İBNÜ’L-ESİR |
2. CİLT İSLAM’IN DOĞUŞU MEKKE... ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi |
HABEŞİSTAN'A
HİCRET
ResUlullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisi Allah katındaki yeri ve amcası Ebu
Talib dolayısı ile sağlık ve afiyet içerisinde olmasına rağmen ashabına isabet
eden bela ve musibetleri görüp bunları önleyecek takatı da kendisinde
bulamayınca onlara şöyle dedi: "Yüce Allah, sizleri içinde bulunduğunuz bu
durumdan kurtarıncaya ve size bir çıkış yolu gösterinceye kadar Habeşistan'a
çıkıp gitseniz. Çünkü orada hiç kimseye zulmetmeyen bir kral varmış."
Bunun
üzerine Müslümanlar fitne korkusuyla ve dinleri uğruna Allah'a kaçmak suretiyle
Habeşistan'a gitmek üzere yola koyuldular. Böylelikle bu İslam tarihinin ilk
hicreti oldu. Hicret edenler arasında Hz. Osman bin Affan ve eşi Peygamber
Efendimizin kızı Rukiyye ile birlikte Ebu Huzeyfe bin -Utbe bin Rabia ve eşi
Sehle bint Süheyl, Zübeyr bin -el-Avvam ve başkaları vardı. Erkeklerin toplam
sayısı on idi. On bir erkek ve dört kadındır, diyenler de vardır. Bunlar
peygamberliğin beşinci yılının Recep Ayı'nda yola çıkmışlardı ki İslam
davetinin açıkça bildirilmesinin ikinci yılına tesadüf eder. Şaban ve Ramazan
ayları boyunca orada kaldılar.
Peygamberliğin
beşinci yılının Şevval ayında oradan Mekke'ye geri döndüler. Bunların Mekke'ye
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına dönmelerinin nedeni şudur:
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kavminin uzak kalışını görünce, bu durum
ağır gelmiş ve Allahü Teala'nın kendilerini yaklaştıracak bir şeyler takdir
buyurmasını içinden geçirmişti. Bunun üzerine Yüce Allah: ''Battığı dem yıldıza
andolsun'' dan itibaren: ''Siz Lat'ı, Uzza'yı ve diğer bir üçüncüleri olan
Menat'ı gördünüz mü?'' (Necm suresi, 1 ve 20 arası) mealindeki ayetleri
indirdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu şekilde kendi içinden temennide
bulunurken Şeytan O'nun söylediği zehabım uyandıracak şekilde yüksek sesle
şunları okudu: "İşte bunlar yüce putlardır. Ve onların şefaatleri umulur."
Kureyş bunları işitince sevindi. Müslümanlar da Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'ın bunu söylediği kanaatine kapıldılar. Onlar hiçbir şekilde bunun
vehim olduğunu veya Resulullah'tan bir vehim veya yanılma eseri olarak ortaya
çıktığını hatırlarına getirmediler. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Efendimiz secde etme ayetine varınca, Müslümanlar da müşrikler de onlarla
birlikte secde etti. Yalnız müşriklerden Velid bin -Muğire yaşımn ileri olması
nedeniyle secde edemediğinden bir avuç kum alıp almna değdirdi. Sonra da halk
dağıldı. Durum Habeşistan'daki Müslümanlara "Kureyş Kabilesi Müslüman
oldu" şeklinde vardı. Bunun üzerine bir grup Müslüman geri dönerken öbür
grup Habeşistan'da kaldı. Cebrail, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
gelip okunan şeylerden onu haberdar etti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), oldukça üzüldü ve korkuya kapıldı. Bunun üzerine Yüce Allah şu
mealdeki buyruklarını indirdi: ''Biz senden evvel hiçbir Resul, hiçbir Nebi
göndermedik ki O (bir şey) arzu ettiği zaman şeytan onun dileği hakkında
mutlaka (bir fıtne meydana) atmış olmasın.'' (Hac suresi, 52). Böylece
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'ın üzüntüsü ve korkusu da gitmiş oldu.
Kureyş,
Müslümanların üzerindeki baskısını daha da arttırdı. Habeşistan'da bulunan
Müslümanlar, Mekke'ye yaklaşınca, Mekkelilerin Müslüman olduğu haberinin
asılsız olduğunu anladılar.• Bunun üzerine ya gizli olarak ya da bir başkasının
himayesini alarak Mekke'ye girebildiler. Hz. Osman, Ebu Uhayha Said bin -As bin
-Umeyye'nin himayesine girerek güvenliğini elde etmiş oldu. Ebu Huzeyfe bin
-Utbe de babasının himayesine girdi. Osman bin Maz'un Velid bin -Muğire'nin
himayesinde Mekke'ye girdi. Daha sonra: "Ben, bir müşrikin himayesinde mi
olacağım? Allah'ın himayesi bundan daha üstündür." diyerek onun himayesini
geri çevirdi.
Bu
sırada Lebid bin -Rabia Kureyş'e şu sözlerini okumaktaydı: "Haberiniz
olsun Allah'ın dışında olan her şey batıldır" Bunun üzerine Osman bin
-Maz'un: "Doğru söyledin" dedi. Bu sefer Lebid: "Her bir nimet
mutlaka zeval bulacaktır" deyince bu sefer Osman bin -Maz'un: "Yalan
söyledin, çünkü cennetin nimetleri asla zeval bulmaz" dedi. Bu sefer
Lebid: "Ey Kureyşliler, sizin meclisleriniz eskiden böyle değildi. Böyle
akılsızca iş sizin yaptığınız işler değildi." diye çıkışınca hazır
bulunanlar Osman'ın durumunu ve himayesini haber verdiler. Muğire'nin
oğullarından birisi kalkıp Osman'ın gözüne bir darbe indirdi. Velid, himayesini
daha önce reddetmiş olduğundan buna sevindi ve sonra da Osman'a: "Sen hiç
bu duruma da düşmeyebilirdin" dedi. Osman: "Bu gözümün başına gelenin
aynısını öbür gözüm de arzu eder. Çünkü o da ona muhtaçtır" dedi. Velid:
"Tekrar benim himayeme girmek ister misin?" deyince Osman:
"Allah'tan başkasının himayesine girmiyorum" der. Bu sefer Sa'ad bin
Ebi Vakkas ayağa kalkıp Osman'ın güzüne tokat vuranın burnunu kırdı. Bir görüşe
göre bu İslam tarihinde dökülen ilk kandır.
Böylece
Müslümanlar Mekke'de kaldılar, türlü eziyet ve işkenceler yine devam ediyordu.
Bu durumu görünce Habeşistan'a ikinci defa hicret ettiler. Ca'fer bin -Ebi
Talib ve diğer Müslümanlar peşpeşe Habeşistan'a göç ettiler. Bu şekilde göç
edenlerin toplamı seksen iki erkeği buldu. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Mekke'de kalıyor ve gizli, açık insanları Allah'ın yoluna davet
ediyordu. Kureyş O'nun bu durumundan kurtulamayacağını anlayınca,
sihirbazlıkla, kahinlikle, şairlikle ve delilikle itham etmeye başladı. O'nun
söylediğini dinlemekten çekindikleri kimseleri O'nunla temas kurmaktan
alıkoymaya çalıştılar.
Onların
bu konuda vardıkları en ileri noktayı ifade etmek üzere Amr bin As şöyle diyor:
"Kureyş, bir gün el-Hicr diye bilinen Kabe'nin yakınındaki yerde
toplanmıştı. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ve kendilerine
yaptıklarının sözünü ettiler ve bu işte kendilerinin çok sabırlı davrandıklarım
dile getirdiler. Onlar bu şekilde konuşurken Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'de çıkageldi. Rüknü istilam edinceye kadar yanlarına yaklaştı, daha
sonra tavaf etmeye başladı, O'na bazı sözler söylediler. Bunun etkisini O'nun
yüzünde gördüler. Fakat O, işine devam etti. İkinci defa yanlarından geçince
aynı şekilde bir daha aynı sözleri söylediler, üçüncü defa bunu tekrarladılar.
Bunun üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Kureyşliler,
işitiyor musunuz? Muhammed'in nefsini elinde bulundurana yemin ediyorum ki, ben
size kesmekle gelmiş bulunuyorum." Amr konuşmasına devam ederek:
"Sanki tepelerine kuş konmuş gibi oldular. Onların en şiddetli düşmanlık
yapanları bile en güzel şekilde ona karşılık vermeye başladı. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de yanlarından ayrılıp gitti. Ertesi günü olunca
yine el-Hicr diye bilinen yerde toplandılar. Biri ötekine şöyle dedi. "Dün
size yaptıklarından söz ettiniz, fakat hoşunuza gitmeyen bir şey söyleyince de
bırakıverdiniz." Onlar bu şekilde iken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yine çıkageldi. Hepsi tek bir hareketle tek adammış gibi üstüne
atıldılar ve O'na: "Böyle böyle söyleyen sen misin?" diye söylenmeye
ve vurmaya başladılar. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet bunu
söyleyen benim" diye cevap verdi. Ukbe bin -Ebi Muayt O'nu cübbesinden
yakaladı. Bu sefer Ebu Bekir es-Sıddik ağlayarak ayağa kalktı: ''Yazıklar olsun
size. Sizler Rabbim Allah'tır diyen bir kimseyi öldürür müsünüz?'' (Mü'min suresi,
28) mealindeki ayeti okudu.
İşte
Kureyş'in zulmü bu dereceye varmıştı.
KUREYŞ'İN MUHACİRLERİN
GERİ VERİLMESİ İÇİN NECAŞİ'YE ELÇİLER GÖNDERMESİ
Kureyşliler
muhacirlerin Habeşistan'da rahat ve güvenlikte olduklarını Necaşi'nin iyiliklerde
bulunup sohbetlerinde bulunduğunu işitince kendi aralarında toplanıp durumu
görüştüler ve Amr bin -el-As ile Abdullah bin -Ebu Umeyye'yi Necaşi'ye ve ileri
gelen arkadaşlarına pek çok hediyelerle birlikte gönderdiler. Amr ile Abdullah
hediyelerini takdim ettikten sonra Necaşi'nin yakınlarına şunları söylediler:
"Bizim aramızda bazı akılsız kimseler kendi kavimlerinin dinlerini
bıraktıkları gibi kralın dinine de girmediler. Bizim de sizin de bilmediğiniz
bir din çıkarıp ortaya attılar. Bizleri kavimlerinin en şereflileri onları alıp
geri götürmek üzere hükümdara göndermiş bulunuyor. Eğer hükümdar ile onlar
hakkında konuşacak olursak siz ileri gelenler olarak hükümdara onlarla
konuşmaksızın bizimle geri göndermesini öğütleyiniz." Böylelikle Necaşi'nin
Müslümanların sözünü dinleyip onları geri vermeyeceğinden korkmuş oldular.
Necaşi'nin yakınları da onlara bu konuda istedikleri yardımı yapacaklarına dair
söz verdiler.
Daha
sonra Abdullah ile Amr, Necaşi'nin huzuruna çıktı ve söyleyeceklerini söylediler.
O'nun arkadaşları Müslümanları bu iki kişiye teslim etmesini söylediler. Fakat
Necaşi bu söze kızdı ve şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim ki benim
himayemi isteyen, benim ülkeme yerleşen ve başkalarına beni tercih ederek seçen
kimseleri onları yanıma çağırıp bu iki kişinin haklarında söyledikleri ile
ilgili olarak ne dediklerini sormadan teslim etmeyeceğim. Eğer bu iki kişinin
söyledikleri doğruysa onları bunlara veririm. Aksi halde hiçbir şekilde onları
vermeyecek, bilakis koruyacak ve onları güzelce himaye edeceğim."
Necaşi,
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabını çağırarak gelmelerini
söyledi.
Onlar
da huzura geldiler. İster hoşuna gitsin, isterse gitmesin her konuda doğruyu
söyleyeceklerine karar vermişlerdi. Onların adına Ca'fer bin -Ebi Talib
sözcülük ediyordu. Necaşi onlara sordu: "Kavminizden sizin ayrılmanıza
neden teşkil eden ve sizi ne benim dinime ne de başkasının dinine girmekten
alıkoyan bu din nedir?"
Ca'fer
der ki: "Ey hükümdar, bizler cahiliye toplumu idik. Putlara tapardık, leş
yerdik, her türlü kötülüğü yapardık. Akrabalık bağlarına riayet etmez,
komşularımıza ve himaye ettiklerimize kötü davranırdık. Bizim güçlümüz zayıf
olanımızı ezerdi. Bu halde iken Allahu Teala bize bizim aramızdan, nesebini,
doğruluğunu, emanetini ve iffetini tanıdığımız bir Resul gönderdi. Bu Resul
bizleri Allah'ın tevhidine, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamaya ve o ana kadar
taptığımız putları terk etmeye çağırdı. Doğru söylemeyi, emaneti sahiplerine
vermeyi, akrabalık bağlarına dikkat etmeyi, komşuluk ve himaye ilişkilerinin
gereğini güzelce yerine getirmeyi, haramlardan ve kan dökmekten uzak kalmayı
emretti. Bizi ahlaksızlıktan, yalan söylemekten, yetimin malını yemekten
alıkoydu. Nehyetti. Bize namaz kılmayı, oruç tutmayı emretti." diyerek İslam'ın
diğer emir ve buyruklarını sayıp döktü. Ondan sonra: "İşte biz O'na iman
ettik. O'nun dediğini kabul ettik. O'nu tasdik ettik. Bize haram kıldığı
şeyleri haram, helal kıldığı şeyleri de helal kabul ettik. Bizim kavmimiz bize
saldırdı, bize hücum etti. Bizlere işkence yaptılar, tekrar putlara tapmak için
bizleri dinimizden döndürmek istediler. Ne zaman ki bize baskın çıktılar ve
zulmettiler bizimle dinimiz arasında engel teşkil etmeye başladılar, işte o
zaman senin ülkene geldik. Seni başkalarına tercih ettik ve ey hükümdar, senin
yanında zulme uğramamayı ümit ettik. "
Necaşi:
"Peki Allah'ın size bildirdiği şeylerden herhangi bir şey biliyor
musunuz?" diye sordu. Bunun üzerine Cafer: "Evet" dedi ve
"Kaf-Ha-Ya-Ayn-Sad" diye başlayan Meryem suresinden bir miktar okudu.
Necaşi ve yanındaki din adamları bunun üzerine ağladılar ve Necaşi şunları
söyledi: "Gerçek şu ki bu söylediklerinizle İsa'nın getirdikleri aynı
kaynaktan fışkırmaktadır. Haydi, çıkınız Allah'a yemin ederim ki sizleri bu iki
elçiye teslim etmeyeceğim."
Abdullah
ile Amr Necaşi'nin yanından çıkarken Amr şöyle dedi: "Allah'a yemin
ederim; yarın O'na öyle birşey söyleyeceğim ki onların canlısını bile ortada
bırakmayacak." Bunun üzerine Abdullah -ki Amr'dan daha bir merhametli
idi-: "Hayır sakın yapma, onların bizimle akrabalıkları vardır."
dedi.
Ertesi
günü Necaşi'ye Amr şöyle dedi: "Bunlar İsa bin -Meryem hakkında çok ağır
sözler söylüyorlar." Bunun üzerine Necaşi onlara haber gönderip Mesih
hakkında ne söylediklerini sordu. Ca'fer şöyle dedi: "Biz O'nun hakkında
Peygamberimizin getirdiği şeyleri söylüyoruz. O, Allah'ın kulu ve ruhu,
tertemiz bakire Meryem'e bıraktığı kelimesidir." Bunun üzerine Necaşi
yerden bir çöp alarak şöyle dedi: "İsa'nın senin söylediklerinden bu çöp
kadar bir eksiği veya bir fazlalığı yoktur." Bu sefer yanındaki patrikleri
hırslarından solumaya başlayınca Necaşi onlara dönüp: "Hırsınızdan
solusanız bile bu böyledir." dedi ve Müslümanlara da: "Haydi gidiniz,
siz burada güvenlik içindesiniz. Bir dağ altınım olması karşılığında sizden
birinize bir eziyet yapmak istemiyorum" dedikten sonra Kureyş'in
hediyelerini geri çevirerek şöyle dedi: "Yüce Allah benden rüşvet almadı
ki sizden alayım. Benim için insanlara itaat etmedi ki ben de O'na karşı onlara
itaat edeyim." Böylece Müslümanlar oraya en hayırlı bir yurtmuş gibi
yerleştiler.
Habeşistan'da
bir kişi daha ortaya çıkarak Necaşi'den hükümdarlığını almak istedi.
Müslümanlara bu iş çok ağır geldi. Necaşi kendisine isyan eden bu kişiyle
savaşmak üzere yola çıktı. Müslümanlar da sonucu öğrenmek üzere Zübeyr bin
-Avvam'ı göndermişlerdi. Geri kalanlar da Necaşi'nin muzaffer olması için dua
ediyorlardı. Sonunda da Necaşi muzaffer oldu. Necaşi'nin kazandığı zafer
dolayısı ile hiçbir şeye bu kadar sevinmemişlerdi.
Onun
"Allah benden rüşvet almadı" şeklindeki sözünün manasıyla ilgili
olarak şöyle denildi: "Necaşi'nin babasının Necaşi'den başka çocuğu yoktu.
Buna karşılık ise amcasının on iki oğlu vardı. Habeşliler birbirlerine şöyle
dediler: "Necaşi'nin babasını öldürüp onun kardeşini yerine hükümdar
geçirsek daha iyi olur. Çünkü onun bundan başka hiçbir çocuğu yoktur. "
Bunun
üzerine Necaşi'nin babasını öldürüp yerine amcasını hükümdarlığa geçirdiler.
Bir süre bu şekilde devam ettiler. Necaşi de amcasının yanındaydı. Çok akıllıydı.
Amcasını etkilemeye başlamıştı bile. Bunun üzerine Habeşistanlılar babasını
öldürmeleri karşısında kendilerini öldürmelerinden korktuklarından amcasına
gidip: "Ya Necaşi'yi öldür ve yahut da onu aramızdan çıkart, biz ondan
korkuyoruz" dediler. Necaşi'nin amcası onu istemeyerek ülkesinden çıkardı.
Çarşıya götürüp altı yüz dinar karşılığında bir tacir'e sattılar. Tacir O'nu
alıp bir gemiye koydu ve yola çıktı. Akşam olunca büyük bir bulut geldi ve
amcasının üzerine bir yıldırım indirdi. Habeşistanlılar amcasının çocuklarının
yanına gittiler bir de ne görsünler onlarda da bir hayır kalmamış. Böylelikle
hayrete düştüler. Aralarından biri dedi ki: "Allah'a yemin ederim ki
işinizi Necaşi'den başkası düzeltemez. Eğer Habeşliler hakkında iyi bir şey
düşünüyorsanız yetişip bulunuz. "
O'nu
aramaya koyuldular. Sonunda bulup tekrar hükümdarlığa geçirdiler. Bu sefer
tacir onlara: "Ya bana malımı geri verirsiniz, ya da bu konuda ben O'nunla
konuşurum" diye söyleyince Habeşistanlılar: "Konuş, söyle"
dediler. Tacir Necaşi'ye: "Ey hükümdar, ben altı yüz dirhem karşılığında
bir köle satın aldım. Sonra da bu köleyi ve bu malı da benden aldılar"
dedi. Necaşi: "Ya almış olduğunuz parayı geri verirsiniz veYahut da bu
köle bu tacirin elini tutarak O'nun istediği yere gider." Bunun üzerine
Habeşistanlılar tacire parasını verdiler. İşte O'nun bu sözünün anlamı budur.
Bu hadise de Necaşi'nin adaletli ve dindarca uygulamasının ilki oldu.
Ravi
der ki, Necaşi öldükten sonra uzun bir süre O'nun kabri üzerinde bir nur
görülüyordu.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
HAMZA bin
ABDÜLMUTTALİB'İN İSLAM'A GİRİŞİ