İBNÜ’L-ESİR

1. CİLT

 İSLAM ÖNCESİ      ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

MÜLUKÜ'T-TAVAiF DÖNEMİNDE MEYDANA GELEN HADİSELER ve

İSA BİN MERYEM İLE Hz. YAHYA BİN ZEKERİYYA

 

Birbiriyle sıkı bir alakası bulunan bu iki hadiseyi bu başlık altında toplayarak söze başlıyoruz. İmran bin Masan, Hz. Süleyman bin Davud'un soyundan gelmekteydi. Masan ailesi ise İsrailoğulları'nın ileri gelen liderlerini ve din alimlerini (hahamlarını) bünyesinde toplayan bir aile idi. İmran, Fakur (Fakuz ?)'un kızı Hanne ile evli idi. Hz. Zekeriyya bin Berhıya da Hanne'nin kız kardeşi İşa' ile evliydi. Bir rivayette İşa'ın, İmran'ın kızı Meryem'in kız kardeşi olduğu da söylenir.

 

Hanne, yaşlanıp acuze haline geldiğinden çocuk doğurma zamanı geçmiş bulunuyordu. Aynı zamanda, hiç çocuk doğurmamıştı. Günlerden bir gün, bir ağacın gölgesinde otururken bir kuşun, yavrusunun ağzına yiyecek boşalttığını gördü. Bunun üzerine çocuk sahibi olmayı arzuladı ve kendisine bir çocuk bağışlaması için Allah'a dua etti. Ayrıca kendisine bir çocuk bağışladığı takdirde onu Beytü'l-Makdis'e hizmetkar olarak adamayı söz verdi ve karnındakini Beytü'l-Makdis için bağışladı, fakat onun cinsiyetinin ne olduğunu bilmiyordu. Onların bu şekildeki bağışlama adakları şu tarzda oluyordu:

Adanarak bağışlanan çocuk kilisenin hizmetlerini görür ve buluğ çağına kadar aralıksız bu hizmetlerine devam ederdi. Buluğ çağına gelince o muhayyer kılınır; isterse kilisede kalır, hizmetlerine devam eder, isterse dilediği yere çekip giderdi. Fakat bu tür hizmetlere ancak erkek çocuklar bağışlanıp adanabilirdi. Çünkü kızlar hayız görmeleri sebebiyle bu tür hizmetlere elverişli görülmezlerdi.

 

Daha sonra, Hanne Meryem'e hamile bulunduğu bir sırada İmran vefat etti. Hanne doğum yaptıktan sonra onun kız olduğunu görünce: Allah onun ne doğurduğunu çok iyi bilirken, o: ''Ey Rabb'im! Onu kız olarak doğurdum. Erkek (kilise hizmetlerinde ve orada bulunan kullarla olan hizmet münasebetlerinde) kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim.'' dedi. (Al-i İmran suresi, ayet 36). ''Meryem'' kelimesi onların dilinde ''ibadet (abid ?)'' manasına gelirdi. Sonra Hanne, onu bir bez parçasına sarıp Mescid'e götürdü ve Hz. Harun'un soyundan gelen din alimlerinin (hahamların) eline teslim etti. Hz. Harun'un soyundan gelen bu hahamlar, Şeybe oğullarının Kabe için üstlendikleri görevler ne ise, Beytü'l-Makdis için aynı görevi üstlenmişlerdi. Meryem'in annesi onlara: "İşte benim adadığım kız çocuğum budur, buyurun alınız." dedi. Bunun üzerine onlar, önderlerinin ve kurban işlerini idare ile görevli olan zatın kızı olması hasebiyle, onu alıp bakmak hususunda birbirleriyle yarışa girdiler. Fakat Hz. Zekeriyya: "Teyzesi benim nikahım altında olduğu için ben onu alıp bakmağa daha layıkım." dedi. Bu defa onlar: "Biz en iyisi kur'a çekelim, kime düşerse o alıp baksın." dediler. Bunun zerine kalemlerini akmakta olan bir nehre -bir rivayette bunun Ürdün nehri olduğu söylenir- bıraktılar. Neticede Tevrat yazmak için kullandıkları kalemlerini nehre bıraktılar. Hz. Zekeriyya'nın kalemi suyun üzerine çıktı, diğerlerinin kalemleri ise dibe çöktü. Kur'ayı kazanan Hz. Zekeriyya Meryem'i alıp bakımını üstlendi ve Hz. Yahya'nın annesi olan teyzesine teslim etti. Bundan sonra bir sütanne buldu ve Mescid'in içinde onun kalacağı bir oda yaptırdı. Bu odaya ancak bir merdivenle çıkılıyordu ve oraya kendisinden başka kimse çıkmıyordu. Hz. Zekeriyya, Meryem'in yanında yaz mevsiminde kış meyvesine, kış mevsiminde de yaz meyvesine rastlıyordu. Ona: "Bunlar sana nereden geliyor." diye sorduğunda, o: "Allah katından geliyor." diyerek cevap verirdi. Hz. Zekeriyya, Meryem'in yanında yaz mevsiminde kış meyvesinin, kış mevsiminde de yaz meyvesinin bulunduğunu görünce, Allah'a dua edip kendisi için çocuk istedi ve: "Meryem'e bunu yapan, benim eşimi doğum yapabilecek hale getirebilir, buna gücü yeter." dedi. Sonra: ''Ey Rabb'im! Bana katından temiz bir zürriyet ver. Zira sen duaları işitensin.'' (Al-i İmran suresi, ayet 38) diyerek dua etti.

 

Hz. Zekeriyya, kendilerine ait olan bir mezbahada namaz kılmakta iken, genç bir adam gördü. Gördüğü bu adam Cebrail (A.S.) idi ve ondan korkuya kapılmıştı. Hz. Cebrail ona: ''Gerçekten Allah sana, kendisinden bir kelimeyi (İsa bin Meryem'i) tasdik edici olmak üzere Yahya'yı müjdeliyor .. '' (Al-i İmran suresi, ayet 39) dedi. Hz. Yahya, İsa (A.S.)'yı doğrulayıp ona iman eden ilk kişi oldu. Bunun sebebi şu idi: Hz. Yahya'nın annesi Yahya'ya hamile bulunduğu bir sırada, Hz, İsa'ya hamile olan Meryem ile karşılaştı ve ona: "Ey Meryem! Hamile misin?" diye sordu. Meryem ona: "Niçin soruyorsun?" dedi. Bunun üzerine Yahya'nın annesi: "Karmmdakinin, senin karnındakine secde (tazim) ettiğini görüyorum." dedi. İşte Hz. Yahya'nın, İsa (A.S.)'yı tasdik etmesi budur.

 

Rivayet edildiğine göre, Yahya (A.S.) Hz. İsa'yı üç yaşında iken tasdik etmiş ve Allah O'na Yahya adını vermişti. O'ndan önce kimse bu isimle adlandırılmamıştı. Bu hususla ilgili olarak bir ayette: '' .. Daha önce ona hiç kimseyi adaş yapmadık.'' (Meryem suresi, ayet 7) buyurulur. Diğer bir ayette Hz. Yahya hakkında: ''Dünyaya getirildiği gün de, öleceği gün de, diriltilip (kabrinden) kaldırılacağı gün de ona selam olsunl" (Meryem suresi, ayet 15) buyurulur. Denildiğine göre, Ademoğlunun en zorlu ve sıkıntılı olduğu zamanlar, burada sözü edilen üç gündür. Allah (C.C.), onu bu üç günün sıkıntı ve zorluğundan selamete erdirmiştir. Hz. Yahya, İsa (A.S.)'dan üç yıl önce doğmuştur. Bir rivayette ise altı ay önce dünyaya geldiği söylenir. Hz. Yahya (küçük iken) çocuklarla oynamazdı ve (büyüdüğü zaman da) kadınlara yaklaşmazdı.

 

Hz. Zekeriyya: ''Ey Rabb'im! Bana ihtiyarlık gelip çatmıştır karım da kısır iken benim nasıl oğlum olur?'' (Al-i İmran suresi, ayet 40) dedi. Hz. Zekeriyya bu sözleri söylediği zaman doksan iki, bir rivayette yüz yirmi yaşında bulunuyordu. Hanımı ise bu sırada doksan sekiz yaşındaydı. Bunun üzerine Allah (C.C.) Hz. Zekeriyya'ya: ''Öyle (ama) Allah dilediğini yapar.'' (Al-i İmran suresi, ayet 40) buyurdu. Hz. Zekeriyya, bu sözleriyle doğacak çocuğun kısır karısından mı, yoksa başka bir hanımdan mı kendisine ihsan edileceğini öğrenmek istemişti. Yoksa Allah'ın kudretini İnkar etmek için bu sözleri sarf etmemişti. Sonra Zekeriyya (A.S.): ''Ey Rabb'im! O halde bana (oğlum olacağına dair) bir alamet ver.'' dedi. Allah: ''Senin alametin, üç gün insanlarla işaretten başka türlü konuşmamandır.'' buyurdu. (Al-i İmran suresi, ayet 41). Denildiğine göre, Allah, Hz. Zekeriyya'nın alamet istemesi yüzünden bir ceza olsun diye üç gün konuşmasını yasakladı.

 

Nihayet Yahya doğunca, babası Zekeriyya (A.S.) onun yakışıklı, seyrek saçlı, kısa parmaklı, çatık kaşlı, ince sesli ve çocukluğundan beri Allah'a itaatte kararlı olduğunu gördü. Bir ayette Yahya'nın küçüklükteki durumu hakkında: ''Biz ona çocuk iken hikmet verdik.'' (Meryem suresi, ayet 12) buyurulur.

 

Rivayet edildiğine göre, bir gün emsali olan çocuklar ona: "Ey Yahya! Gel, beraber oynayalım." demişler, o da: "Ben oyun için yaratılmadım." diye cevap vermişti. Hz. Yahya, ot ve ağaç yaprakları yiyerek karnını doyururdu.

 

Denildiğine göre, Hz. Yahya arpa ekmeği ile karnını doyururdu. Bir gün İblis, Hz. Yahya'nın yanına uğramıştı, onun yanında ise bir arpa ekmeği vardı.

 

Bunun üzerine İblis ona: "Sen kendinin zahid olduğunu iddia ediyorsun, halbuki yanına arpa ekmeği almışsın." dedi. Hz. Yahya: "Ey Mel'un! O, beni öldürmeyecek kadar ayakta tutan bir rızıktır." diye cevap verdi. Bunun üzerine İblis: "Ölecek olan birisi için daha az bir rızık kafi gelirdi." dedi. Allah (CC) vahiy yoluyla Hz. Yahya'ya: "Onun sana söylediği bu sözü aklına koy." buyurdu.

 

Hz. Yahya küçük yaşta iken kendisine peygamberlik verildi, bu sebeple insanları Allah'a ibadete davet etti. Kıldan yapılmış elbise giyerdi, hiçbir zaman dirhemi, dinarı ve barınacağı bir meskeni olmadı. Nerede akşam ederse, orada sabahlardı. Hiç bir zaman cariye ve köleye de sahip olmadı. Kendisini ibadete verdi. Bir gün vücuduna baktı, zayıflamış olduğunu görünce ağlamağa başladı. Bunun üzerine Allah vahiy yoluyla: ''Ey Yahya! Vücudun zayıfladı diye mi ağlıyorsun? İzzet ve Celalime yemin ederim ki, eğer cehenneme muttali olsaydın kıldan elbise yerine demir zırh giyerdin.'' buyurdu. Bu sefer Hz. Yahya daha çok ağlamağa başladı; öyle ki ağlamaktan gözyaşları yanaklarının etini yiyip bitirdi ve dişleri görünmeğe başladı. Yahya (A.S.)'nın durumunu öğrenince annesi yanına geldi. Bu sırada babası Hz. Zekeriyya ile birlikte hahamlar (ahbar) da onun yanına geldiler. Zekeriyya (AS.): "Oğulcağızım! Neden böyle yapıyorsun?" diye sordu. Hz. Yahya O'na: "Bunu bana sen emrettin. Çünkü bir zamanlar sen bana: ''Cennet ile cehennem arasında öyle bir yokuş vardır ki, bunu ancak Allah korkusundan dolayı ağlayanlar geçip aşabilir.'' demiştin." diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Zekeriyya: "O zaman ağla, gayret gösterip ibadet etmeğe çalış." dedi. Bu arada annesi, yanaklarının üzerine koyup dişlerini kapatması için ona iki keçe parçası hazırladı, fakat o ağlayarak onları da ıslatıyordu. Hz. Zekeriyya, halka öğüt vermek istediği zaman önce etrafına bakar, eğer Hz. Yahya orada ise cennetten ve cehennemden söz etmezdi.

 

Allah (CC.), Hz. Yahya'yı Tevrat'ın bazı hükümlerini feshetmek (yürürlükten kaldırmak) üzere elçi olarak göndermişti. Onun feshettiği hükümlerin arasında oğlan kardeşinin kızıyla evlenmenin haram olması da vardı. Onların hükümdarları olan Hirodis'in ise hoşuna giden bir kardeş kızı vardı ve onunla evlenmek istiyordu. Hz. Yahya, Hirodis'i kardeşinin kızıyla evlenmekten menetti. Bu hükümdar ise kardeşinin kızının her gün bir ihtiyacını giderip karşılardı. Kızın annesi, Hz. Yahya'nın hükümdara kardeşinin kızıyla evlenmesini yasakladığını duyunca kızına: "Hükümdar, sana ihtiyacını sorduğu zaman, sen ona, Zekeriyya'nın oğlu Yahya'yı boğazlayıp öldürmeni istiyorum dersin." dedi. Kız, hükümdarın yanına girdiğinde, ona ne gibi ihtiyaçları olduğunu sordu. O da: "Zekeriyya'nın oğlu Yahya'yı boğazlamanı istiyorum." dedi. Hükümdar: "Benden başka bir şey iste." dedi. Fakat kız: "Onu boğazlamandan başka senden bir şey istemiyorum." deyip diretince, hükümdar, Yahya'yı çağırıp bir de leğen getirtti ve Hz. Yahya'yı boğazlattı. Kız, Hz. Yahya'nın kesilen başını görünce: "İşte bugün gözlerim mutlu oldu." dedi, sonra sarayının damına çıktı ve damdan aşağıya düştü. Sarayın alt kısmında, yani yerde azgın köpekleri bulunmaktaydı. Düşer düşmez köpekler saldırdı ve baka baka kendisini yemeğe başladılar. İbret alması için, köpeklerin en son yedikleri şey gözleri oldu. Hz. Yahya öldürüldüğü zaman kanından bir damlası yere düşmüştü. Bu kan damlası, Allah'ın onların üzerlerine Buht Nassar'ı göndermesine kadar kaynayıp durdu. Nihayet bir kadın Buht Nassar'ın yanına gidip bu kan damlasını gösterdi. Allah, Buht Nassar'ın kalbine bu kan damlası kaynamasını bırakıp sakinleşinceye kadar İsrailOğullarını öldürmeğe devam etmesini ilham etti. O da, bu kan damlası sakinleşip duruncaya kadar onlardan yetmiş bin kişi öldürdü.

 

Süddi de buna yakın şeyler söylemiştir; fakat o, bundan farklı olarak şunları anlatmıştır:

"Hükümdar, karısının kızıyla (üvey kızı olabilir?) evlenmek istemişti; fakat Hz. Yahya onu bundan alıkoymak istedi, bunun üzerine karısı Hz. Yahya'yı öldürmesini talep etti. Bu durum karşısında hükümdar, Hz. Yahya'ya birisini gönderdi ve giden kişi onu öldürüp başını bir leğenin içerisine koyarak hükümdarın huzuruna getirdi. Bu sırada Hz. Yahya'nın kesilen başı: ''Bu kızla evlenmek sana helal olmaz.'' diyordu. Nihayet Yahya'nın kanı kaynamağa başladı; şehrin surlarına yükselinceye kadar üzerine toprak attılarsa da, kanın kabarıp kaynaması durdurulamadı. Bunun üzerine Allah, onların başına büyük bir orduyla birlikte Buht Nassar'ı musallat etti. Buht Nassar, muhasara altına alıp kuşattıysa da onlara karşı bir zafer elde edemedi. Buht Nassar geri dönmek isteyince, İsrailoğulları'ndan bir acuze kadın onun yanına gelip: ''Duyduğuma göre, geri dönüyormuşsun.'' dedi. Buht Nassar: ''Evet, çoktandır buradayız, askerler açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Ayrıca askerlerin erzakı da azaldı. Bu yüzden onlar sıkıntıya maruz kaldılar.'' dedi. Acuze kadın ona: ''Eğer ben sana şehri açacak olursam, öldürülmelerini istediğim kimseleri öldürdükten sonra, öldürme işini durdurmanı istediğim zaman öldürmekten vazgeçer misin?'' diye sordu. Buht Nassar: ''Evet, vazgeçerim.'' diye cevap verdi. Bunun üzerine kadın ona: ''Önce askerlerini dörde taksim et, sonra onları şehrin çevresine yerleştir. Bundan sonra da ellerinizi göğe kaldırıp: 'Allah'ım! Senden Yahya bin Zekeriyya'nın kanı üzerine fetih istiyoruz.' diyerek dua edin.'' dedi. Kadının dediğini yaptılar. Az sonra şehrin suru yıkıldı ve şehre girdiler. Kadın Hz. Yahya bin Zekeriyya'nın kanının sakinleşmesine kadar, onun kanı üzerine İsrailoğullarını öldürmelerine devam etmelerini istedi. Nihayet Hz. Yahya'nın kanının sakinleşmesine kadar yetmiş bin kişi öldürüldü. Bundan sonra kadın, Buht Nassar'dan öldürme işini durdurmasını istedi, o da vermiş olduğu sözden dolayı öldürme işine son verdi."

 

"Sonra Buht Nassar, Beytü'l-Makdis'i tahrip etti ve oraya kokmuş leşler atılmasını emretti. Bundan sonra yanına Danyal'ı ve İsrailoğulları'nın ileri gelenlerinden Azarya ve Mişail gibi bir kısım insanları alıp geri döndü. Ayrıca Calut'un kellesini de yanına alıp götürdü. Danyal, Buht Nassar'ın katında büyük bir itibar ve değere sahipti. Fakat onu çekemeyen Mecusiler, jurnalde bulunarak onunla Buht Nassar'ın arasını açtılar."

 

Bundan sonra Süddi, daha önce yukarıda bahsedildiği üzere, Buht Nassar'ın, İsrailoğulları'nın ileri gelen kişilerini parçalaması için bir aslanın önüne attığım, onları aslandan kurtarmak üzere bir melek gönderildiğini ve Buht Nassar'ın suretinin (bir aslan suretine) değiştirilip vahşi hayvanlar arasında yedi yıl kaldığını zikretmektedir.

Süddi'nin zikrettiği bu rivayet ile bizim zikretmediğimiz diğer rivayetlerde, Hz. Yahya bin Zekeriyya'yı öldürmeleri üzerine İsrailoğulları'nı öldürüp, Beytü'l-Makdis'i tahrip eden kişinin Buht Nassar olduğu görüşü, siyer ve tarihçiler ile geçmiş milletlerin hayatları hakkında bilgi sahibi olan kimseler tarafından asılsız kabul edilmiştir; çünkü adı geçen bu kimselerin tümü, Buht Nassar'ın İsrailoğulları'nın üzerine, onların İrmiya bin Halkıya'nın zamanında peygamberleri Şa'ya'yı öldürdükleri bir sırada yürüyüp onları öldürdüğünü ittifakla kabul etmişlerdir. Ayrıca Hıristiyan ve Yahudilere göre, İrmıya'nın zamanı ile Hz. Yahya'nın öldürülmesi arasında dört yüz altmış bir yıllık bir zaman farkı vardır. Yahudiler ve Hıristiyanlar bu hususun kitaplarında ve dini metinlerinde açık bir şekilde belirtilmiş olduğunu da ileri sürerler. Diğer taraftan Mecusiler, Buht Nassar'ın İsrailoğulları'nın üzerine yürümesi ile İskender'in ölümüne kadar geçen müddet konusunda Hıristiyan ve Yahudiler ile aynı görüşü paylaştıkları halde, İskender'in ölümü ile Hz. Yahya'nın doğumu arasındaki müddet konusunda onlardan ayrılırlar ve bu müddetin elli bir yılolduğunu iddia ederler.

 

İbn İshak ise bu konuda şöyle diyor: "Gerçek şu ki, İsrail Oğulları Babil'den döndükten sonra Beytü'lMakdis'i imar ettiler ve nüfusça bir hayli çoğaldılar. Daha sonra eskisi gibi günah işlemeğe başladılar, Allah da onlara peygamberler göndermeğe devam etti. Fakat onlar, kendilerine gönderilen peygamberlerin bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler. Allah onlara en son olarak Hz. Zekeriyya ile oğlu Hz. Yahya'yı ve Meryem oğlu Hz. İsa'yı peygamber olarak gönderdi, fakat onlar, Hz. Zekeriyya ile oğlu Hz. Yahya'yı öldürdüler. Bunun üzerine Allah (C.C.), onların üzerine Babil hükümdarlarından Cuders (Hardus ?) adında bir hükümdarı gönderdi. Bu hükümdar harekete geçip onların üzerine yürüdü ve bulundukları Şam (Suriye) bölgesine geldi. Beytü'l-Makdis'e gelince, fil sahibi olan askerlerinden NEbuzazan adındaki büyük bir kumandana: ''Ben daha önce, İsrailoğullarına karşı zafer kazanırsam, kanları askerlerimin arasında oluk oluk akıp, öldürecek hiçbir kimse kalmayıncaya kadar onları öldürmeğe devam edeceğime yemin etmiştim.'' dedi ve şehre girip bu durum gerçekleşene kadar onları öldürmeğe devam etmesini emretti. Bunun üzerine NEbuzazan (Nebllzerazan ?) şehre girdi ve onların kurbanlarım takdim ettikleri yere gelip durdu. Burada kaynayıp durmakta olan bir kan gördü ve: ''Ey İsrailoğulları! Bu kan neden kaynıyor?'' diye sordu: Onlar: ''Bu, bizim takdim ettiğimiz, fakat kabul edilmeyen bir kurbanımızın kanıdır. Bu yüzden kaynıyor.'' diye cevap verdiler. Nebuzazan onlara: ''Bana doğruyu söylemediniz.'' dedi. Bu sefer onlar: ''Hükümdarlık ve peygamberliğin arkası bizden kesildi, bu yüzden kurbanlarımız kabul edilmez oldu.'' dediler. Bunun üzerine Nebllzazan, bu kan yüzünden, onların ileri gelen şahsiyetlerinden yedi yüz yetmiş kişiyi boğazlattı, fakat kan yine dinmedi ve kaynamasına devam etti. Bu defa alimlerinden yedi yüz kişi getirilip onların da bu kan üzerine boğazlanmasını emretti. Nihayet onlar da boğazlanıp öldürüldüler, fakat kan yine dinmedi. Nebllzazan, kanın dinmediğini görünce onlara: ''Ey İsrailOğulları! Bana doğruyu söyleyin ve Allah'ın emrine karşı sabırlı olun. Yeryüzündeki hükümdarlığınız bir hayli uzun sürdü. Bu müddet içinde dilediğinizi yaptınız. Sizden erkek ve kadın, ateş üfleyecek bir kimse kalmayıncaya kadar öldürmezden önce bana doğruyu söyleyin.'' dedi."

"İsrailoğulları işin ciddiyetini ve katliamın şiddetini görünce, ona doğruyu söylediler ve: ''Bu kan, bizi Allah'ın gazabına sebep olacak birçok şeyden menedip alıkoyan bir peygamberin kanıdır. Bu peygamber sizin haberinizi bize bildirmişti, fakat biz onu tasdik edip doğrulamadık ve öldürdük. İşte bu kan onun kanıdır.'' dediler. Nebllzazan onlara: ''Bu peygamberin adı ne idi?'' diye sordu, ''Yahya bin Zekeriyya idi.'' diye cevap verdiler Nebllzazan: ''İşte şimdi bana doğruyu söylediniz. Rabb'iniz işte bunun için sizden intikam alıyor.'' dedi ve secdeye kapandı. Sonra çevresinde bulunanlara: ''Şehrin kapılarını kapatın ve burada bulunan Cüders'in askerlerini şehrin dışına çıkarın.'' dedi. Onlar da kumandanın bu sözünü yerine getirdiler. İsrailoğulları ile başbaşa kalan Nebuzazan kana hitaben: ''Ey Yahya! Benim ve senin Rabb'in olan Allah, senin yüzünden kavminin başına gelenleri ve kanının karşılığı olmak üzere onlardan ne kadar kişinin öldürüldüğünü biliyor. Ey Yahya'nın kanı! Kavmin bitip tükenmeden Allah'ın izniyle artık yatış, sakin ol.'' dedi ve kan sükunet bulup durdu. Bunun üzerine Nebllzazan onları öldürmeyi durdurdu ve: ''İsrailoğulları'nın inandığı Allah'a ben de inandım ve O'ndan başka Rabb olmadığına, yakinen tasdik edip iman ettim.'' dedi. Sonra İsrailoğulları'na: ''Kanlarınız Cüders'in ordugahının içine akıncaya kadar bana sizi öldürmemi emretti. Ben onun emrine karşı gelemem.'' dedi. İsrailoğulları: ''Öyle ise onun emrini yerine getir.'' diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Nebuzazan onlara bir çukur kazmalarını, sonra at, katır, eşek, sığır, koyun ve deve ne varsa getirip bunları boğazladıktan sonra çukura doldurmalarını emretti. Kan iyice çoğalıncaya kadar hayvanları boğazlatmağa da devam etti. Sonra biriken kanların üzerine su döktürmek suretiyle kanın Cüders'in ordugahına kadar akmasını sağladı. Bundan sonra daha önce öldürmüş olduğu kimselerin cesetlerinin getirilmesini ve bunların, hayvanlarla doldurulmuş olan çukurun üzerine atılmalarını istedi. Nihayet getirilen cesetler, daha önce hayvanlarla doldurulmuş çukurun üzerine bırakıldılar. Cüders, kanın ordugahına kadar geldiğini görünce, Nebuzazan'a haber gönderip: ''Artık öldürme işini durdur, yaptıklarının intikamını onlardan aldım.'' dedi."

 

İşte bu, Allah (C.C.)'ın İsrailOğullarına gönderdiği imha hadiselerinin son halkasıdır. Allah, bu hadiseyi peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e şu ayetlerle bildirmektedir:

''Biz Kitab'da İsrailoğullarına şu hükmü verdik: Siz o ülkede iki defa fesat çıkaracaksınlZ ve (bana karşı) büyük bir serkeşlik yapıp kabaracaksınız! İşte o iki (fesadınızdan) birincisinin zamanı gelince, sizin üzerinize güçlü, kuvvetli kullarımızı gönderdik, onlar da evlerin aralarına kadar girip (sizi) araştırdılar. Bu, yapılması gereken bir vaat idi. Sonra tekrar size, onları yenme imkanı verdik; sizi mallarla, oğullarla destekledik ve savaşçılarınızı çoğalttık. Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, o da kendi aleyhinize olur. Sonuncu (başkaldırmanızın cezalandırılma) zamanı gelince, yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebep olsunlar), ilk kez girdikleri gibi Mescid'e (Beytü'l-Makdis'e) girip (tahrip etsinler) ve ele geçirdiklerini mahvetsinler diye (yine öyle kullar gönderdik). (Tövbe ederseniz) Rabb'inizin sizi esirgeyeceğini umabilirsiniz. (Eğer tekrar fesada) dönerseniz, biz de sizi (cezalandırmağa) döneriz. Biz cehennemi kafirlere bir zindan yaptık.'' (İsra' suresi, ayet 4-8).

 

Allah, İsrailoğulları'nın başına ilk vak'ada Buht Nassar ve ordusunu musallat etti. Sonra İsrailOğUlları 'na tekrar devlet ve galebe imkanı verdi. Bundan sonra ise son vak'ada onların üzerine Cüders ve ordusunu musallat kıldı. Bu son vak'a İsrailOğulları için öbüründen daha ağır oldu; ülkeleri harap oldu, savaş erleri öldürüldü, kadınları ve çocukları esir edildi. Bu hususla ilgili olarak Allah: '' '' galebe ve istila ettiklerini mahvetsinler diye (başınıza yine düşmanlar musallat ettik.)'' (İsra' suresi, ayet 7) buyurur.

Bazı alimler, Hz. Yahya'nın Erdeşir bin Babek'in döneminde öldürüldüğünü ileri sürmüşlerdir. Bir rivayette de onun öldürülmesinin Hz. İsa'nın (göklere) kaldırılmasından bir buçuk yıl önce olduğu söylenir. Doğrusunu ise Allah bilir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

ZEKERİYYA'NIN ÖLDÜRÜLMESİ