İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
EMİRÜ'L-MÜ'MİNİN
ALİ BİN EBİ TALİB'İN ŞEHİD EDİLMESİ
Bu
yılda, Ramazan ayının 17 nci günü (M. 24 Ocak 661) Hz. Ali şehid edildi. Bu hususta
başka rivayetler de kaydedilmiştir. Onun Ramazan'ın bitmesine 11 gün kala veya
13 gün kala öldürüldüğü kaydedildiği gibi bu yılın Rebiü'lahir (Ağustos - Eylül
660) ayında şehit edildiğine dair rivayetler de vardır. Ancak verilen birinci
tarih hepsinden daha sahihtir.
Enes
bin Malik şöyle anlatır:
Ali
bin Ebi Talib hastalanmıştı. Kendisini ziyarete gittiğimde Ebu Bekir ve Ömer de
yanında oturuyorlardı. Biraz sonra Resulullah (S.A.V.) da oraya geldiler.
Resulullah Hz. Ali'nin yüzüne baktığında Ebu Bekir ve Ömer: "Ey Allah'ın
peygamberi! Ali ölüyor görüyoruz." dediler. Fakat Resulullah (S.A.V.)
şöyle buyurdular: "Hayır, o şimdi ölmeyecek. O, kin ve öfke ile
doldurulmadıkça ölmeyecek ve maktul olarak ölecektir. "
Bir
rivayette de şöyle anlatılır:
Hz.
Ali hep şöyle dermiş: "Aranızdaki bir şakiye, şu başım ile sakalımı
boyayacak kimseye mani olamayacaksınız." Bununla başından akacak kanının
sakalını boyayacağını kastedermiş.
Osman
bin Mugire şöyle anlatır:
Ramazan
girdiğinde Hz. Ali yemeğini bir gece Hasan'ın evinde, bir gece Hüseyin'in
evinde ve bir gece de Ebu Ca'fer'in evinde yer ve ağzına üç lokmadan fazla
atmazdı. Şöyle derdi: "Aç iken Yüce Allah'ın ölüm emrinin bana ulaşmasını
temenni ederim." Gerçekten bir iki gece geçtikten sonra şehit edilmişti.
Hasan
bin Kesir babasından şöyle nakleder:
Hz.
Ali bir gün sabah namazından çıkarken yolda bulunan kazlar kendisine doğru
yaklaşmış ve ötüşmeğe başlamışlardı. Etrafında bulunan Müslümanlar bu kazları
kovduklarında şöyle demişti: "Bırakınız onları, onlar matem
kuşlarıdır." İbn Mülcem de işte o gece Hz. Ali'yi yaralamıştı.
Hz.
Ali'nin oğlu Hasan babasının öldürüldüğü gece şöyle demişti:
"Dün
babama çıkıp gittiğimde evinin mescidinde namaz kılıyor idi.
Namazı
bitirdiğinde bana gelip şöyle dedi: ''Ey oğulcağızım! Ben şu geceden sonra
akrabalarımı terk etmek üzere geceleyeceğim; cuma sabahı ve bir sabah vakti.
Ben bu gece gözlerimi kapatıverdim, uyudum. Resulullah (S.A.V.) sağ tarafımdan
gelerek bana yaklaştı, kendisine: 'Ya Resulullah! Ümmetinin dost ve düşmanından
neler gördün?' diye sorunca bana: 'Onlara beddua et!' diye söyledi. Ben de: 'Ya
Rabbi! Beni onlardan daha hayırlı insanlarla karşılaştır ve onları da benden
daha şerli bir kimseyle baş başa bırak.' diye beddua ettim.'' Sonra İbn
en-Nebac adındaki müezzini girip namaz için O'nu davet etti. Namaza çıkıp
giderken ben de arkasına takıldım. İbn Mülcem O'nu yolda vurup ölümüne sebep
oldu."
Hz.
Ali'nin ölümü şöyle olmuştu:
Abdurrahman
bin Mülcem el-Muradi, adı el-Haccac olan Burek bin
Abdullah
et-Temimi es-Suraymi ve Amr bin Bekr et-Temimi es-Sa'adi Haricilerden olup bir
araya toplanmış ve Müslümanların durumunu söz konusu ederek başlarında
bulunanların icraatlarını kötülemiş ve Nehrevan'da ölen adamlarını hatırlayıp
onlara rahmet okumuşlardı. Birbirlerine şöyle sormuşlardı: "Biz
Nehrevan'da öldürülen akrabalarımızdan sonra geriye kalıp da ne yapacağız?
Bunun için kendi canlarımızı adayarak şu dalalet ehlinin reisIerini öldürüp de
İslam diyarlarını rahatlatırsak çok iyi olur!" Bu konuşma üzerine İbn
Mülcem: "Ben Ali'yi hallederim." der. (İbn Mülcem Basra halkından
idi.) el-Burek bin Abdullah da: "Ben de Muaviye'nin işini görürüm."
diye konuşmuş, arkasından Amr bin Bekr: "Ben de Amr bin el-As için
yeterliyim." demişti.
Bu
üç kişi kendi aralarında bu görevleri mutlaka yerine getireceklerine dair söz
vermişlerdi, her biri seçmiş olduğu adamı ya öldürecek, ya da kendisi
öldürülecekti. Kılıçlarını alıp zehirletmişler ve on yedi Ramazan'ı randevu
kabul ederek her biri seçtiği adamı öldürmek üzere yollarına koyulmuşlardı.
Abdurrahman bin Mülcem Küfe'ye gelip Küfelilerle karşılaşmış, fakat niyetini
herkesten gizlemişti. Bir gün Teym er-Ribab Kabilesi'nden bazı adamlarla
karşılaşmıştı. Hz. Ali Nehr gününde bunların akrabalarından bazı kimseleri
öldürtmüştü. Bunlar oturmuş, Nehrevan'da öldürülenleri hatırlayıp duruyorlardı.
İbn Mülcem, Teym er-Ribab Kabilesi'ne mensup bu adamlar içinde Nehr gününde
babası ve kardeşi öldürülen, ismi Katami olan bir kadına rastlar. Kadın son
derece güzeldi. Abdurrahman bin Mülcem kadını ilk gördüğü anda aklını çelmiş ve
hemen isteyivermişti. Kadın O'na şöyle demişti: "Gönlümü rahatlatmadığın
ve şartlarımı yerine getirmediğin takdirde seninle evlenmeyeceğim." İbn
Mülcem: "Ne istiyorsun?" diye sorunca kadın: "Üç bin dirhem, bir
köle, bir cariye ve Ali'nin öldürülmesini!" diye karşılık vermiş İbn
Mülcem de O'na şöyle demişti: "Peki, Ali'yi öldürmemi istiyorsun; O'nu
öldürdükten sonra seninle evlenmemin ne anlamı olacak?" Kadın bunun üzerine:
"Evet, yolunu bulup öldürmeğe çalış. Eğer bunda muvaffak olursan beni de
kendini de rahatlatmış olursun ve benimle de yaşamayı elde edersin. Şayet
öldürülecek olursan Allah katında bu dünya ve içindekilerden çok daha hayırlı
ve güzel şeyler vardır." şeklinde konuşmuş, İbn Mülcem O'na şöyle demişti:
"Vallahi benim buraya geliş sebebim zaten bu idi ve sen istediğine
kavuşacaksın." Bu sözleri duyan kadın O'na: "Ben sana yardım edecek
ve arka çıkacak kimseleri de hazırlayacağım." demiş ve kendi akrabalarından
adı Verdan olan birisini çağırarak bu hususta konuşmuş, Verdan da olumlu cevap
vermişti. Diğer taraftan İbn Mülcem Eşca'oğulları'ndan Şebib bin Becere adında
birisine gider ve şöyle der: "Sen dünya ve ahirette şerefe nail olmayı
arzu eder misin?" adam böyle bir şerefin ne olduğunu sorunca İbn Mülcem:
"Ali'nin öldürülmesi." diye cevap verir. Şebib bin Becere sorar:
"Hayannesi kaybedesice! Gayet zor bir işten bahsediyorsun. Ali'yi nasıl
öldürebileceksin?" İbn Mülcem şöyle cevap verir: "Mescid'de bir yerde
gizleniriz. Sabah namazına çıktığında üzerine atılır, öldürüveririz. Eğer
kurtulabilirsek gönüllerimizi rahatlatmış oluruz ve eğer öldürülecek olursak bu
da dünya ve içindekilerden çok daha hayırlıdır. " Şebib: "Yazıklar
olsun sana! Eğer bu bahsettiğin adam Ali'den bir başkası olsaydı öldürülmesi
kolayolurdu. Ben O'nun İslam'daki evveliyatını, faziletini ve çekmiş olduğu
bela ve ıstırapları biliyorum. O'nu öldürmeye yanaşmayı asla uygun
görmüyorum." deyince İbn Mülcem şöyle karşılık verir:
"O'nun
Nehrevan'da birçok salih kimseyi öldürdüğünü bilmiyor musun?" Adamın,
"Evet biliyorum." demesi üzerine ise şöyle der: "Bizim
adamlarımızı öldürmesine karşılık biz de onu öldürürüz." Bunun üzerine
adam olumlu cevap verir.
İbn
Mülcem ve arkadaşlarının Hz. Ali ile Muaviye ve Amr'ı öldürme kararı almış
oldukları gece olan cuma gecesi gelip çattığında İbn Mülcem kılıcını alarak
Şebib ve Verdan ile birlikte Hz. Ali'nin namaza çıktığı kapının önünde
gizlenir. Hz. Ali evden çıktığında: "Ey insanlar, haydi namaza, haydi
namaza." diye seslenirken Şebib üzerine atılarak, kılıcını savurur, ancak
kılıç kapının kenarına çarpar. Arkasından İbn Mülcem Hz. Ali'nin tam başı
üzerine bir darbe indirir ve şöyle der: "Ey Ali, hüküm Allah'ındır; senin
ve adamlarının değildir. "
Bu
arada Verdan kaçıp evine gizlenmişti. Akrabalarından birisi kendisine gelir,
Verdan O'na olup bitenleri anlatır. O da oradan ayrılıp evine gider kılıcını
getirir ve öldürünceye kadar Verdan'a kılıcıyla vurur.
Şebib
ise o gecenin sabahında henüz ortalık aydınlanmadan kaçar, gider.
Hadramut'dan
Uveymir adında birisi yolda O'na yetişir ve elinde bir kılıç görür. Kılıcını
elinden alır ve üzerine oturur. Ancak bu Hadramut'lu adam Şebib'i yakalamak
üzere bir grup insanın üzerlerine geldiklerini görünce elinde bulunan Şebib'in
kılıcını bırakır ve Şebib de bu cemaatin arasından kaçarak kurtulur,
İbn
Mülcem Hz. Ali'ye darbe indirip kaçacağı sırada Hz. Ali: "Bu adam kaçıp
kurtulmasın, yakalayın." diye seslenince orada bulunup sesini işiten
Müslümanlar hemen İbn Mülcem'i yakalamışlardı. Hz. Ali namazı kıldıramamış,
Ca'de bin Hubeyre'ye namazı kıldırmasını emretmiştİ. (Ca'de Hz. Ali'nin bacısı
Ümmü Hani'nin oğlu idi.) Sonra Hz. Ali: "Bu adamı yanıma getirin"
demiş ve İbn Mülcem'i huzuruna getirmişlerdi. Hz. Ali O'na: "Ey Allah'ın
düşmanı, ben sana iyiliklerde bulunmamış mıydım?" diye sormuş, O da:
"Evet." diye cevap vermişti. Hz. Ali: "Peki, bu cinayeti neden
işledin?" diye sorunca MüIcem'in oğlu: "Ben şu kılıcı kırk gün
müddetle durmadan bileyip durdum ve Yüce Allah'a bu kılıçla insanların şerlilerinden
birisini öldürmesini niyaz ettim." diyerek karşılık vermiş, Hz. Ali'de
O'na: "Ben seni bu kılıçla öldürülecek bir adam olarak görüyorum ve sen
Allah'ın en şerli kullarından başka bir kimse de değilsin." diye konuşmuş
ve şunları ilave etmişti: "Cana karşı can! Eğer ben ölecek olursam O'nu da
beni öldürdüğü gibi öldürünüz. Eğer ölmeyip de kalacak olursam ben hakkında
gereken hükmü veririm. Ey Abdülmuttalib oğulları! Sakın Müslümanların kanlarını
akıtmağa kalkışmayasınız ve müminlerin emiri öldürüldü diye insanlara
kıymayasınız. Benim katilimden başka kimseyi sakın öldürmeyesiniz. Ey Hasan,
sen bana bak! Eğer ben bana indirilen bu darbeden dolayı ölecek olursam
katilime böyle bir darbe vur ve adama daha fazla da eziyet etme. Ben Resulullah
(S.A.V.)'dan şöyle işittim: "Sakın müsle yapmayınız, karşınızdaki canlı,
uyuz bir köpek dahi olsa."
Bütün
bunlar söylendiğinde İbn Mülcem bağlı olarak orada bunları işitiyor ve
bekliyordu. Hz. Ali'nin kızı Ümmü Külsum İbn Mülcem'e: "Ey Allah'ın
düşmanı! Allah babamı kurtarsın ve senin de cezanı versin." diye bağırınca
İbn Mülcem: "Kimin için ağlayıp duruyorsun? Vallahi, bu kılıcımı bin
dirheme satın aldım ve bin dirhem karşılığında onu zehirlettim. Eğer bu
indirdiğim darbe bir şehir halkının tümüne indirilseydi onlardan birisini bile
geride bırakmazdı." diye karşılık vermişti.
Cündeb
bin Abdullah Hz. Ali'nin huzuruna gelerek: "Şayet seni kaybedersek -ki
inşallah kaybetmeyiz- o zaman Hasan'a bey'at edelim mi?" diye sormuş, Hz.
Ali de: "Ben bu konuda size ne emir veririm, ne de sizi bundan alıkoyarım.
Siz kendi işlerinizi daha iyi bilirsiniz." diye cevap vermiş, sonra Hz.
Hasan'ı ve Hüseyin'i çağırarak onlara şöyle öğütte bulunmuştu: "Önce
Allah'tan korkmanızı ve dünya hayatında size karşı serkeşlik edilse bile sizin,
böyle davranmamanızı tavsiye ederim. Sakın kaybettiğiniz kimse için
ağlamayasınız ve haktan başka bir şey söylemeyesiniz. Yetime merhamet edin,
zayıfa yardımcı olun . .Ahiretiniz için amelde bulunun. Zalime düşman olun,
mazluma yardım edin. Allah'ın kitabı ile amel edin ve Allah'ın hükümlerini
uygulama konusunda hiç bir kimsenin kınamasından çekinmeyin." Sonra Hz.
Ali diğer oğlu Muhammed İbn el-Hanefıyye'ye dönüp şöyle der: "Kardeşlerine
neyi öğüt verdiğimi dinledin. Onların emirlerine tabi ol ve onlara danışmadan
hiç bir şeye tevessül etme." Sonra da Hasan ile Hüseyin'e dönüp: "Şu
kardeşinizi size bırakıyorum. Babanızın O'nu ne kadar sevdiğini çok iyi
biliyorsunuz." Sonra Hasan'a şöyle der: "Ey oğlum! Allah'tan
korkmanı, namazını vaktinde kılmanı, zekatı tam olarak vermeni, abdestini
alırken iyi almanı, abdestsiz ve taharetsiz hiç bir namazın olmayacağını, Yüce
Allah'ın hataları mağfıret ettiğini bildiririm. Sinirli anında kızgınlığını ve
öfkeni yenmeni, akrabalarına yakınlık göstermeni, cahile karşı yumuşak
davranmanı, dinde derinlemesine fakih olmanı, Allah'ın emirlerine bağlanmakta
sabırlı hareket etmeni, Kur'an-ı Kerim'in emirlerinin dışına çıkmamanı, komşuna
iyi davranmanı, marufu emredip münkeri nehyetmeni, her türlü ahlaksızlıktan
uzak durmanı tavsiye ederim." Daha sonra Hz. Ali vasiyetini yazdı ve
ölünceye kadar "La İlahe illallah" kelimesinden başka hiç bir şey
söylemedi. Allah O'ndan razı olsun ve O'nu razı etsin.
Sonra
cesedini Hz. Hasan, Hüseyin ve Abdullah bin Ca'fer yıkamış, kefenleyip üç parça
kumaşa sarmış ve cenaze namazını Hz. Hasan yedi tekbirle kıldırmıştı. Hz. Ali
vefat ettiğinde Hz. Hasan İbn Mülcem'in getirilmesi için haber göndermiş, İbn
Mülcem getirilince Hz. Hasan'a şöyle demişti:
"Doğrusunu
söyleyeyim mi? Ben vallahi Rabbime öyle bir ahidde bulundum ki mutlaka O'na
verdiğim bu ahdi yerine getirmeyi arzu ediyorum. Ben hatimde Yüce Allah'a
Ali'yi ve Muaviye'yi öldürmeyi veya bu uğurda ölmeyi ahdetmiştim. Bana izin ver
ve beni Muaviye ile baş başa bırak, Allah vekilim olsun ki O'nu ya öldürürüm,
ya da öldüremediğim takdirde tekrar sana gelir bey'at ederim." Hasan O'na
şöyle der: "Hayır! Vallahi, seni cehennem ateşiyle baş başa bırakıncaya
kadar izin vermeyeceğim." Sonra O'nu yaklaştırıp öldürür. Müslümanlar
cesedini alarak hasırlara sararlar ve ateşe verirler.
Amr
bin el-Asam şöyle der:
Hasan
bin Ali'ye şöyle sordum: "Bu Şia Hz. Ali'nin kıyametten evvel dirilip
geleceğine inanıyorlar, ne dersin?" Hasan bana şöyle dedi: "Vallahi,
bunu söyleyen adamlar yalan söylüyorlar. And olsun O'nun kıyametten evvel
tekrar dirilip geleceğini bilseydim hanımlarını evlendirmez ve bıraktığı malını
da mirasçıları arasında taksim etmezdim." O "bu Şia" derken
şüphesiz ki Şia'dan bir grubu kastetmiştir, çünkü bütün Şia bunu
söylememektedir. Bu sözü söyleyen, Şia'nın çok az bir kısmıdır. Bu kesimin en
meşhurlarından birisi Cabir bin Yezid el-Cu'fi idi. Bizim bildiğimiz kadarıyla
bu itikatta olan kitle de tamamen kaybolup gitmiştir.
*
* *
Burek
bin Abdullah'a gelince, Hz. Ali'nin vurulduğu gece Muaviye'nin gittiği yolda
pusu kurmuş ve Muaviye sabah namazı için çıktığında üzerine atılarak kılıçla
vurmuş, ancak kılıç yan tarafına isabet etmişti. Burek hemen yakalanmış, o anda
Muaviye'ye: "Seni sevindirecek bir haberim var. Eğer sana bu haberi
verirsem beni affeder misin?" demiş, Muaviye: "Evet, nedir bu
haberin?" diye sorunca: "Bir arkadaşım bu gece Ali'yi öldürdü."
diye cevap vermişti. Ancak Muaviye: "İnşaallah buna gücü yetmemiştir."
şeklinde karşılık verince Burek bin Abdullah: "Hayır mutlaka öldürülmüş
olması lazım, çünkü Ali'yi koruyan muhafızlar yoktur." demiş, Muaviye O'nu
dinlememiş ve öldürülmesini emretmişti.
Muaviye
es-Saidi isminde bir tabibe haber gönderip çağırtır. Tabip Muaviye'nin yarasına
baktığında şöyle der: "Bir demiri kızdırıp bu yarayı dağlamam veya
neslinin kesilmesine sebep olacak bir ilacı alman gerekir, çünkü sana indirilen
bu darbe zehirli bir kılıç darbesidir. Böylece Muaviye bu iki tedavi usulünden
birisini seçmekle karşı karşıya gelince şöyle demişti:
"Ateşle
dağlama gerçekten çok zor bir iştir. Neslimin kesilmesi meselesine gelince,
benim Yezid ve Abdullah'ım vardır. Bunlarla benim gözüm aydın olur,
yeter." Bunun üzerine tabip bir ilaç içirerek O'nu tedavi etmiş, fakat
bundan sonra hiç çocuğu olmamıştı.
Bu
olaydan sonra Muaviye kendisine etrafı surlarla çevrili bir ev yaptırıp
geceleyin bekçilerle muhafızlar koydurmuş, namaz esnasında secdeye vardığında
kendisini bekleyen emniyet görevlileri yerleştirmiş idi. İslam tarihinde böyle
muhafızlar koyan ilk hükümdar O'dur. Başka bir rivayette ise Muaviye'nin
Burek'i öldürmediği, bir eliyle bir ayağının kesildiği ve Ziyad'ın Basra
Valiliği zamanına kadar O'nun böyle kaldığı anlatılır. el-Burek bu haliyle Basra'ya
gitmiş ve orada çoluk çocuğu olmuştu. Ancak O'nu gören Ziyad bin Ebih:
"Senin çocukların oluyor da müminlerin emirini nesilsiz bıraktın, öyle
mi?" demiş ve öldürüp darağacına asmıştı.
Üçüncü
harici olan Amr bin Fekr'e gelince; o gece Amr bin el-As'a pusu kurup beklemiş,
ancak Amr bin el-As karnında meydana gelen bir hastalıktan dolayı mescide
çıkmamıştı. O gece Amr İbn el-As, Amir bin Lüey Kabilesi'nden olup emniyet
görevlisi bulunan Harice bin Ebi Habibe'yi sabah namazı kıldırmak üzere
görevlendirmişti. Namaza çıktığında Amr bin Bekr O'nun Amr bin elAs olduğunu
zannederek üzerine atlamış ve öldürmüştü. Müslümanlar O'nu yakalayıp Amr'a
götürmüş ve O'na emir selamı ile selam verince Harici, bunun kim olduğunu
sormuş, O'na Amr İbn el-As olduğunu söylemişlerdi. Adam: "O halde ben kimi
öldürdüm?" diye sorunca da, Harice b; Ebi Habibe'yi öldürdüğünü
söylemişlerdi. Bunun üzerine adam Amr bin el-As'a şöyle demişti: "Ey fasık
adam! Vallahi, ben seni öldürdüğümü zannetmiştim." Amr ise cevaben:
"Sen beni öldürmek istedin, Yüce Allah da Harice'nin öldürülmesini murad
etti." demiş ve yaklaştırarak öldürmüştü.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
Hz. ALİ'NİN
HİLAFET MÜDDETİ VE YAŞI