İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
MÜSTEVRİD
EL-HARİCİ'NİN ÖLDÜRÜLMESİ
Bu
yıl içinde Teym er-Ribab Kabilesi'ne mensup olan el-Müstevrid bin Ullife
et-Teymi öldürülmüştü. H. 42. yılın olayları arasında O'nun isyana kalkıştığını
ve Haricilerin kendisine bey'at edip Müminlerin emiri lakabıyla çağırdığını
zikretmiştik.
Bu
yıl içinde vali Muğire bin Şube'ye Haricilerin Hayyan bin Zabyan eşSülemi'nin
evinde toplanıp Şaban ayının hemen başında yapacakları isyan için hazırlıklara
giriştikleri haberi verilince, Muğira emniyet görevlisi olan Kabisa bin
ed-Temim'u üzerine göndermiş, O da Hayyan'ın evini ve içinde bulunanları
kuşatmıştı. Hayyan'ın evindeki bu Hariciler arasında Muaz bin Cüveyn de
bulunuyordu. Burada bulunanlar yirmi kadar adamdı. Muaz'ın kendisinden
hoşlanmayan ve ümmü veled olan bir hanımı olup onlara karşı tuzak kurmuş,
kılıçlarını alıp yatakların altında saklamıştı. Bunlar kalkıp kılıçlarını almak
istediklerinde kılıçları bulamayınca hemen teslim olmuşlardı. Emniyet görevlisi
olan Kabisa onları alıp Muğire'nin yanına götürmüş, Muğire konuşturmak için
epeyi zorlamışsa da hiç bir şeyi itiraf etmemişler, Kur'an-ı Kerim okumak üzere
toplandıklarını söyleyip durmuşlardı. Muğire bunları bir yıla yakın
hapsetmişti. Kardeşleri hapiste olduklarını işitince onları kurtarmak
istemişlerdi. Bu yüzden Mustevrid Hire'ye varıp isyan için orada konaklamış ve
Hariciler O'nun etrafında toplanmışlardı. Bu arada Haccar bin Ebcer adında
birisi onları Hire'de görmüş, Hariciler Haccar'dan kendilerinden bahsetmemesini
ve bu gece kendilerini gördükleri yeri söylememesini rica etmişler, Haccar da:
"Yalnız
bu gece değil, hayatım boyunca sizin hakkınızda hiç bir şey söylemeyeceğim ve
her şeyinizi gizleyeceğim," şeklinde karşılık vermişti. Ancak Hariciler
O'na güvenmeyip, Muğire'ye haber vereceğinden korktukları için oradan ayrılıp
Müstevrid'in kayını olan Süleym bin Mahduc el-Abdi'nin evine kapanmışlardı.
Gerçekten Haccar bin Ebcer onlardan tek bir kelime söz etmemişti.
Hariciler
tam o günlerde isyan edecekken Muğire onların isyan haberlerini almış ve
Küfe'de Müslümanlara bir hutbe okuyarak Allah'a hamd ettikten sonra şöyle
demişti: "Sizler benim Haricilere karşı iyi davrandığımı ve başınıza her
hangi bir işin açılmasını istememekte devam ettiğimi çok iyi bilirsiniz. Ancak
sizin kötülerinizin bizi bir maceraya sürükleyeceğinden korkuyorum. Gerçekten
halim ve muttaki bir insanın cahil ve sefih adamın günahını yükleneceğinden ve
bundan dolayı bizim de başka bir çıkar yolumuzun kalmayacağından korkuyorum.
Bundan dolayı şehrimizin sefih insanlarını topunuzun başına gelebilecek
felaketlere sebep olmaktan alıkoymanızı istiyorum. Bazı adamların şehrinizde
her türlü ayrılıkçılık, nifak ve fitneyi yaymak istediklerini haber aldım.
Evet, vallahi bunlar Arap diyarlarının her hangi bir diyarına uğrayıp da orada
isyan edecek olurlarsa mutlaka onların topunu helak eder ve kendilerinden sonra
geleceklere de ibret olmalarını sağlarım." Muğire'nin bu sözleri üzerine
Makil bin Kays er-Riyahi ayağa kalkıp: "Ey emir! Bize bu adamların kimler
olduklarını söyle. Eğer bunlar bizden kimseler iseler bunları derhal bertaraf
ederiz ve eğer bizim dışımızda kimseler iseler senin emrine itaat edeceğiz, her
kabile de kendi sefih adamlarına karşı çarpışacaktır." diye konuşmuş, Muğire'nin:
"Bana hiç kimsenin adı zikredilmedi." demesi üzerine de: "Ben
kendi kabilemden olan sefihlere karşı çıkacağım gibi her kabilenin reisi de
aynı şekilde bu sefih insanlara karşı tavır takınacaktır." demişti. Bunun
üzerine Muğire kabile reisIerini toplayarak onlara şöyle hitap etmişti:
"Her biriniz kendi kabilesinden olan sefih kimselere karşı tavır takınacak
ve yanımda yer alacaksınız. Eğer böyle davranmayacak olursanız, biliniz ki hiç
hoşlanmayacağınız şeylerle karşılaşacak ve sevmediğiniz durumlar ortaya
çıkacaktır. "
Bu
kabile reislerinin her biri kendi akrabalarının yanına vararak onları Allah
adına davet edip İslam'a çağırmış ve fitne çıkarmak isteyen kimseleri
kendilerine bildirmelerini istemişlerdi. Bu arada Sa'sa'a bin SUhan Abdi Kays
Kabilesi'ne gelip Hayyan'ın Süleym'in evinde konakladığını haber vermiş, ancak
kendi kabilesinden birisinin alınıp eziyet edilmesine pek razı olmamıştı. Çünkü
o Şamlılara karşı kin beslemekte ve onların görüşlerine karşı tavır takınmakta
idi. Bundan dolayı kendi kabilesinden her hangi bir kimseye kötülük gelmesini
istemezdi ve kalkıp onlara şöyle hitapta bulunmuştu: "Ey Müslümanlar! Yüce
Allah'a hamd olsun ki fazileti ve şerefi dağıttığında sizin kavminize de en
güzelini verdi ve sizler O'nun razı olacağı şekilde meleklerine, Resullerine ve
seçmiş olduğu dine icabet etmiş bulundunuz. Sizler Resulullah (S.A.V.) ahirete
intikal edinceye kadar bu hal üzerine kaldınız. Resulullah'ın vefatından sonra
bazıları ihtilaf etti, bazıları münafıklık etti, bazıları ise neticeyi bekleyip
durdu. Sizler Allah'a ve Resulüne iman ederek dine yapıştınız ve mürtetlerle
savaşıp Allah'ın dinini ikame edinceye ve zalimleri yok edinceye kadar
sabrettiniz. Bugüne kadar Yüce Allah size hayır verip durmuştur. Ümmet kendi
arasında ihtilafa düşünce onlardan bir grup Talha, Zübeyr ve Aişe'nin yanında
yer almış, bazıları batıdaki Müslümanların başa geçmelerini istemiş ve bazıları
da Abdullah bin Vehb er-Rasibi'nin yanına katılmıştı. Sizler ise Yüce Allah'tan
kendi mükafatınızı ve başarınızı dileyerek O'nun size vermiş olduğu üstün
şereften dolayı Resulünün ehl-i beytinin dışında kimseyi istemediğinizi ilan
ettiniz. Sizler bu hak yol üzere bugüne kadar bu halinizi sürdürüp Cemel
Günü'nde hakka uymayan kimseleri yola getirmek için çarpıştınız. Yüce Allah da
onları sizin ve sizin gibi düşünenlerin eliyle bertaraf etti. Aynı şekilde
Nehrevan Günü'nde de dinden sapmış olanlara karşı gerekli olanı yerine
getirdiniz. (Ancak Şamlılar hakkında bir söz söyleyemedi, çünkü o anda iktidar
onların elindeydi.) Cenab-ı Allah'a, peygamberinize ve peygamberinizin ehl-i
beytine bu insanlardan daha düşman kimse yoktur. Bunlar dinden sapmış, hataya
düşmüş ve imamımıza muhalefet edip kanlarımızı helal görerek bizi küfürle itham
etmiş bulunuyorlar. Sakın, sakın onları evlerinizde barındırmayasınız ve onlar
hakkında bir şeyi gizlemeyesiniz. Arapların hiç bir kabilesine bu adamlara, bu
dinden sapmış olanlara karşı yardımcı tavır takınmak asla yakışmaz ve uygun
düşmez. Fakat işittiğime göre sizlerden bazıları bu adamlara yandaş çıkmak
istiyormuşsunuz. Ben işte bunu söz konusu etmek istiyorum. Ben hak olduğundan
dolayı onların kanlarıyla Allah'a yaklaşmak istiyorum, onların kanı helaldir.
"
Sonra
sözüne devamla: "Ey Abdi Kaysoğulları! Bizim valilerimiz görüşleriniz
hakkında her şeye vakıftırlar ve her şeyi bilmektedirler. Bundan dolayı onların
elinde sizin aleyhinizde her hangi bir delil ve hüccet olmasın. Onlar siz ve
sizin gibilerin aleyhinde rahatlıkla hükümlerini icra edebilirler." demiş
ve oturmuştu. Arkasından her bir kabile şöyle demişti: "Allah onlara lanet
eylesin ve onlardan beri olsun. Biz onları asla evlerimizde barındırmayacağız
ve onların gizlenmiş oldukları yeri bilirsek mutlaka yerlerini sana
bildireceğiz." Ancak Süleym bin Mahduc bu konuda hiç bir söz söylememiş,
oradan ayrılıp gitmiş ve kendi adamlarını evinden kovmayı pek hoş
karşılamamıştı. Diğer taraftan onları evinde barındırdığı takdirde hep birlikte
helak edileceklerini biliyor ve bunu da hoş karşılamıyordu.
Mustevrid'in
adamları gelip Muğire bin Şu'be'nin Müslümanlara yaptığı hitabı ve kabile
reisIerinin bu konudaki görüşlerini ona aktarmışlardı. Bunun üzerine Mustevrid,
Süleym bin Mahduc'a Sa'sa'a'nın Abdi Kaysoğulları'na yapmış olduğu hitap
hakkında sormuş ve bunun doğru olup olmadığını öğrenmek istemişti. Ancak İbn
Mahduc: "Ben size bu konuda bilgi vermek istemedim. Bunun da sebebi
sizlere bunu ilettiğim takdirde kendi evimde sizleri barındırmaktan çekindiğimi
belirtmiş olacağıma kanaat getirdiğim içindir." der. Mustevrid de O'na
cevaben şöyle der: "Sen bize izzet ve ikramda bulundun. Senin en güzel
davranışlarını gördük. Ancak biz bundan sonra evinden ayrılıp gideceğiz."
Mustevrid
adamlarına haber göndermiş ve: "Bu kabilenin içinden çıkınız."
demişti. Sonra Sura'da buluşmak üzere randevulaşmışlardı. Buraya grup grup
gelip üç yüz kişi civarında olmuşlar ve oradan da es-Sara'ya varmışlardı.
Muğire bin Şu'be onların hareket ettikleri haberini alınca Müslümanların ileri
gelenlerini ve reisIerini davet ederek onlarla istişare etmiş ve bunların
üzerine kimi gönderecekleri konusunda görüş alış-verişinde bulunmuşlardı. Adiyy
bin Hatem O'na şöyle demişti: "Hepimiz onların düşmanlarıyız ve onların
görüşlerine kin besleyen kimseleriz. Senin emrinde ve itaatindeyiz. Hangimizi
istersen o gider." Ma'ki! bin Kays da: "Göndereceğin kimse etrafında
bulunan adamlardan her hangi biri değil de sana itaat edecek ve senin sözlerini
dinleyecek, aynı zamanda onların helakı için çalışacak bir kimse olmalıdır.
Müslümanlardan oraya gönderebileceğin kimseler arasında onlara benden daha çok
düşman kimse yoktur, beni gönder. Allah'ın izniyle senin bu konuda işlerini
halledeceğim." şeklinde konuşmuştu. Muğire de Ma'kil'in bu sözleri
üzerine:
"Haydi,
Allah'ın adıyla çık git!" demiş ve O'nunla birlikte üç bin kişilik bir askeri
birliği hazırlayıp yola çıkarmıştı. Muğire bin Şu'be ayrıca emniyet
görevlisine: "Ma'kil ile birlikte Hz. Ali taraftarları da bu sefere
katılsın. Eğer Hz. Ali'nin taraftarlarıyla diğerleri bir araya gelirlerse
aralarında bir kaynaşma meydana gelir ve her iki tarafta bu günden sonra
Haricilere karşı aynı tavrı takınmış olurlar, çünkü onlar daha evvel de
bunlarla çarpışmış idiler." Sa'sa'a bin SUhan da Ma'kil'in dediklerine
yakın sözler söylemiş, Muğire şöyle karşılık vermişti: "Otur, sen gayet
iyi bir hatipsin." Başka bir rivayete göre ise Muğire'nin Sa'sa'a'nın
susmasını istemesinin sebebi O'nun Hz. Osman'ı sürekli olarak ayıplayıp Hz.
Ali'yi ve faziletlerini söz konusu edip durmasından dolayı idi. Ayrıca
Muğire'nin Sa'sa'a'yı çağırıp şöyle dediği de söylenir:
"Sakın,
sakın senin Osman'ı ayıpladığını ve Ali'nin faziletlerini millete anlattığını
işitmeyeyim. Ben her ikisi hakkında senden daha çok bilgiye sahibim, ancak
bugün başımızda bir iktidar vardır. Onlar hakimiyetlerini kurmuş, bize
birisinin ayıplarını örtmemizi istemişlerdir. Bundan dolayı da biz bize
emredileni yerine getirip bunun dışında olanı terk eder, yapmaktan başka bir
çaremiz olmayan şeyleri mutlaka yerine getirir, onun dışında olanları bırakır,
böylece bu adamların bütün şerlerinden nefislerimizi korumuş oluruz. Hz.
Ali'nin faziletlerinden söz etmek isteyecek olursan arkadaşlarınla birlikte
evlerinizde birbirinize onları yad edebilirsiniz. Ancak meclislerde aleni
olarak onun faziletlerinden söz etmenizi bugünkü emiriniz kesinlikle kabul
etmez ve buna tahammül edemez." Sa'sa'ya onun bu sözleri üzerine:
"Peki!" demiş. Ancak daha sonra Sa'sa'a'nın Hz. Ali'nin
faziletlerinden söz ettiğini işitmesi üzerine Muğire'nin tekrar O'nu çağırıp
ikaz ettiğini görüyoruz. Bu ikazı üzerine Sa'sa'a O'na: "Ben sadece ve
sadece bir hatibim." demiş, Muğire: "Evet, doğrudur." diye
karşılık verince de Sa'sa'a şöyle devam etmişti: "Evet, ben gayet iyi bir
hatibim. Eğer sen beni Cemel Günü'nde görmüş olsaydın Arapların karşı karşıya
geldiklerinde kemiklerin nasıl çatırdadığını, reisIerin nasıl öldürüldüklerini
ve benim düşman üzerine saldırgan aslanlar gibi nasıl hücumlara kalktığımı da
görmüş olurdun." Muğire O'nun bu sözlerini şöyle karşılamıştı:
"Kalan
ömrüme yemin olsun ki sen gayet mükemmel ve fasih bir dile sahipsin."
Nihayet
Ma'kil bin Kays yanında Hz. Ali'nin taraftarlarından gayet seçkin kimselerin de
katıldığı üç bin kişilik orduyu alarak Sılra' denilen yere, Haricilere
ulaşmıştı.
Haricilere
gelince; onlar da Behurasir'e doğru yola koyulmuş, içinde İran kisralarına ait
konakların bulunduğu eski şehre geçmek istemişler, ancak buranın valisi olan
Simak bin Ubeyd el-Ezdi el-Absi Haricileri oraya girmekten alıkoymuştu.
Müstevrid O'na bir çağrıda bulunarak Hz. Osman ve Hz. Ali'ye yandaş olmaktan
uzak durmasını, bunu kabul ettiği takdirde adamlarıyla birlikte kendisine
bey'at edeceğini bildirmiş ancak Simak O'na: "Ben son derece yaşlanmış bir
kimseyim." demiş ve kendisi ve adamlarının cemaate katılmalarını istemiş,
cemaate katıldığı takdirde kendisi için Muğire'den eman alacağını söylemişti.
Fakat Müstevrid O'nun bu çağırışına kulak asmayıp Medain'de üç gün ikamet
etmişti. Bu müddetin sonunda Ma'kil'in üzerlerine geldiğini işitince Müstevrid
adamlarını toplayıp onlara şöyle demişti: "Haberiniz olsun ki Muğire
üzerimize Ma'kil bin Kays'ı göndermiş bulunuyor. Ma'kil son derece kötü
adamlardan, iftiracı ve yalancılardan birisidir. Onun için bana görüşlerinizle
nasihat ediniz." Bunun üzerine bazıları: "Bizler Allah'ın rızasını
talep ederek ve cihat etmeyi arzu ederek yola çıktık, onlar da bizim üzerimize
gelmiş bulunuyorlar. Böyle bir durumda Allah bizimle onların arasında hükmünü
verinceye kadar buradan nereye ayrılabiliriz?" demişler, bazıları da şöyle
konuşmuşlardı: "Hayır, böyle davranmayalım, bir kenara çekilip
Müslümanları bizim düşüncemize davet edelim ve sonra da onlara karşı
savaştığımızda bu tavrımızı delil olarak kullanalım." Ancak reisIeri olan
Müstevrid onlara şöyle demişti: "Ben burada kalmamızı pek uygun
görmüyorum. Onlar şayet burada size yetişecek olurlarsa pek de yorulmadan
buraya varırlar, önce biz onların önüne geçip bir hayli yol alalım, onlar da
bizi arkadan takip etsinler, yorulsunlar, ondan sonra hücum edelim ve onlar
yorgun iken savaşa girişelim. " Bunun üzerine Cerceraya'ya geçip orada Cüha
arazisine varırlar ve ''elMezar'' denilen yerde ikamet ederler.
Haricilerin
isyan edip buralara kadar vardığı haberi Basra'da İbn Amir'e bildirilince Küfe
Valisi Muğire'nin neler yaptığını sorar ve kendisine Muğire'nin yaptıkları
hakkında bilgi verilir. Bunun üzerine İbn Amir Hz. Ali'nin taraftarlarından
olan Şerik bin el-A'var el-Harisi'yi çağırıp O'na: "Şu yoldan sapmış olan
kitleye karşı çık savaş." der. Şerik de bunlar üzerine yürür. Şerik'e üç
bin atlı katılmıştı. Bunların büyük bir ekseriyyeti Rabia Kabilesi'nden idiler.
Şerik bunları alıp el-Mezar'a doğru yola çıkar.
Ma'kil
bin Kays'a gelince, o da yanındakilerle birlikte Medain'e kadar gelmiş ancak
onların Medain'den ayrıldıkları haberini işitince askerlere yola devam etmeleri
zor gelmişti. Ma'kil askerlerine hitaben: "Onlar kendilerini izlemeniz
için böyle yola devam ettiler. Bizim onları izleyerek yorgun düşmemizi ve
yorgun halinizle sizinle savaşmayı arzu etmişlerdir. Fakat iyice biliniz ki
onlar ne ölçüde yorulurlarsa siz de ancak o kadar yorulursunuz." diye
konuşmuş ve onları takip etmeğe karar verip önden üç yüz kişilik bir atlı grubu
ile Ebu er-Revağ eş-Şakiri'yi göndererek onları takip etmesini istemişti. Ebu
er-Rev ağ takip ederek el-Mezar' da onlara yetişir ve Ma'kil'in gelmesinden
önce çarpışma konusunda adamlarıyla istişare eder. Bazıları savaşmamasını
söyler, bazıları ise savaşılmasını arzu ederler. O da şöyle der: "Ancak
Ma'kil onlarla savaşmamamızı bana emretmiş bulunuyor." Adamları ise:
"Eminiz ki Ma'kil yakın bir yerdedir ve nasılolsa çıkıp gelecektir."
diye karşılık verirler. Gerçekten bu konuşmaların geçtiği saatler akşam
saatleri idi. O gece sabahlayıp ertesi gün güneş biraz çıktıktan sonra
Hariciler onların üzerine hücum etmişti. Onlar da üç yüz civarında idiler.
Karşılıklı çarpışmalar başlayınca Ebu er-Revağ'ın adamları anında yenilgiye
uğrarlar. Bunun üzerine Ebu er-Rev ağ onlara şöyle bağırır: "Haydi bir
daha, haydi bir daha!" Böylece Ebu er-Rev ağ ve arkadaşları Hariciler
üzerine yeniden hamle yapar, ancak hamle yapıp onlara yaklaştıklarında tekrar
püskürtülüp geri dönerler. Ancak aralarından hiç kimse öldürülmez. Aynı şekilde
Ebu er-Revağ adamlarına bir daha şöyle seslenir: "Hayanneleri
kaybedesiceler! Geri dönün, onlarla savaşalım; savaşa devam edip emirimizin
gelmesini bekleyelim. Askerlerin ve emirimizin yanına mağlup olarak dönmemizden
daha kötü bir şey yoktur." Adamlarından bazıları şöyle derler:
"Allah'tan, haktan utanmaz, doğrusu onlar bizi yendiler." Bu sözü
söyleyene Ebu er-Revağ: "Hay Allah sizin gibileri aramızda çoğaltmayıversin!
Eğer savaş alanını terk edip kaçmazsak kesinlikle hezimete uğramayız. Onlar
üzerine hücuma geçip de bu halimiz üzerine sabredersek mutlaka galip gelen
taraf biz oluruz. Onlara yakın yerde durunuz. Eğer üzerinize hücum ederler de
gerçekten onlara karşı koyamazsanız o zaman birazcık geriye çekilirsiniz. Eğer
bir daha üzerinize hamle yaparlar da yine karşı koymakta direnemezseniz o zaman
sizi koruyacaklara doğru çekilirsiniz. Onlar size karşı dayanamayıp geri
çekilecek olurlarsa siz onların üzerine doğru yürüyün ve onlara yakın olmağa
çalışın. Hiç de uzun sürmez, arkadan ordumuz bize yetişir." diye öğütte
bulunmuştu.
Hariciler
üzerlerine hamle yaptıkça geriye çekilmişler, Hariciler geriye doğru
çekildiklerinde de Ebu er-Revağ ileri çıkıp onları takip etmişti. Bu şekilde o
gün öğleye kadar savaşıp durmuşlar, öğle namazı vakti olunca her iki taraf
kalkıp namazlarını kılmış ve ikindiye kadar öylece beklemişlerdi. Bu arada
yakın köylülerle oradan gelip geçenler Ma'kil'e adamlarıyla Haricilerin karşılaştıkları
ve Haricilerin adamlarını sürekli kovalayıp durdukları haberini ulaştırmışlar,
Haricilerin geri dönmeleri üzerine ise adamlarının onları kovaladıklarını da
ilave etmişlerdi. Bunun üzerine Ma'kil şöyle demişti: "Eğer Ebu er-Revağ
hakkında düşündüklerimde haklı isem o size asla yenik olarak buraya
gelmez." Ma'kil yanındakilerden güçlü ve kuvvetli olan yedi yüz kadar
adamı alıp arkada biraz daha zayıf ve yaşlı olanların başında Muhriz bin Şihab
etTemimi'yi bırakıp yola koyulur. Ma'kil ve adamları onlara yaklaştıklarında
Ebu er-Revağ arkadaşlarına: "İşte, bakın, uzaklardan onların tozları
geliyor, iyice yaklaşmadan önce düşmanlarımızın üzerine saldı-ralım, bizi
düşman üzerine saldırırken görsünler. Bizleri düşmandan kaçarken görmesinler
veya onlardan korktuğumuzu sakın hissetmesinler." diye seslenmiş, sonra
Haricilere doğru yaklaşıp Ma'kil'i görünceye kadar onların karşısında durmuştu.
Ma'kil yanlarına vardığında güneş batmıştı. Adamlarıyla birlikte akşam namazını
kılmış, aynı şekilde Ebu er-Revağ ve Hariciler de namazlarını kılmışlardı.
Sonra Ebu er-Revağ, Ma'kil'e: "Haricilerin son derece şiddetli saldırıları
var. Sakın bu saldırılar sırasında önde olmayasın; Müslümanların arka tarafında
dur ki onların geri kaçışlarını önleyebilesin." demiş, Ma'kil de O'na:
"Evet, sen nasıl uygun görüyorsan biz de öyle davranalım." diye
karşılık vermişti.
Ma'kil
ile Ebu er-Revağ bu şekilde konuşurlarken Hariciler birden üzerlerine atılmış,
Ma'kil tek başına kalıncaya kadar adamları hezimete uğramışçasına birden dağılmışlardı.
Ma'kil, Ebu er-Revağ ile birlikte atından inmiş ve yanında kalan iki yüz kadar
adamla çarpışmalara devam etmişlerdi. Müstevrid ve adamları onları iyice
bastırınca mızraklarla ve kılıçlarıyla karşı koymaya çalışmışlar, ancak o anda
da Ma'kil'in süvarileri hezimete uğramıştı. Bu arada Miskin bin Amir adında
cesur olduğu söylenen bir adam birden onlara seslenerek: "Nereye
kaçıyorsunuz, emiriniz ve komutanınız atından yere inmiş çarpışıyorken
kaçmaktan utanmıyor musunuz?" diye bağırmış ve etrafında bulunan bir hayli
kalabalık bir süvari grubu birden Ma'kil'e doğru geri dönmüşlerdi. Ma'kil bin
Kays yanındaki adamlarıyla birlikte Haricilere karşı çarpışmağa hala devam
ediyordu, onları bulundukları yerlere geri çevirinceye kadar da devam etmişti.
çarpışmalar devam etmekte olduğu sırada Basra'dan gelen Muhriz bin Şihab onlara
yetişmiş, Ma'kil bu gelen yeni kuvvetleri askerlerinin sağ ve sol kanatlarına
dağıtmış ve onlara: "Sabah oluncaya kadar yerlerinizden ayrılmayın, sabah
olunca birden onların üzerine hücum edelim." demişti.
İki
taraf karşı karşıya gelmiş bekliyorlarken Haricilerin bir casusu gelip Şerik
bin el-A'var'ın üç bin kişilik bir askerle Basra'dan üzerlerine geldiklerini
haber vermişti. Bunu duyan el-Mustevrid adamlarına: "Biz bu kuvvetlere karşı
koyamayız kanaatindeyim. Bana kalırsa geldiğimiz yöne doğru geri dönelim.
Basralılar bulundukları yerden Kufe arazisine doğru bizi izlemezler. O zaman da
Kufelilere karşı savaşmamız bizim için biraz daha kolayolur. " demiş,
sonra atlarından inmelerini ve bir saat kadar onları dinlendirmelerini
emretmişti. Bu şekilde dinlendikten sonra bulundukları köye girip oradan
kendilerini geldikleri yoldan tekrar geri götürecek bir rehber alarak Kufe'ye
doğru geri dönmeğe başlamışlardı.
Gece
karanlığında karartılarını göremeyen Ma'kil durumlarını öğrenmek üzere oraya
bir adam göndermiş, giden haberci Haricilerin çekip gittikleri haberini
getirmişti. Ma'kil bu geri çekilişin bir hile olduğundan endişe duyup
adamlarıyla birlikte askerlerini korumağa çalışmış ve sabaha kadar ordunun
etrafında sürekli nöbet tutturmuştu. Sabah olunca birisi, Haricilerin çekip
gittikleri haberini getirmiş, o arada da Şerik bin el-A'var yanındakilerle
birlikte Ma'kil'in yanına varmış ve Haricilerin durumunu sorduğunda çekip
gittikleri haberini Şerik'e vermişti. Şerik askerlerini Ma'kil ile birlikte
onları izlemeğe davet etmiş, ancak Basralı askerler bu davete icabet etmemişler
ve bundan dolayı da Şerik bin el-A'var Ma'kil'den özür dilemişti. Bu iki
komutanın arasında Hz. Ali'ye yakınlıklarından dolayı bir samimiyet vardı.
Bunun üzerine Ma'kil, Ebu er-Revağ'ı Haricileri izlemek üzere görevlendirmiş,
Ebu er-Revağ da O'na şöyle demişti: "Daha önce benimle göndermiş olduğun
askerlere bir o kadarını daha ekle ki Hariciler bana saldıracak olurlarsa
onlara daha rahat karşı koyabileyim." Ma'kil, Ebu er-Revağ ile birlikte
altı yüz atlıyı göndermiş ve onlar da süratlice yola koyulup Cerceraya denilen
yerde Haricilere yetişinceye kadar yollarına devam etmişlerdi. Onlar
Cerceraya'da konaklamışken Ebu erRevağ da sabahleyin güneşin doğuşuyla birlikte
oraya varmıştı. Hariciler Ebu er-Revağ ve adamlarını görünce: "Şu anda
bunlarla çarpışmak kendilerinden sonra gelecek yardımcı kuvvetlerle
çarpışmaktan çok daha kolaydır." demişler ve Ebu er-Revağ ve adamları
üzerine son derece istekli bir çarpışmaya girercesine saldırmışlardı.
Haricilerin bu saldırısı üzerine Ebu er-Revağ'ın adamları dağılmış, kendisi yüz
atlı ile birlikte Haricilere karşı çarpışmağa devam etmişti.
Ebu
er-Revağ çarpışmağa devam ederken adamları tekrar dört bir taraftan O'na doğru
yaklaşmış ve onlar da çarpışmalara katılarak Haricileri konakladıkları
karargahlarına kadar geri püskürtmüşlerdi. Müstevrid bunların böyle
saldırdıklarını görünce Ma' kil' in yetişmesiyle karşı koyamayacaklarını ve tamamen
helak olacaklarını anlamış, adamlarıyla birlikte kalkıp oradan ayrılarak Dicle
Nehri'ni aşmış ve Bahurasir'de konaklamıştı. Ancak Ebu er-Revağ onları
bırakmayıp arkalarından varmış ve Sabah'a kadar izlemişti. Ebu er-Revağ vardığı
yerde onlara karşı konakladığında Müstevrid adamlarına: "Bunlar Ma' kil'
in koruyucu atlıları ve süvarileridir. Ma' kil' den önce onların yanına
varabileceğimi bilsem derhal üzerlerine saldırırdım." demiş, sonra
Ma'kil'in nerede olduğunu araştırmak üzere adamlarından birine emir vermişti.
Yoldan gelip geçenlere sorulduğunda Ma'kil'in Deylemaye'de konakladığını ve
aralarında üç fersahlık bir mesafenin bulunduğunu haber vermişlerdi. Bunu haber
alan Müstevrid adamlarıyla birlikte atlarına atlayarak Sabat Köprüsü'ne
varıncaya kadar at koşturmuştu. Müstevrid köprünün Kufe tarafında, Ebu erRevağ
ise Medain tarafında durmuştu. Müstevrid köprüyü aşınca Ebu er-Revağ O'nu
görmüş ve hemen adamlarıyla birlikle ata binerek Medain ile Sabat köprüsü
arasında bulunan bir çöle çekilmiş ve çarpışmaların burada olmasını arzu ederek
Haricileri beklemeğe koyulmuştu. Müstevrid köprüyü aşıp yıktıktan sonra
Deylemaye'ye, Ma'kil'in bulunduğu tarafa yönelmiş ve çarpışmak üzere oraya
doğru gitmişti. Hariciler Ma'kil'in yanına vardıklarında adamlarının etrafa
dağıldıklarını ve kendisinin de yola koyulmak üzere hazırlıklara giriştiğini
görmüşlerdi. Ma'kil Haricilerin üzerlerine geldiklerini görünce birden
sancağını dikmiş ve adamlarına şöyle seslenmişti: "Ey Allah'ın kulları,
yere ininiz!" Ma'kil ile birlikte iki yüz kadar kişi atlarından yere inmiş
ve çarpışmalara girişmek üzere vaziyet almışlardı. Hariciler üzerlerine hamle
edince Ma'kil ile adamları onları mızraklarla karşılamışlar ve ancak karşı
koyamayınca yanlarından ayrılıp atlarına doğru geri dönmüşlerdi. Hariciler de
Ma'kil'in dağılmış olan adamlarına doğru gitmiş ve onları Ma'kil'den
uzaklaştırıp dağıtmağa çalışmışlardı. Oradan Ma'kil ve yanında bulunanlara
doğru geri döndüklerinde onları atlara binmiş olarak görmüş, üzerlerine
saldırmış, ancak onları dağıtamamışlardı. İkinci kez üzerlerine saldırıp da
yine güç yetiremeyince, Müstevrid adamlarına şöyle demişti: "Yarınız
atlarından yere insin, geri kalanlarınız da öylece dursun." Adamları onun
dediklerine uymuş ve Ma'kil'in adamlarını bir anda sıkıştırarak neredeyse yok
olmakla karşı karşıya getirmişlerdi.
çarpışmaların
tam bu noktasında Ebu er-Revağ birden adamlarıyla çıkıp gelmişti. O'nun buraya
dönmesinin sebebi şu idi: Medain ile Sabat arasındaki sahrada Haricileri
bekleyip dururken geciktiklerini görüp haklarında bilgi edinmek üzere
adamlarını gönderdiğinde bunlar köprünün yıkılmış olduğunu görmüşler ve
kendilerinden korkup böyle davrandıklarını zannederek buna sevinmişlerdi. Ebu
er-Revağ'ın adamları köprünün bu şekilde yıkıldığını görünce gelip durumu
anlatmış ve Haricilerin gelmediklerini, kendilerinden korktuklarından dolayı
köprüyü yıkıp gittiklerini söylemişler, bunun üzerine de Ebu erRevağ onlara
şöyle demişti: "Vallahi onlar bu köprüyü sırf bir tuzak olsun diye
yıkmışlardır. Onlar Ma'kil'in atlılarını benim yanımda görünce sizden evvel
Ma'kil üzerine saldırmak üzere ona doğru gitmişlerdir. Onların köprüyü yıkıp
gitmelerinin sebebi sİzi kendilerine ulaşabilmek uğrunda uğraştırmak ve
geciktirmektir . Haydi, eğer kurtuluşa ermek istiyorsanız onları takip etmeğe
çalışalım." Sonra oradaki köy halkına hemen köprüyü tekrar kurmalarını
emretmiş ve nehri aşarak Haricileri takip etmeğe devam etmişti. Yola
koyulduğunda Ma'kil'in ilk hezimete uğrayan adamlarından bir grup ile
karşılaşmış ve: "Bana doğru geliniz." diye seslendiğinde onlar gelip
Ma'kil'i Haricilerle çarpışırken bırakıp kaçtıklarını anlatmışlar, Ma'kil'in
Haricilere karşı koyamayacağını ve öldürülebileceğini tahmin ettiklerini de
ilave etmişlerdi. Bunun üzerine Ebu erRevağ derhaloraya doğru gitmek için
süratle davranarak yanındakilerle ve bu kaçanlarla birlikte at koşturmağa
başlamıştı. çarpışmaların olduğu yere vardığında Ma'kil'in sancağının hala
dikili olduğunu ve savaşın sürdüğünü görüp birden yanındakilerle birlikte
Hariciler üzerine hücum etmiş ve onları hep birlikte çok kısa bir müddet içinde
geri püskürtmüşlerdi. Ebu er-Revağ, Ma'kil'in yanına varınca, O'nun en ileri
safta çarpıştığını ve adamlarını savaşa teşvik ettiklerini görmüş, hep birlikte
Haricilerin üzerine şiddetle çarpışmalara girişmişlerdi. Bu sırada Müstevrid ve
adamları atlarından inmişler, Ma'kil de yine aynı şekilde adamlarıyla birlikte
atlarından inmiş ve uzun müddet yerde kılıçlarla çarpışmışlardı.
çarpışmaların
bu şekilde şiddetle devam ettiği bir sırada Müstevrid Ma'kil'e seslenerek teke
tek dövüşmeğe davet etmişti. Ma'kil de meydana atılınca adamları engellemek
istemiş, ancak Ma'kil bunu reddederek ortaya atılmıştı. Ma'kil'in elinde kılıcı
vardı, Müstevrid'in elinde ise mızrak bulunuyordu. Bundan dolayı Ma'kil'in adamları:
"Sen de mızrağını al." diye seslenmişler, ancak Ma'kil aldırış
etmemiş ve Müstevrid'in üzerine doğru yürümüştü. O anda Müstevrid elindeki
mızrağı Ma'kil'e doğru fırlatınca mızrağın ucu Ma'kil'in sırtından çıkmıştı.
Fakat Ma'kil göğsüne saplanıp sırtından çıkan mızrakla birlikte Müstevrid'in
üzerine atılmış ve kılıcıyla vurarak O'nu yere yıkmış, kanları birbirine
bulaşmış ve her ikisi de oldukları yerde ölüvermişlerdi.
Ma'kil
adamlarına: "Ben ölürsem emiriniz Amr bin Muhriz bin Şihab etTemimi'dir."
demişti. Gerçekten Ma'kil öldürülünce Amr sancağı eline alarak yanındaki
Müslümanlarla birlikte Haricilerin üzerine hücum edip çarpışmağa girişmiş ve
onları tamamen kılıçtan geçirmişlerdi. Bu son hamlede Haricilerden beş veya
altı kişi kurtulabilmişti. İbn el-Kelbi'nin ifadesine göre Müstevrid Temim
Kabilesi'nin Riyihoğulları kolundan idi. O bu görüşünü şair Cerir'in bu olayı
anlatan bir şiirinden çıkarmaktadır.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
ABDURRAHMAN'IN
SİCİSTAN'A GERİ DÖNÜŞÜ