra'a doğru yürümüştü. Ancak yolda oradan
gelenlerle karşılaşınca Hucr ve adamlarının öldürüldüğü haberini almış, bu emri
infaz edenleri yakalamak üzere adamlarını gönderdiğinde onlara
yetişememişlerdi. Bunlar gelip Muaviye'ye Malik'in oraya gittiğini haber
verince Muaviye onlara şöyle demişti: "Onun içinde şu anda bir heyecan
kaynamaktadır, fakat o şimdiye kadar çoktan sönmüş, gitmiştir." Nihayet
Malik bin Hubeyre evine gelip kapanmış, Muaviye'nin yanına varmamıştı. O gün
gece olunca Muaviye Malik bin Hubeyre'ye yüz bin dirhemlik bir hediye göndermiş
ve şöyle demişti: "Senin şefaatini kabul edemedim, çünkü eğer onları
serbest bırakmış olsaydım Müslümanlar arasında tekrar büyük bir fitne kopar,
savaşlar meydana gelirdi. Hücr'ün öldürülmesi Müslümanların başına böyle bir
felaketin gelmesinden daha iyidir, diye düşündüm." Malik bin Hubeyre de
yüz bin dirhemlik hediyeyi almış ve bu davranıştan son derece memnun olmuş idi.
Hücr
ve adamlarının durumu Hz. Aişe'ye ulaşınca Abdurrahman bin elHaris'i Muaviye'ye
göndermiş, onların serbest bırakılmasını istemişti. Abdurrahman Muaviye'ye
geldiğinde Hücr ve arkadaşları çoktan öldürülmüşlerdi. Abdurrahman Muaviye'ye
şöyle demişti: "Ebu Süfyan'ın insaflılığı ve hilmi sende hiç de kalmamış
gibidir. O'nun hilmi nereye gitti?" Muaviye bu sözlere şöyle karşılık
vermişti: "Kavmİmin senin gibi hilim sahibi olan kimseleri benden uzak
durduğu için hilim benden de kaybolup gitmiştir. Sümeyye'nin oğlu Ziyad bana bu
işi yükledi, ben de infaz ettim." Hz. Aişe bu konuda şöyle demiştir:
"Eğer
başımıza gelen felaketler arkasından daha büyük felaketleri getirmeyecek
olsaydı mutlaka Hücr'ün öldürülmesini de değiştirir ve durdururdum. Vallahi ben
Hücr'ü ancak iyi bir Müslüman, sürekli hac ve umre ibadeti yapan bir kişi
olarak biliyorum. "
Hasan
el-Basri de şöyle demiştir: "Muaviye'nin dört özelliği vardı. Bu dördü
değil de sadece birisi bile olmuş olsaydı, O'nu helak etmeğe yeterdi. O'nun bu özellikleri
şunlardır: Birincisi, bu ümmet içinde Resulullah'ın ashabı ve faziletli
insanlar olmasına rağmen bu görevi kılıç zoruyla alması için ümmetin başına
musallat olmasıdır. İkinci özelliği, kendisinden sonra sarhoş, içkici, sürekli
ipek giyip çalgılarla meşgulolan oğlunu veliaht edinmesi; üçüncÜ özelliği de
Ziyad'ı kendi nesebine katmış olmasıdır. Halbuki Resulullah (s.a.v.) bu konuda
şöyle buyurmuştur: "Çocuk doğduğu yatağa aittir, zina eden kişi de
recmedilir." Muaviye'nin yaptığı dördüncü şey de Hücr'u ve adamlarını
öldürmüş olmasıdır. Hücr'den dolayı Muaviye'nin vay çekeceğine! Hücr'den ve
Hücr'ün adamlarından dolayı Muaviye'nin çarptırılacağı cezalar ve işkenceler ne
dehşettir!"
Anlatıldığına
göre Kufeliler şöyle derlerdi: "Küfe'ye giren ilk elemli haber Hasan bin
Ali'nin ölümü idi. Arkasından Hücr ve arkadaşlarının öldÜrülmesi haberi gelir.
Diğer bir elem verici haber de Ziyad'ın Muaviye'nin nesebine ilhakı meselesi
idi."
Hücr
bin Adiyy'nin öldürülmesi konusunda yukarıda zikrettiğimizden başka daha
değişik bir rivayet kaydedilir: Ziyad bin Ebih Küfe'de Cuma günü son derece
uzun bir hutbe okuyup namazı bir hayli geç bırakmıştı. Hutbe ortasında Hücr bin
Adiyy: "Namaz, namaz!" diye seslenmiş, ancak Ziyad hutbesine devam
etmişti. Hücr'ün tekrar: "Namaz, namaz!" diye seslenmesine rağmen
yine hutbesine devam edince Hücr bin Adiyy namazın geç kaldığından korktuğu
için ellerini birbirine çırpmaya başlamış ve olduğu yerden kalkıp namaza
durmuştu. Onunla birlikte bir grup Müslüman da namaza kalkmışlardı. Ziyad bu
durumu görünce minberden inip namazını kılmış ve durumu bir mektupla abartarak
Muaviye'ye bildirmişti. Muaviye de bu mektubu alınca Hücr bin Adiyy'nin
zincirlerle bağlanıp kendisine gönderilmesini emretmişti. Hücr'ün yakalanması
söz konusu olunca akrabaları O'nu korumağa çalışmışlar, O da şöyle demişti:
"Hayır, bırakınız, ben emirin sözünü dinler ve itaat ederim." Nihayet
O'nu zincirlerle bağlayıp Muaviye'ye göndermişler, Muaviye'nin yanına
vardığında: "Allah'ın selamı üzerine olsun ey Müminlerin emiri!"
diyerek selamlamış, Muaviye ise: "Ben Müminlerin emiri miyim? Hayır,
vallahi ne bu söylediğini kabul ederim, ne de onu senden duymak isterim. O'nu
çıkarınız ve boynunu vurunuz!" diyerek karşılık vermişti. Hücr bin Adiyy
Muaviye'nin bu emrini yerine getirecek adamlara: "Bırakınız iki rekat
namaz kılayım." diye ricada bulunmuş, onlar da "haydi, namazını
kıL." diyerek izin vermişlerdi. Hücr bunun üzerine şöyle kısacık iki rekat
namaz kılıp onlara şöyle demişti: "Eğer benim hakkımda kendi düşündüğümden
başka bir şey düşünmeyecek olduğunuzu bilseydim bu namazı uzatır da
uzatırdım." Hücr akrabalarından yanında bulunanlara: "Bağlandığım şu
demirleri sakın çözmeyesiniz ve kanımı da sakın yıkamayasınız! Ben şu halimle
yarın Muaviye ile karşılaşacağım." demiş ve bu sözlerinden sonra boynu
vurulmuştu.
Taberi
şöyle anlatır:
Hz.
Aişe Muaviye ile karşılaşıp O'na sordu: "Hücr'e hilim ile davranamaz
mıydın?" Muaviye şöyle cevap verdi: "Olgun bir adamla karşılaşmadım
da ondan. "
İbn
Sirin ise şöyle nakleder: Muaviye ölüm döşeğinde iken şöyle diyordu: "Ey
Hücr, seninle karşılaşacağım gün keşke çok uzaklarda olsa!"
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
RABİ BİN ZİYAD
EL-HARİSİ'NİN HORASAN'A TAYİNİ