İBNÜ’L-ESİR

3. CİLT

HİCRİ 36. YIL       ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

HZ. ALİ'NİN BASRA'YA GİTMESİ VE CEMEL OLAYI

 

Daha önce belirttiğimiz gibi Hz. Ali Şam'a gitmek üzere hazırlıklarını yapmış, fakat tam bu sırada Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe'nin Mekke'den hazırlık yaparak ayrılıp kendisine karşı sefere çıktıklarına dair haber almıştı. Hz. Ali bunun üzerine Medinelilerin ileri gelenlerini toplayarak hamd-ü sena ettikten sonra şöyle hitap etmişti: "Bu ümmet içinde son zamanlarda kopan bu fitneyi gidermenin tek yolu İslam'ın ilk günlerinde olduğu gibi kılıca sarılmaktır. Bunun başka bir şekilde ıslah edilmesi ve ortadan kaldırılması mümkün d ğildir. Allah'a yardım ediniz ki Allah da size yardımcı olsun ve işlerinizi iyiye götürsün." Ancak Medineliler son derece ağır davranmış, Ziyad bin Hanzal da Müslü-manların böyle ağır davrandıklarını görünce Hz. Ali'ye giderek şöyle demişti: "Sana katılmakta ağır davrananlar olabilir, fakat biz çabuk davranacak ve seninle birlikte çarpışacağız." Sonra ensardan ileri gelen iki salih kişi ayağa kalkarak Hz. Ali'ye icabet ederler. Bunlardan birisi Bedir ashabından olan Ebu'l-Heysem bin et-Teyahan, diğeri ise Huzeyme bin Sabit idi. Huzeyme bin Sabit Akabe'de ve Bedir'de bulunanlardan idi.

 

el-Hakem ise şöyle der:

 

"Hz. Ali'ye yardım etmek üzere kalkan bu ikincisi Huzeyme bin Sabit değildi, çünkü o Hz. Osman zamanında vefat etmişti. "

 

Şa'bi şöyle anlatır:

 

"Bu fitneyi gidermek üzere Ali'ye Bedir ashabından yalnız altı kişi katılmıştı. Onların yedincisinden söz etmek mümkün değildir. "

 

Said bin Zeyd şöyle der:

 

"Resulullah (S.A.V.) ashabını hayırlı bir amele davet ettiğinde O'nun etrafına ilk toplanan dört kişiden biri mutlaka Ali olurdu."

 

Bu arada Ebu Katade el-Ensari'nin Hz. Ali'ye şöyle dediği rivayet edilir: "Ey müminlerin emiri! Bu kılıcı bana Resulullah (S.A.V.) kuşatmıştı, ben de onu uzun zaman kınından çıkarmamıştım; fakat şimdi onu kınından çıkarmayı ve bu İslam ümmeti için tehlikeye ve fitnelere karşı onu kullanmayı arzu ediyor ve bunun için de beni komutan olarak tayin etmeni diliyorum. "

 

Ümmü Seleme de şöyle der:

 

"Ey mü'minlerin emiri! Eğer Allah'a karşı isyan olmasından korkmasam ve senin de kabul edeceğini bilsem bu sefer için seninle birlikte çıkardım. Bu adam hem amcamın oğlu, hem de kendimden daha çok sevdiğim birisidir. Onun için o da seninle gelsin ve senin katıldığın bütün olaylara katılsın." Sonra Hz. Ali ile birlikte çıkmış ve hep onunla birlikte kalmıştı.

 

Hz. Ali O'nu Bahreyn'e vali tayin etmiş, daha sonra da azlederek yerine Nu'man bin Aclan ez-Züraki'yi getirmişti.

 

Hz. Ali'nin maksadı Basra'ya gitmek isteyen Talha ve Zübeyr'e oraya varmadan önce yetişip onları geri çevirmeğe çalışmak veya onlarla Basra'ya varmalarından önce çarpışmaktı. Medine'den çıktığında kaymakam olarak Temmam bin Abbas'ı bırakmış ve Mekke valiliğine de Kuşem bin Abbas'ı getirmişti. Başka bir rivayete göre ise Medine'de kendi yerine vekil ve kaymakam olarak Sehl bin Huneyf'i tayin ettiği söylenir. Hz. Ali H. 36. yılın rebi'ulahir (656 Ekim ayı) sonlarına doğru daha önc Şam'a gitmek üzere hazırlamış olduğu askerleri ve ordusuyla birlikte Basr 'ya yöneldi.

 

Hz. Ali ile birlikte Kufe ve Basra alkından dokuz yüze yakın gönüllü son derece hafif silahlarla yola koyuldular,. Hz. Ali'nin gayesi onlara Basra'ya varmadan evvel yetişmek, isyan bayrağını açmadan önce yetişip onları bu işten alıkoymaktı. Yolda giderken Abdullah bin Selam ile karşılaşmış ve O Hz. Ali'nin atının gemini tutarak şöyle demişti: "Ey müminlerin emiri! Medine'den dışarı çıkma. Vallahi eğer sen buradan çıkacak olursan müminlerin hakimiyeti ebediyen bir daha Medine'ye dönemez." O'nun bu sözleri üzerine Hz. Ali'nin yanında bulunanlar bir hayli kızıp küfretmişlerdi. Ancak Hz. Ali böyle davrananlara şöyle dedi: "Bırakınız adamı! O Muhammed (S.A.V.)'in ashabındandır. "

 

Hz. Ali ve yanındakiler er-Rebze'ye varıncaya kadar yollarına devam etmişler; Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe'nin geçtikleri haberini almış ve ne yapacaklarını düşünüp görüşmek üzere burada konaklamışlardı. Bu arada oğlu Hz. Hasan onlara yolda yetişmiş ve babasına şöyle de-mişti: "Daha önce bir kaç defa bir şeyler söyledim de sen karşı çıktın. Korkarım ki yarın son derece tenha bir yerde öldürülürsün ve sana yardım edecek bir tek adam olmaz." Hz. Ali O'na: "Sen hala genizden konuşan bir cariye gibi konuşup duruyorsun. Bana ne söyledin de sana karşı koyup uymadım?" demiş, Hz. Hasan şöyle karşılık vermişti: "Hz. Osman'ın kuşatıldığı günlerde Medine'den çıkıp gitmeni ve öldürüldüğünde orada bulunmamanı söyledim, bana uymadın. Hz. Osman öldürüldüğü gün sana bey'at etmek üzere geldiklerinde: "Bütün İslam diyarından Araplar gelip de sana bey'at edinceye, bu şekilde güçlenip hiç kimse sana danışmadan ve uymadan herhangi bir işe kalkışamayacak duruma gelinceye kadar bey'at alma.'' dedim, yine o gün de beni dinlemedin. Şu kadın ve şu iki adam sana karşı hazırlıklara girişip Basra'ya doğru yöneldiklerinde: "Evinde otur, eğer onlar doğru yolu bulurlarsa bulurlar, yoksa fesat ve fitne senden başka bir kimsenin eliyle kurcalansın.'' diye söylediğim halde yine bana karşı çıktın ve bütün bunlarda bana uymadın."

 

Hz. Ali O'na şöyle der: "Evet ey oğulcağızım! Hz. Osman kuşatıldığında Medine'den çıkma konusundaki sözlerine bakarsak: Vallahi Medine'de yalnız Osman kuşatılmamıştı, onun gibi biz de kuşatılmıştık. Bütün İslam diyarından Müslümanlar gelip de bana bey'at etmedikçe böyle bir bey'atı kabul etmememi tavsiyene gelince: Her şeyden önce bu iş Medine halkının işidir ve onların hakkıdır. Bu haklarını kaybettirmeyi kesinlikle uygun görmedik ve hoş karşılamadık, çünkü Resulullah (s.a.v.) vefat ettiğinde bu işe benden daha layık ve hak sahibi bir kimsenin olmadığını görmüş, ancak Medine halkı Ebu Bekir'e bey'at ettikleri için ben de ona uyup bey'at etmiştim. Ebu Bekir'den sonra, aynı şekilde O da bu ümmet arasında benden daha uygun birisini görmediği halde, Müslümanlar Ömer'e bey'at edince ben de O'na bey'at et m. Hz. Ömer de vefat etmeden önce -Allah rahmet eylesin- hilafete benden daha uygun ve hak sahibi birisini görmediği halde beni altı kişilik paydan sadec9 bir pay sahibi kıldı. Ancak Müslümanlar Osman'a bey'at edince ben de aynı şekilde bey'at ettim. Sonra insanlar gelip Osman'ı öldürdüler ve gayet itaatkar olarak ve isteyerek gelip bana bey' at ettiler. İşte ben de bunun için Allah hükmünü verinceye kadar bana itaat edenlerle birlikte muhalefet edenlerle çarpışacağım ve sonunda hakimlerin en büyüğü olan Allah hükmünü verecektir. Son olarak Talha ve Zübeyr Mekke'den çıkıp gittiklerinde evimde oturmamı söylemene gelince: Bana bir görev düştüğünde nasılolur da yerimde otururum? Sen benim kuşatılmış bir sırtlan gibi olmamı mı istiyorsun? Bir sırtlan kuşatıldığında gizlendiği yerden arka ayaklarından çekilip çıkarılıncaya kadar burada olmadığı söylenir. Böyle olmamı mı istiyorsun? Ben üzerime düşen göreve atılmasam ve bu işlerde beni ilgilendiren meselelere el koymasam bu işlere kim gelip bakacak? Ey oğlum! Seni ilgilendirmeyen meselelerden biraz uzak dur. "

 

Hz. Ali er-Rebze'ye vardığında Talha ve Zübeyr grubundan bazı haberler alması üzerine ellerine verdiği mektuplarla Muhammed bin Ebi Bekr esSıddik ile Muhammed bin Ca'fer'i Küfe'ye gönderir ve Küfelilere şöyle yazar:

 

"Küfe'de ve İslam beldelerinde kargaşalık çıkarmamanızı ihtar ediyorum. Başınıza gelecek olaylardan korkuyorum. Allah'ın dinine yardımcı olun ve gelin bize katılın. Asıl dirlik ve düzeni sağlamak ve bu kargaşalıkları yok etmek bu ümmetin tekrar kardeş olmasını arzu etmemizle mümkün olur. "

 

Bu iki elçi Küfe'ye gitmiş, Hz. Ali ise er-Rebze'de kalmıştı. Bu arada Medine'ye haberler gönderip oradan kendisine istediği miktarda davarla silahın gönderilmesini istemiş, etrafındakilere çeşitli emir ve görevler vererek şöyle hitapta bulunmuştu: "Yüce Allah (C.C.), son derece zelil iken, kıtlık içinde yüzüyorken, aramızda bir sürü kin, düşmanlık ve uçurumlar bulunuyorken bizi İslam ile aziz kıldı ve yüceltip birbirimize kardeş yaptı. İnsanlar Allah'ın dilediği güne kadar dinleri İslam olmak üzere hakka bağlandılar, Allah'ın kitabını kendilerine kılavuz edindiler ve bu hayatlarını sürdürdüler. Bu durum şeytanın kendilerini aldattığı kimselerin eliyle Osman'ın başına gelenlerin vuku bulduğu güne kadar devam edip gitti. Şeytan bugün aynı şekilde o adamları aldattığı gibi bu ümmetin arasına da fitneyi sokmağa çalışıyor. Evet, bu ümmet kendisinden önceki ümmetler gibi fırkalara ayrılacaktır. Meydana gelecek bu tefrikanın şerrinden Allah'a sığınırız." Sonra devamla şöyle dedi: "Evet mutlaka takdir edilen olacak ve bu ümmet yetmiş üç küsur fırkaya ayrılacak, bu fırkaların en kötüsü ise bana uymayan ve benim amelimle amel etmeyen fırkalar olacaktır, işte siz kendi gözünüzle olayları gördünüz. Bunun için dininize iyi yapışınız ve benim yolumu izleyiniz. Bu yol Peygamberimizin yoludur, O'nun sünnetine uyup yapışınız ve önünüze çıkan her türlü zorluk ve yanlışlıktan uzak durmaya çalışınız. Karşılaştığınız yanlışlıkları Kur'an ile değerlendirip ölçüye vurun ve Kur'an'a mutlaka yapışın, şayet Kur'an'a uymuyorsa onu reddedin. Allah'ı Rab, İslam'ı din ve Muhammed'i peygamber olarak kabul edip Kur'an'ı yegane kaynak ve rehber edininiz."

 

Hz. Ali er-Rebze'den Basra'ya doğru yönelmek istediğinde Refa'a bin Rafi'nin bir oğlu kalkıp O'na şöyle der: "Ey müminlerin emiri! Ne yapmak istiyorsun ve bizi nereye götürüyorsun?" Hz. Ali cevaben şöyle konuşur:

 

"Bizim arzumuz ve niyetimiz, şu fitneyi ıslah etmektir. Eğer onlar kabul eder de bize uyarlarsa mesele biter." Refa'a'nın oğlu: "Peki, barış için yaptığımız teklifi kabul etmezlerse ne olacak?" diye sorunca Hz. Ali: "Onları bu özürleriyle başbaşa bırakır, onlara hakkı bildirir ve bu hal üzere sabrederiz." diye cevap verir. "Peki buna da razı olmazlarsa?" demesi üzerine: "Onları kendi halleriyle başbaşa bırakır ve bize ilişmedikleri sürece biz de onlara ilişmeyiz. " der. İbn Refa'a'nın: "Peki yine onlar bizim yakamızı bırakmazlarsa?" diye sorması üzerine ise: "Yine onlardan vazgeçer, uzak durmaya çalışırız." şeklinde cevap verir. Refa'a da: "Peki, o zaman doğrudur" der. Arkasından Haccac bin Gazye el-Ensari kalkar ve şöyle der: "Vallahi bizi söylediklerinle ikna ve razı ettiğin için biz de sana uyar ve fiillerimizle seni razı ederiz. And olsun, Allah bizi ensar (yardımcılar) diye isimlendirdiği gibi biz de O'nun dinine yardımcılar olacağız."

 

Bu sırada Hz. Ali daha er-Rebze'de iken Tayy Kabilesi'nden bir cemaat gelip O'na katılmışlardı. Tayy Kabilesi'ne mensup olan bu kimseler geldiklerinde Hz. Ali'ye şöyle denilmişti: "Sana bir cemaat geldi. Onlardan bazıları seninle birlikte savaşa çıkmak istiyor, bazıları da sadece ziyarete gelmişlerdir. " Hz. Ali buna şöyle karşılık vermişti: "Allah her iki gruptan da razı olsun. Yüce Allah cihada çıkanları yerinde oturanlardan çok daha üstün tutmuş ve onlara büyük mükafatlar vaat etmiştir. "

 

Bu cemaat gelip huzuruna varınca Hz. Ali onlara sorar: "Bizi nasıl gördünüz?" Şöyle cevap verirler: "Senin sevip razı olduğun şekilde gördük." Bunun üzerine Hz. Ali: "Allah sizden razı olsun. Sizler itaat ederek Müslüman oldunuz, dinden dönenlerle savaştınız ve Müslümanlara zekat vererek haklarını gözettiniz." diye karşılık verir. Bu arada Tayy Kabilesi'nden mensup Said bin Ubeyd şöyle der: "Ey müminlerin emiri! Bazı insanlar kalplerinde olanları dilleriyle ifade edebiliyorlar; fakat vallahi ben şu anda içimden geçenleri dilimle ifade edemiyorum, ancak mutlaka İslam için çalışacağım. Başarı Allah'tandır. Ve ben gizli de olsa, açık da olsa her yerde senin yardımcın olacağım, senin düşmanınla her yerde çarpışacağım. Faziletin ve Resulullah'a yakınlığından dolayı seni zamanında yaşayan herkesten daha üstün ve bu işe daha layık ve hak sahibi olarak görüyorum." O'nun bu sözlerini Hz. Ali: "Allah senden razı olsun. Senin dilin kalbinde ve vicdanında olan şeyleri gayet güzel bir şekilde izah etmiştir." diyerek cevaplar. Said bin Ubeyd daha sonra Hz. Ali ile birlikte Sıffın Savaşı'na katılmış ve orada şehit düş-müştü.

 

Hz. Ali er-Rebze'den hareket ettiğinde öncü kuvvetlerin başında Ebu Leyla bin Ömer bin el-Cerrah bulunuyor, O'nun sancağını ise Muhammed bin elHanefiye taşıyordu. Hz. Ali kırmızı bir deveye binmişti, doru renkte bir atı da arkasından çekiyordu. Hz. Ali ''Feyd'' denilen yere vardığında Esed ve Tayy kabileleri gelmiş ve emrinde olduklarını bildirmişlerdi. Hz. Ali onlara şöyle demişti: "Kararınızı kendiniz veriniz, muhacirler bize yeter." Yine Feyd'de bulunduğu bir sırada Kufe'den kendisine bir adam gelir. Hz. Ali: "Bu adam da kim?" diye sorar. Adam: "Ben Amir bin Matar eş-Şeybani'yim." deyince Hz. Ali: "Geldiğin yerde neler bırakıp geldin, anlat bize." der ve O'na Ebu Musa el-Eş'ariye dair sorular sorar. Bunun üzerine adam: "Eğer sen sulh istiyorsan Ebu Musa da ondan yanadır; yok eğer savaş istiyorsan Ebu Musa'nın böyle bir savaşa niyeti yoktur." der. Hz. Ali de cevaben: "Vallahi ben sulhtan başka bir şey istemedim ve bir an evvel barış ortamının geri dönmesini arzu ettim." diye konuşur.

 

Hz. Ali ''es-Sa'lebiyye'' denilen yere ulaştığında Osman bin Huneyf ve adamlarının başına gelenler kendisine haber verilmiş, bunun üzerine Hz. Ali şöyle demiştir: "Allah'ım! Talha ve Zübeyr'i imtihan ettiğin şeyden beni uzak tut." Daha sonra İs'ed denilen yere vardığında Hükeym bin Cebele'nin başına gelenler ile Osman'ın başına gelenlerin haberi ulaşmış: "Allahu ekber, Allah'ım ne büyüksün! Talha ve Zübeyr'in bu yaptıklarından intikam almaya kalkışırlarsa beni bundan ne koruyacak?" diye söylenmişti.

 

Hz. Ali Zikar denilen yere vardığında Osman bin Huneyf gelmiş ve yüzünde tek bir kıl kalmadığı görülmüştü. Başka bir rivayete göre ise Osman bin Huneyf Hz. Ali er-Rebze'de iken varmıştı. Daha önce zikrettiğimiz gibi Osman bin Huneyf'in saçını sakalını yolup öyle göndermişlerdi. Osman bin Huneyf Hz. Ali'ye: "Ey müminlerin emiri! Sen beni sakallı olarak göndermiştin, fakat ben bir köse gibi sakalsız olarak geri döndüm." demiş, Hz. Ali de O'na: "Ey Osman! Sen ecir alıp hayırlar kazandın. Benden önce Ömer ve Osman Basra'ya valiler gönderdi de Müslümanlar kitap ve sünnet ile amel ettiler. Üçüncüsü onlara vali gönderince ise işte böyle davrandılar. Onlar da, Talha ve Zübeyr de bana bey'at etmişlerdi. Sonra her ikisi de bey'atlarını inkar edip Müslümanları bana karşı kışkırttılar. Hayret doğrusu! Onlar Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a uydular da bana nasıloldu da muhalefet ettiler, anlayamıyorum. Vallahi her ikisi de daha önce gelip geçenler içinde benim nasıl bir kimse olduğumu iyi biliyorlar. Allah'ım, onların akdettiği her konuyu çöz, sağlam yapmak istedikleri her şeyi de sağlamlaştırma ve onların yapmak istedikleri kötülükleri de onlara göster." diyerek karşılık vermişti. Sonra Hz. Ali Zikar denilen yerde ikamet edip Muhammed bin Ebi Bekr'i ve Muhammed bin Ca'fer'i beklemeye koyulmuştu. Bu arada Rabi'a Kabilesi'nden Abdikayslıların başına gelenler kendisine anlatılmış ve şöyle demiştir. "Abdikays Rabi'a Kabilesi'nin en iyilerinden ve hayırlılarındandır." Sonra Bekr bin Vail Kabilesi gelip Hz. Ali'ye iltihak etmiş, Hz. Ali daha önce Tayy ve Esed kabilelerine söylediklerini bunlara da söylemişti.

 

Muhammed bin Ebi Bekr ve Muhammed bin Ca'fer Ebu Musa el-Eş'ari'nin yanına varıp O'na Hz. Ali'nin gönderdiği mektupları vermiş ve halk arasında bir müddet kalıp onlara Hz. Ali'nin işlerini ve içinde bulunduğu durumları anlatmışlardı. Ancak onların hiç bir talebine uyan çıkmamıştı. Akşam olunca Hicaz halkından bazı kimseler Ebu Musa el-Eş'ari'nin yanına varıp O'na: "Çıkıp gitme konusunda ne dersin?" diye sormuşlar, O da: "Görüş beyan etmek asıl daha önce gerekli ve geçerliydi. Bugün görüşümüzü açıklamamız gayet kolaydır çünkü daha önce böyle önemsemediğimiz adam işte gördüğünüz gibi bugün üzerimize gelmiş bulunmaktadır. Burada iki durumla karşı karşıyayız: Evlerimizde oturmamız ahiret için daha hayırlı, çıkıp savaşa gitmemiz ise dünyamız için daha hayırlıdır. Siz bu ikisinden birini seçiniz" diye cevap vermişti. Bunun üzerine hiç kimse çıkıp gitmez ve Ebu Musa'ya elçi olarak gelen iki Muhammed O'na son derece kızıp ağır sözler söylerler. O da onlara şöyle karşılık verir: "Vallahi Osman'ın bey'atı benim ve arkadaşınızın (yani Hz. Ali'nin) boynundadır. Biz Hz. Osman'ın katli işini halletmedikçe ikinci bir kıtal işine girmeyiz."

 

Hz. Ali, Zikar denilen yerde konaklamış iken bu iki Muhammed gelip olup bitenleri anlatırlar. Hz. Ali, o anda yanlarında bulunan el-Eşter'e şöyle der: "Sen aramızda bulunanlar içinde hem Ebu Musa'ya en yakın olan, hem de her konuda itiraz eden kimsesin: Bu sebeple sen ve İbn Abbas kalkın, gidin, bütün bu olup biten fesat ve kötülükleri düzeltmeye çalışın." Bunun üzerine elEşter ve İbn Abbas kalkıp Kufe'ye giderler ve Ebu Musa ile bu durumu görüşerek Kufe halkından yardımcı kuvvet vermesini isterler. Bu isteklerine karşılık Ebu Musa kalkıp bir hutbe okur ve şöyle der: "Ey insanlar! Resulullah (S.A.V.)'ın ashabı Allah'ı ve resulünü, onunla sohbet etmeyenlerden çok daha iyi bilirler. Sizin bizim üzerimizde bir hakkınız vardır. Hakkınızı ödemek üzere nasihatte bulunmam ve bu görevimi yerine getirmem gerekir. İşin gerçek bir yönü varsa, Allah'ın hakimiyetinin bu şekilde sarsılmaması gerektiğidir. Onun için Allah'ın hakimiyet ve sultasını hafife almayınız. Allah'ın hukukuna tecavüz etmek hususunda da cüretkar davranmayınız. Size düşen Medine'den gelen bu insanları bir an evvel tekrar geri göndermenizdir. Onlar aralarında hilafete hak sahibi olan kimseyi bulup seçerler. Meydana gelen bu olaylar son derece kötü ve şiddetli bir fitnedir. Bu fitne esnasında uykuda olan uyanık olandan, uyanık olan oturandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan ata binenden, ata binen de atını koşturandan daha hayırlıdır. Siz de Arapların rasgele adamlarından olmayınız, şu kılıçlarınızı kınlarına, oklarınızı yerlerine koyunuz, yaylarınızın kirişlerini koparınız, mazlum ve işkence görmüş olanları, zulme uğrayanları koruyunuz; ancak bu şekilde bu işler kökünden kurur ve fitne ortadan kalkar. "

 

Daha sonra İbn Abbas ile el-Eşter Hz. Ali'nin yanına dönüp O'na durumu anlatmışlar, bunun üzerine, Hz. Ali oğlu Hasan'ı ve Ammar bin Yasir'i Kufe'ye göndermiş ve Ammar'a şöyle demişti: "Git, kendi fesada uğrattıklarını ıslah etmeye çalış." Ammar, Kufe'ye varıp mescide girer ve Hasan ile birlikte oturdukları sırada ilk olarak gelip selam veren Mesruk bin el-Ecde' olur. Mesruk Ammar'a yönelip şöyle der: "Ey Ebu'l-Yakazan! Hz. Osman'ı neden öldürdünüz?" Ammar: "Irzlarımıza yapılan küfürden ve bize vurulan kırbaçlardan dolayı" diye cevap verir. Mesruk bunun üzerine şöyle konuşur:

 

"Vallahi siz size davramldığı gibi davranmadınız. Eğer sabretmiş olsaydınız bu sizin için daha iyi olurdu. Sabırlılar için mutlaka hayır vardır." Sonra Ebu Musa çıkar, Hasan'ı görür ve O'nu da yanına alarak Ammar'ın yanına gider ve: "Ey Ebu'l-Yakazan! Müminlerin emirine düşmanlık eden o facir ve günahkarlarla birlikte sen de mi bulundun?" diye sorar. Ammar şöyle cevap verir: "Hayır, ben kesinlikle böyle bir şeye katılmadım, fakat böyle bir şey de beni ilgilendirmez." Hz. Hasan sözün uzamasından korkar, konuşmaları keser ve Ebu Musa'ya yönelerek şöyle der: "İnsanların bize doğru gelmelerini neden engelliyorsun? Vallahi bizim durumu düzeltmekten başka bir şey düşündüğümüz olmadığı gibi müminlerin emiri gibi de böyle fitnelerden korkan hiç kimse yoktur." Ebu Musa cevaben şöyle konuşur: "Hey anam babam feda olası! Doğru söyledin, ancak kendisiyle danışılan kimse güven duyulan kimse demektir. Ben Resulullah (S.A.V.)'tan işittim, şöyle diyordu: ''Öyle bir fitne olacak ki bu zamanda oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen ata binmiş olandan daha hayırlıdır.'' Yüce Allah bizleri kardeş, birbirimizin kanlarını ve mallarını ise haram kılmıştır." Bu sözler üzerine Ammar bin Ya'sir son derece kızarak Ebu Musa'ya küfretmiş ve kalkıp şöyle demişti:

 

"Ey insanlar! O kendi kendini vasfetmektedir. Sen bu fitnede oturuyorsun, ancak ayakta duran senden daha hayırlıdır." Sonra Benü Temim'den biri kalkıp Ammar'a söz etmiş ve şöyle demişti: "Sen dün bizzat kavganın içindeydin. Şimdi kalkıp emirimize hakaret mi ediyorsun?" Sonra Zeyd bin Suhan ayağa kalkıp o da bağırıp çağırmaya başlamış, orada bulunan bir grup da aynı şekilde bu kavgaya katılmak üzere fırlayınca Ebu Musa halkı tutmağa ve onları susturmağa çalışmıştı. O ara Zeyd bin Suhan mescidin kapısında durarak Hz. Aişe'den kendisine gelen bir mektup okur ve kendisinden yardım istediğini halka bildirir. Kufe halkına gelen mektup da aşağı yukarı aynı anlamı taşıyordu. Zeyd her iki mektubu çıkarıp mescitte Müslümanların huzurunda okuyuvermiş ve bitirdikten sonra şöyle demişti: "Hz. Aişe'ye evinde oturması, bize de yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar savaşmamız emredilmiştir. Ancak şu anda kendisine verilen emri bize duyuruyor ve kendisi de bu emri yüklenmiş bulunuyor" Zeyd'in bu sözleri üzerine Şebes bin Rib'i adında birisi kalkar ve şöyle der: "Ey Ummanlı adam! (Çünkü Zeyd bin Sühan, Abdikays Kabilesi'ne mensuptu ve bu kabile Umman'da ikamet ediyordu) Sen Celula'da hırsızlık yaptın da elin kesildi. Şimdi gelip müminlerin annesine karşı çıkıyor ve insanları O'na karşı mı kışkırtıyorsun?"

 

Sonra Ebu Musa kalkıp şöyle hitap etmişti: "Ey insanlar! Bana itaat ediniz, Arapların as illerinden olunuz ki mazlum olan kimse gelip size sığınsın, korkuya kapılan kimse size karşı güven duysun, Fitne koptuğu zaman insanlar onda yanılır, bazı şeyleri birbirine benzetir ve yanlışlıklar yapabilirler, sırtını çevirip de gittiği zaman ise kendi kendini açıklar ve ne olduğunu ortaya koyar. Bugünkü fitne insanların canını yakan şiddetli bir fitnedir. Kuzeyden ve güneyden, doğudan ve batıdan esip durur ve son derece dirayetli insanları bile sanki dünkü çocuk, tecrübesiz bir kişiymiş gibi hayretler içinde bırakır. Kılıçlarınızı kımna sokunuz, mızraklarınıza sahip olunuz, yaylarınızı, krişlerinizi kırıp atınız ve evlerinize girip oturunuz ve Kureyş'i kendi haline bırakınız. Eğer onlar hicret yurdundan dışarı çıkıp, oranın ilim ehlinden olan halkından ayrı düşerlerse işte benden nasihat beklerler. Fakat siz o anda beni sakın aldatmayasınız. Bana itaat ediniz ki din ve dünyanızı kurtarmış olasınız. Bu fitneyi körükleyen kimse onun şiddetinden ve ateşinden mutlaka büyük bir ıstırap çekecektir."

 

Sonra Zeyd bin Sühan ayağa kalkarak kesik olan elini çıkarıp şöyle demişti: "Ey Abdullah bin Kays! Fırat suyu her tarafından çağlayarak akıp gelmeğe başlamıştır. Onu geldiği yere iade et ki ebediyen buraya dönmesin. Eğer buna gücün yeterse bil ki bundan sonra arzu ettiğin her şeye güç yetireceksin, fakat gücün yetmeyen şeyi bırak. Kalkın, müminlerin emirine ve Müslümanların efendisine gidin. Hep birlikte O'na doğru gidelim ki hakkı bulmuş olasınız."

 

 Daha sonra el-Ka'ka bin Amr kalkıp şöyle demişti: "Size samimiyetle bir öğütte bulunayım ve şefkatimi belirteyim. Size öğüt verilmesini istiyor ve hakkın söylenmesini arzu ediyorum. Eğer o bir kurtuluş çaresi olsaydı valimizin söylediği biliniz ki en doğru ve hak olandır. Zeyd'in söylediği sözlere gelince. O bu işlerin yabancısı ve düşmanıdır. Sakın, onu dinlemeyesiniz. Gerçek olan bir şey vardır ki o da şudur: Müslümanları yönlendiren, zulümleri önleyen, mazlumların hakkını koruyup onlara yardım eden bir halifenin olması gerekir. Müminlerin emiri bu işi kendisine yüklenildiği gibi yüklenmiş ve yaptığı çağrıda insaflı davranmıştır; çünkü o, ıslahtan başka bir şeye davet etmiyor, fitnenin kökünü kazımak istiyor. Onun için siz de bu konuda onun yanında olmak için kalkınız ve yürüyÜnüz ki emre itaat eden ve söz dinleyen kimseler olasınız."

 

Bunun üzerine Abdulhayr el-Hayrani kalkıp şöyle sormuştu: "Ey Ebu Musa! Talha ve Zübeyr gerçekten bey'at etmişler miydi?" Ebu Musa: "Evet!" diye karşılık verince Abdulhayr devamla: "Ali bey'atını nakz edecek herhangi bir davranışta bulundu mu?" diye sormuş, Ebu Musa: "Bilmiyorum!" karşılığını verince de: "Hay bilmemiş olasın! Biz de bilip öğreninceye kadar seni terk ediyoruz. Bu fitnenin dışında kalan kimsenin bulunduğunu biliyor musun? Şu anda Müslümanlar dört fırkaya ayrılmış bulunuyorlar. Ali Küfe'nin yakınında, Talha ve Zübeyr Basra'da, Muaviye ise Şam'da bulunuyor. Diğer taraftan Hicaz'da kendilerinden vazgeçilemeyen ve bir tarafa itilemeyen, ancak hiç kimseye karşı çarpışma istemeyen Hicaz ehli bulunmaktadır." demişti. Ebu Musa bunun üzerine: "İşte bu sonuncular en hayırlılarıdır." demiş, Abdulhayr da şöyle karşılık vermişti: "Sen aldanmış durumdasın."

 

Bundan sonra Sayhan bin Suban kalkar ve şöyle hitapta bulunur: "Ey insanlar! Bu işi kökünden kazıyacak, insanları uğradıkları zulümden kurtaracak, mazlumu aziz kılıp insanları bir araya toplayacak bir emire ihtiyaç vardır. İşte sizin bu emiriniz de iki arkadaşına karşı sizi davet ediyor, aralarında meydana gelen şu anlaşmazlığı görüp sulha kavuşturasınız diye çağırıyor. O ümmetin en eminlerinden olup dinde fakih bir kimsedir. Kim kalkıp O'nun yanına giderse biz de onunla birlikte gideriz." Sayhan sözünü bitirince Ammar ayağa kalkıp şöyle der: "İşte bu Resulullah (S.A.V.)'ın amcası oğlu! Sizi Resulullah (S.A.V.)'ın zevcesine, Talha ve Zübeyr'e karşı ıslaha davet ediyor. Ben Aişe'nin Resulullah'ın dünya ve ahirette zevcesi olduğuna şahadet ederim. Siz de olaya bakıp değerlendirme yapın, hakka bağlanın ve O'nunla birlikte çarpışın." Orada bulunanlardan birisi kalkıp Ammar'a şöyle seslenir:

 

"Ben kendisine cennet müjdelenen kimse ile birlikte, cennetle müjdelenmeyen kimseye ise karşı olurum." Hasan bin Ali: "Bırak şimdi bu lafları, biz sulhu sağlamak için buraya geldik ve sulh ehliyiz" diye söylenir ve kalkıp şöyle hitapta bulunur: "Ey insanlar! Emirinizin davetine icabet edin; kalkın, kardeşlerinizin yanına gidin ve orada durumu inceleyin, görün. Vallahi kalkıp oraya gidecek olanlardan erken davranıp geç kalmayanlar sonunda hayırlı bir akıbete kavuşacaklardır. Bizim bu davetimize icabet edin. Kendisiyle imtihan edildiğimiz ve sizin de imtihana tabi tutulduğunuz bu durumda bize yardımcı olun. Müminlerin emiri size şöyle sesleniyor: "Bu sefere çıkarken zalim veya mazlum olarak kalkıp geldim. Hakka riayet eden her Allah'ın kuluna şunu hatırlatırım ki eğer mazlum isem bana yardımı olur, zalim isem gelir, benden hakkını alır. Vallahi Talha ve Zübeyr bana ilk bey'at eden kimselerdi. Böyle olduğu halde ilk defa ihanet eden yine onlar oldu. Ben Müslümanların malına mı el koydum, yoksa Allah'ın hükümlerinden birini mi değiştirdim?" Onun için kalkınız, yürüyünüz ve iyiyi emredip insanları kötüden alıkoyunuz." Bu sözler üzerine insanlar Hz. Hasan'a uyup katıldılar ve dediklerine razı oldular. Sonra Tayy ve Adiy bin Hatem kabilelerinden bir sürü kimse kalkıp Hz. Hasan'a şöyle dediler: "Neyi uygun görüyor ve bize neyi emrediyorsun?"

 

Hasan şöyle cevap verir: "Hepimiz kalkıp Hz. Ali'ye bey'at ettik, O da bizi meydana gelen bu olayları çözmek üzere iyiliğe davet etti ve biz de bu yüzden onunla birlikte geldik ki meselelere bakıp değerlendirmeler yapalım."

 

Sonra Hind bin Amr kalkıp şöyle der: "Müminlerin emiri bizi davet edip elçilerini gönderdi; hatta bize oğlu gelip O'nun emirlerini bildirdi. Onun için bunlara uyun ve onların dediklerini dinleyin. Müminlerin emirinin söylediklerine uyun, kalkın, emirinizin emrine girin ve O'nunla birlikte olun, meseleyi onunla birlikte tartışın, işte yapılacak olan budur, O'na reyleriniz ve görüşlerinizle yardımcı olunuz!"

 

Hicr bin Adiyy de şöyle konuşur: "Ey insanlar! Müminlerin emirinin yaptığı davete uyunuz. Genç, ihtiyar demeden kalkıp O'na gidiniz. Kalkın, işte ben sizin ilk kalkanlarınızdan olayım ve ilk defa ben yürüyeyim. "

 

Gerçekten Müslümanlar harekete geçer ve Hz. Hasan onlara şöyle der: "Ey insanlar! Ben sizinle birlikte geleceğim. Karadan gitmek isteyenler karadan, nehirden gitmek isteyenler ise nehirden gitsinler. "

 

Hz. Hasan'a dokuz bine yakın insan tabi olmuştu. Onlardan altı bin iki yüz kişisi karadan gitmiş, iki bin dört yüz kişisi ise nehirden gitmişlerdi.

 

Başka bir rivayete göre ise Hz. Ali Hasan ile Ammar bin Yasir'i yukarıda sözkonusu ettiğimiz gibi Küfe'ye gönderdikten sonra el-Eşter'i arkalarından göndermişti. el-Eşter oraya vardığında Ebu Musa el-Eş'ari Müslümanlara mescitte hitap ediyor ve onları yerlerinde durmağa ve orada ikamet etmeğe teşvik ediyordu. Ammar ve diğerleri bu arada bir tartışmaya girmişlerdi. elEşter Küfe'ye gelinceye kadar uğradığı her kabileyi kendilerine katılmağa çağırıyor ve onlara: "Haydi bana uyun, Ebu Musa'nın köşküne doğru gidiyoruz" diyordu. Müslümanlardan bir cemaatle Ebu Musa'nın halka hitap ettiği bir sırada köşküne girmişti.

 

Ebu Musa hitabe sırasında Küfelilere yerlerinden çıkmamalarını tavsiye ederken Hasan O'na şöyle demişti: "Bizim verdiğimiz görevi bırak, ayrıl bu görevden hayannesi yitiresi! Bizim minberimizden de in aşağı!" Bu sırada Ammar da aynı şekilde O'nunla çekişip duruyordu. Bu arada el-Eşter Ebu Musa'nın köle ve hizmetçilerini köşkten çıkarmıştı. Onlar koşuşarak, Ebu Musa'ya seslenirler ve el-Eşter'in köşke girdiğini ve kendilerini döverek çıkarıp kovduğunu söylerler. Ebu Musa minberden inerek köşküne gider, oraya vardığında el-Eşter kendisine bağırıp: "Hayannesi yitiresi! Çek git buradan, Allah seni buradan ihraç et-miştir." der. Ebu Musa el-Eşter'in bu sözü üzerine: "Bana bu gece müsaade et" derse de el-Eşter: "Hayır, vallahi bu köşkte artık bir tek gece bile gecelemeyeceksin." diyerek karşılık verir. Bu arada etraftan birçok kimse gelip köşke girmek ve eşyalarını talan etmek istemiş, ancak el-Eşter gelenlere engelolmuş ve: "Ben onun koruyucusuyum." diyerek onları engellemişti. Bu olaylardan sonra -yukarıda zikrettiğimiz gibi- dokuz bine yakın insan Küfe'den çıkıp Hz. Ali'ye doğru yönelmişlerdi. Başka bir rivayette ise, Küfe'den Hz. Ali'ye doğru gidenlerin on iki bin kişi oldukları kaydedilir.

 

Ebu Tufeyl şöyle anlatır:

 

Kufeliler Hz. Ali'nin yanına varmadan önce O, gelecek adamların kaç kişi olacaklarını söylemiş ve vardıklarında ben de onları tek tek saymıştım. Gerçekten Hz. Ali'nin dediği sayıda adam gelmişti.

 

Gelen kabilelerden Kinane, Esed, Temim ve Rübab ile Müzeyne kabilelerinin başında Makil bin Yesar er-Reyahi bulunuyordu. Kays Kabilesi'nin bir grubunun başında ise Muhtar'ın amcası Sa'ad İbn Mes'ud es-Sakafi bulunuyordu. Bekir ve Tağlib kabilelerinin başında Va'le bin Mahduc ez-Zehell, Muzhic ve Eş'arilerin başında da Hicr bin Adiy Buceyle, el-Mar, Cus'am ve Ezd kabilelerinin başında Mahnef bin Süleym el-Ezdi bulunuyordu. Bütün bu kabileler Hz. Ali Zikar denilen yerde iken yanına varmışlardı. O da yanında bulunan İbn Abbas ve bir cemaatle birlikte onları gayet iyi karşılamış, muhabbetlerle ve selamlarla kabul etmişti. Arkasından Hz. Ali Küfelilere seslenmiş: "Ey Küfeliler! Acem hükümdarlarına karşı savaşıp onları dağıttınız ve bütün mülk ve devletleri size intikal etti. Böylelikle her türlü dünyevi İhtiyaçlarınızı giderip düşmanlarınıza karşı diğer Müslümanlara yardım ettiniz. Ben Basra'da bulunan kardeşlerimizin geri dönmelerini sağlamak için burada olmanızı istedim. Onlardan istediğimiz tek şey geri gelip Medine'ye dönmeleridir. Eğer bu işten dönmek istemezlerse onları gayet yumuşaklıkla yola getirmeğe çalışırız. Ancak zulme başvurduklarında tutacağımız yol da ona göre olur. İçinde fesat bulunan bir işi salaha çevirmedikçe onu inşaallah bırakmayacağız." demişti.

 

Gelen Küfelilerle birlikte Hz. Ali ve yanındakiler Zikar denilen yerde toplanmıştı. Diğer taraftan Basra ile Zikar arasında ise Hz. Ali'yi yolda bekleyen binlerce kişilik Abdikays Kabilesi vardı. Basra'dan gelen grupların başında şu büyük şahsiyetler yer almıştı: el-Ka'ka' bin Amr, Sa'ad bin Malik, Hind bin Amr ve el-Heysem bin Şihab. çarpışmağa meyyal olanların başında ise Zeyd bin Sühan, el-Eşter, Adiyy bin Hatem, Müseyyeb bin Necbe ve Yezid bin Kays gibileri olup bunların dışında da savaşmağa ve çarpışmağa niyeti olan pek kimse yoktu. Küfeliler Zikar'a vardıklarında Hz. Ali el-Ka'ka'ı çağırarak Basralılara göndermiş ve şöyle demişti (el-Ka'ka' Resulullah (S.A.V.)'ın ashabından idi.) "Git bu iki adamı bul, tatlılığa ve cemaata davet edip tefrikaya düşmenin tehlikesinden söz et." Bu istek üzerine el-Ka'ka' Hz. Ali'ye: "Benim aranızda hükümde bulunmam söz konusu değilken onlardan gelecek haberlere ve sözlere karşı nasıl davranacaksınız?" diye sormuş, Hz. Ali'nin: "Senin emredeceğin şekilde davranırız. Eğer onlardan gelecek tekliflerde senin bir görüşün ve içtihadın olmazsa biz reyimizle içtihat eder, onlarla o istikamette konuşur ve gerektiği şekilde hadiseleri sonuçlandırırız." demesi üzerine de:

 

"Doğru söyledin." dedikten sonra çıkıp Basra'ya gitmişti. Ka'ka' Hz. Aişe'den başlar; yanına varır, selam verir ve sorar: "Ey anneciğim! Seni yerinden söküp bu şehre getiren durum nedir?" Hz. Aişe: "Ey oğulcağızım! Benim buraya gelmemin tek sebebi Müslümanlar arasında meydana gelen fitneyi ıslah etmektir." diye cevap verir. el-Ka'ka': "Talha ve Zübeyr'e haber gönder, onlar da gelsin. Aramızda geçecek konuşmalara sen de şahit ol." der. Hz. Aişe Talha ve Zübeyr'e haber gönderir, gelip oturduklarında el-Ka'ka' onlara şöyle seslenir: "Ben müminlerin annesine buraya neden geldiğini sorduğumda Müslümanların arasını bulmağa geldiğini söyledi. Siz ne dersiniz? Tabi mi olacaksınız, yoksa muhalif misiniz?" Talha ve Zübeyr tabi olacaklarını söylerler. Bunun üzerine el-Ka'ka' şöyle der: "Bana söyler misiniz: Bu ıslah yoluna nasıl gideriz? Vallahi ıslah edilmesini uygun gördüğünüz şeyi ıslah eder, hoş karşılanmayan şeyi de reddederiz." Talha ve Zübeyr şöyle cevap verirler:

 

"Osman'ın katilleri ... Eğer bunlar terk edilecek olursa vallahi bu Kur'an'ın terki demektir." el-Ka'ka' bunun üzerine şöyle konuşur: "Siz Basra halkından Osman'ın katilleri olan bir sürü kimse öldürdünüz." Bugün doğruluğa herkesten daha önce sizin yönelmeniz gerekir. Altı yüz adam öldürdünüz, altı bin kişi size karşı çıktı, sizi terk edip gittiler, yanınızdan ayrıldılar. Hurkus bin Zü-heyr'i öldürmek istediniz, altı bin kişi O'nu size karşı korudu. Eğer onları kendi hallerine terk ederseniz bu söylediğinizi de terk etmiş olursunuz. Eğer onlarla çarpışacak ve sizden ayrılan bu adamlara karşı koyacak olursanız hoş karşılamadığınız bu olaylardan daha büyüğüyle karşılaşır ve nefret duyarsınız. Rabia ve Mudar kabilelerini bu şehirlerden uzaklaştırmak isterseniz onlar size karşı toplamr, sizinle savaşır ve sizi dehşet verici bir yenilgiye uğratırlar ki aynen Hz. Osman'ın katli gibi büyük bir günahtan daha büyük bir hadiseyle karşı karşıya kalırsınız."

 

Hz. Aişe: "Peki sen ne dersin?" diye el-Ka'ka'a sorar, O da şöyle cevap verir: "Benim görüşüm şudur: Meydana gelen bu olayların ilacı hadiseleri ve insanları teskin etmektir. Eğer bu durum sakinleştirilirse insanların heyecanları söner ve iş sona erer. Bize bey'at ederseniz bu hayra bir alamettir, rahmete ve iyiliğe doğru giden bir yolun müjdesidir, fakat buna yanaşmaz da işi daha çok büyüterek yan çizerseniz durum şerre ve kötülüğe doğru kayıp gider ki bu hakimiyetin ve mülkün zevali demektir. Afiyeti, sağlığı ve selameti isteyiniz ki Yüce Allah onu size ihsan etsin. Siz daha önce, İslam'ın başlangıcında olduğu gibi hayra ve iyiliğe anahtar olunuz. Ne olur belaya ve musibete başvurup da onu başımıza ve kendi başınıza sardırmayın. Vallahi benim söyleyeceklerim bundan ibarettir. Sizi bu sözlere uymağa ve hayra davet ediyorum. And olsun, bu ümmetin başına bu günlerde gelen bu musibetlerin sonunda Yüce Allah'ın bizi daha büyük bir musibete uğratacağından korkuyorum. Başımıza gelen bu felaketler gerçekten daha evvel düşünülen ve tasarlanılan şeyler değildir. Bu işler bir adamın bir başkasını öldürmesi veya ondan nefret etmesi, ya da bir kabilenin bir adamı öldürüp de ondan nefret etmesine benzemez." Bu sözler üzerine onlar da el-Ka'ka': "Doğru ve yerinde söyledin. Kalk şimdi, Ali'ye git; eğer Ali de bu görüşlerine aynen uyar ve bu görüşlerle bize yaklaşırsa o zaman bu iş sulh ile neticelendi demektir." derler.

 

el-Ka'ka' Hz. Ali'ye dönüp durumu anlatmış, O da son derece sevinip her iki taraf sulha yönelmişti; ancak bu sulhu hoş karşılamayanlar olduğu gibi bundan son derece memnun olanlar da vardı. el-Ka'ka'ın Hz. Ali'nin yanına varmasından önce Basra'dan bir sürü Arap heyeti Hz. Ali'ye gelerek. Küfe halkından olan diğer kardeşlerinin görüşlerinin ne olduğunu öğrenmek istemişler, kendilerinin hangi duruma mey lettiklerini açıklamışlar, sulh yapmayı daha uygun bulduklarını, çarpışmaların tehlikelerini ve hiçbir zaman çarpışmayı düşünmediklerini bildirmişlerdi.

 

Basra'dan gelen bu kimseler Kufe halkından olup burada kendi aşiretlerinden kimselerle karşılaştıklarında onların da aynı şekilde düşündüklerini görmüş ve onları alıp Hz. Ali'nin huzuruna götürerek haberi iletmişlerdi. Hz. Ali bu gelenlerden Cerir bin Seris'e Talha ve Zübeyr'in ne düşündüklerini sormuş, Cerir de onların durumlarını anlatarak şöyle demişti: "Zübeyr kerhen ve zorla bey'at ettirildiklerini söylüyor, Talha da aynı minval üzere, şiirler okuyarak bu yolda görüşünÜ belirtiyor."

 

Basra halkından gelen heyetler Küfelilerle de aynı görüşleri taşır olarak geri döndükleri gibi el-Ka'ka' da Basra'dan dönmüş ve her iki tarafın da sulh istedikleri ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Hz. Ali kalkıp bir hutbe okumuş, Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra cahiliye devrinin şekavetinden ve mutsuzluğundan, İslam'ın gelişiyle erişilen mutluluktan, Allah'ın bu ümmete verdiği nimetlerden, Resulullah (S.A.V. )'tan sonra hilafetle ve cemaatle nasıl bir nimete erdiklerinden söz ederek Resulullah'tan sonra gelen her iki halifenin döneminde de aynı mutluluğun sürdüğünü, fakat daha sonra Cenab-ı Allah'ın insanlara ihsan ettiği bu üstünlükleri kıskanan ve dünyayı talep eden şerli bir grubun çıkıp bu olaya sebep verdiğini söylemiş ve bunların İslam'ı tekrar gerisin geriye çevirmek istediklerini ifade etmiş, sonra sözlerini şöyle bitirmişti: "Allah mutlak arzu ettiğini ortaya koyar ve dilediğini yapar. Haberiniz olsun ki ben yarın çıkıp gidiyorum. Siz de bana uyarak çıkıp gidiniz."

 

Bu konuşmadan sonra Hz. Osman'a karşı gelip O'nun öldürülmesine yol açan kimseler yerlerinden kıpırdamamış, bu sefihler tekrar kendi heva ve heveslerine uyarak bir araya toplanmışlardı. Bu toplananlar arasında Alba' bin Heysem, Adiyy bin Hatem, Salim bin Salebe el-Kaysi, Şüreyh bin Evfa ve elEşter ile birlikte Hz. Osman'ı kuşatanlardan ve O'na karşı Medine'ye gidenlerden bazı kimseler bulunuyordu. Mudar Kabilesi'nden bazı kimseler ile Abdullah bin Sebe', Halid bin Mülcem de bunlarla bir araya gelmiş ve istişare etmişlerdi. "Bu konuda söyleyecekleriniz nedir?" diye sorulduğunda şu fikirler ortaya atılmıştı: "Ali, Allah'ın kitabını en iyi kavrayan ve en iyi bilen bir kimse olduğu için Osman'ın katillerini er geç yakalayıp Allah'ın emrini uygulayacak ve bu konuda titiz davranacak ilk insandır. Ali bu şekilde konuşuyor, ancak Osman'ın katillerinden nefret ettiği kadar da hiç kimseden nefret etmiyor. Talha ve Zübeyr kendi yanlarındaki kalabalığa bakıp da Hz. Ali'nin yanında bulunanların azlığını görürse bunlar birbirlerine düşebilirler. Buna ne dersiniz? Yoksa herhalde sizler bir gün aranacaksınız ve sağ kalmaktan uzak düşebilirsiniz."

 

Bu konuşmalardan sonra el-Eşter şöyle der: "Talha ve Zübeyr'in hakkımızda neler düşündüğünü öğrenmiş bulunuyoruz. Ancak Ali'nin ne düşündüğünü bu güne kadar öğrenemediğimiz gibi diğer insanlardan da kimlerin bize karşı neler düşündüğünü bilmiyoruz. Bunlar eğer aralarında birlik sağlarlarsa bizim kanımızı akıtmak üzere de anlaşabilirler. Geliniz Ali'yi de Osman'a katalım, O'nu da öldürelim. O zaman öyle bir fitne kopar ki bu fitneyi durdurmak için bizim her dediğimize razı olurlar." Abdullah bin Sebe' (İbn es-Sevde') Eşter'in bu görüşüne karşı şöyle demişti: "Bu görüşün ne kadar kötü bir görüş! Siz Osman'ı öldürenler şu Zikar'da iki bin veya altı yüz kişi civarındasınız, -Hz. Talha'yı kastederek- Hanzala'nın oğlu ve adamları ise sizi öldürmek için sürekli fırsat kollayan ve bu işe gayet hevesli olan beş bin kişiden meydana gelmektedir." Arkasından Amr bin Heysem kalkıp şöyle der:

 

"Gelin onları kendi hallerine bırakıp gidelim. Eğer Ali'nin yanındakiler zayıflayacak olurlarsa düşmanları onlara karşı galip gelirler, eğer çok olurlarsa sizin aleyhinize sulh akdedebilirler. Onları kendi hallerine bırakın ve gelin uzak şehirlerden birine gidip orada yerleşin, iyice güçleninceye kadar da bu insanlardan uzak durun." Ancak İbn es-Sevde' tekrar söze karışıp şöyle konuşur: "Senin görüşün de ne kadar kötü bir görüş! Vallahi herkes sizin ayrı bir grup olup gitmenizden dolayı sevinir. Eğer siz bu iyi ve her türlü kötülükten uzak olan insanlarla bir arada olursanız mesele yok, eğer ayrılıp da kendi başınıza bir grup olursanız nerede bulunursanız bulunun, vallahi insanlar sizi doğrarlar." Sonra Adiyy bin Hatem şöyle der: "Allah'a yemin olsun ki, bütün bu söylenenleri tam olarak ne beğendim, ne de reddettim. Ancak bu konuşmalar esnasında Hz. Ali'nin öldürülmesi konusunda tereddüt gösterenlerin tereddüdünü beğendim. Burada yapılacak tek şey varsa o da bu insanları bir- birine düşürmektir. Bizim bu konuda yapacağımız şey ise otlarımızı ve silahlarımızı kullanmamızdır. Eğer sizler ileriye atılırsanız biz de ileriye atılırız, eğer duracak olursanız biz de dururuz." Adiyy'in bu sözlerini İbn es-Sevde':

 

"Doğru ve güzel söyledin" diye karşılar. Arkasından Salim bin Sa'lebe şöyle der: "Dünyayı arzu edenler edebilir, fakat ben istemiyorum. Vallahi yarın onlarla karşılaşırsam mutlaka çarpışacak ve onlardan da asla geri kalmayacağım. Allah'a yemin ederim ki, sizler ister istemez ve er geç kılıçla karşı karşıya kalacaksınız. Onun için bu kılıçtan ayrı durmayınız." İbn es-Sevde' Salim'in bu sözlerine karşı şöyle der: "Bu adam amma da doğru konuştu." Arkasından Şüreyh bin Evfa şunları söyler: "İşlerinizi çabuk tutun, buradan çıkarılıp sürgün edilmeden önce çabuk davranın ve bir an evvel yapmanız ve tacil etmeniz gereken işinizi de kesinlikle tehir etmeyin, geriye bırakmanız gereken bir işi de acele ile yapmayın. Biz, insanların nazarında en şerli ve kötü bir noktadayız. Vallahi bu iki grup çarpışmazlarsa sonunda bize karşı nasıl davranacaklar bilemiyorum." İbn es-Sevde' bu sözler üzerine şöyle der: "Beyler! Sizin üstün olmanız ve bu işten sıyrılmanız her iki grubun çarpışmasıyla mümkündür. Eğer onlar yarın birbirlerine düşerlerse siz aralarından yavaşça çekilip çıkınız ve onlara herhangi bir şekilde yardım konusunda da söz vermeyiniz. Siz kimin yanında olursanız onun savaştan vazgeçmesi mutlaka kaçınılmazdır. Burada yapılacak tek şey Ali'yi Talha ve Zübeyr ile çarpıştırıp onları birbirine düşürmektir O zaman Ali, Talha, Zübeyr ve onların görüşünde olanlar birbirleriyle uğraşıp dururlar. İşte o arada neticeyi görün ve hiç kimse farkına varmadan çekip gidin."

 

Ertesi gün Hz. Ali öğleye doğru çıkar gider, onunla birlikte bulunanlar da Abdikays Kabilesi'nin yanına varırlar ve bir araya toplanıp giderler. Hz. Ali oradan ayrılıp ez-Zaviya denilen yere varır ve oradan da Basra'ya gitmeyi tasarlar. Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe de el-Parda denilen yerden ayrılır ve her iki topluluk Ubeydullah bin Ziyad'ın köşkü yanında karşılaşırlar. Her iki taraf konaklayınca Şakik bin Sevr, Amr bin Merhum el-Abdi'ye haber göndererek çıkıp gelmesini, böyle yapması halinde kendisiyle birlikte bir sürü kimsenin çıkacağını, varıp Hz. Ali'nin askerlerine meyletmesini tavsiye eder. Ayrıca Abdikays ve Bekr bin Vail'den de bazı askerler gelip Hz. Ali'nin askerlerine katılırlar. O zaman bazıları şöyle demişlerdi: "Bu Kays ve Bekr bin Vail kabileleri kiminle birlikte ve kimin yanında olursa o mutlaka galip gelir." Nihayet her iki taraf üç gün müddetle karşı karşıya durmuş ve aralarında hiçbir çarpışma olmamıştı. Bu müddet içinde Hz. Ali onlara haber gönderip konuşmak istediğini söylemişti. Her iki taraf H. 36. yıl cemaziyelahir ayının ortalarına doğru (M. 656 Aralık) buraya gelip konaklamışlardı. Hz. Ali burada konakladıktan sonra adamları gelip O'na katılıyorlardı. Hz. Ali orada konakladığında Ebu el-Cerbil' adında birisi Zübeyr'e: "Ali'nin adamları henüz gelip katılmadan üzerine bin atlı göndersen iyi olur." demiş, Zübeyr de cevaben şunları söylemişti: "Biz savaşın neticelerini ve ortamını çok iyi biliriz. Onlar bizim davamızın adamlarıdır. Bu iş şimdiye kadar hiç düşünülmemiş ve olmamış bir şeydir. Bu günde meydana gelecek olaylardan sonra Allah'a özürle gidecek olan kimsenin kıyamet gününde özrü kopar gider. Onların bize gelen heyetleri bizden ayrıldığı zaman sulh akdetmek üzere ayrılmışlardı. Ben de aynı şekilde sulhun meydana gelmesini ve bunun sulh ile neticelenmesini arzu ediyorum. Sabrediniz! Sizin için müjdeler olsun." Sonra Sabra bin Şeyman, Talha ve Zübeyr'e giderek şöyle söyler: "Şu adama karşı fırsat kollayınız, asıl isabetli olan savaşa girişmektir." Talha ve Zübeyr şöyle karşılık verirler:

 

"Aramızda meydana gelen bu ihtilaflar daha önce hiç vaki olmamıştı ki bu hususta Cenab-ı Allah Kur'an'da bir hüküm zikretsin veya Resulullah (S.A.V.)'in bir sünneti olsun. Aramızda bazıları bu işin kesinlikle kurcalanmamasını ve bir an önce kapatılmasını istemişlerdir. Bu kimseler Ali ve yanındaki kimselerdir. Bizler de şunları söyledik: "Bu sulhu terk etmememiz ve bunu geciktirmememiz gerekir." Bunun üzerine Ali de: "Bu adamları terk edip gitmek bir kötülüktür, fakat daha büyük bir kötülükten hayırlı bir davranıştır." diye söylemiş bulunmaktadır. Ve bu durumun hayırlı olduğu bizce de görülüyor. Müslümanların üzerine inen ahkam ise onların genellikle haklarını koruyan hükümlerdir." Sonra Ka'ab İbn Süver: "Ey topluluk, şu karşınızdaki topluluktan şu ilişkiyi kesiveriniz." demiş, O'na da aynı şekilde daha evvel zikredildiği gibi cevap vermişlerdi. Sonra Hz. Ali kalkıp yanındakilere hutbe okumuş, bu arada A'var bin Benan el-Münkari niçin buraya geldiklerini sormuş, Hz. Ali de cevaben şunları söylemişti: "Buraya gelişimizin sebebi sulh akdetmek ve bu yanan ateşi söndürmektir. Umulur ki Cenab-ı Allah bu ümmeti bir araya getirir, aralarındaki ihtilafları ortadan kaldırır ve bizim buraya gelişimizle Müslümanlar arasında meydana gelecek bir savaş önlenmiş olur." elA'var: "Şayet onlar bizim bu isteklerimizi kabul etmezlerse ne yaparız?" diye sorunca Hz. Ali: "Onlar bizi terk ettiği müddetçe biz de onları kendi başlarına bırakırız" diye karşılık verir. el-A'var: "Peki, yine onlar bizim yakamızı bırakmazsa ne yaparız?" diye sorunca da, Hz. Ali: "Onları kendimizden uzaklaştırmaya çalışırız." der. Bunun üzerine el-A'var Hz. Ali'ye şöyle sorar: "Peki onların yapacakları kötü davranışlara aynısıyla mukabele edilecek mi?" Hz. Ali: "Evet." diye karşılık verir.

 

Ebu Seleme ed-De'lani kalkıp Hz. Ali'ye sorar: "Eğer bu adamlar Hz.

Osman'ın kanını istemekte gerçekten samimi iseler bu hususta delilleri var mıdır?" Hz. Ali: "Evet, vardır." diye cevap verir. Sonra konuşma karşılıklı olarak şöyle devam eder: "Peki, bu kanı aramakta gecikme konusunda kendin için bir delil var mıdır?" Hz. Ali: "Evet, vardır; eğer bir şeye bir anda ulaşmak mümkün değilse onu tehir etmek daha faydalıdır." Ebu Seleme: "Eğer biz ve onlar yarın karşı karşıya gelir çarpışırsak kıyametteki durumumuz ne olacaktır?" Hz. Ali: "Bizden ve onlardan kalbi Allah'a safça bağlı olan bir kimsenin öldürülüp de Cenab-ı Allah tarafından cennete konulmamasını temenni etmem."

 

Hz. Ali yanındakilere okuduğu bir hutbede şöyle demişti: "Ey Müslümanlar! Karşımızda bulunan bu Müslümanlar için dillerinizi, ellerinizi tutun. Sakın bu konuda bizden ileri gitmeyin. Çünkü yarın kıyamet gününde bugün düşmanlığı başlatanlar dava edilecek." Sonra karşıdaki gruba Hükeym bin Seleme ve Malik bin Habib'i gönderip şöyle der: "Eğer siz el-Ka'ka' ile konuştuğunuz gibi aynı fıkirlerinizi koruyorsanız biz dönüp de durumu görüşünceye kadar sakın herhangi bir harekete girişmeyesiniz." Sonra Ahnef bin Kays ve Hudrus bin Züheyr'i koruyan ve halen bir kenarda duran Sa'adoğulları Hz. Ali'ye gelirler. Ahnef bin Kays Hz. Osman'ın şahadetinden sonra hacdan dönmüş ve hac dönüşünde gelip Hz. Ali'ye Medine'de bey'at etmişti.

 

el-Ahnef şöyle anlatır: "Talha, Zübeyr ve Aişe ile danışmadan Ali'ye bey'at etmedim. Osman muhasara altında bulunduğu günlerde hacca gitmek istedim. Onların her birine varıp tek tek şunları söyledim: ''Bu adam muhasara altındadır ve her an öldürülebilir. Kime bey'at etmemi istersiniz?'' Onların her biri bana: ''Ali'ye, be'yat et,'' dediler. ''Yapacağım bu bey'attan razı olur musunuz?'' diye sorduğumda: ''Evet,'' diye karşılık vermişlerdi. Hac görevimi ifa edip de Medine'ye döndü-ğümde Hz. Osman'ın öldürülmüş olduğunu gördüm, gidip Ali'ye bey'at ettim. Sonra çoluk çocuğumun yanına döndüğümde gerçekten işlerin yoluna girdiğini gördüm. Çoluk çocuğumun arasında böylece otururken birisi gelip şöyle bir haber getirdi: ''Aişe, Talha ve Zübeyr seni filan yerde bekliyor ve çağırıyorlar.'' Ben: ''Onlara ne oldu?'' diye sorduğumda adam bana şöyle dedi: ''Osman'ın kanını talep etmek konusunda Ali ile çarpışmak üzere senden yardım diliyorlar.'' O anda dünya başıma yıkılır gibi oldu ve şöyle dedim: ''Benim müminlerin annesini ve Resulullah (S.A.V.)'ın havarisini karşıma alıp onlarla çarpışmam ne kadar kötü bir şeydir. Fakat Resulullah (S.A.V.)'ın amcasının oğluna karşı savaşmak -ki bana O'na bey'at etmem söylendi- çok daha kötü bir durumdur.'' Nihayet onlara vardığımda bana: ''Seni şunun şunun için çağırdık.'' dediler, ben de onlara şöyle karşılık verdim: ''Ey müminlerin annesi, ey Zübeyr ve ey Talha! Allahınızı severseniz, ben size kime bey'at edeyim, kime bey'at etmemi istersiniz? diye sorduğumda, Ali'ye bey'at etmemi söylemediniz mi?'' Bunun üzerine onlar: ''Evet, fakat o, işleri değiştirip halden hale soktu'' deyince ben de: ''Vallahi, müminlerin anası aranızda olduğu sürece size karşı çarpışacak değilim, fakat, aynı şekilde Resulullah (S.A.V.)'ın amcasının oğluna karşı da çarpışacak değilim, çünkü siz bana O'na bey'at etmemi emretmiştiniz. Ben kendi evime çekilir, oturur ve hepinizden ayrı kalırım.'' dedim."

 

Bu yüzden onlar da onu haklı görerek bu konuda kendisine izin vermişler, o da yanında altı bin küsur adamla birlikte el-Celha' denilen yere çekilmiş ve onlardan ayrı kalmıştı. Celha', Basra'ya iki fersah uzaklıkta bir yerdir.

 

Hz. Ali oraya vardığında el-Ahnef gelerek şöyle der: "Basra'da bulunan adamlarımız yarın kendilerine karşı saldırıya geçeceğinizi, erkeklerini öldürüp kadınlarını esir alacağınızı zannediyorlar." Hz. Ali O'na: "Benim gibi bir adam böyle davranmak hususunda Allah'tan korkmaz mı? Böyle bir işi yapmak, hele hele Müslüman bir kavme karşı böyle yapmak ancak küfre düşen ve helak olan bir kimse için helal olabilir." diye karşılık verir. Sonra aralarında şöyle bir konuşma olur: el-Ahnef: "Benden şu iki husustan birini yapmamı iste:

Ya seninle birlikte onlara karşı çarpışayım veya sana karşı çarpışmaya hazır olanlardan on bin adamı kılıçlarıyla birlikte savaş meydanından alıp gideyim. " Hz. Ali: "Sen adamlarına bu işten uzak duracaklarına dair söz verdikten sonra nasıl böyle diyebilirsin?" el-Ahnef: "Bugün vefaya uymak gerekirse onlara karşı çarpışmak lazımdır." Hz. Ali: "O halde bana karşı savaşacak şu adamlardan on bin kişiyi alıp götür." Bunun üzerine el-Ahnef Hz. Ali'ye karşı tavır takınan bu insanlara dönüp: "Ey Hindefoğulları!" diye seslenir ve birçok kimse O'na icabet eder. Arkasından "Ey Temimoğulları!" diye seslenince yine birçok kimse O'nun yanına varır. Daha sonra Ey Sa'adoğulları diye seslendiğinde yanına koşup gitmeyen Sa'ad Kabilesi'ne mensup tek bir kişi kalmaz. Bütün bunları alıp gider ve her iki tarafın ne yapacaklarını bekler durur. Nihayet çarpışmalar meydana gelip de Hz. Ali bu işten zaferle çıkınca onlar da diğer Müslümanların davrandıkları gibi davranmış ve topluma karışmışlardı.

 

İki cemaat karşı karşıya gelince Zübeyr bir ata binmiş ve eline silahını alarak ortaya atılmıştı. Hz. Ali'ye: "Bu gelen Zübeyr'dir." denilince Hz. Ali şöyle demişti: "Vallahi o kendisine Allah'ın emirleri hatırlatıldığı zaman ilk olarak uyacak iki adamdan ilkidir." Arkasından Talha çıkar. Bunun üzerine Hz. Ali her ikisinin yanına gider ve birbirlerine öyle yaklaşırlar ki atlarının başları ve boyunları birbirine karışır ve kimin atının kime ait olduğu seçilemez olur. Ali onlara şöyle seslenir: "And olsun sizler silah, at ve bir sürü askerler hazırladınız. Eğer bunu yaparkenoAllah'a karşı sunacak bir özrünüz varsa bile yine de Allah'tan korkun." Arkasından ''O ipliğini kuvvetle büktükten sonra tekrar çözen kadın gibi olmayın.'' (en-Nahl suresi, 92) ayetini okur ve onlara şöyle der: "Ben ikinizin de dinde kardeşi değil miyim? Ve sizin benim kanımı benim de sizin kanınızı haram kılmamız gerekmez mi? Kanımın akıtılmasını helal kılacak herhangi bir olay meydana geldi mi?" Talha şöyle karşılık verir: "Sen insanları Osman'a karşı kışkırttın." Hz. Ali: ''O gün Allah onlara hak (ettikleri) cezalarını tam verir ve onlar da bilirler ki Allah apaçık haktır.'' (en-Nur suresi, 25) ayetini okur ve devamla: "Ey Talha! Osman'ın kanını talep ediyorsun değil mi? Allah Osman'ı öldürenlere lanet etsin! Ey Talha! Sen Resulullah (s.a.v.)'ın hanımını yanına alıp kendine kalkan olarak kullanıyorsun da kendi hanımını evde saklıyorsun değil mi? Sen bana bey'at etmemiş miydin?" Talha şöyle cevap verir: "Sana bey'at ettiğimde kılıçlar boynumun üzerinde tutulmuştu." Hz. Ali sonra Zübeyr'e dönerek sorar: "Ey Zübeyr! Senin buraya kadar gelmene sebep olan şey nedir?" Zübeyr: "Buraya gelmeme sebep sensin. Ben seni bu hilafet görevine ehil görmüyorum, üstelik bu konuda bizden daha hak sahibi bir kimse de değilsin." diye karşılık verir. Bunun üzerine, Hz. Ali şöyle konuşur: "Ben Osman'dan sonra bu işe ehil değil miyim? Biz seni Abdulmuttalib'in evlatlarından sayarken senin şu kötü huylu oğlun çıkıp aramıza tefrika soktu." Daha sonra O'na bazı şeyler hatırlatır ve şöyle der: "Hatırlıyor musun, bir gün Resulullah (s.a.v.) ile birlikte bir yerde yürüyordum da Benu Ganem'den geçtiğimiz sırada, Resulullah (s.a.v.) bana bakıp tebessüm etti ve ben de O'na bakıp tebessüm ettim. Sen o anda Resulullah'a: "Ebu Talib'in oğlu niye bu kibrini bırakmış değildir?" dediğin zaman Resulullah (S.A.V.), sana şöyle demedi mi? "Ebu Talib'in oğlunda kibir yoktur ve bir gün sen onunla haksız yere çarpışmış olacaksın." Bu sözleri işiten Zübeyr: "Vallahi doğrudur! Şu anda Resulullah'ın dediklerini hatırladım. Eğer bunları daha evvel hatırlamış olsaydım kesinlikle buraya gelmezdim, bundan sonra da ebediyen sana karşı savaşacak değilim." diye karşılık vermişti.

 

Hz. Ali, sonra arkadaşlarının yanına döner ve onlara: "Zübeyr sizinle kesinlikle çarpışmamak üzere Allah'a söz vermiş bulunmaktadır." der. Gerçekten Zübeyr Hz. Aişe'nin yanına gider ve şöyle der: "Ben dünyaya geldiğim ilk günden beri, bugünkü kadar şu anda bulunduğum yerin benim olmadığını ve burada durmamam gerektiğini hissetmiş değildim." Hz. Aişe: "Peki ne yapmak istiyorsun?" diye sorunca Zübeyr: "Sizi olduğunuz gibi bırakıp hemen gitmek istiyorum." diye cevap verir. Oğlu Abdullah babasına şöyle seslenir: "Bu iki muhalif grubun birbirlerine karşı çıkmalarından ve keskin kılıçlarını çekip bu noktaya gelmelerinden sonra onları yüzüstü bırakıp gitmek mi istiyorsun? Korktun ve Ebu Talib'in ordusundaki o sancaklarla onları taşıyan gencecik adamları ve bunun arkasında dehşet verici bir ölümün olduğunu gördün de dehşete kapıldın değil mi? Olduğun yerde dur ve bekle." Fakat Zübeyr:

 

"Hayır, ben O'na karşı çarpışmamak üzere yemin ettim." diye karşılık verir. Oğlu Abdullah ise ısrar ederek: "Yeminine kefaret öde ve O'nunla çarpış." der. Sonra Zübeyr kölesi Mekhul 'u, başka bir rivayete göre ise Selce adındaki kölesini kefaret olarak azat etmişti.

 

Başka bir rivayete göre ise Zübeyr Ammar bin Yasir'i Hz. Ali'nin yanında görünce savaştan vazgeçmişti. Bu çarpışmalarda Ammar bin Yasir'in öldürülmesinden korkmuştu, çünkü Resulullah (S.A.V.)'ın: "Ey Ammar! Seni isyancı bir grup öldürecek" dediğini işitmişti. Ancak kendisi savaştan vazgeçmişken oğlu yukarıda zikrettiğimiz gibi O'nu tekrar savaşa sokmuştu. Bu şekilde Basralılar üç ayrı gruba ayrılmış oldular. Bir grup Talha ve Zübeyr'in yanında yer alanlar, bir grup Hz. Ali'ye katılanlar ve bir grup da savaşı kesinlikle kabul etmeyenlerdi. Bunlar arasında el-Ahnef, Amr bin Husayn ve onlara benzer kimseleri saymak mümkündür. Daha sonra Hz. Aişe gelip Huddan Mescidi'nde Ezd Kabilesi arasına konaklamıştı. O gün Ezd Kabilesi'nin reisi Sabra bin Şeyman idi. Kab bin Süver O'na şöyle demişti: "Ordular karşı karşıya geldiklerinde onları birbirinden ayırıp uzaklaştırmak çok zordur, aynen kükreyip dalgalanan denizler gibidirler. Onun için bugün bana itaat et, beni dinle, onların arasında bulunma ve adamlarını alıp çekil; çünkü bu durumda artık sulhun gerçekleşmemesinden korkuyorum. Mudar ve Rabia kabilelerini kendi hallerine bırak. Onlar birbirlerine kardeş kabilelerdir. Eğer sulh akdederlerse zaten bizim de istediğimiz odur; şayet çarpışacak olurlarsa onların arasına girer, hakemlik yaparız. "

 

Ka'ab, İslam'a girmeden evvel cahiliye devrinde Hıristiyan idi. Onun bu sözleri üzerine Sabra bin Şeyman şöyle demişti: "Senin hala Hıristiyanlıktan kalan bazı anlayışlar taşıdığını görüyorum, insanların arasını ıslah etmek konusunda uzak durmamı mı bana emrediyorsun? Müminlerin annesini, Talha ve Zübeyr'i terk etmemi mi istiyorsun? Eğer sulh bile akdedilmiş olsa ben Osman'ın kanını talep etmekten vaz mı geçeyim? Vallahi ebediyyen böyle bir şeye girişmem. "

 

Nihayet bütün Yemen halkı ve Mineab bin Raşid er-Ribab kabileleriyle birlikte Hz. Aişe'nin yanında yer almıştı. Bu kabileler de Teym Kabilesi, Adiyy, Sevr, Ukel, Abdimenaf bin Udd İbn Tabiha bin İlyas bin Mudar ve Dabbe bin Udd bin Tabiha kabileleri idiler. Aynı şekilde Amr bin Temimoğulları ile birlikte Ebu el-Cerba', Hanzalaoğulları ile birlikte Hilal bin Veki', Sabra bin Şeyman Ezd Kabilesi'nin başında, Mücaşi' bin Mes'ud es-Sülemi Süleym Kabilesi'nin başında, Züfer bin Hars, Amir ve Gatafanoğulları'nın başında, Malik bin Mesma' Bekroğulları'nın başında, el-Hirreyt bin Raşid Naciyeoğulları'nın başında ve nihayet el-Himyeri Yemen halkının başında olmak üzere savaşa hazır hale gelmişlerdi.

Talha ve Zübeyr ortaya atıldıklarında sulhun akdedileceği hususunda zerre kadar şüphesi olmayan Mudar Kabilesi onlarla birlikte ortaya çıkmış ve arkasından aynı şekilde barıştan hiç de şüphe etmeyen Rabia Kabilesi de onlara katılmıştı. Onların yanı başında sulhun kesinlikle gerçekleşeceğine inanan Yemen halkı da ortaya çıkmış, Hüddan oğulları Hz. Aişe ile birlikte ve diğer tarafta sayılan kabileler reisIeriyle birlikte otuz bin kişiye yakın bir ordu oluşturarak yerlerini almışlardı. Hepsi sulhun akdedileceğine inamyorlardı. Nihayet bu noktadan sonra Hakim ve Malik'i Hz. Ali'nin yanına göndererek: "Biz el-Ka'ka' ile yaptığımız görüşmelere halen sadığız." diye haber iletirler. Hz. Ali de onların saf tuttukları yere kadar varmıştı. Mudar Kabilesi'ne mensup olanlar diğer taraftaki Mudarlılara karşı, Rabia Kabilesi'ne mensup olanlar diğer taraftaki Rabiaoğulları'na karşı ve Yemenliler de Yemenlilere karşı yer almış durumdayken hepsi sulhun akdedileceğinden başka hiçbir şey düşünmeksizin birbirlerine yaklaşmışlardı. Hz. Ali'nin yanında bulunanlar yirmi bin kişiye yakın idiler. Nihayet Ali, Talha ve Zübeyr birbirlerine yaklaşmış, konuşmuş ve savaşı bir tarafa bırakıp barış akdetmek dışında hiçbir yol görmemişlerdi. Bu şekilde anlaşarak birbirlerinden ayrılıp yerlerine geri döndüler. O günün akşamında Hz. Ali Abdullah bin Abbas'ı Talha ve Zübeyr'in yanına göndermiş, aynı şekilde Talha ve Zübeyr de Talha'nın oğlu Muhammed'i Hz. Ali'nin yanına göndermişlerdi. Hz. Ali yanında bulunan bütün kabilelerin reisIerine bu durumu bildirmiş, Talha ve Zübeyr de yanlarındaki bütün kabile reisIerine ve ileri gelenlerine bu sulh durumunu aktarmışlardı. O gece şimdiye kadarki günlerinde geçirmedikleri bir gece olarak esenlik ve huzur içinde, sulha büyük bir adım atılmışçasına geçirildi. Hz. Osman'ın kanını heder edenler ise son derece kötü bir gece geçirmiş ve yok edilmekle karşı karşıya olduklarını hissetmişlerdi. Yine o gece birbirleriyle istişare etmek üzere bir araya gelmiş ve savaşma yollarını aramak üzere toplamnışlardı. Gece karanlığında, kimsenin görmeyeceği bir anda çıkıp kılıçlarını çekerek Mudar Kabilesi'nden olanlar Mudarlılara, Rabia Kabilesi'nden olanlar Rabialılara ve Yemenlilerden olanlar da Yemenlilere karşı hücum ederek onları kırmaya başlamışlar, Basra halkı karşı koymağa çalışarak her biri üzerine gelen bu askerleri geri püskürtmeye çalışmış ve şüpheye düşmüşlerdi. Nihayet Talha ve Zübeyr, sağ tarafta bulunan Rabialıların başına komutan olarak Abdurrahman bin Hars'ı ve sol taraftaki kuvvetlerin başına ise Abdurrahman bin Attab'ı göndererek kendileri de merkezde yer almışlardı. "Bu ne haldir?" diye sorduklarında onlara şöyle demişlerdi: "Küfelilerin bulunduğu taraftan bize geceleyin bir saldırı meydana geldi." Talha ve Zübeyr de: "Evet, Ali'nin niyetinin farklı olduğunu ve bizi kandırıp kanlarımızı dökmek istediğini anladık. " demişler, sonra Basralılar üzerlerine saldıran Küfelileri karargahlarına geri püskürtmüşlerdi.

 

Hz. Ali ve Küfeliler meydana gelen bu kargaşalığı duymuşlardı. Bu Sebeiyye'ye mensup olanlar Hz. Ali'ye yakın bir yere adam yerleştirmiş ve olanların sebebini sorduğunda cevap vermek üzere hazır bulundurmuşlardı. Hz. Ali: "Ne oluyor, bu nedir?" diye sorduğunda oraya yerleştirilen adam şöyle der: "Birdenbire karşıdan çıkagelen kimselerin bizi gafil avlayıp hücum ettiklerini gördük, biz de onları geri püskürttük. Birden üzerimize atlarla saldırdılar ve hücuma geçtiler." Hz. Ali bu andan sonra sağ taraftaki kuvvetlerin başına bir kumandan ve sol taraftaki kuvvetlerin de başına bir kumandan göndererek şöyle demişti: "Talha ve Zübeyr'in bizim kanlarımızı dökmeden buradan ayrılmayacaklarını ve bize asla uymayacaklarını anladım." Ancak Sebeiyyeliler yaptıklarını hissettirmeden işlerine devam ediyorlardı; O arada Hz. Ali Müslümanlara şöyle hitap eder: "Olduğunuz yerde durun, hiçbir şey yoktur." Onların ortak görüşü, ellerine delil geçirmek ümidiyle karşı taraf başlamadan savaşmamak, kaçanı öldürmemek, yaralıların işini bitirmemek, maktullerin üzerindeki eşyayı almamak, Basra'dan silah, elbise ve mal almamak şeklinde idi.

 

Bunun üzerine Ka'ab bin Süver Hz. Aişe'ye doğru koşar ve O'na: "Ey mü'minlerin annesi! Bu adamlar savaşmaktan bir türlü vazgeçmiyorlar. Belki Yüce Allah senin vasıtanla sulhu temin eder." der, Hz. Aişe de kalkıp devesine biner. O'nun deve üzerindeki hevdecini zırhlarla kaplamışlardı. Hz. Aişe oraya yaklaştığı sırada devesinin üzerinde bulunuyorken meydana gelen çarpışmaları duymağa başlamıştı. Durduğu yerde Müslümanlar çevresini almış, çarpışıp duruyorlardı. Zübeyr de çarpışmalara girişmiş, o anda Ammar bin Yasir Zübeyr'in üzerine atılarak mızrağıyla kollamağa başlamıştı: Ancak, Zübeyr sürekli kaçıyor ve: "Beni öldürecek misin ey Eba'l-Yakazan?" diye soruyordu. Ammar da O'na şöyle diyordu: "Hayır, ey Abdullah'ın babası!" Zübeyr, Re-sülullah (S.A.V.)'ın "Ammar'ı isyancı bir kitle öldürecek" diye buyurması üzerine Ammar'a dokunmamıştı. Eğer Resülullah'ın bu sözü olmamış olsaydı Zübeyr Ammar'ı öldürebilirdi. Bu arada Hz. Aişe son derece dehşet verici bir ses işitir. Ne olduğunu sorduğunda ona askerlerin sesi olduğunu söylerler. "Askerlerin bu sesi hayır için mi, yoksa şer için midir?" diye sorunca: "Şer içindir." diye cevap verirler. Bu arada Zübeyr bir kenara çeker gider ve es-SiM' Vadisi'ne varır. O'nun bu çarpışmalardan ayrılmasının sebebi Hz. Ali'nin Resülullah'ın yukarıda geçen hadisini hatırlatması idi. Talha'ya gelince, çarpışmalar sırasında ona serseri bir ok isabet etmiş, ayaklarından yaralanmıştı. Talha ayaklarını atın iki yanına yapıştırarak şöyle bağırıyordu: "Gelin, gelin, bana gelin ey Allah'ın kulları! Sabrediniz, sabrediniz! " O'nu gören el-Ka'ka' bin Amr: "Ey Muhammed'in babası! Sen yaralısın, hastasın. Ne isteyip duruyorsun. Git şu evlerden birine gir." Talha yandaki evlerden birine gider, giderken şöyle söyler: "Allah'ım! Hz. Osman'ın kanı için benden dilediğini al ki bizden razı olasın." Ayakkabısı kan ile dolup taşınca kölesine: "Beni al, bir yere götür ve orada indiriver." der. Kölesi O'nu alıp Basra'ya götürür, harabe bir eve koyar ve orada ölür.

 

Anlatıldığına göre, bu harabe evde olduğu bir sırada Hz. Ali'nin yanında bulunan adamlardan birisi kendisine uğrar ve şöyle der: "Sen müminlerin emirinin tarafından mısın?" Talha "Evet." diye cevap verince adam: "O halde uzat elini, senden bey'at alayım." der. Bunun üzerine Talha ölüp de bir mümine bey'at etmemekten korktuğu için elini uzatmış ve O'na bey'at etmişti. Vefat edince Sa'adoğulları mezarlığına gömülmüştü.

Talha'yı öldürenin Mervan bin el-Hakem olduğu söylendiği gibi bir başkası tarafından öldürüldüğü de kaydedilir.

 

Zübeyr'e gelince, O da Ahnef bin Kays'ın karargahına giderek şöyle demişti: "Vallahi bunun yaptığı sadece çarpışmalara katılmamak değildir. O Müslümanları bir araya topladı, sonra onlar birbirlerini vurup kırmağa başlayınca kendisi çekilip, evine kapandı. Bu sözleri işiten el-Ahnef etrafındakilere şöyle der: "Bana Zübeyr'den haber getirecek kimse var mıdır?" Amr bin Cermuz "Ben" diye cevap verir, Zübeyr'i takip ederek bir yerde yetişir. Zübeyr O'nu görünce: "Geldiğin yerle ilgili ne gibi haberler var?" diye sorar. O da: "Ben de sana aynı şeyi sormak istiyorum." diye karşılık verir. ZÜbeyr'in, adı Atiyye olan kölesi İbn Cermuz'a: "Namaz vakti yaklaşmış durumdadır. Namaza kalkmak üzere olan bir adamdan ne istiyorsun?" diye sorar. İbn Cermuz: "Haydi namaza, haydi namaza." diye bağırır. Zübeyr de: "Namaz vakti geldi, namaza kalkın." der. Namaza durduklarında İbn Cermuz, Zübeyr'in tam arkasında durur ve namaz esnasında zırhının yakası tarafından hançerle vurup öldürür; atını, silahını ve yüzüğünü alarak çeker, gider. Kölesi, Zübeyr'i alır, es-SiM' Vadisi'ne defneder ve geri dönüp Müslümanlara durumu bildirir. İbn Cermuz, el-Ahnef'in yanına döndüğünde Ahnef O'na: "Vallahi bilmiyorum, iyilik mi yaptın yoksa kötülük mü?" der.

 

İbn Cermuz Hz. Ali'nin yanına varıp kapıcısına şöyle der: "Zübeyr'i öldüren adama görüşme izni aL." Hz. Ali'den adamın girmesi için izin istenince Hz. Ali: "O'na girmesi için izin ver, fakat cehennem ateşiyle müjdele." der.

 

İbn Cermuz, Zübeyr'in kılıcını getirip Hz. Ali'nin önüne koyunca Hz. Ali kılıca bakıp: "Resulullah (s.a.v.)'tan sıkıntıyı gideren kılıç." demiş, sonra bu kılıcı alıp Hz. Aişe'ye göndermişti. Bu arada çarpışmalar da sona ermişti. Basralılar yenilgiye uğramışlardı ve Basra'ya doğru çekilmek istiyorlardı, ancak atların tekrar Hz. Aişe'nin devesi etrafında biriktiğini görünce ilk başta olduğu gibi yeniden O'nun etrafında toplanmışlardı ve yeni bir harekete koyulmak üzereydiler. Rabia Kabilesi'nin bir kısmı bu toplananların sağ tarafına, bir kısmı da sol tarafına birikmişti. Hz. Aişe olaylar bitip de Basralılar hezimete uğrayınca Ka'ab bin Süver'a şöyle demişti: "Şu devenin önünden çekil ve al şu Kur'an-ı Kerim'i, insanları ona davet et." Ka'ab, Mushafı alıp Hz. Ali taraftarlarının bulunduğu yöne doğru giderken Abdullah bin Sebe' taraftarları O'nu görmüş, hemen ok yağmuruna tutarak öldürmüşler ve müminlerin annesinin devesine de ok atmağa başlamışlardı. O sırada Hz. Aişe: "Ey oğullarım! Geriye bir ben kaldım, bir ben kaldım." diye sesleniyor ve sesinin olanca gücüyle şöyle bağırıyordu: "Allah Allah! Allah'ı ve hesabını hatırlayınız." Ancak onlar onu dinlemiyor ve hala üzerine doğru geliyorlardı. Sözlerine aldırış etmediklerini gören Hz. Aişe şöyle demişti: "Ey insanlar! Osman'ı öldüren kişilere ve onların taraftarlarına lanet edin." Arkasından beddua etmeğe başlamış ve etrafındakiler de O'na katılmışlardı. Hz. Ali bu sesleri duyunca ne olduğunu sormuş, ona Hz. Aişe'nin Osman'ın katilleri ve onların taraftarlarına lanetler okuduğu ve onlar için beddua'ya çağırdığını söylemişler, Hz. Ali de bunun üzerine: "Allah'ım, Osman'ın katillerine lanet et!" demişti.

 

Sonra Hz. Aişe Abdurrahman bin Attab'a, Abdurrahman bin Hars bin Hişam'a haber göndermiş ve yerlerinde durmalarını bildirmişti. O, etrafındakilerin savaşa devam etmek istediklerini görünce onları teşvik etmişti. Nihayet Basra tarafındaki Mudarlılar Kufeliler tarafındaki Mudarlılara bir hamle yapıp çarpışmağa girişmişlerdi. çarpışmalar öylesine şiddetlenmişti ki Hz. Ali olduğu yerde sıkışmış ve ordunun sancağını taşıyan oğlu Muhammed'i arkasından dürtmeye başlamıştı. O'nu dürterken: "Haydi ileri atıl!" demiş, ancak önünde ilerleyen hiç kimsenin olmadığını görünce sancağı bizzat kendisi eline alarak oğluna: "Eyoğlum, ilerle, ilerle ve öyle çarpış!" diye seslenmiştİ.

 

Kufeliler tarafında bulunan Mudar Kabilesi mensupları bütün güçleriyle karşı tarafa hücum etmişler ve her iki taraf devenin durduğu yerde tükeninceye ve takatleri kesilinceye kadar çarpışıp durmuşlardı. O sırada Mudarlılardan başka kimseler Hz. Ali'nin yanında bulunuyordu, bunların arasında Zeyd bin Sühan da vardı. Adamın birisi Zeyd bin Suhan'a: "Kendi adamlarının yanına çekip gitsene! Burada ne işin var? Mudarlıların seni kollayıp durduklarını ve ölümün de şu devenin etrafında olduğunu ve onların yanından başka bir yerde bulunmanın senin için ölüm olduğunu bilmiyor musun?" der. O da: "Evet, ölüm yaşamaktan çok daha hayırlıdır. Benim de istediğim ölümdür" diye karşılık verince hücum edip kardeşiyle birlikte O'nu katlederler. Bu arada kardeşleri Sa'sa' da yaralanmış, çok ağır yaralı iken oradan kaldırılmış ve götürülürken ölmüştü.

 

Bu olaydan sonra çarpışmalar tekrar şiddetlenmiştİ. Hz. Ali bu durum karşısında Rabia ve Yemen kabilelerine haber gönderip bütün güçleriyle toplanmalarını ister. O sırada Hz. Ali'nin taraftarı olan Abdikays Kabilesi'nden biri kalkıp: "Sizi Allah'ın kitabına davet ediyoruz." der. Ona şöyle karşılık verirler: "Kendileri doğru yola girmemişlerken, Allah'ın emirlerini yerine getirip onları uygulamıyorlarken ve Allah'ın bir davetçisi olan Ka'ab bin Süver gibisini öldürüyorlarken nasıloluyor da bizi Allah'ın kitabına davet ediyorlar?" Arkasından Rabialılar o adama bir hamle ile hücum etmiş, ok yağmuruna tutup öldürmüşlerdi. Müslim bin Abdullah el-Acli O'nun yerinde durmuş, O'nu da aynı şekilde ok yağmuruna tutup öldürmüşlerdi. Bu arada Küfe tarafında yer alan Yemenliler Basra tarafındaki Yemenlileri davet edip onları ok yağmuruna tutmuşlardı. Bu olaylar üzerine Küfeliler artık savaştan başka hiçbir şey istemez hale gelmişlerdi ve Hz. Aişe'yi öldürmeğe niyetleniyorlardı. Hz. Aişe bu durumu kavramış ve etrafındakileri ikaz etmişti. Nihayet birbirlerini savaşa davet ederek şiddetli çarpışmalara girişmişler, geri çekilip tekrar hamle ederek kapışmışlardı. Böylece birbirlerini kırıp duruyorlardı. Sonra Basra tarafında yer alan Yemenliler Küfe tarafındaki Yemenliler üzerine şiddetli bir saldırıya geçip onları hezimete uğratmışlardı. Aynı şekilde Basra tarafında yer alan Rabia Kabilesi 'ne mensup kimseler Küfe tarafındaki kabiledaşları üzerine hücum etmiş, onları bozguna uğratmışlardı. Küfe tarafındaki Yemenliler geri dönerken sancaklarını taşıyan on kişi öldürülmüştü. Bunlardan beşi Hemdan Kabilesi'nden, geri kalan beşi de diğer Yemen kabilelerinden idiler. Sancağı taşıyan on kişinin öldürülmesi üzerine Yezid bin Kays sancağı eline alıp götürmüştü.

 

Sonra Küfe tarafındaki Rabia Kabilesi savaş meydanına tekrar geri dönmüş, şiddetli çarpışmalar sonunda sancaklarını taşıyan kişi öldürülmüştü. Bunlar Hz. Ali taraftarlarının sol kanadını teşkil ediyorlardı. Rabia'nın sancağını taşıyıp öldürülenler arasında Zeyd Ve Abdullah bin Rakbe, Ebu Ubeyde bin Raşid bin Sülma vardı. Ebu Ubeyde, şöyle diyordu: "Allahım! Biz sapık yolda iken bize doğru yolu gösterdin. Bizi cehaletin çukurundan çıkardın. Arkasından bu fitne ile bizi imtihan ettin. Biz bu konuda bir şüphe içindeydik. " O bu sözleri söyleyip gitmekte iken öldürülmüştü.

 

Çarpışmalar öyle şiddetlenmiş bir durumda idi ki, Küfelilerin sağ kanadı merkez kuvvetlerine yanaşıp dayanmış, Basralıların sol kanadı da merkez kuvvetleri ile birleşmişti. Ancak Küfelilerin sağ kanadında bulunan askerler merkeze çok yakın bir noktada olmalarına rağmen merkez askerlerine karışmamağa dikkat etmişlerdi. Aynı şekilde Küfelilerin sol kanadı da Basralıların sol kanadını böyle sıkıştırmıştı. Mudar Kabilesi'nden gerek Basralılar ve gerek Küfeliler tarafında bulunan askerler savaşın bu şekilde sabırla yürütüldüğünü görünce birbirlerine şöyle seslenmişlerdi: "Eğer sabır tükenir de savaş durursa kenara çıkın, orada çarpışalım."

 

Gerçekten bu büyük bir olaydı. Bu çarpışmalardan daha büyüğü ne Cemel vakasından önce, ne de sonra görülmüştür. Bu çarpışmalarda kesilen kolların, kopan ayakların haddi hesabı yoktu. Bu arada Abdurrahman bin Attab' ın da şehit edilmeden önce eli kesilmişti.

 

Bir ara Hz. Aişe sol tarafına bakarak: "Sol yanımda kimler vardır?" diye sorunca, Sabra bin Şeyman, "Evlatların Ezd Kabilesi var." diye cevap vermiş, Hz. Aişe de: "Ey Gassanoğulları! Daha önce işitmiş olduğumuz kahramanlıklarınızı bugün de koruyunuz." diye seslenmişti. Ezd Kabilesi Hz. Aişe'nin binmiş olduğu devenin pisliğini alıp kokluyor ve: "Annemizin devesinin pisliği mis gibi kokuyor." diyorlardı. Yine Hz. Aişe sağ tarafındakilere bakarak: "Sağ yanımda kimler vardır?" diye sorunca: "Bekr bin Vail Kabilesi var." diye cevap vermişler, bir darb-ı me selle şiir okuyarak aynı şekilde onları da teşvik etmiş ve şöyle demişti: "Sizin karşınızda Abdi Kaysoğulları vardır." Bunun üzerine onlar da daha evvel girişmedikleri biçimde son derece şiddetli çarpışmalara girişmişlerdi. Hz. Aişe bir askeri birliğin önüne gelmiş ve onların kim olduklarını sormuş, Naciyeoğulları olduklarını söyleyince de: "Bravo, bravo, aferin hasmını yere seren Kureyşli kılıçlar." demişti. Bu konuşmalardan sonra onlar da gerçekten söz edilmeğe değer büyük çarpışmalara girişmişlerdi. Sonra Dabbeoğulları Hz. Aişe'nin etrafını çevirmişlerdi, onlara da şöyle demişti:

 

"Haydi bakalım süvarilerin süvarileri, göreyim sizi!" Onların bu şekilde moralleri yükseltilince Adiyy bin Abdimenatoğulları da onlara gelip katılmış ve böylece Hz. Aişe'nin etrafında bir hayli çoğalmışlardı. Hz. Aişe bunların kim olduklarını sorunca Adiyyoğulları ile birlikte olduklarını söylemişlerdi. Bunlar hep birlikte devenin ön tarafına geçip şiddetle, yılmadan ve asla yerlerini terk etmeden çarpışıp duruyorlardı. çarpışmalar çok şiddetli bir noktaya varmış, her iki tarafta da ölümler meydana gelmişti. Nihayet deveyi artık ok yağmuruna tutmağa başlamışlar ve: "Bu deve öldürülmedikçe bu adamlar yok olup gitmez." diye söylemişlerdi.

 

Hz. Ali'nin yanında bulunan askerlerin sağ ve sol kuvvetleri merkez kuvvetlerinin yanına katılmış, Basralılar da aynı şekilde davranmışlardı. Her iki taraf birbirinden iyice nefret eder duruma gelmişlerdi. Ka'ab bin Süver'dan önce Basra Kadısı bulunan Amire bin Yesribi ile kardeşi Abdullah devenin ön tarafına geçmişlerdi, deveyi koruyorlardı. Diğer taraftan Hz. Ali: "Kim bu devenin üzerine atılıp onu yok edecek?" diye seslenince Hind bin Amr ortaya atılmış ve İbn Yesribi ile çarpışmağa girişmişti. İbn Yesribi bir darbe indirmiş ve onu öldürmüştü. Arkasından Alba' bin Haysem üzerine atılmış, fakat İbn Yesribi onu da öldürmüştü. Bu arada Seyhan bin Sühan ve kardeşi Sa'sa' da öldürülmüşlerdi.

Sonra Ammar bin Yasir İbn Yesribi'ye seslenerek şöyle der: "Sen koruduğun kimseden dolayı mazaretli sayıldın. Fakat eğer gerçekten doğru söylüyorsan o yanında bulunduğun birlikten ayrıl ve tek başına, ortaya çık. Senin için öldürülmekten başka bir yol kalmadı." Bunun üzerine İbn Yesribi devenin yularını Adiyyoğulları'ndan bir adamın eline vererek ortaya atılır ve her iki tarafın tam ortasına gelir, Ammar bin Yasir de O'na doğru ilerler. Ammar, doksan küsur yaşında idi. Üzerinde eski bir post vardı ve onu bir hurma lifi ile belinden bağlamıştı. Gerçekten onu teke tek dövüş e davet eden hasmından çok zayıf görünüyordu. Ammar, tek başına ortaya atılmış ve kendisini izlemek isteyenlere gelmemelerini söylemişti. O'nu böyle gören Müslümanlar: "Bu da diğerlerine yetişmek üzeredir, öldürülecek galiba." diye söylenirler. İbn Yesribi, Ammar'a bir darbe indirir, Ammar bunu kalkanı ile önler ve kılıcını elinden düşürür. Ancak Ammar galip geldiği halde İbn Yesribi yerinden kımıldayıp gitmez. Bunun üzerine onun gitmediğini gören Ammar bir kılıç darbesi indirip ayaklarını keser ve kıçı üzerine oturtur. Nihayet İbn Yesribi esir alımr ve Hz. Ali'nin yanına götürüıür. Hz. Ali'ye: "Ne olur beni bu halimle bırak!" deyince Hz. Ali: "Üç kişiyi öldürdükten sonra sağ mı bırakılacaksın?" demiş ve öldürülmesini emretmişti. Nihayet öldürüldü.

 

Başka bir rivayette ise burada öldürülen kişinin Amr bin Yesribi olduğu söylenir. Amira bin Yesribi ise daha sonraya kadar, yaşamış ve Muaviye zamanında Basra kadılığı yapmıştı.

 

Devenin yularını tutan Adiyyoğulları'na mensup kişi İbn Yesribi'nin öldürüldüğünü görünce yuları kabile başkanlarından birine bırakarak ortaya atılmış, ona karşı da Rabia el-Ukayli çıkmıştı. Rabia şöyle sesleniyordu: "Ey annemiz! Seni annelerin en iyisi biliyoruz. Anneler ise çocuklarına karşı son derece şefkatlidirler. Görüyor musun kaç tane cesur adam öldürülüp gitti, öldürülenlerin kanlarına da kaç tane masum adamın elleri girdi?" (Gerçekten Hz. Aişe bildiğimiz kadarıyla annelerin en iyisidir.) Sonra bu ikisi çarpışmış, her ikisi birbirini yaralamış, sonra ölmüşlerdi. Adiyy Kabilesi'ne mensup bu kişinin öldürülmesinden sonra Dabbe Kabilesi'ne mensup Hars adında birisi -ki ondan güçlü bir kimse görülmüş değildi- ortaya atılır ve şöyle der: ''Biz deveyi koruyan Dabbe 'nin evlatlarıyız. Eğer karşımızda yıkılıp giden olursa bir başkasıyla teke tek çarpışmaya gireriz. Biz Affan'ın oğlunun etrafinı kollayan adamlarız. Ölüm bize baldan daha tatlı gelir.''

 

Fakat bu sözlerin Vesim bin Amr ed-Dabbi'ye ait olduğu da ifade edilir. Bu şekilde kırk kişi öldürülene kadar devenin yuları bırakılmadı. Hz. Aişe bu konuda şöyle demişti: "Dabbe' Kabilesi evlatlarının sesleri kesilinceye kadar bu öldürmeler devam etmişti." Başka bir rivayete göre ise devenin yularını tutan yetmiş Kureyşli öldürülünceye kadar bu çarpışma devam etmişti. Devenin yularını tutanlardan birisinin de Talha'nın oğlu Muhammed olduğu söylenir. Muhammed bin Talha devenin yularını tutunca Hz. Aişe'ye şöyle der:

 

"Ey mü'minlerin annesi! Ne yapmamı emredersin?" Hz. Aişe O'na şöyle cevap verir: "Eğer sağ kalırsan, Ademoğulları'nın en hayırlılarından biri olmanı tavsiye ederim." Arkasından kendisine karşı çıkan her adamı bir hamlede vurup öldürmüş ve: "Hamim. Onlar yardım edilmezler" deyip durmuş ve önüne çıkan her adamı tepelemişti. Onu öldürmek üzere MuKa'abir el-Esedi, MuKa'abir ed-Dabyi, Muaviye bin Şeddad el-Absi, Affar es-Sa'adi en-Nasri gibileri ortaya atılmış, ancak hepsini mızrak darbesiyle öldürmüştü. Daha sonra devenin yularını Ka'ab bin Eşref tutmuş ve önüne çıkan her kişiyi kılıç darbeleriyle yere sermişti.

 

Sonra karşısına Hars bin Zeüheyr el-Ezdi çıkmış, her ikisi birbirini yaralamış ve biri diğerini öldürmüştü. Nihayet gerçekten güçlü ve kuvvetli kimseler Hz. Aişe'nin etrafını çevirmiş, fakat buna rağmen devenin yularını tutan her kim olursa olsun mutlaka öldürülmüştü. Devenin yularını tutan kişilerin her biri "Ben falanın oğlu falanım" diye kendini tanıtıyordu.

 

Bu devenin önünde çarpışanlar, and olsun, ölüm yolundan başka bir yola gitmiyor ve ondan başka bir şeyi talep etmiyorlardı. Hz. Ali'nin adamları devenin yularını tutan kişilere her hücum edişlerinde bunlar mutlaka ya ölüyor, ya da serbest bırakıldıklarında kesinlikle geri dönmü yorlardı.

 

Nihayet Adiyy bin Hatem et-Tai üzerlerine atılmış, fakat gözlerini kaybetmişti. Sonra Abdullah bin Zübeyr Hz. Aişe'nin yanına sessizce sokulmuş ve devenin yularını tutmuştu. Hz. Aişe O'na: "Kimsin sen?" diye sorunca: "Senin ve ablanın oğluyum." diye cevap vermiş, Hz. Aişe de O'na: "Vah Esma'nın başına gelenlere!" demişti. el-Eşter O'na karşı çıkmış, her ikisi şiddetle çarpışmaya başlamışlardı. el-Eşter Abdullah'ın başına indirdiği bir darbe ile kafasında büyük bir yara açmış, Abdullah da O'nu hafifçe yaralamıştı. Sonra her iki hasım birbirlerinin boyunlarına atılarak atlarından yere düşmüşler ve yerde boğuşmaya devam etmişlerdi. Boğuşma sırasında Abdullah İbn Zübeyr: "Benimle birlikte Malik'i de öldürünüz." der. Rivayete göre Malik'in kim olduğunu bilmiyorlardı. Eğer bilselerdi onu da öldüreceklerdi. Başka bir rivayette ise Malik'in el--Eşter olduğu anlatılır.

 

Boğuşmanın bu şekilde devam ettiğini gören Hz. Ali taraftarları ile Hz. Aişe'nin yanındakiler koşup her iki hasmı birbirinden çekip ayırmışlardı.

 

el-Eşter şöyle anlatır:

 

"Abdurrahman bin Attab ile çarpıştım. O çarpıştığım insanlar içinde en güçlüsü ve yerinde en iyi ayak direyenidir. Fakat O'nu hemencecik öldürüverdim. Sonra Esved bin Afv ile karşılaştım. O da aynı şekilde insanların en güçlülerinden ve en cesurlarından birisiydi. O'nun böyle güçlü olduğunu hiç de tahmin etmemiştim. Elinden zorla kurtuldum, fakat öyle bir adamla karşılaşmayı hiç istemezdim. Sonra Cündeb bin Züheyr el-Gamidi ile dövüşmüş O'nu da öldürmüştüm. Sonra iyi dövüşen adamlardan Kureyş'in sancağını taşıyan Abdullah bin Hakim bin Hizam'ı Adiyy bin Hatem ile çarpışırken gördüm. Her ikisi de en yiğit erkeklerin birbirlerine saldırdıkları gibi saldırıyorlardı. Hemen koşup Adiyy bin Hatem'e yardım ettik ve öbürünü öldürdük.

 

Daha sonra Kureyş Kabilesi'ne mensup olan el-Esved bin Ebi'l-Buhteri devenin yularını tutmuş ve O da öldürülmüştü. Arkasından yuları Amr bin elEşref eline almış, kendisi ve akrabalarından on üç kişi öldürülmüştü. Bunlar Ezd Kabilesi'ne mensup idiler. Sonra Marvan bin el-Hakem ile Abdullah bin Zübeyr yuları tutup da yaralananlardan idiler. Abdullah bin Zübeyr yediği ok ve mızrak darbeleriyle otuz yedi yerinden yaralanmıştı."

el-Eşter şöyle devam eder:

 

"Ben bu Cemel Günü gibi büyük bir gün görmedim. Bizden bir tek kişi yenilgiye uğramıyor ve biz yüksek dağlar gibi dimdik ayakta duruyorduk. Devenin yuları tamamen kayboluncaya kadar onu tutan her adam mutlaka öldürülmüştü. Nihayet onların hep böyle öldürüldüğünü gören Hz. Ali: ''Devenin ayaklarını kesiniz. Eğer deve yere çöktürülür, ayakları kesilirse onlar tamamen dağılır giderler.'' demiş, onun bu sözü üzerine adamın birisi devenin ayaklarına vurmuş ve onu yere çöktürmüştü. Deve o anda öyle dehşetli bir ses çıkarmıştı ki bir daha böyle bir ses işitmedim."

 

Kufeliler tarafında bulunan Ezdlilerin sancağı Mihnef bin Süleym'in elindeydi. O öldürüldüğünde es-Sak'ab sancağı eline almış, onun da ölümü üzerine Mihnef'in kardeşi Abdullah bin Süleym sancağı taşımış, fakat o da öldürülmüştü. Daha sonra zafer elde edilene kadar sancağı elinde tutan Ala' bin Drve olmuştu. Abdi Kaysoğulları'nın sancağı da yine Kufelilerden Kasım bin Süleym'in elinde iken o öldürülmüş, onunla birlikte Sühan'ın oğulları Zeyd ile Seyhan katledilmişlerdi. Arkasından yine bu sancağı birçok kimse eline almış, fakat hepsi de öldürülmüşlerdi. Bu öldürülenler arasında Abdullah bin Rukiye zikredilmektedir. Arkasından Munkiz bin en-Nu'man sancağı eline almış, daha sonra da oğlu Murre bin Munkiz teslim almıştı. Harp sona erdiğinde bu sancak Murre'nin elinde bulunuyordu. Bekr bin Vail Kabilesi'nin sancağı da Züheloğulları'ndan el-Hars bin Hassan ez-Züheli'nin elinde idi. Hars ileriye atılarak şöyle demişti: "Ey Bekroğulları topluluğu! Haberiniz olsun ki ResuluIlah (S.A.V.)'a sizin şu anda başınızda bulunan kimseden daha yakın bir kimse yoktur. Bunun için ileriye atılın, yürüyün." Kendisi ileriye atılıp bir hayli çarpışmış, sonra O, oğlu ve akrabalarından beş kişi bu olayda öldürülmüştü.

 

Mahducoğulları'ndan bir çok kimse öldürüldüğü gibi Züheloğulları'ndan da otuz beş kişi öldürülmüştü. çarpışmaların çok şiddetlendiği bir anda iki kardeşten birisi diğerine: "Ey kardeşim! Eğer biz hak yolda isek bu savaşımızdan daha güzel bir savaş olamaz." demiş, kardeşi de ona şöyle cevap vermişti:

 

"Evet, bizler hak üzereyiz; çünkü insanlar sağa sola dağılmışken biz Peygamberimizin ehl-i beytine uymuş ve onların etrafında toplanmış bulunuyoruz." ikisi de bu şekilde çarpışmış ve öldürülmüşlerdi. Yine o gün Umeyr bin Ahleb ed-Dabbi yaralanmış olarak yerde yatıyorken Hz. Ali'nin taraftarlarından biri kendisine uğramış ve şöyle dediğini işitmişti: "Ailemiz bizi şiddet dolu harp alanına ve ölüme doğru çekti, fakat biz hayatta olduğumuz müddetçe bu savaşa sırtımızı dönmeyiz. Dabbeoğulları'nın annelerine ve taraftarlarına yardım etmesinde son derece cömertlik, bolluk ve zenginlik vardır. "

 

Sonra adam yanına yaklaşarak O'na: "LA. ilahe illallah deyiver." diye seslenmiş, Umeyr bin Dabbe: "Yaklaş da beni telkin ediver, kulaklarım biraz ağır işitiyor, bende sağırlık var." deyince adamın yaklaşması üzerine de onu tutmuş ve kulağını ısırıp kesmişti.

 

* * *

 

Hz. Aişe'nin devesinin ayakları kesilerek yere çöktürülmesi konusunda başka bir rivayette şunlar kaydedilir: el-Ka'ka', el-Eşter'e rast gelmişti. elEşter o anda devenin önünde çarpışmaktan geri dönüyordu. el-Ka'ka' elEşter'e: "Bir daha geri dönmeyi arzu eder misin?" diye sormuş, fakat el-Eşter cevap vermemişti. Bunun üzerine el-Ka'ka': "Ey Eşter! Bizim bir kısmımız diğer bir kısmımızın nasıl savaştığını ve senin de nasıl savaştığını iyi bilirler." demiş, sonra devenin bulunduğu yere atılmıştı. O anda devenin yuları Züfer bin el-Hars'ın elinde bulunuyordu. Züfer bin el-Hars devenin yularını elinde tutan en son kişiydi. Amiroğulları'ndan devenin önünde durup da çarpışan gençlerin hepsi öldürülmüş ve yaşlılardan başka hiç kimse kalmamıştı. el-Ka'ka' ZÜfer'in üzerine atılmış, her ikisi karşılıklı şiirler söylemeye başlamış, o anda Amiroğulları da çarpışma alanına girmiş ve bir sürü yara almışlardı. O anda Hz. Ali'nin taraftarları arasında bulunan Buceyr bin Delce'ye seslenen el-Ka'ka' şöyle demişti: "Ey Belce'in oğlu Buceyr! Şu akrabalarına seslen de devenin ayaklarını kesiversinler; yoksa ya siz mağllibiyete uğrarsınız, ya da müminlerin annesi zarar görür." Becir o anda şöyle bağırır: "Ey Dabbeoğulları, ey Amr bin Delce! Yanına geliyorum." Bunun üzerine o da onu çağırmış ve Buceyr şöyle demişti: "Sizin yanınızdan dönünceye kadar emniyette miyim?" Amr:

 

"Evet." diye cevap vermiş, devenin ayaklarını kesip kendisi de ortaya atılarak deveyi sağa sola çekmeye başlamıştı. el-Ka'ka' O'nun arkasında duranlara şöyle demişti: "Sizler de emniyettesiniz." Sonra o ve Züfer bir araya gelerek devenin iplerinin kesilerek hevdecinin taşınmasına karar vermiş ve hevdeci taşıyıp bir kenara koymuşlardı. Hevdec atılan ve saplanan oklardan aynen kirpi sırtına dönmüştü. Sonra el-Ka'ka' ile Züfer hevdecin etrafında dolanarak onu yere yerleştirmiş ve çekip gitmişlerdi.

 

Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr'in adamları bozguna uğradığında Hz. Ali bir adama seslenerek şöyle bağırmasını emretmişti: "Sakın, sakın kaçanları izlemeyesiniz, onların peşine düşmeyesiniz ve herhangi bir yaralıya dokunmayasınız ve asla evlere girmeyesiniz!" Daha sonra Hz. Ali hevdecin savaş alanında öldürülenlerin arasından taşınıp götürülmesini istemiş, Hz. Aişe'nin kardeşi Muhammed bin Ebi Bekr'e bir çadır hazırlamasını emretmiş ve O'na:

 

"Bir bakıver, herhangi bir yarası beresi var mı?" diye söylemişti. Muhammed başını hevdecin içine sokunca Hz. Aişe kim olduğunu sormuş, o da ona:

 

"Senin akrabalarından sana en çok buğzeden kimse." demişti. Hz. Aişe:

"Has'amiyye'nin oğlu musun?" diye sormuş, "Evet." diye cevap vermesi üzerine de Hz. Aişe: "Ah babacığım! Allah'a binlerce şükürler olsun ki seni sıhhat ve afiyette bıraktı." diye şükretmişti.

 

Başka bir rivayete göre ise, deve yere düşünce Muhammed bin Ebi Bekr ve Ammar bin Yasir birlikte koşup hevdeci tutup almış, kenara çekmişlerdi. Sonra Muhammed elini hevdecin içine sokunca Hz. Aişe: "Bu da kim?" diye seslenmiş, Muhammed de ona: "İyiliksever kardeşin!" diye cevap vermişti. Hz. Aişe: "Asi çocuk!" diye seslenince Muhammed: "Ey kardeşçiğim! Yaran var mı?" diye sormuş, Hz. Aişe: "Seni ne ilgilendirir?" diye karşılık vermişti. Muhammed: "Peki, o halde şu anda yanlış yolda olanlar kimlerdir?" diye karşılık vermişti. O anda Ammar bin Yasir söze karışarak: "Ey anneciğim! Bugün çocuklarının böyle birbirlerini kırmalarını nasıl karşıladın?" deyince Hz. Aişe: "Ben senin annen değilim" diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Ammar O'na: "Sen razı olmasan ve kabul etmesen bile benim annemsin." demiş, Hz. Aişe de bu sözü "Zafere erince gururlanmağa başladınız ve intikam almış bir kişinin edasını takındınız. Heyhat! Vallahi bu gayede olan bir kimse asla zafere eremez." diye karşılamıştı.

 

Daha sonra hevdeci bir tarafa çekip kimsenin bulunmadığı bir yere koyuvermişlerdi. Hz. Ali yanına giderek: "Nasılsın ey anneciğim?" diye sormuş, Hz. Aişe: "Allah'a şükür, hayır içindeyim." şeklinde karşılık vermiş, Hz. Ali ardından: "Allah seni affetsin!" deyince de: "Seni de affetsin." diye söylenmişti.

 

Sonra A'yun bin Dübey'a bin A'yun el-Mücaşi Hz. Aişe'nin yanına gelerek başını hevdecin içine sokar ve O'nu görür. Hz. Aişe O'na: "Allah'ın la'neti senin üzerine olsun, behey adam!" diye beddua eder, adam da: "Ben burada Humeyra'dan başka kimseyi görmüyorum." şeklinde karşılık verir. Hz. Aişe: "Allah senin sırrını açığa vursun, heyeli kesilesice adam; avretlerini de insanların gözü önüne sersin!" diyerek tekrar bedduada bulunur.

 

Gerçekten bu adam daha sonra Basra'da öldürülmüş, elbiseleri üzerinden alınmış, eli kesilmiş ve çırılçıplak bir halde Ezd Kabilesi'nin harabe evlerinden birisine atılıp, bırakılmıştı.

 

Daha sonra Müslümanların ileri gelenleri Hz. Aişe'yi ziyarete gelmişlerdi. Bunların arasında el-Ka'ka' bin Amr da bulunuyordu. el-Ka'ka' Hz. Aişe'ye selam vererek konuşmuş, Hz. Aişe O'na: "Dün birbirleriyle çarpışan ve karşılıklı söz düellosuna giren iki adam vardı. Onları tanıyor musun?" diye sorunca şöyle demişti: "Evet, tanıyorum; birisi diğerine: "Bildiğimiz annelerin en asisinin oğlu" demiş, diğeri de ona: "Bildiğimiz annelerin en hayırlısı ve en iyisi ancak kendisine itaat edilmeyenin oğlu." şeklinde karşılık vermişti." Hz. Aişe bu sözleri işitince: "Vallahi bu günden yirmi yıl önce ölmeyi arzu ederdim." diye söylenmişti.

 

Sonra el-Ka'ka' Hz. Aişe'nin yanından ayrılıp Hz. Ali'ye gider, Hz. Ali de kendisine şöyle söyler: "Vallahi ben bu olaydan yirmi yıl önce ölmeyi arzu ederdim."

 

O gün akşam olunca Muhammed bin Ebi Bekr Hz. Aişe'yi alarak Basra'ya götürmüş ve Abdullah bin Halef el-Huzai'nin evinde misafir etmişti. Burada Hars bin Ebi Talha'nın kızı Safiye bulunuyordu; Ebu Talha'nın babası Abduluzza, O'nun babası Osman, O'nun da babası Abdidar idi. Safiye Abdullah bin Halefin kızı Ümmü Talha diye biliniyordu. Diğer taraftan yaralanan kimseler ölüler arasından çıkarılarak Basra'ya götürülmüş, Hz. Ali Basra'nın dışında üç gün ikamet edip Müslümanlara ölülerini defnetmeleri için izin vermişti, onlar da çıkıp ölülerini kaldırmışlardı.

 

Bu arada Hz. Ali ölülerin bulunduğu yerde dolaşmış, Ka'ab bin Süver'in cesedinin yanına gelince şöyle demişti: "Siz zannediyor musunuz ki onlarla birlikte hep sefih ve kötü kimseler gelmişlerdi. İşte bu alim insana bakınız." Sonra Abdurrahman bin Attab'ın cesedi başına gelerek: "İşte bu da büyük bir başbuğ! Kavmi ve yanındakiler çevresinde dönüp dolaşıyor ve O'na uyuyorlardı. Ayrıca O'nu namazlarında imam tayin etmişlerdi" diye söylemişti. Daha sonra Talha bin Ubeydullah'ın başına gelir, O'nu yere yıkılmış olarak görür ve şöyle der: "Ey Muhammed'in babası! Senin bu haline gönlüm razı olmuyor. Çok yazık! ''İnna lillahi ve inna ileyhi raciun= Biz Allah'ınız ve tekrar Allah'a dönücüleriz''. Vallahi hiçbir Kureyşlinin bu şekilde yere serilmesine ne şekilde olursa olsun gönlüm razı olmazdı."

 

Hz. Ali ölüler arasında böylece dolaşıp da her hayırlı ve iyi adamın yanına vardığında şöyle konuşmuştu: "Kavgacı ve fesatçı kimselerin dışında kimselerin bize karşı çıkmayacağını zannedenler yanılmıştır. İşte, bakın aralarında bu adil ve müctehid kimse de bulunuyor."

Sonra Hz. Ali Basra ve Küfe ahalisinden öldürülenlerin ayrı ayrı namazlarını kıldırmış, ölen bütün Kureyşlilerin namazlarında ise ayrıca imamlık etmiş, arkasından Hicaz bölgesinin dışından olan kimselerin büyük bir kabristana defnedilmelerini emretmişti. Daha sonra askerler arasında bulunan her türlü eşyayı toplamış, onları Basra mescidine göndererek şöyle demişti:

 

"Kendisine ve akrabalarına ait olduğunu bilip gören herkes tanıdığı eşyaları alıp götürebilir, ancak devlet hazinesine ait silahlar hariç; çünkü bu silahların yetkisi devlet başkanının elindedir. "

 

Cemel Vak'ası'nda öldürülenlerin sayısı on bine yaklaşmıştı. Bunların beş bini Hz. Ali taraftarlarından beş bini de Hz. Aişe'nin taraftarlarından idiler. Başka bir rivayette ise bu rakamdan daha değişik rakamlar verilir. Dabbe Kabilesi'nden bin kişi, Benu Adiyy Kabilesi'nden de yetmiş kişi öldürülmüştü. Adiyy Kabilesi'nden öldürülen bu yetmiş kişiden çoğu -bazı gençleri ve bir kısmı hariç- genellikle Kur'an'ı öğrenen ve okuyan kimseler idiler.

 

Cemel Vak'ası'nın sona ermesinden sonra Ahnef bin Kays Sa'adoğullarıyla birlikte Hz. Ali'nin yanına varmıştı. O bu olayın dışında kalmış, bir kenara çekilip durmuştu. Yanına vardığında Hz. Ali O'na: "Sonucun meydana çıkmasını mı bekledin?" diye sormuş, Ahnef de: "Ben davranışımın isabetli ve daha iyi olduğunu görüyorum. Ey müminlerin emiri! Senin emrinle olan olmuştur ve ben yine senin emrindeyim. Senin şu anda koyulduğun yol hayli uzun bir yoldur ve ben senin dününden ziyade yarınına muhtacım. Ben yapacağım iyiliği biliyor ve yarın için de bağlılık ve sevgimi arındırıyorum. Sakın bana bu söylediğin sözler gibi serzenişte bulunma. Ben senin yanındayım ve senin yardımcılarından olurum." diyerek karşılık vermişti.

 

Sonra Hz. Ali pazartesi günü Basra'ya girmiş, Basralılar O'na bey'at ettikleri gibi olayda yaralananlar ve kendilerine eman verilenler de gelip bey'at etmişlerdi. Abdurrahman bin Ebi Bekre de kendilerine eman verilen kişilerle birlikte gelmiş ve Hz. Ali'ye bey'at etmişti. Hz. Ali Ebu Bekre'nin oğluna -babasını kasdederek- "Şu fırsatı kollayan ve sonucu bekleyip de yerinde oturan adam hakkındaki görüşün nedir?" diye sormuş, Abdurrahman da şöyle cevap vermişti: "Vallahi o şu anda hastadır ve sana bağlı olmak konusunda son derece samimi bir kimsedir." Hz. Ali Abdurrahman'a: "Düş önüme bakalım." diye seslenmiş, ikisi birlikte babasına gitmişlerdi. Ebu Bekre'nin yanına giden Hz. Ali O'na şöyle demişti: "Sen yerinde oturup da sonuca mı kaldın?" Ebu Bekre elini göğsüne koyarak: "Bak, görüyor musun, bu apaçık bir hastalıktır. " deyip özrünü beyan edince Hz. Ali de özrünü kabul etmişti. Hz. Ali O'nu Basra'ya vali tayin etmek istemiş, ancak O bunu reddetmiş ve: "Hayır, senin adamlarından veya akrabalarından birisi olsun, ben de onun müsteşarı olayım; böylesi daha iyidir" diye söylemişti.

 

Hz. Ali ile Ebu Bekre Basra valiliğine İbn Abbas'ın getirilmesi konusunda anlaşarak ayrılmışlardı. Diğer taraftan Hz. Ali Basra'nın haracına ve Beytülmal' in başkanlığına Ziyad'ı tayin etmişti. Sonra İbn Abbas'a O'na itaat etmesi ve sözünü dinlemesini emretmişti. Ziyad da kenara çekilenlerden idi.

 

Sonra Hz. Ali Hz. Aişe'nin yanına gider. Hz. Aişe o anda Basra'nın en büyük evi olan Abdullah bin Halef'in evinde idi. Bu arada Hz. Ali kadınların Halefin iki oğlu Abdullah ve Osman için ağladıklarını görür. Abdullah Hz. Aişe'nin, Osman da Hz. Ali'nin taraftarları arasında öldürülenlerden idiler. Abdullah'ın hanımı Safiye ağlar ve sızlar bir halde iken Hz. Ali ile karşılaşmış ve O'na şöyle demişti: "Ey Ali, Ey sevgililerin katili, ey insanların arasını ayıran kişi! Allah senin de çocuklarını yetim bıraksın, Abdullah'ın çocuklarını yetim bıraktığın gibi." Ancak Hz. Ali O'na hiç cevap vermeden yoluna devam etmiş, Hz. Aişe'nin yanına gidip selam vererek yanına oturuvermiş ve şöyle demişti: "Safiye olup bitenleri yüzümüze vurdu. Ben O'nu cariye olduğu zamandan şimdiye kadar hiç görmediydim."

 

Hz. Ali oradan çıkıp gidince Safiye aynı sözleri tekrar söylemiş, ancak Hz. Ali yolunu değiştirerek şöyle demişti: "Bu kapıyı açmak isterdim, -sonra kapıya parmağıyla işaret ederek- bu evde bulunanları öldürmeğe çalışırdım."

 

Burada çarpışmalarda yaralananlar vardı. Hz. Ali'ye bunların nerede barındırılacağı sorulunca sesini çıkarmamış ve onları kendi hallerine bırakmıştı. Onun emrettiği gibi kaçan hiç kimse takip edilmemiş ve yaralılar da öldürülmemişti. Ayrıca hiçbir kimsenin sırrı ifşa edilmemiş ve hiç kimsenin malına el konmamıştı.

 

Hz. Ali Hz. Aişe'nin yanından ayrılınca Ezd Kabilesi'ne mensup birisi O'na şöyle der: "Vallahi bu kadın bize galip gelmemeliydi." Hz. Ali O'nun bu sözlerine son derece kızar ve: "Sus bakalım! Onların hiçbirinin ayıpları ortaya çıkarılmaz. Onların hiçbirinin evine girilip de korkuya verilmez. Hiçbir kadına sizin ırzlarınıza küfretse, sizin yaptığınız işleri kötü gör se ve sizin yakın adamlarınıza karşı çıksa bile kesinlikle eziyet etmeyiniz; çünkü kadınlar zayıf yaratıklardır. Müşrik kadınlardan bile uzak durmamız ve onları öldürmememiz emredilmişken bugün Müslüman kadınlara nasılolur da saldırırız?" diyerek karşılık verir.

 

Daha sonra Hz. Ali yürüyüp giderken adamın birisi peşinden koşup şöyle demişti: "Ey müminlerin emiri! İki kişi bu gencin kapısına dayanmış ve senin için söylenip duran Safiye ve yanındakileri kötüleyip durmuşlardır." Hz. Ali: "Yazıklar olsun! Yoksa onlar Hz. Aişe'ye mi söz söylediler?" deyince adam: "Evet, onlardan birisi: "Eyannemiz, bize asi oldun!", öbürü de: "Ey annemiz, hataya düştün; bunun için Allah'a tövbe et!" dedi." diye karşılık vermişti. Sonra el-Ka'ka' bin Amr'ı kapıya göndermiş, o da orada Kufe'de yaşayan Ezd Kabilesi'nden olan iki adamın bazı kimseler tarafından çevrelendiğini görmüştü. Bu iki adam Abdullah'ın çocukları Aclan ve Sa'ad adındaki şahıslar idiler. Her birine yüzer kamçı vurarak onları oradan çıkarmış ve üzerlerinden elbiselerini soyup öyle salmıştı.

 

Hz. Aişe bir gün Müslümanlarla birlikte oturuyorken Cemel olayında kendi yanında bulunanlarla karşı tarafta bulunanlardan kimlerin öldürüldüğünü sormuştu. Her iki taraftan öldürülenler tek tek zikredildikçe Hz. Aişe: "Allah ona rahmet etsin." diye dua ediyordu. Orada bulunanlardan birisi Hz. Aişe'ye:

 

"Nasıloluyor da bu her iki taraftakilere de rahmet okuyorsun?" diye sorduğunda Hz. Aişe: "Resulullah (S.A.V.)'tan: "Falan adam cennetliktir, filan cennetliktir, filan cennetliktir" diye tek tek işitmiştim, onun için onlara rahmet okuyorum." şeklinde karşılık vermişti.

 

Hz. Ali de bu konuda şöyle demişti: "Ben bu öldürülenler arasında kalbi tertemiz olan bütün kişilerin Yüce Allah tarafından mutlaka cennete sokulacağını ümit ediyorum. "

 

Daha sonra Hz. Ali Hz. Aişe için gerekli olan her türlü hazırlığı yapmış, kendisine lazım olabilecek bütün binekleri, eşyayı, azığı hazırlattıktan sonra O'nunla birlikte Hicaz'dan Basra'ya gelenler içinde yerlerine geri dönmek isteyenleri Hicaz' a geri göndermiş, Basra' da kalmak isteyenleri de yerlerinde bırakmıştı. Ayrıca Basra'nın ileri gelen hanımlarından kırk tanesini seçip O'nunla birlikte yola çıkartmıştı. Diğer taraftan kardeşi Muhammed bin Ebi Bekr'i de O'nunla birlikte Medine'ye göndermişti. Hz. Aişe'nin Basra'dan hareket edeceği gün Hz. Ali gelip huzurunda durmuş ve Müslümanlar da orada hazır bulundukları bir sırada Hz. Aişeçıkıp Müslümanlara veda ederek şöyle demişti: "Ey oğullarım! Hiç biriniz diğer bir kardeşine asla serzenişte bulunmasın. Vallahi daha evvel benimle Ali arasında meydana gelen olay her ailede bir kadın ile kayınları arasında meydana gelen dedikodulardan başka bir şey değildi." Hz. Ali de bunun üzerine: "Evet, doğru söyledi. Benimle O'nun arasında bundan başka hiç bir çekişme söz konusu değildi. Ve şunu çok iyi biliniz ki, o sizin Peygamberinizin dünyada ve ahirette zevcesidir." demişti.

 

Hz. Aişe o yılın Recep ayının birinci gününde yola çıkmış, Hz. Ali O'nu bir kaç millik bir mesafeye kadar uğurlamış ve evlatlarından bazılarını da bir günlük mesafeye kadar göndermişti.

 

Hz. Aişe, Mekke'ye doğru yönelmiş, o yılın hac mevsimine kadar orada bulunup sonra tekrar Medine'ye dönmüştü.

 

Hz. Aişe, Basralılara veda ederken Ammar bin Yasir O'na şöyle demişti:

"Senin çıktığın bu yolculuk ile asıl ifa etmen gereken rol birbirinden ne kadar uzak!" Hz. Aişe O'na cevaben: "Vallahi senin böyle haklı konuştuğunu bilmiyordum" deyince de Ammar: "Senin dilinle benim hakkımda hüküm verdiren Yüce Allah'a hamd ederim." diye karşılık vermişti.

 

Cemel olayında yenilgiye uğrayanlara gelince, onların hallerini az çok anlatmıştık. Bunların içinde Utbe bin Ebi Süfyan, Hakem'in çocuklarından Abdurrahman ve Yahya ile birlikte çıkmış, yollara düşmüştü. Asma bin Ubeyr et-Teymi onlara rastlayınca: "Ne dersiniz, bizim yanımızda oturup da bize komşu olmak ister misiniz?" diye sormuş, onlar da: "Evet." deyip orada kal•• mışlardı. Teym Kabilesi'ne mensup olan bu Ubeyr'in evlatları kendilerini misafir etmiş ve yaraları bereleri iyileşinceye kadar onları orada barındırmışlar, daha sonra dört yüz atlıyla birlikte onları Şam tarafına doğru yola çıkarmışlardı. Dumetü'l-Cendel'e vardıklarında Teymlilere: "Görevlerinizi yerine getirdiniz ve size düşeni yaptınız, artık geri dönebilirsiniz?" demişler, uğurlayanlar da böylece oradan geri dönmüşlerdi.

 

İbn Amir'e gelince; O da aynı şekilde yaralı olarak yola düşmüş, HurkUzoğulları'ndan Murri adında birisi bir müddet yanında misafir ettikten sonra Şam tarafına göndermişti.

 

Mervan bin el-Hakem'e gelince, o da Mesmaoğlu Malik'in yanında misafir olmuş ve Malik onu iyice ağırlayarak izzet ve ikramda bulunup yolcu etmişti. Bundan dolayı Mervanoğulları kendi hilafetleri döneminde Malik'in bu iyiliğini unutmamış, ona bir sürü menfaat temin ettikleri gibi önemli görevlere de getirınişlerdi. Başka bir rivayete göre de Mervan bin el-Hakem, Hz. Aişe ile birlikte Abdurrahman bin Halef'in evinde misafir olmuş, O'nunla birlikte Hicaz'a kadar gitmişti. Hz. Aişe Mekke'ye vardığında Mervan da Medine'ye varmıştı.

 

Abdullah bin Zübeyr'e gelince, o da Ezdoğulları Kabilesi'ne mensup Vezir adında birisinin evinde misafir olmuştu. Abdullah bin Zübeyr ev sahibine:

 

"Kalk, müminlerin annesinin yanına git Muhammed bin Ebi Bekr'e duyurmadan benim nerede olduğumu söyle" demiş, Vezir de Hz. Aişe'ye gelip Abdullah bin Zübeyr'in nerede olduğunu haber vermişti. Hz. Aişe bu haberi alınca gelen adama: "Muhammed'den korkmasın, O'nun kefili benim" şeklinde konuşmuş, O da Hz. Aişe'ye: "Hayır, O'na haber vermemem konusunda bana tembihte bulunmuştur." demişti. Ancak Hz. Aişe buna aldırış etmeden Muhammed bin Ebi Bekr'e, yani kardeşine haber göndererek: "Bu adamla birlikte gidin ve bana yeğenim Abdullah'ı getirin." diye emretmiş, O da giderek Abdullah bin Zübeyr'in yanına varmıştı. Abdullah bin Zübeyr ile dayısı Muhammed Hz. Aişe'nin bulunduğu Muhammed bin Halef'in evine birlikte gelmişlerdi.

 

Hz. Ali, Basralılardan bey'at aldıktan sonra Bey tülmal' i teftiş etmiş ve orada altı yüz bin dirhemlik bir fazlalık bulmuştu. Bu fazlalığı kendisiyle birlikte Cemel olayına katılan adamlara dağıtmış ve her birine beş yüz dirhemlik bir pay düşmüştü. Hz. Ali onlara: "Eğer Yüce Allah Şamlılara karşı da bir zafer ihsan ederse bunun kadar, hatta daha fazlasını sizlere veririm." diye söylemişti. Ancak Abdullah bin Sebe'nin adamları hemen bu meseleyi dedikodu etmiş ve Hz. Ali'nin arkasından sürekli olarak aleyhinde konuşmuşlardı. Yine aynı şekilde, Hz. Ali'nin onlara hiçbir mala ganimet diye el uzatmamalarını emretmesi üzerine de aynı dedikoduya başlamışlar ve onun hakkında şöyle demişlerdi: "Nasıloluyor da onların kanlarını mubah, mallarını ise haram kılıyor?" Hz. Ali bunun üzerine: "Bu adamlar sizin gibi Müslüman kimselerdir. Bizimle sulh yapıp musafaha eden herkes bizdendir; ancak bundan vazgeçip de yan çizen kimse olursa o zaman onunla dövüşmek de bana düşen bir görevdir." şeklinde cevap vermişti.

 

el-Ka'ka' şöyle anlatır: "Cemel Vak'asıyla Sıffin Savaşı'nda merkez kuvvetlerinin çarpışması kadar birbirine benzeyen başka bir çarpışma görmedim. Kendimizi onlara karşı mızraklarımızın uçları ile korumaya çalışır ve demirlerine de dayanıyorduk, onlar da aynı şekilde bizim gibi yapıyorlardı. Eğer insanlar bunların üzerinde yürüyecek olsaydı rahatlıkla yürüyebilirdi."

 

Abdullah bin Sinan el-Kahili şöyle anlatır: ''Cemel Günü'nde oklarımızı tamamen tüketinceye kadar birbirimize atıp durduk ve elimizdeki kılıçlar kırılıp dökülünceye kadar çarpıştık. Göğüslerimiz onların göğüslerine değecek kadar yakın olduk; öyle ki, eğer göğüslerimiz üzerinde atlar koşturulsaydı rahatlıkla koşabilirlerdi. "

 

Hz. Ali de şöyle söylemişti: "Ey muhacir çocukları! Kılıçlarınız, kılıçlarınız ... Ve o kılıçların şakırtıları demircilerin çıkarmış olduğu sesten başka bir sese de benzemiyordu."

 

Medineliler Cemel Vak'ası'nın meydana geldiği gün, güneş batmadan önce olan bitenlerin haberini almışlardı. O gün Medine civarlarına uçup gelen bir kartalın ağzında bir şey vardı. Bu kartal Medine'ye yakın bir yerde bir insan eli düşürmüştü. Bu elin parmaklarının birinde bir yüzük vardı ve yüzüğün üzerinde Abdurrahman bin Attab yazılıydı. Bu şekilde Medineliler ile Hicaz ve Basra arasındaki bölgelerin insanları kartalların kendilerine taşıyıp durdukları insan elleri ve ayaklarıyla bu olayı öğrenmişlerdi.

 

Hz. Ali Basra'da meydana gelen bu karışıklıkları önlemek için bir müddet daha orada ikamet etmek istemişti, ancak Abdullah bin Sebe'nin adamları acele edip durmuşlar ve Hz. Ali'den izin almadan Basra'dan çıkıp gitmişlerdi. Bunun üzerine o da bu adamların yapma ihtimali olan kötülükleri önlemek için Basra'dan ayrılmıştı.

 

 

***

CEMEL VAK'ASIYLA İLGİLİ DİĞER BİR RİVAYET

 

Yukarıda anlatmış olduğumuz rivayetin dışında Cemel Vak'ası'nın meydana gelmesinin sebepleri daha değişik olarak da anlatılır. Ancak Hz. Aişe ve etrafındakilerin Basra'ya gelişleri ve Osman bin Huneyf ve Hükeym ile aralarında meydana gelen ilk çatışmalarla ilgili rivayetlerde ittifak vardır. Bu rivayetler arasında ihtilaf söz konusu değildir.

Hz. Ali'nin Basra'ya doğru gelişi ve Ebu Musa el-Eş'ari'yi görevinden azletmesine dair başka bir rivayet anlatılır. Şöyle ki:

 

Hz. Ali Muhammed bin Ebi Bekr'i Ebu Musa el-Eş'ari'ye gönderdiğinde aralarında meydana gelen konuşma ve münakaşaları Haşim bin Utbe bin Ebi Vakkas Hz. Ali'ye er-Rebze'de iken iletir. Hz. Ali Haşim bin Utbe'yi gerisin geriye Ebu Musa'nın yanına göndererek şöyle söylemesini emreder: "Etrafındaki adamları bana gönder. Seni hak yolunda bana yardımcı olman için vali tayin etmiştim." Ancak Ebu Musa Hz. Ali'nin bu çağrısına uymamış, Haşim de durumu Hz. Ali'ye bir mektupla bildirerek şöyle yazmıştı: "Ben son derece burnu havada, ayrılıkçı ve alenen saldırıya geçen bir adamla karşılaştım. Sonra bu mektubu Muhill bin Halife et-Tai ile Hz. Ali'ye ulaştırmıştı. Arkasından Hz. Ali, oğlu Hasan ile Ammar bin Yasir'i Müslümanları Küfe' den alıp getirmeleri için oraya göndermişti. Hz. Ali, Karaza bin Ka'ab el-Ensari'yi Küfe'ye vali tayin edip Ebu Musa'ya şöyle bir mektup yazmıştı: "Ben Hasan ile Ammar'ı Müslümanları toplayıp getirmeleri için oraya gönderdim. Ayrıca Karaza bin Ka'ab'ı da Küfe Valiliği'ne tayin ettim. Bunun için sen, verdiğimiz görevi bırak, çekil git. Eğer görevin başından ayrılmazsan ve çekip gitmezsen seni uzaklaştırması için O'na emir verdim, eğer sen O'nu uzaklaştırmağa kalkışacak olursan da seni paramparça etmesini söyledim." Ebu Musa el-Eş'ari, Hz. Ali'nin bu mektubunu alınca görevinden ayrılmış, Hz. Hasan da Müslümanları alıp Hz. Ali'ye doğru gitmişlerdi. Böylelikle Hz. Ali Kufelilerle birlikte Basra'ya doğru yol almıştı.

 

Cevn bin Katade şöyle anlatır:

 

"Zübeyr ile birlikte olduğum bir sırada adamın birisi gelerek ''Esselamü aleyke ey emir'' diye Zübeyr'e selam verdi. Zübeyr onun selamını aldıktan sonra adam şöyle dedi: ''Bu gelenler senin üzerine doğru geliyorlar ve şöyle şöyle bir yere geldiler. Onların ellerindeki silahlar bir hayli fazla, ayrıca sayıları da sayılmayacak kadar çok idi ve gayet katı yürekli bir görünüşe sahip olarak bu tarafa doğru yönelip geliyorlardı.'' Sonra çekip gitti. Arkasından başka bir atlı geldi ve Zübeyr'e şöyle dedi: ''Üzerine gelen adamlar şöyle şöyle bir yere vardılar. Sonra Yüce Allah'ın size ihsan etmiş olduğu bu asker topluluğunun adedini işitince korkup gerisin geriye kaçmaya başladılar.'' Zübeyr O'na: ''Haydi adam sen de! Vallahi Ebu Talib'in oğlu Ali, tek başına kumlu yollarda bile olsa bize doğru yol alır, gelir.'' deyince adam çekip gitmişti. Bunların arkasından üçüncü bir adam geldi, atının kaldırdığı tozlarla neredeyse ordu atları ürküp dağılacaklardı. Zübeyr'e şöyle dedi: ''Bu adamlar sana doğru geliyorlar, aralarında Ammar bin Yasir de var. Onunla bazı şeyler konuştum, O da bana bazı şeyler anlattı.'' Zübeyr: ''Ammar onların arasında değildir'' deyince gelen adam: ''Evet, vallahi Ammar onların arasındadır.'' diye cevap verdi. Zübeyr: ''Hayır, vallahi Ammar onların arasında olamaz'' deyince de adam: ''Evet! Vallahi Ammar onların arasındaydı.'' diye ısrar etti. Adam bu sözlerini tekrar tekrar söyleyince Zübeyr Ammar'ın Hz. Ali'nin yanında olup olmadığını öğrenmek üzere iki adam gönderdi. Adamlar gidip baktı ve dönüşte adamın doğru söylediğini anlattılar. Ammar'ın Hz. Ali'nin yanında olduğunu işiten Zübeyr: ''Ey burnu kesilesi, ey beli kırılası!'' diye söylenmeğe ve bağırıp çağırmağa başladı. Sonra Zübeyr'i müthiş bir titreme tuttu, silahı elinden düştü ve yerinde kalakaldı."

 

Cevn şöyle devam eder: "Zübeyr'in yanına sokuldum ve: Hay anam babam sana feda olsun! Ne oldu sana? Seninle ölmeyi ve seninle yaşamayı arzu ederdim" dedim.

 

Cevn Zübeyr'in yanından ayrıldıktan sonra Zübeyr ordudan ayrılıp gitmiş, bir müddet sonra da Hz. Ali oraya varmıştı. İki ordu karşı karşıya gelince Hz. Ali Talha ve Zübeyr'i çağırmış ve bir araya gel-mişlerdi. Hz. Ali Zübeyr'in içinde bulunduğu durumu kendisine hatırlatmış ve nasıl bir yanlış içinde olduğunu anlatmıştı. Ancak bunların savaştan vazgeçmediklerini gören Hz. Ali: "İçinizde bu mushafı eline alacak ve içindekilere davet edecek, mushafı tutan, eli koparıldığında onu diğer eline alacak, bu eli de kesildiğinde dişleri arasına sıkıştırıp Allah'ın hükmüne davet ederek öldürülüp gidecek adam var mı?" diye sormuş, bir genç kalkıp: "Ben Kur'an'ı elime alacağım" demişti. Hz. Ali bütün taraftarlarına varıp bu sözlerini üç kez tekrarladığı halde bu gençten başkası bu göreve talip olmamıştı. Nihayet Hz. Ali Mushaf'ı buna teslim etmiş, o da eline alarak onları uymağa davet etmişti. Sağ eli kesilince sol eline almış, sol eli de kesilince göğsüyle onu tutmaya çalışmış, ancak her tarafından kanlar akıp gitmişti. Nihayet abası iyice kanlara bulandıktan sonra da öldürülmüştü. Bu manzarayı gören Hz. Ali: "İşte bundan sonra onlarla çarpışmak helal oldu" diye söylemiş, öldürülen bu gencin annesi ise şu beyitleri okumuştu:

 

''Onları Müslüman bir kişi Allah'ın kitabını okuyarak Korkmadan bu hükme davet etti. Anneleri de onları görüyordu. Ancak savaşı emrediyor ve savaştan alıkoymuyordu.''

 

Hz. Ali taraftarlarının sağ kanat kuvvetleri onların sol kanadı üzerine hücum etmiş, aralarında şiddetli çarpışmalar meydana gelmeğe başlamış, bundan dolayı da Hz. Aişe'nin tarafında bulunanlar O'nun etrafında toplanmışlardı. Bunların büyük bir kısmı Dabbe ve Ezd kabilelerine mensup idiler. Her iki taraf arasındaki çarpışmalar günün ilk saatlerinden ikindiye yakın saatlere kadar sürmüş ve nihayet Basralılar hezimete uğramışlardı. Mağlubiyetten sonra Ezd Kabilesi'ne mensup biri: "Savaşı tekrarlayınız!" diye bağırınca Hz. Ali'nin oğlunun oğlu Muhammed ona bir darbe indirip elini kesmişti. Bundan sonra aynı kişi: "Ey Ezdoğulları, kaçınız!" diye bağırmış ve o sırada Ezd Kabilesi'ne karşı çok şiddetli hücumlar yapılmış, çok kimse öldürülmüştü. Bunun üzerine onlar: "Biz Ali'nin dini üzereyiz." diye bağırmağa başlamışlardı.

 

Çarpışmaların sürdüğü bir sırada Ammar bin Yasir Hz. Zübeyr'in üzerine hücum etmiş ve mızrağıyla dürtmeye başlanuştı. Hz. Zübeyr O'na: "Ey Eba'l-Yakazan! Beni öldürmek mi istiyorsun?" diye sormuş, Ammar bin Yasir de: "Hayır, ey Abdullah'ın babası! Çek git buradan, çek git buradan" diye söylenmişti. Yine çarpışmalarda Zübeyr'in oğlu Abdullah da yaralanmış ve kendisini yaralıların arasına atarak kurtulmuştu. Nihayet devenin ayakları kesilip yere ıhtırılmış, Muhammed bin Ebi Bekr de Hz. Aişe'yi hevdeciyle taşıyarak bir kenara koyup bir çadır kurdurınuştu. Hz. Aişe böyle istirahata alındıktan sonra Hz. Ali yanına gelerek şöyle demişti: "İnsanları toplayıp getirdin, işte sonunda dağılıp gittiler. Onları birbirlerine karşı kışkırttın, bir kısmı diğer bir kısmını öldürdü." Hz. Aişe bunun üzerine: "Hükmü eline geçirdin, onun için müsamahalı davran. Yine ne mutlu bana ki senin cemaatinle imtihan edildim." diye karşılık vermiş, sonra Hz. Ali O'nu yol için hazırlayarak yanında kadın ve erkeklerden oluşan bir topluluğu Medine'ye göndermiş ve bütün ihtiyaçlarını sağlamıştı.

 

Ben Cemel Vak'asıyla ilgili olarak Ebu Ca'fer et-Taberi'nin kaydettikleri dışında hiçbir şey kaydetmedim; çünkü o tarihçiler arasında en güvenilir olanıdır. Bazı tarihçiler ise bu olayla ilgili olarak eserlerini bir sürü boş lafta doldurmuşlar ve arzuladıkları gibi yazmışlardır.

 

Cemel Olayı'nda öldürülenlerden bazıları şunlardı: Ashabdan olup Talha bin Ubeydullah'ın kardeşi bulunan Abdurrahman, Amr bin Abdullah bin Ebi Kays bin Amir bin Lüey ve el-Muhriz bin Harise bin Rabia bin Abdüluzza bin Abdişems. Bu sonuncusunu Hz. Ömer bir ara Mekke'ye vali tayin etmiş ve hemen arkasından azletmişti. Yine bu olayda öldürülen Hz. Ali taraftarlarından biri Hacete bin İlat'ın kardeşi Mu'riz bin İlat es-Sülemi idi. Ayrıca Mes'ud esSülmam'nin evlatları olan Mücaşi ve Müdlid de Hz. Aişe'nin taraftarları arasında öldürülmüş olup her ikisi de sahabi idi. Mücaşi'nin kesin olarak Cemel Olayı'nda öldürüldüğü bilinir. Hz. Aişe'nin ölen taraftarları arasında Abdullah bin Hakim bin Hizam el-Esedi el-Kuraşi de vardı. Bu adam Mekke'nin fethi günü Müslüman olmuştu. Yine bu olayda Resulullah (S.A.V.)'ın ilk hanımı Hz. Hatice'nin ilk eşinden olan oğlu Hind bin Ebi Hala el-Üseyyidi Hz. Ali'nin taraftarları arasında öldürülmüştü. Bu kişinin Basralılar arasında yer aldığı söylenirse de birinci rivayet daha doğrudur. Yine ashabdan olup Hz. Aişe taraftarları arasında öldürülenlerden biri de Temim Kabilesi'ne mensup Bişr'in oğlu Hilal bin Veki' idi. Ayrıca Muavviz'in kardeşi Muaz bin Afra' da bu olayda öldürülmüştü. Bunların ikisi Hars bin Rifaa el-Ensari'nin çocuklarıdır. Her ikisi Bedir Gazvesi'nde bulunmuşlardı. Bunun Hz. Ali taraftarları arasında iken öldürüldüğü söylenir. Ayrıca başka bir rivayette ise Cemel Vak'ası'nda ölmeyip daha sonraya kadar yaşadığı ve Hamu Olayı'nda öldürüldüğü anlatılır.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

HARİCİLER'İN SİCİSTAN'A GİTMELERİ