İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
Hz.
ALİ'NİN BAZI ÖZELLİKLERİ
Resulullah
(S.A.V.)'ın hizmetçilerinden olan Ebu Rafi' Hz. Ali döneminde Beytullah'ın
bekçisi idi. Hz. Ali bir gün eve girdiğinde kızının süslendiğini ve üzerinde bir
mücevheratın olduğunu görmüş ve bunun Beytülmal'den alındığını anlamıştı. O'na:
"Bu mücevherat kızın eline nereden geçti?" diye sormuş ve:
"O'nun elini kestireceğim." di-yerek hiddetlenmişti. Ebu Rafi Hz.
Ali'nin bu hususta ciddi olduğunu görünce hemen ortaya atılır ve şöyle der:
"Ey Müminlerin emiri! Vallahi, O'nu bu mücevheratla ben süsledim."
Hz. Ali şöyle karşılık verir: "Ben Fatıma ile evlendiğimde bir koyun
postundan başka bir sergimiz yoktu. Geceleyin bu post üzerine yatar, gündüz
onun üzerine oturur ve onda yemeğimizi yerdik. Fatıma'dan başka da hiç bir
hizmetçim yoktu. "
İbn
Abbas şöyle anlatır: İnsanların ilmi beş bölüme ayrıldı. Ali'nin bu beş
bölümden dördüne sahip olduğu diğer insanların ise bir tek kısma sahip
oldukları ve yine bu ilimlerinde de Hz. Ali'nin onlara ortak olduğu görüldü.
Gerçekten o insanların en alimi idi.
Ahmed
bin Hanbel de şöyle anlatır: Resulullah (S.A.V.)'ın ashabından Hz. Ali'ye
verilen ilim kadar kimseye ilim verilmemiştir.
Amr
bin Meymun şöyle der: Ömer bin el-Hattab yaralanıp da hilafeti ashabdan ileri
gelen altı kişiye bıraktığında onlara gerekeni söyleyip de yanlarından
ayrıldıktan sonra şöyle demişti: "Eğer aralarında şu saçları dökük adama
bu işi havale etseler onları doğru yola iletir." Oğlu Abdullah: "Peki,
ey Müminlerin emiri, O'nu neden kendin tayin etmiyorsun?" diye sorunca Hz.
Ömer:
"Onu
(Hilafet görevini) hayatta iken ve öldükten sonra yüklenmek istemiyorum."
diye karşılık vermişti.
Asım
bin Küleyb babasından şöyle nakleder: Hz. Ali'ye İsfahan'dan bir miktar mal
gelmiş, bu malları yedi paya ayırmıştı. Ayrıca bunlar arasında bir ekmek
parçasına rastlamış, bu ekmeği de yedi ayrı parçaya böldükten sonra bunları
alacak kimseleri çağırmış ve onların huzurunda bu malları kur'a ile sahiplerine
taksim etmişti.
Harun
bin Antere babasından şunları aktarır: Hz. Ali Havamak'ta iken kış mevsiminde
yanına vardım. Sırtında kadifeden bir gömlek vardı ve kışın ortasında titreyip
duruyordu. O'na: "Ey Müminlerin emiri! Yüce Allah sana ve çoluk çocuğuna
bu mallardan bir nasip ayırmıştır. Böyle olduğu halde sen neden kendi nefsine
böyle eziyet ediyorsun?" diye sordum. Bana şöyle karşılık verdi:
"Vallahi, sizin mallarınızdan tek bir şeyalacak değilim, işte bu
sırtımdaki kadife gömlek ta Medine'den getirdiğim elbisemdir."
Yahya
bin Selime şunları anlatır: Hz. Ali Amr bin Selime'yi İsfahan'a vali tayin
etmişti. Amr oradan geri dönüşünde bir sürü mal getirmişti ve bu mallar
arasında da bal ve yağ tulumları vardı. Hz. Ali'nin kızı Ümmü Külsüm, Amr bin
Selime'ye haber gönderip ondan biraz bal ve biraz da yağ istemiş, o da Ümmü
Külsum'e bir tulum yağ ve bir tulum bal göndermişti. Ertesi gün Hz. Ali balları
toplayıp taksim etmek istediğinde tulumları saymış, iki tulumun eksik olduğunu
görmüştü. Bu iki tuluma ne olduğunu sorduğunda ondan bu durum gizlenmiş ve
hemen bunları getireceklerini söylemişlerdi. Ancak Hz. Ali'nin ısrarı üzerine
Amr bin Selime bu iki tulumun ne olduğunu ve durumu açıklamış, Hz. Ali hemen
kızı Ümmü Külsum'e haber gönderip bu iki bal ve yağ tulumunu geri almış ve
onların biraz eksildiğini görmüştü. Hemen tüccarlardan bilirkişileri çağırıp
bunların ne kadar eksildiklerini söylemelerini istemişti. İki tulumun her biri
üçer dirhem kadar eksilmişlerdi. Hz. Ali hemen Ümmü Külsum'e haber gönderip bu
eksilenleri ondan geri almış ve malları tümüyle hak sahipleri arasında
bölüştürmüştü.
Anlatıldığına
göre bir gün Hz. Ali Hemedan'da iki adamın kavga ettiklerini görmüş, onları
birbirinden ayırarak yoluna devam etmiş, arkasından bir ses işitmişti: "Allah
rızası için yok mu beni kurtaracak!" Birden o sesin geldiği tarafa
yönelerek: "Kurtarıcı geliyor!" diye seslenmiş ve bir adamın diğerini
yakalayıp bırakmadığını görmüştü. Adam O'na: "Ey Müminlerin emiri! Ona bir
kumaş sattım. Bana ayıbı olmayan, çürük olmayan dirhem vermesini şart
koşmuştum. Şartımız bu gün içinde verilmesi idi. İşte bana bu dirhemleri
getirip verince ben de ona bunları getirdim ve onu dava ettim. O da beni
dövmeğe başladı" diye söyleyince Hz. Ali O döven adama döner: "Sen ne
dersin?" diye sorar. Adam: "Doğru söylüyor ey Müminlerin emiri!"
diye cevap verince Hz. Ali dönüp: "O halde onun şart koştuğunu yerine
getir." der, o da dirhemlerini tam olarak verir. Sonra Hz. Ali dönüp o
dövülen adama: "Sen kısas uygula" der, adam da: "Affetsem mi ey
Müminlerin emiri?" diye sorunca Hz. Ali: "Bu senin bileceğin
iştir." der ve dönüp: "Ey Müslümanlar, yakalayın şu adamı" diye
bağırır. Onu yakalarlar ve aynen yeni okuma yazma öğrenen çocuklar gibi
birisinin sırtına YÜkletirler. Hz. Ali ona on beş kırbaç vurmuş ve şöyle ilave
etmişti: "Bu, işlediğin kötülüğün cezasıdır."
Hz.
Ali (A.S.), öldürüldüğünde oğlu Hasan kalkıp bir hutbe okumuş ve şöyle hitapta
bulunmuştu: "Vallahi, O'nu öyle bir gecede öldürdünüz ki o gece Kur'an'ın
nazil olmağa başladığı gecedir, öldürdüğünüz o gece Hz. İsa'nın göklere
kaldırıldığı, Yuşa' bin Nun'un öldürüldüğü gecedir. Vallahi O'ndan evvel ölüp
de O'nu geride bırakan veya O'ndan sonra ölüp de O'na yetişebilen hiç kimse
olmamıştır. ResuIullah (s.a.v.) O'nu bir gazaya bir askeri birlik başında
gönderdiği zaman, and olsun ki Cebrail sağında Mikail de solunda yer alırdı.
Vallahi, bir cariye için ayırdığı sekiz yüz ya da yedi yüz dirhem dışında altın
olsun, gümüş olsun geriye bir şey bırakmadı. "
Süfyan
şöyle anlatır: Hz. Ali dünya hayatında iken taş üstüne taş koymadı, bir elbise
üstüne elbise giymedi ve köşk üstüne köşk de yaptırmadı. O'nun hububatı
Medine'den bir torba içerisinde taşınırdı. Bir rivayete göre bir gün bir
kılıcını çarşıya çıkarıp satmış ve şöyle demişti: "Eğer bende bir izar
parası olarak dört dirhem olsaydı bunu satmazdım." Hz. Ali tanıdığı
adamdan alış veriş etmezdi. Bir gömlek satın aldığı zaman gömleğin kolunu eline
varacak yere kadar ölçer ve geri kalanını keserdi. Kullandığı arpa ununun
tulumunu mühürlerdi ve şöyle derdi: "Ben yediğimin miktarını mutlaka
bilmek isterim."
Şa'bi
şöyle anlatır: Hz. Ali bir gün kendisinin kaybolan zırhını bir Hıristiyanda
bulur ve Kadı Şurayh'e giderek Hıristiyanın yanında oturur ve ona şöyle der:
"Eğer hasmım Müslüman olsaydı onunla eşit olarak aynı yerde otururdum. Bu
zırh benim zırhımdır." Hıristiyan da: "Hayır, bu benim zırhımdır.
Müminlerin emiri neden yalan söylüyor?" deyince Kadı Şurayh Hz. Ali'ye:
"Elinde
bu zırhın sana ait olduğuna dair şu anda bir delilin var mıdır?" diye
sorar. Hz. Ali gülümseyerek "Hayır." der. Hıristiyan da zırhı alır ve
bir müddet gittikten sonra geri dönüp şöyle der: "Bu hükümlerin
peygamberlerin hükümleri olduğuna şahadet ederim. Müminlerin emiri beni
kadısına götürdü ve buna rağmen kadı halifenin aleyhine hüküm verdi."
Bunun üzerine bu Hıristiyan Müslüman olmuş ve bu zırhın Hz. Ali'ye ait
olduğunu, bir gün yol sırasında Sıffın'e giderken düşürdüğünü itiraf etmişti.
Hz. Ali bu adamın Müslüman olduğuna sevinerek ona zırhı hibe ettiği gibi ayrıca
bir de at vermişti. Bu adam Hz. Ali'nin yanında Nehrevan Savaşı'nda Haricilere
karşı yer almıştı.
Anlatıldığına
göre bir gün Hz. Ali çarşıdan almış olduğu bir dirhemlik hurmayı bir çarşafa
doldurmuş ve sırtlanmış getirirken kendisini yolda görenler: "Ey
Müminlerin emiri! Müsaade et biz taşıyalım." diyerek taşımak istemişler,
ancak Hz. Ali şöyle demişti: "Bir aile reisinin kendi çoluk çocuğu için
aldığı azığı taşıması onun görevidir. "
Hasan
bin Salih şöyle anlatır: Ömer bin Abdülaziz'in huzurunda zahit kişilerden söz
edildi. Ömer bin Abdülaziz şöyle dedi: "Dünyada insanlar içinde en zahit
olanı Ali bin Ebi Talib'dir."
Medaini
şöyle anlatır: "Hz. Ali bir gün kapısına toplanmış olan bir grup insana
bakıp kölesi Kanber'e bunların kim olduklarını sormuş, Kanber O'na şöyle
demişti: ''Bunlar senin taraftarlarındandır ey Müminlerin emiri!'' Hz. Ali:
''Peki, o halde neden ben onların yüzlerinde benim taraftarlarım olduklarına
dair bir emmare görmüyorum?'' diye sormuş, Kanber de: <<Simalarında ne
var ki?,. deyince Hz. Ali: ''Açlıktan karınlarının içine çekilmiş olması,
susuzluktan dudaklarının kurumuş olması ve ağlamaktan da gözlerinin yaşlı
olması gerekirdi.'' diye karşılık vermişti."
Hz.
Ali'nin bu hasletleri saymakla bitip tükenmez. Ben O'nun verdiği fıkıh hükümlerini
ayrı ve müstakil bir kitapta topladım.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
Hz. HASAN BİN
ALİ'YE BEY'AT EDİLMESİ