SAHİH-İ MÜSLİM

İMAN

 

باب الأمر بالأيمان بالله تعالى ورسوله صلى الله عليه وسلم وشرائع الدين، والدعاء إليه، والسؤال عنه، وحفظه، وتبليغه من لم يبلغه

6- YÜCE ALLAH'A, ONUN RESULÜNE (Sallallahu aleyhi ve Sellem), DİNİN ŞERİATLERİNE İMAN ETMEK, DİNE DAVET VE O'NA DAİR SORU SORMAK, O'NU KORUMAK VE DİNİ ULAŞMADIGI KİMSEYE TEBLİĞ EDİP, ULAŞTIRMANIN EMREDİLDİĞİ BABI

 

23 - (17) حدثنا خلف بن هشام. حدثنا حماد بن زيد، عن أبي حمزة؛ قال: سمعت ابن عباس. ح وحدثنا يحيى بن يحيى واللفظ له. أخبرنا عباد بن عباد، عن أبي جمرة، عن ابن عباس؛ قال : قدم وفد عبدالقيس على رسول الله صلى الله عليه وسلم. فقالوا: يا رسول الله! إنا، هذا الحي من ربيعة، وقد حالت بيننا وبينك كفار مضر. فلا نخلص إليك إلا في شهر الحرام. فمرنا بأمر نعمل به، وندعو إليه من وراءنا. وقال: "آمركم بأربع. وأنهاكم عن أربع. الإيمان بالله (ثم فسرها لهم فقال) شهادة أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله. وإقام الصلاة. وإيتاء الزكاة. وأن تؤدوا خمس ما غنمتم. وأنهاكم عن الدباء. والحنتم. والنقير. والمقير" زاد خلف في روايته "شهادة أن لا إله إلا الله" وعقد واحدة.

 

115- Bize Halef b. Hişam tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd, Ebu Cemre'den şöyle dediğini tahdis etti (1I46a): İbn Abbas (r.a.)'i dinledim. (H)  Bize -lafız kendisinin olmak üzere- Yahya b. Yahya da tahdis etti. Bize Abbad, Ebu Cemre'den haber verdi. O İbn Abbas (r.a.)'dan şöyle dediğini nakletti: - Abdulkays heyeti Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gelip dediler ki: Ey Allah'ın Resulü bizler Rabia'nın bir koluyuz. Bizlerle senin arana da şu Mudar kafirleri engeldir. Senin yanına ancak haram ayında gelebiliyoruz. Bize kendisiyle amel edeceğimiz ve geride bıraktıklarımızı kendisine çağıracağımız bir emir ver. Allah Resulü şöyle buyurdu:

 

"Size dört hususu emrediyor ve size dört şeyi yasaklıyorum: (Size emrettiklerim) Allah'a iman etmek -sonra bunu kendilerine açıklayarak şöyle buyurdu-: Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahadet getirmek, namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek ve aldığınız ganimetlerin beşte birini vermeniz, size dubba'yı, hantem'i, nakir'i ve mukayyer'i yasaklıyorum."

 

Halef (1I46b) rivayetinde: "Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet getirmek" deyip, bir parmağını yummuştur, ifadesini ekledi.

 

Diğer tahric: Buhari, 53, 523,1398,3095,3510,4368,4369,6176,7266,7556; Müslim, 5147; Ebu Davud, 3692, 4677; Tirmizi, 1599,2611; Nesai, 5046, 5708; Tuhfetu'l-Eşraf, 6524

 

 

24 - (17) حدثنا أبو بكر بن أبي شيبة، ومحمد بن المثنى، ومحمد بن بشار. وألفاظهم متقاربة. قال  أبو بكر: حدثنا غندور، عن شعبة. وقال الآخران: حدثنا محمد بن جعفر، حدثنا شعبة عن أبي جمرة؛ قال:

 كنت أترجم بين يدي ابن عباس، وبين الناس فأتته امرأة تسأله عن نبيذ الجر. فقال: إن وفد عبدالقيس أتوا رسول الله صلى الله عليه وسلم. فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "من الوفد؟ أو من القوم؟" قالوا:

 ربيعة، قال: "مرحبا بالقوم. أو بالوفد. غير خزايا ولا الندامى". قال: فقالوا: يا رسول الله! إنا نأتيك بشقة بعيدة. وإن بيننا وبينك هذا الحي من كفار مضر. وإنا لا نستطيع أن نأتيك إلا في شهر الحرام. فمرنا بأمر فصل نخبر به من وراءنا، ندخل به الجنة. قال: فأمرهم بأربع ونهاهم عن أربع. قال: أمرهم بالأيمان بالله وحده. وقال: "هل تدرون ما الإيمان بالله؟" قالوا: الله ورسوله أعلم قال: "شهادة أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله. وإقام الصلاة . وإيتاء الزكاة. وصوم رمضان. وأن تؤدوا خمسا من المغنم" ونهاهم عن الدباء والحنتم والمزفت. قال شعبة: وربما قال: النقير. قال شعبة: وربما قال: المقير. وقال: "احفظوه وأخبروا به من ورائكم". وقال أبو بكر في روايته "من ورائكم" وليس في روايته المقير.

 

116- Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Muhammed b. el-Müsenna ve Muhammed b. Beşşar -ki lafızları birbirine yakındır- tahdis etti. Ebu Bekr dedi ki: Bize Gunder, Şube'den tahdis etti. Diğer ikisi dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer tahdis etti. Bize Şube, Ebu Cemre'den şöyle dediğini tahdis etti: İbn Abbas'ın huzurunda onunla insanlar arasında tercümanlık yapıyordum. Ona bir kadın gelerek testilerde yapılan nebiz (şıra) hakkında soru sordu, o şöyle dedi: Abdulkayslılar heyeti Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e geldi.

 

Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "(Siz) kimin heyetisiniz yahut (siz) hangi kavimsiniz" buyurdu. Onlar: Rabia dediler.

 

Allah Raslilü: "Bu gelen kavme -yahut heyete- merhaba! Utanıp, mahcup olmayasınız, pişman olmayasınız" buyurdu.

 

(İbn  Abbas) dedi ki: Heyettekiler: Ey Allah'ın Rasulü, biz sana çok uzak bir yoldan geliyoruz. Bizimle senin aranda da (1/47a) Mudar kafirlerinden olan şu kabile bulunuyor. Bizler de sana (bundan dolayı) ancak haram ayında gelebiliyoruz. Bize açık seçik bir emir ver de onu geride bıraktıklanmıza haber olarak götürelim ve onunla cennete girelim, dediler.

 

(İbn Abbas) dedi ki: Onlara dört hususu emretti ve dört hususu da kendilerine yasakladı. (Devamla) dedi ki: Onlara bir ve tek olarak Allah'a iman etmeyi emretti ve: ''Allah'a iman ne demektir biliyor musunuz" buyurdu.

 

Onlar: Allah ve Resulü en iyi bilir, dediler. O: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve şüphesiz Muhammed'in Allah'ın ResuIü olduğuna şahadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek, ramazan orucunu tutmak ve ganimetierden beşte birini eksiksiz vermek" buyurdu.

 

Sonra onlara dubba'yı, hantem'i ve müzeffet'i yasakladı.

 

Şu'be dedi ki: (Ebu Cemre) belki nakir'i, belki de mukayyer'i, dedi. (Allah Resulü ayrıca): "Bunu iyice belleyin ve sizden geri kalanlara bunu haber verin" buyurdu.

 

Ebu Bekr ise rivayetinde: "Sizden geri kalan kimselere" dedi, ama onun rivayetinde de mukayyer'den söz edilmemiştir.

 

 

Tahric bilgisi yukarıdaki 115 ile aynı.

 

AÇIKLAMA:        "Ebu Bekr dedi ki ... Bize Şube tahdis etti." Bu ifadeler Müslim (r.a.)'ın ihtiyatlı oluşundan dolayı böyledir. Çünkü Gunder, Muhammed b. Cafer'in kendisidir ama Ebu Bekr onu lakabıyla zikretmiş, diğer iki ravi ise ondan adıyla ve nesebiyle söz etmiştir. Ebu Bekr: Ondan, o Şube'den derken diğer ikisi ondan (Muhammed b. Cafer'den) bize Şube tahdis etti, diye rivayet etmişlerdir.

 

Böylelikle onunla diğer ikisi arasındaki farklılık iki bakımdan ortaya çıkmış olmaktadır. İşte bu sebeple Müslim (rahimehullah) buna dikkat çekmiş olmaktadır. Mukaddimede meşhur olan kanaate göre dal harfi fethalı olarak "Gunder" denileceği, Cevheri'nin ise bunun "(Jundur" okuyuşunu da naklettiği geçmiş bulunmaktadır. Ona bu lakabın veriliş sebebi de daha önce açıklanmış idi.

 

"İbn Abbas'ın huzurunda (onunla) insanlar arasında tercümanlık yapıyordum." Asıl nüshalarda bu şekildedir. Takdiri ise: İbn Abbas'ın huzurunda onunla insanlar arasında şeklindedir. Burada "onunla" lafzı sözün ona delaleti dolayısıyla hazfedilmiştir. Maksadın: İbn Abbas ile insanlar arasında, şeklinde olması da mümkündür. Nitekim Buhari ve başkalarında "huzurunda" lafzı hazfedilmiştir. Böylelikle (huzurunda anlamını verdiğimiz): "Beyne yedey: lafzan, ellerinin arasında)" tabiri kişinin tamamını ifade eden bir tabir olur. Yüce Allah'ın: "Kişinin ellerinin önünden getirdiklerine bakacağı gün" (Nebe, 40) Yani önceden gönderdiklerinin hepsine bakacağı gün demektir. Allah en iyi bilendir.

 

"Tercüme"nin anlamı ise bir dildeki bir ifadeyi başka bir dilde anlatmaktır. Denildiğine göre bu kişi Farsça konuşuyordu, o da İbn Abbas'a Farsça konuşanların konuşmalarını tercüme ediyordu. Şeyh Ebu Amr es-Salah (rahimehullah) dedi ki: Benim kanaatime göre İbn Abbas'ın söylediklerini insanlar arasında anlayamayanlara tebliğ edip, aktarıyordu. Bunun sebebi ise ya onun sözünü dinlemeye engelolan kalabalıktı, böylelikle (yüksek sesle) onlara işittirdi, özlü konuştuğu için tam anlaşılması imkanı olmadığından o onların anlamalarını sağladı ya da benzeri bir sebeple böyle olmuştu. Onun "insanlar" lafzını mutlak olarak kullanması bu izlenimi vermektedir. (Devamla) dedi ki: Esasen tercüme de bir dildeki bir ifadenin başka bir dil ile açıklanmasına ait özel bir tabir değildir. Çünkü ilim adamları şu bap tabiri hakkında da "tercüme" adını vermişlerdir. Çünkü bap başlığı ondan sonra zikredeceği şeylerin ne olduğunu ifade eder. İbnu's-Salah'ın ifadeleri burada sona ermektedir.

 

Görünen o ki, bu insanlara onun neler söylediklerini, İbn Abbas'a da onların neler söylediklerini anlatıyordu. Allah en iyi bilendir.

"Ona testilerde yapılan nebiz (şıra) hakkında soru soran bir kadın geldi."

Testi bilinen bir tür seramikten yapılan kaptır.

Bunda bir kadının yabancı erkeklere -ihtiyaç sebebiyle- fetva sormasının, erkeklerin seslerini duyup dinlemesinin, erkeklerin de onun sesini duyup dinlemesinin caiz olduğuna delil vardır.

 

İbn Abbas'ın "Abdulkayslılar heyeti. .. " sözlerinde (1/186) de İbn Abbas (r.a.)'ın kabul ettiği görüşü bu gibi kaplarda nebiz (şıra) yapmanın yasaklığının nesh edilmemiş olduğuna, aksine hükmünün devam ettiği kanaatinde olduğuna delil vardır. Bu husustaki görüş ayrılığını az önce açıkladık.

 

(116) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Gelenlere merhaba" buyruğundaki "merhaba" lafzı mastar (meful-u mutlak) olarak mansubtur. Araplar bu lafzı çokça kullanmışlar, bununla iyilikte bulunmayı ve güzel bir şekilde karşılamayı kastederler. Genişlik, rahatlık ve bollukla karşılaşasın, demektir.

 

"Utanmayasınız, pişman olmayasınız." Asıl yazmalarda bu şekilde,''(....): Pişman olanlar" anlamındaki lafız elif, lam ile, "(.....): Mahcup olanlar, utananlar" anlamındaki lafız da elif lam'sız olarak gelmiştir. Başka bir yerde her iki kelime de elif lam'lı geldiği gibi her ikisinin de gelmediği rivayetler de vardır.

 

Bu rivayetlerde "~): olmayasınız" anlamındaki lafızda re harfi hal olarak nasbedilmiştir. et-Tahrir sahibi bunun "kavm: gelenler" lafzının sıfatı olarak kesreli geldiğinin rivayet edildiğine de işaret etmiş ise de bilinen birinci şekildir. Ayrıca buna Buhari'nin rivayetinde: "(......): Utanmayarak ve pişman olmayarak gelenlere merhaba" rivayeti delildir. Allah en iyi bilendir.

 

"(......): Utananlar" kelimesi "(......): Utanan" kelimesinin çoğuludur.

Alçalmış ve alçaltılmış anlamında olduğu da söylenmiştir.

 

"(.....): Pişman olanlar" kelimesinin ise (0L.~)'in çoğulu olduğu da söylenmiştir. Bunun pişman olan anlamındaki (....)'in bir diğer söyleyişi olduğu da söylenmiştir, bunu Camiu'l-luga'nın sahibi el-Kazzaz ile el-Cevheri de Sihah'ında nakletmişlerdir. Bu lafzın hadis-i şerifte çoğunluğunun bu şekilde yapılmasının sebebinin utananlar anlamındaki lafza (ses itibariyle) uydurmak olduğu da söylenmiştir. Arap dilinde ise bu şekilde kullanım (itba) pek çoktur. Bu da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in fasahatından ileri gelir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "........): Ecir almamışlar (aksine) günah kazanmışlar olarak geri dönün" buyruğu da bu kabildendir. Burada günah kazanmışlar olarak anlamındaki laflZ "ecir kazanmışlar olarak" anlamındaki lafza itba edilmiştir. (Ses bakımından uydurulmuştur.) İlim adamlarının söylediklerine göre Arapların: "(......): Ben ona sabah vakitlerinde de, akşam vakitlerinde de giderim" şeklindeki sözleri de bu türdendir.

 

Hadis-i şerifteki ibarenin anlamına gelince, siz İslam' dan geri kalmadınız (Müslüman olmakta) gecikmediniz, inat etmediniz, esir edilmek, çoluk çocuklarınızın köleleştirilmesi gibi bir musibete uğramadınız ve dolayısıyla utanacağınız yahut zelil olacağınız, küçültüleceğiniz, pişman olacağınız benzeri hallerle karşılaşmadınız. Allah en iyi bilendir.

 

"Ey Allah'ın Rasulü, biz sana uzak bir yoldan geliyoruz" ifadesindeki "uzak yol" lafzı yolculukta alınan mesafenin uzaklığını anlatır. Bu uzak yola insana zor ve meşakkatli gelmesinden dolayı (şukka) denildiği söylendiği gibi, bu zaten uzak mesafe demektir de denilmiştir. İnsanın yolculuk yapmak üzere çıkıp gideceği son yere de böyle denildiği söylenmiştir. Buna göre onlar geldikleri mesafenin çok uzak olduğunu söylemek istemişlerdir. Allah en iyi bilendir.

 

"Bize açık seçik bir emir ver" şeklindeki sözlerine gelince, Hattabi ve başkaları: Kendisinden maksadın açık seçik anlaşıldığı ve anlaşılmasında güçlük çekilmeyen söz, demektir, diye açıklamışladır.

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sizden geride ka/an/ara da haber verin" lafzı ve Ebu Bekr'in rivayetinde işaret ettiği farklılık anlam itibariyle birdir.

 

"Nasr b. Ali el-Cahdam'i"nin ismi ile ilgili açıklama Mukaddimenin şerhinde geçmiş bulunmaktadır. "İkisi birlikte dedi ki" ifadesi yani zikrettiği şekilde her ikisi birlikte tahdis ettiler. Bu da ya her ikisinin bir arada aynı zamanda bunu tahdis ettikleri yahut ayrı iki vakitte tahdis ettikleri anlamındadır. (1/188) Bunun mutlaka aynı anda olması zorunludur, diye inanan bir kimse açık bir hata içerisindedir.

 

 

25 - (17) وحدثني عبيدالله بن معاذ. حدثنا أبي. ح وحدثنا نصر بن علي الجهضمي. قال: أخبرني أبي. قالا جميعا: حدثنا قرة بن خالد، عن أبي جمرة، عن ابن عباس، عن النبي صلى الله عليه وسلم بهذا الحديث. نحوا حديث شعبة. وقال: "أنهاكم عما ينبذ في الدباء والنقير والحنتم المزفت وزاد ابن معاذ في حديثه عن أبيه قال: وقال رسول الله صلى الله عليه وسلم للأشج، أشج عبدالقيس "إن فيك خصلتين يحبهما الله: الحلم والأناة".

 

117- Bana Ubeydullah b. Muaz da tahdis etti. (1/47b) Bize babam tahdis etti. (H) Bize Nasr b. Ali el-Cahdam'i de tahdis edip dedi ki: Bana babam tahdis etti. İkisi birlikte dediler ki: Bize Kurra b. Halid, Ebu Cemre'den tahdis etti. O İbn Abbas'tan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu hadisi Şube'nin hadisi rivayetine yakın olarak rivayet etti ve (onun rivayetine göre Allah Rasulü) şöyle buyurdu: "Sizlere dubba, nakfr, hantem ve müzeffet'te yapılan şıra/arı yasaklıyorum. "

 

İbn Muaz, hadisi rivayetinde babasından ziyade olarak şunları söylemektedir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayrıca Eşec'e yani Abdulkayslıların Eşec'ine şunları söyledi: "Şüphesiz sende Allah'ın sevdiği iki haslet vardır:

Vakar ve ağır başlılık (aceleci olmamak)"

 

 

Bunun tahrici de 115 ile aynıdır.

 

AÇIKLAMA: "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de el-Eşec'e yani Abdulkays'ın Eşec'ine buyurdu." el-Eşec'in adı el-Münzir b. Aiz'dir. İbn Abdilberr'in ve çoğunluğun yahut çok kimsenin söylediği budur. İbnu'l-Kelbi ise: Adı el-Munzir b. Haris b. Ziyad b. Asar b. Avf'dır. Adının el-Münzir b. Amir olduğu, elMünzir b. Ubeyd olduğu söylendiği gibi Aiz b. el-Münzir olduğu, Abdullah b. Avf olduğu da söylenmiştir.

 

(Vakar diye tercüme ettiğimiz): "Hiim" akıl demektir. "Ağır başlılık" anlamını verdiğimiz (el-enat) ise işi sağlam tutmak ve acele etmemektir. Nebi (s.a.v.)'in ona bu şekilde hitap etmesinin sebebi ise hadis-i şerifte belirtildiği üzere Medine'ye varır varmaz Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna çıkmakta ellerini çabuk tutmalarıdır.

el-Eşec ise onların eşyalarının, bineklerinin yanında kalarak onları bir araya getirdikten sonra devesini bağladı, en güzel elbiselerini giydi sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna vardı. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu yanına yakınlaştırdı ve yanında oturttu. Sonra da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Kendiniz adına ve kavminiz adına bey'at eder misiniz" buyurdu. Oradakiler evet deyince, el-Eşec şöyle dedi: Ey Allah'ın Resuıü, şüphesiz ki sen hiçbir kimseden dininden daha değerli bir şey istemedin. Biz sana kendi adımıza bey'at ederiz ama onları (geride kalanları) davet edecek birisini göndeririz. Bize uyan bizden olur, uymayı kabul etmeyenle de savaşırız, dedi. Allah Resulü: "Doğru söyledin, gerçekten sende Allah'ın sevdiği iki haslet vardır ... " buyurdu.

 

Kadı lyaz dedi ki: Ağır başlılık onun durumunu gözden geçirmesi için gecikmesi ve acele etmemesidir. Vakar sahibi olması ise onun esas en söylediği bu sözlerin aklının sağlam, neticelere bakıp değerlendirmesinin de güzel olduğunu gösterir.

Derim ki: Bu Ebu Ya'la'nın Müsnedi ile başka kaynaklarda zikredilen şu hadise muhalif değildir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) el-Eşec' e: "Sende Allah'ın sevdiği iki haslet vardır ... " buyurunca el-Eşec: Ey Allah'ın Resuıü, bunlar önceden mi bende vardı yoksa yeni mi ortaya çıktılar, sordu. Allah Resuıü (s.a.v.): "Hayır, önceden de vardı" buyurdu. (el-Eşec) dedi ki: Ben de: Beni sevdiği iki haslete sahip olarak yaratan Allah'a hamdolsun, dedim.

 

 

26 - (18) حدثنا يحيى بن أيوب. حدثنا ابن علية. حدثنا سعيد بن أبي عروبة، عن قتادة، قال: حدثنا من لقي الوفد الذين قدموا على رسول الله صلى الله عليه وسلم من عبدالقيس. قال سعيد: وذكر قتادة أبا نضرة، عن أبي سعيد الخدري في حديثه هذا؛ أن أناسا من عبدالقيس قدموا على رسول الله صلى الله عليه وسلم فقالوا: يا نبي الله! إنا حي من ربيعة. وبيننا وبينك كفار مضر. ولا نقدر عليك إلا في أشهر الحرم فمرنا بأمر نأمر به من وراءنا، وندخل به الجنة، إذا نحن أخذنا به. فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "آمركم بأربع. وأنهاكم عن أربع. اعبدوا الله ولا تشركوا به شيئا. وأقيموا الصلاة. وآتوا الزكاة. وصوموا رمضان. وأعطوا الخمس من الغنائم. وأنهاكم عن أربع. عن الدباء. والحنتم. والمزفت والنقير". قالوا: يا نبي الله! ما علمكم بالنقير؟ قال: "بلى. جذع تنقرونه. فتقذفون فيه من القطيعاء"(قال سعيد: أو قال "من التمر) ثم تصبون فيه من الماء. حتى إذا سكن غليانه شربتموه. حتى إن أحدكم (أو إن أحدهم) ليضرب ابن عمه بالسيف". قال وفي القوم رجل أصابته جراحة كذلك. قال وكنت أخبأها حياء من رسول الله صلى الله عليه وسلم. فقلت: ففيم نشرب يا رسول الله؟ قال: "في أسقية الأدم، التي يلاث على أفواهها" قالوا: يا رسول الله! إن أرضنا كثيرة الجرذان. ولا تبقى بها أسقية الأدم. نبي الله صلى الله عليه وسلم لأشج عبدالقيس "إن فيك لخصلتين يحبهما الله. الحلم والأناة".

 

118- Bize Yahya b. Eyyub tahdis etti. Bize İbn Uleyye tahdis etti. Bize Said b. Ebi Arube, Katade'den şöyle dediğini tahdis etti: Bize Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna Abdulkays'den gelen heyet ile karşılaşan birisi tahdis etti. Said dedi ki: Katade'de bu hadisi rivayetinde Ebu Nadra'nın, Ebu Said el-Hudri'den (1I48a) naklen; Abdulkayslılardan bir grup kimse Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gelip: Ey Allah'ın Nebisi, biz Rabia'dan bir kabileyiz. Bizimle senin aranda Mudar kafirleri vardır. Senin yanına ancak haram aylarda ulaşabiliriz. Bu sebeple sen bize arkada bıraktıklarımıza emredeceğimiz ve kendisini yerine getirdiğimiz takdirde onunla cennete gireceğimiz bir emir buyur, dediler.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Size dört şeyi emrediyar, dört şeyi yasaklıyorum: Allah'a ibadet edin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın, namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, ramazanı tutun, ganimetlerin beşte birini verin. Size (şu) dört şeyi de yasaklıyorum: Dubba'yı, hantem'i, müzeffet'i ve nakir'i."

 

Heyetlekiler: Nakir'i de biliyor musun, dediler. O: "Evet, nakir sizin oyduğunuz bir ağaç kütüğünün adıdır, onun içine küçük hurmaları bırakırsınız." Said dedi ki: Yahut: -Küçük hurma türünü- dedi. "Sonra da içine su koyarsınız. Nihayet kaynaması (köpürmesi) dinince onu içersiniz. Hatta sizden biriniz -yahut onlardan biri- amcasının oğlunu kılıçla vurur. "

 

(Ebu Said) dedi ki: Heyettekiler arasında bu şekilde bir yara almış bir adam da vardı. O adam dedi ki: Ben onu Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den utandığım için o yarayı gizliyordum. Ey Allah'ın Rasulü peki hangi kaplarda içelim, dedim. O: "Ağızları bağlanabifen deri kaplarda (için)" buyurdu.

 

Heyettekiler: Ey Allah'ın Nebisi! Bizim topraklarımızda çokça sıçan var ve orada deri su kırbaları kalmaz, dediler. Allah'ın Nebisi: "İsterse sıçanlar onları yesin, isterse sıçanlar onları yesin, isterse sıçanlar onları yesin" buyurdu.

 

(Ebu Said) dedi ki: Allah'ın Nebisi Abdulkays'ın Eşec'ine: "Şüphesiz sende Allah'ın sevdiği iki haslet vardır. Bunlar vakar ve ağırbaşlılıktır" buyurdu.

 

 

Bu hadisi yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4375

 

AÇIKLAMA:              "Bize Said b. Ebu Arube, Katade' den şöyle dediğini tahdis etti: ... Said dedi ki: Katade de Ebu Nadra, Ebu Said el-Hudri' den diye zikretli." Bu sözlerin anlamı şudur: Katade bu hadisi Ebu Nadra'cian, o Ebu Said el-Hudri'den diye rivayet etmiştir. (1/189) Nitekim bu husus bundan sonra gelen İbnEbu Adiy' in rivayetinde açıkça ifade edilmiştir.

 

Ebu Arube'nin adı Mihran'dır. Hadis ehli de, başkaları da bu şekilde başında elif lam olmaksızın "Arube" derler. İbn Kuteybe ise Edebu'l-Kstib adlı eserinde insanların değişikliğe uğrayan isimleri babında onun babasının adı aslında -elif ve lam ile- İbn Ebu'l-Arube şeklindedir. Bununla (elif, lam'sız) "Arube" denilmesinin bir yanlışlık olduğunu kastetmektedir. Sonra yine İbn Kuteybe onu "el-Mearif" adlı eserinde başkasının zikrettiği gibi zikretmiş ve:

Said b. Ebu Arube'nin künyesi Ebu'n-Nadr'dır. Onun soyu devam etmemiştir, demektedir. Hatta onun kesinlikle bir kadına dokunmamış olduğu da söylenir. Ömrünün sonlarında hafızası karışmıştır. Hafızasının karıştığını İbn Kuteybe gibi başkası da söylemiştir, hafızasının karıştığı meşhur bir husustur.

 

Yahya b. Main dedi ki: Said b. Ebi Arube, İbrahim b. Abdullah b. Hasan b. Hasan'ın 142 yılında yenilgiye uğramasından sonra haflZasl karışmıştır.

 

Bu tarihten sonra ondan rivayet dinleyenin hiçbir kıymeti yoktur. Yezid b. Harun'un ise Vasıt' ta ondan hadis dinlemesi sahihtir. İlim adamları Abde b. Süleyman'ın da ondan hadis dinlemiş olduğunun sabit olduğunu söylemişlerdir. Derim ki: Said b. Ebu ArCıbe 156 yılında vefat etmiştir, 157 yılında vefat ettiği de söylenmiştir.

 

Daha önce kaydettiğimiz üzere haflZasl karışmadan sağlıklı halinde rivayet naklettiğini bildiğimiz kimsenin rivayetini kabul edip, onun rivayetini delil gösterebileceğimiz tespit edilmişti fakat hafızasl karışmışken ondan rivayet nakleden yahut rivayetinde (rivayetini ne zaman aldığı hususunda) şüphe ettiğimiz kimsenin rivayetini delil gösteremeyiz. Yine önceden de kaydettiğimiz gibi Buhari ve Müslim'in sahihlerinde rivayeti delil gösterilmiş, hafızası karışmış kimseden gelen bu rivayetin onu nakledenin bu rivayeti kendisinden hafızası karışmadan önce aldığının sabit olduğu şeklinde yorumlanacağı da geçmişti. Allah en iyi bilendir.

 

Ebu Nadra'nın adı el-Munzir b. Malik b. Kıt'a'dır. Nispeti ise "el-Avaka" -ayn, vav ve kaf harfleri fethalı olarak-dır. Cumhurun (1/190) söylediği meşhur nispet budur. Sahibu'l-Matali'in nakletliğine göre bazıları "el-Avaka"nın vav'ını sakin olarak okumuştur. el-Avaka ise Abdulkayslıların bir koludur. Kendisi Basralıdır. Allah en iyi bilendir.

Ebu Said el-Hudri'nin adı ise Sa'd b. Malik b. Sinan'dır. Benu Hudra'ya mensuptur. Babası Malik (r.a.) da sahabi idi, Uhud günü şehit olarak öldürüldü.

"(....): Ona küçük hurma taneleri atarsınız" ifadesi burada ilk yerde bütün asıl nüshalarda bu şekilde yer almıştır. (119 numaralı) Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar'ın, İbd Ebi Adiyy'den naklettikleri diğer rivayetle ise: "(........): Küçük hurma taneleri ona karıştırırsınlZ" ibaresinde kaf harfi yoktur. Diğer rivayet şekilleri de sahihtir. Bütün rivayet şekillerinin ifade ettiği anlam ise karıştırmaktır. Allah en iyi bilendir. Küçük hurma taneleri anlamındaki (....) ise eş-şihrtz denilen küçük taneli bir kuru hurma türüdür.

 

"Hatta sizden biriniz -yahut onlardan biri- amcasının oğluna bir kılıç darbesi indirir." Yani kişi bu içkiyi içecek olursa sarhoş olur, aklı başında kalmaz ve bundan dolayı şer ortaya çıkar. En sevdiği kişi olan amcasının oğluna kılıçla darbe indirir, bu ise pek büyük bir fesattır. Bunun dışında kalan diğer fesatlara bu ifadeyle dikkat çekmiş olmaktadır.

"Sizden biriniz -yahut onlardan biri-" ifadesindeki şüphe raviden kaynaklanmaktadır. Allah en iyi bilendir.

 

"Onlar arasında (bu sebeple) yaralanmış bir kişi de vardı." (1/191) ifadesinde geçen bu adamın adı Cehm idi, yara bacağında idi.

''Ağızları bağlanabilen deriden yapılmış su kapları" ifadesindeki (deri anlamı verilen) "el-edım" iyice tabaklanmış deri demektir. "Ağızları bağlanabilen" ibaresindeki fiilin baş harfi ötreli ye olarak zaptetmişiz. Asıl nüshaların çoğunda da böyledir. Hafız Ebu Amir el-Abderi'nin asıl nüshasında ise te harfi iledir. Her ikisi de sahihtir. Birincisinin anlamı ip bu kırbanın ağzına dolanıp bağlanır, ikincisinin anlamı ise kırbaların ağızlarına (ip ve bu gibi şey) dolanarak bağlanır, demektir.

 

"Bizim topraklarımızda çokça sıçan var" ibaresindeki "çok" anlamına gelen (...) kelimesi hakkında Şeyh Ebu Amr b. es-Salah şöyle diyor: Bizim asıl yazmalarımızda sahih olarak te harfi bulunmadan gelmiştir. Bu rivayete göre ifade yaşadığımız yer, fareleri bol bir yerdir, takdirindedir. Bu şekildeki kullanımın bir benzeri de yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah'ın rahmeti ihsan edicilere pek yakındır." (Araf, 56) buyruğudur. (Burada zikredilen ve "el-curzan"in tekili olan) el-cürez bir fare türüdür. Cevheri ve başkası böyle açıklamıştır. ez-Zebidi ise

"Muhtasaru'l-Ayn" adlı eserinde farelerin erkeğine denir, demiştir. Hadisi şerh edenlerden bir topluluk herhangi bir kayıt belirtmeksizin mutlak olarak faredir, diye açıklamışlardır.

"Fareler onları yese dahi" lafzı asıl nüshalarda da bu şekilde üç defa tekrar edilmiştir.

 

 

27 - (18) حدثني محمد بن المثنى وابن بشار. قالا: حدثنا ابن أبي عدي عن سعيد، عن قتادة؛ قال: حدثني غير واحد لقي ذاك الوفد. وذكر أبا نضرة عن أبي سعيد الخدري؛ أن وفد عبدالقيس لما قدموا على رسول الله صلى الله عليه وسلم. بمثل حديث ابن علية. غير أن فيه "وتذيفون فيه من القطيعاء أو التمر والماء" ولم يقل(قال سعيد أو قال من التمر).

 

119- Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar (l/49a) tahdis edip dediler ki: Bize İbn Ebi Adiyy, Said'den tahdis etti. O  Katade'den şöyle dediğini nakletti: Bana o kafile ile karşılaşmış birden çok kişi tahdis etti. Sonra Ebu Nadra'nın Ebu Said el-Hudri'den rivayetini zikredip, Abdulkayslılar heyeti RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gelince diyerek hadisi İbn Uleyye'nin rivayet ettiği gibi rivayet etti. Ancak onun rivayetinde içine küçük hurmalardan -yahut hurmadan- "ve su karıştırırsınız" buyurduğunu söyledi. Ayrıca: Said dedi ki: Yahut o "hurmadan" dedi, ibaresini zikretmedi.

 

 

Bu hadisi yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4375

 

AÇIKLAMA:        "Her ikisi de bize İbn Adiyy tahdis etti" ibaresinde geçen İbn Ebu Adiyy de Ebu Adiyy künyeli zatın kendisidir.  "Bize Ebu Asım, İbn Cureye'den tahdis etti." Ebu Asım'ın adı ed-Oahhak b. Mahled en-Nebil'dir. İbn Cureye'in adı ise Abdulmelik b. Abdulaziz b. Cureye' dir.

 

 

28 - (18) حدثني محمد بن بكار البصري. حدثنا أبو عاصم، عن ابن جريج. ح وحدثني محمد بن رافع واللفظ له. حدثنا عبدالرزاق. أخبرنا ابن جريج. قال: أخبرني أبو قزعة؛ أن أبا نضرة أخبره، وحسنا أخبرهما؛ أن أبا سعيد الخدري أخبره؛ أن وفد عبدالقيس لما أتوا نبي الله صلى الله عليه وسلم قالوا:

 يا نبي الله! جعلنا الله فداءك. ماذا يصلح لنا من الأشربة؟ فقال "لا تشربوا في النقير" قالوا: يا نبي الله! جعلنا الله فداءك. أو تدري ما النقير؟ قال "نعم. الجذع ينقر وسطه. ولا في الدباء ولا في الحنتمة وعليكم بالمُوكَى".

 

 

120- Bana Muhammed b. Bekkar el-Basri rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ebu Asim, İbni Cüreyc'den rivayet etti. H.    Bana Muhammed b. Bafi' dahi rivayet eyledi. Bu lafız onundur. (Dedi ki): Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. Dedi ki: Bana Ebu Kazea kendisiyle Hasan'a Ebu Nadra'um haber verdiğini söyledi ikisine de Ebu Said-i Hudri'nin kendisine şunu haber verdiğini söylemiş: Abdulkayslılar heyeti Allah'ın Nebisine (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelince, ey Allah'ın Rasulü Allah için sana feda olalım. İçeceklerden neyi içmemiz uygun olur, dediler.

O: "Nakirde içmeyin" buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Nebisi, Allah için sana feda olalım, nakirin ne olduğunu da biliyor musun, dediler. O: "Elbette, o ortası oyulan ağaç kütüğüdür. Dubba'da da, hanteme'de de içmeyin. Ağzı kapatılan kaplardan içmeye bakın" buyurdu.

 

 

Yalnızca Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4355

 

AÇIKLAMA:              "Bana Muhammed b. Rafi' tahdis etti. .. " Bu isnad müşkil isnatlar arasında sayılır. İmamların bu husustaki açıklamaları da birbirleri ile uyumlu değildir. Büyük hafızlardan bir topluluk da bunun hakkında hataya düşmüştür.

 

Bu hususta doğrusu imam, hafız Ebu Musa el-Asbahani'nin bunun hakkında toplamış olduğu cüzde tahkik edip, araştırdığı, genişçe açıklayıp, izah ettiği şekildedir. O gerçekten güzel ve gayet iyi bir çalışma yapmıştır. Merhum, şeyh Ebu Amr b. es-Salah da bunu özetleyerek şunları söylemektedir: Bu isnat oldukça mudal (çözümü zor) senetlerden birisidir. Bundaki zorluk isnatta yanılan (vehm eden) bir topluluktan gelmiş birtakım tabirlerin bulunmasıdır. Bunlardan birisi Ebu Nuaym el-Asbahani'nin el-Mustahrac ala Sahih-i Müslim adlı eserinde kendi senediyle "bana Ebu Kazaa'nın haber verdiğine göre Ebu Nadra ve Hasen her ikisine haber verdi. Ebu Said el-Hudri de ona haber vermiştir." Bu isnad ise Ebu Kazaa'nın kendisinin Ebu Said'den naklen, Ebu Nadra ve Hasen' e haber vermiş olmasını ve Ebu Said' den bizzat dinleyen kişinin Ebu Kazaa olmasını gerektirmez çünkü böyle bir şey hiç şüphesiz sözkonusu değildir. Bu kabilden olmak üzere Takyidu'l-Mühmel'in müellifi Ebu Ali el-Gassani, Müslim'in bu rivayetini reddetmiş, bu hususta el-Mu'lim'in müellifi de onu taklit etmiştir. Zaten senetler ilmi ile ilgili olarak zikrettiklerinde onun yaptığı iş de onu (Ebu Ali el-Gassani'yi) taklit etmekten ibarettir. Bu hususta Kadı Iyaz, her ikisinin doğru söylediğini ifade ederek şöyle demiştir:

İsnatta doğru olan Ebu Ali'nin İbn Cureye' den rivayette bulunmasıdır. O dedi ki: Bana Ebu Kazaa'nın haber verdiğine göre Ebu Nadra ve Hasen kendisine haber verdiklerine göre Ebu Said ona haber vermiştir. O bu rivayetinde sadece "ona haber vermiştir" dediğini "her ikisine haber verdi" demediğini zikretmektedir. Çünkü o buradaki zamiri sadece Ebu Nadra'ya ait olarak kabul etmiş, mürselolduğu nokta dolayısıyla Hasan'ı iskat etmiştir çünkü Hasan, Ebu Said' den hadis dinlememiş ve onunla karşılaşmamıştır. Ayrıca Müslim'in hadisi zikrettiği bu lafız ile Ebu Ali b. es-Seken'in de kendi isnadıyla Musannaf'ında tahriç ettiğini belirterek: Zannederim bu İbnu's-Seken'in düzeltmelerindendir, demiştir.

 

Yine el-Gassani'nin naklettiğine göre, bu hadisi bu şekilde Ebu Bekr elBezzar da el-Müsnedu'l-Kebir adlı eserinde kendi isnadıyla böylece rivayet etmiştir. Ayrıca hem ondan, hem de Hafız Abdulğani b. Said'den her ikisinin burada sözü geçen Hasan'ın Hasan-ı Basri olduğunu nakletmişlerdir. Oysa durum onların dedikleri gibi değildir. Aksine Müslim'in bu isnatta rivayet ettiği şekil doğru olanın kendisidir. (11193) Nitekim onun kaydettiği şekilde Ahmed b. Hanbel de bu hadisi Ravh b. Ubade'den, o İbn Cureye'den diye rivayet etmiştir. HaflZ Ebu Musa el-Asbahani (rahimehullah) bunu destekleyerek bu hususta pek geniş, pek güzel, incelikli ve doğruyu isabet ettiren bir kitap telif etmiştir. Halbuki bu hususta birden çok kişi yanılmış bulunmaktadır. Onun zikrettiğine göre burada sözü geçen Hasan, Hasan b. Müslim b. Yenak'dır.

 

Bu da İbn Cureyc'in kendisinden bundan başka hadis de rivayet ettiği zattır. Bu ifadenin anlamına gelince, Ebu Nadra bu hadisi Ebu Kazaa ile Hasan b. Müslim'in her ikisine haber vermiştir. Sonra bunu her ikisine haber verdiği üzere Ebu Said kendisine haber vermiştir diye tekid etmiştir. Yani Ebu Said, Ebu Nadra'ya haber vermiştir. Bu da bir kimsenin şüphesiz Zeyd bana geldi, Amr da bana geldi ve her ikisi şunu şunu söyledi, demesine benzer ve bu da fasih anlatım şekillerindendir.

 

Bu senetteki Hasan'ın sika bir ravi olan Hasan b. Müslim b. Yenak b. Seleme b. Şebib olduğuna şunu da delil göstermiştir: Bu hadisi Abdurrezzak b. Cureyc' den rivayet edip şöyle dediğini zikretmiştir: "Bana Ebu Kazaa haber verdi. Ebu Nadra kendisine haber verdi. Hasan b. Müslim b. Yenak da her ikisine haber verdiğine göre Ebu Said kendisine haber verdi, deyip hadisi zikretmiştir. "

 

Ayrıca bunu Hafız Ebu'ş-Şeyh de el-Muharrac ala Sahih-i Müslim adlı kitabında rivayet etmiş olup, Ebu Said ed-Dımeşki ve başkaları da senetten Hasan'ı düşürmüştür çünkü senedin müşkil olmasıyla birlikte ayrıca onun bu rivayette herhangi bir ilgisi yoktur. Hafız Ebu Musa, Ebu Ali el-Gassani'nin naklettiğini zikredip, bu naklettiğinin de batıl olduğunu ayrıca "her ikisine haber verdi" sözünde zamirsiz rivayetin de ve diğer değişikliklerin de batıl olduğunu beyan etmiştir. Gerçekten de çok iyi ve çok güzel açıklamalarda bulunmuştur. (Allah ondan razı olsun) Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah (rahimehullah)'ın ifadeleri burada sona ermektedir.

Onun zikrettiği kadarıyla bu açıklama oldukça ileri derecede yeterlidir.

Her ne kadar Hafız Ebu Musa bu hususu senetleriyle ve diğer getirdiği şahitlerle oldukça geniş bir şekilde açıklamalarda bulunmuş ise de burada bu kadarından fazlasını kaydetmeye zorunlu bir ihtiyaç yoktur. Allah en iyi bilendir.

Senette geçen Ebu Kazaa'nın adı Suveyd b. Huceyr'dir. Bahill ve Basrı nispetlidir. Yalnız Müslim ondan rivayet nakletmiş, Buhari ondan rivayet almamıştır.

Kazaa "Kaz' e" diye de söylenir. Ebu Ali el-Gassani ise Takyidu'l-Mühmel adlı eserinde Kazaa şeklinde ze harfinin fethalı okunuşu dışında bir telaffuz zikretmemiştir. Kadı Iyaz ise her ikisini zikretmiştir. İbnu'l-Enbari'nin hattı ile ze harfinin sakin olduğu tespit edilmiştir. İbn Mekki ise lah n ile okunan kelimelerle ilgili kitabında doğrusunun sakin olacağını zikretmektedir. Allah en iyi bilendir.

 

"Allah için sana feda olalım" şeklindeki sözleri ise Allah seni hoşlanılmayan şeylerden korusun, anlamındadır.  "Size ağızları bağlanan kapları tavsiye ederim" buyruğunun anlamı (11194) şudur: Sizler ağzı bağlanan ince kırbalarla nebiz yapınız. ---Hadis lafızlarıyla ilgili açıklamalar bunlardır. ---

 

Bu hadisin ihtiva ettiği hüküm ve anlamlara gelince, bunun muhtevasında pek çok hüküm ve anlam bulunmaktadır. Bunların bir kısmını daha önce sözkonusu ettim. Şimdi sırasıyla özet ve muhtasar olarak kalanları işaret edelim. Bu hadiste:

 

1- İleri gelenlerin ve eşrafın önemli işler ile ilgili olarak imamlara elçi olarak gönderilmesi

 

2- Soru sormadan önce mazeretin sözkonusu edilmesi

 

3- Haccın dışında İslam'ın önemli hükümleri ve rükünlerİ. -Daha önce o zaman henüz haccın farz kılınmamış olduğunu belirtmiştik.-

 

4- Alim bir kimse meclisinde bulunanlara anlattıklarının anlaşılmasını sağlamak ve kendisinin de onların söylediklerini anlamak için bazı arkadaşlarından yardım ister. Nitekim İbn Abbas (r.a.) böyle yapmıştır.

 

5- Bu uygulama aynı şekilde fetva ve haberde tercüme hususunda bir kişinin sözünün yeterli olduğuna da delil gösterilebilir.

 

6- Bir kimsenin ziyaretine gelen ve uzaktan yanına gelen kimselere merhaba ve buna benzer sözler söylemesi ve onları -yabancılıklarını gidermek ve rahatlatmak için- övmesi caizdir.

 

7 - Eğer kendisini beğenmek ve buna benzer fitnelere düşeceğinden korkulmuyorsa bir kimseyi yüzüne karşı övmek caizdir. Bu övgünün müstehap olma hali ise durum ve şahıslara göre değişir.

 

Yüze karşı övmenin yasaklanışına gelince bu sözünü ettiğimiz hususlara düşüp fitneye kapılacağından korkulan kimseler için sözkonusudur. Nebi (sallallahu a!eyhi ve sellem) pek çok yerde insanları yüzlerine karşı övmüştür. Ebu Bekr es-Sıddık (r.a.)'a: "Sen onlardan değilsin" dediği gibi: "Ağlama ey Ebu Bekr, şüphesiz insanlar arasında arkadaşlığı ve malı itibariyle kendisinden en çok minnet borcum olan kişi Ebu Bekir' dir. Eğer ümmetim arasından birisini halil edinecek olsaydım, elbette ki Ebu Bekr'i halil edinirdim." Yine ona: "Ben senin onlardan yani cennetin bütün kapılarından çağırılacaklardan olacağını ümit ederim" buyurmuş, yine "ona (Ebu Bekir'e içeriye girmesi için) izin ver ve ona cennetlik olduğunu müjdele"; "Sallanma ey Uhud, senin üzerinde bir nebi, iki sıddık ve iki şehit vardır.";

"Cennete girdim ve bir köşk gördüm. Bu kimindir, dedim, Ömer b. elHattab'ındır dediler. İçeri girmek istedim sonra senin kıskançlığını hatırladım" deyince, Ömer (r.a.): Ey Allah'ın Resulü, babam anam sana feda olsun, senden mi kıskanacağım, dedi. Yine ona: "(Ey Ömer), şeytan senin bir yolda yürüdüğünü görecek olursa mutlaka o senin gittiğin yoldan başka bir yola gider.";

"üsman'a kapıyı aç ve ona cennetlik olduğu müjdesini ver."

Ali (r.a.)'a: "Sen bendensin, ben de sendenim." Bir başka hadiste ise: "Harun'un Musa'nın yanındaki değeri ne ise senin de benim yanımda öyle bir konuma sahip olmak hoşuna gitmez mi?" buyurmuş,

Bilal'e de: "Cennette senin ayak seslerini duydum."

Abdullah b. Selam'a: "Sen ölünceye kadar İslam üzere kalacaksın." Ensar'a: "Aziz ve celil Allah yaptığınız sebebiyle gülmüş -yahut hayret etmiş-tür." Yine Ensar'a: "Sizler insanlar arasında en sevdiğim kimselerdensiniz" buyurmuştur. (1/195)

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yüze karşı övdüğüne dair bu buyrukların benzeri pek çoktur.

Ashabın, tabiinin, onlardan sonra gelen alimlerin ve kendilerine uyulan imamların (Allah hepsinden razı olsun) övmeleri ise sayılamayacak kadar çoktur. Allah en iyi bilendir. Hadisten istifade edilecek diğer bazı hükümler şunlardır:

 

8- İlim tahsil eden ve fetva soran bir kimse ilim adamına, bana cevabı açıkla ve benzeri sözlerle hitap edecek olursa kınanmaz.

 

9- "Şehru Ramazan" değil de "şehr" lafzını zikretmeksizin sadece "Ramazan" demekte bir sakınca yoktur.

 

10- Kendisine doğruyu göstermesi ve vereceği cevabında kendisine zorluk çıkarmayarak yumuşaklıkla muamele etmesi maksadıyla alim e soru sormak caizdir.

 

11- İnsanları daha büyük çapta etkilemesi için söylenen bir söz tekid edilebilir (tekrarlanarak vurgulanabilir) ve büyüklüğüne, önemine dikkat çekilebilir.

 

12- Bir kimsenin Müslüman bir kişiye: Allah beni sana feda kılsın, demesi caizdir.

İşte bunlar bu hadisin çeşitli ibareleriyle ilgili hükümlerdir. Bunlar uzun ise de tahkiki isteyenlere nispetle de muhtasardır, Allah en iyi bilendir, hamd ve minnetimiz yalnız onadır, başarımız ondandır, bizi hatadan koruyan odur.

 

Bu bapta İbn Abbas'ın ve Ebu Said el-Hudri (r.a.)'ın rivayet ettiği hadisler vardır. İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadis Buhari'de de var. Ancak Ebu Said'in rivayet ettiği hadis sadece Müslim'de vardır.

Birinci rivayette "Bize Hammad b. Zeyd, Ebu Cemre'den şöyle dediğini tahdis etti: İbn Abbas (r.a.)'ı şöyle derken dinledim" derken, ikinci rivayette: "Bize Abbad b. Abbad, Ebu Cemre'den haber verdi. O İbn Abbas (r.a.)' dan" demektedir. Bu ilim ile gerektiği gibi uğraşmamış bir kimse bunun gereksiz bir uzatma olduğunu ve bu şekilde rivayetin hem kendisinin, hem hadis hafızlarının adetine aykırı olduğunu zannedebilir çünkü hadis hafızlarının bu gibi isnatlardaki adetleri: "Hammad ve Abbad, Ebu Cemre' den, o İbn Abbas'tan" şeklinde söylemektir.

Böyle bir zan aslında bu zanda bulunan kişinin ileri derecede gafil olduğuna ve bu ilim ile pek uğraşmayıp, onu tanımadığına delildir çünkü böyle bir şeyi hadis hafızları ravilerin lafızlarının aynı olduğu hallerde yaparlar. Burada ise lafızları farklıdır. Hammad'ın rivayetinde: "Ebu Cemre'den, İbn Abbas'ı dinledim" denilirken, Abbad'ın rivayetinde: "Ebu Cemre'den, o İbn Abbas'tan" denilmiştir. İşte dikkat çektiğim bu hususun benzerlerine de dikkat edilmesi gerekir. Benzeri bir uygulamaya İman bölümünün ilk hadisinde buradakinden daha geniş ifadelerle dikkat çektiğim gibi (Mukaddimemdeki) fasıllarda da buna dikkat çektim. Yüce Allah'ın izniyle yine bu kitabın değişik yerlerinde zaman zaman da dikkat çekmeye devam edeceğim. Maksat bu inceliğin bilinmesi ve ilim tahsil eden kişinin bu türden gelen rivayetlere karşı uyanık durarak onları tanımasıdır. Buna defalarca dikkat çektiğim için onun kavrayışına güvenerek bunu açıkça belirtmesem dahi bunu fark etmesidir.

Ayrıca bu hususu da Müslim (rahimehullah)'ın işini ne kadar büyük ölçüde sağlam tuttuğuna, ne kadar büyük bir imam, bir takva sahibi olduğuna, bakışının ne kadar dikkatli ve ne kadar maharetli olduğuna delil görsün. Allah en iyi bilendir.

 

Ebu Cemre adı Nasr b. İmran b. İsam'dır. İbn Asım ed-Dubai olduğu da söylenmiştir. Basrı (Basralı)dir.

el-Metali sahibi der ki: Buhari ve Müslim'in Sahihleri ile Muvatta'da cim harfi ile "Ebu Cemre" ismi de "Cemre" ismi sadece odur, başkası yoktur.

Derim ki: (Müstedrek'in müellifi) Hakim Ebu Abdullah'ın hocası olan Hafız Ebu Ahmed Hakim el-Kebir, el-Esma ve'l-Küna adlı eserinde zikrettiğine göre burada geçen Ebu Cemre Nasr b. İmran, el-İfrad (adlı eserlde yer almış olup, o eserde muhaddisler arasında onun dışında Ebu Cemre künyeli başka birisi yoktur. Bu kişi İbn Abbas'tan sadece bir hadis rivayet etmiştir. O hadiste Muaviye b. Ebu Süfyan'ı ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in kendisine İbn Abbas'ı göndermesini, gecikmesini ve özür dilemesini zikretmektedir. Bunu Müs!im, Sahih'te rivayet etmiştir.

 

Şeyh Ebu Amr b. es-Salah Ulumu'l-Hadis adlı kitabı ile Müslim'in baş taraflarında şerh ettiği bölümde hafızlardan birisinin şöyle dediğini nakletmektedir: Şube b. el-Haccac yedi kişiden rivayet nakletmiştir. Bunların hepsi de İbn Abbas'tan rivayet nakleder, hepsinin de adı (Ebu Cemre değil) Ebu Hamza'dır. Bundan tek istisna (ha yerine cim, ze yerine de re ile) Ebu Cemre Nasr b. İmran'dır. Aralarındaki fark da şöyle anlaşılır (1/180): Eğer Şube ifadeyi mutlak olarak kullanır, sadece Ebu Cemre' den, o İbn Abbas'tan demiş ise bu (cim harfi ile) Nasr b. İmran'dır. Eğer bundan başkasından rivayet nakledecek olursa o takdirde onun ismini ya da nesebini de zikreder. Allah en iyi bilendir.

 

Abdulkayslılar Heyeti

 

"Abdulkayslılar heyeti Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in huzuruna geldi." et-Tahrir sahibi der ki: Vefd (heyet) büyüklerle karşılaşmak ve önemli hususlarda onların yanına gitmek üzere bir kavmin arasından seçilen bir topluluğa denilir. Bunların tekili (vafid)dir. (Devamla) dedi ki: Sözü geçen bu Abdulkayslılar heyeti Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına (Medine'ye) hicret etmek maksadıyla Abdulkays kabilelerinden önce gelmişlerdi. Bunlar ondört süvari idi. el-Eşec el-Asar! onların başkanı idi. Heyetteki diğer kimseler Mezide b. Malik el-Muharibi, Ubeyd b. Humam el-Muharibi, Sahhar b. el-Abbas el-Murri, Amr b. Merhum el-Asarı, Haris b. Şuhayb el-Asarı ve Ayiş oğullarından Hfuis b. Cündüb idi. Uzunca takibe rağmen bunlardan daha fazlasının isimlerini tespit edemedik. {et-Tahrir sahibi devamla} dedi ki:

 

Heyet olarak Ganm b. Rabia oğullarından bir kişi olan Munkiz b. Hayyan cahiliye döneminde Yesrib'e ticarete gelirdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hicretinden sonra da Yesrib'e {Medine'ye} Hecer'en birtakım çarşaflarıörtüler ve kuru hurma getirmişti. Munkiz b. Hayyan otururken Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanından geçti. Munkiz onun için ayağa kalkınca Nebi (salı allah u aleyhi ve sellem): "Munkiz b. Hayyan'ı mı görüyorum, senin durumlann, kavmin nasıl" dedi sonra isimlerini vererek kavminin eşrafını tek tek ona sordu.

Munkiz İslam'a girdi, Fatiha suresi ile Alak suresini öğrendi sonra da Hecer taraflarına gitti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onunla birlikte Abdulkayslılara bir mektup yazdı. O bu mektubu yanına alıp gitti. Birkaç gün onu saklı tuttuktan sonra hanımını o mektuptan haberdar etti. Hanımı Munzir b. Aiz'in kızı idi. Munzir ise Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisine yüzündeki bir yara izi dolayısı ile el-Eşec adını verdiği kişidir. Munkiz (r.a.) namaz kılıyor, Kur'an okuyordu. Karısı onun bu halini garip karşıladı. Babası Münzir'e bu durumu anlatarak: Yesrib'ten döndüğünden beri kocamı tanıyamaz oldum. Ellerini ayaklarını yıkıyor, yüzünü -kıbleyi kastederek- bu tarafa dönüyor, kimi zaman sırtını büküyor, kimi zaman alnını yere koyuyor. Geldiğinden beri hep yaptığı budur, dedi.

 

Kocası ve babası birbirleriyle karşılaşınca bunu konuştular, İslam onun da kalbinde yer etti. Sonra el-Eşe c kavmi Usar'a ve Muharib'e Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in mektubunu çıkarıp, onlara okudu. İslam onların da kalbinde yer etti ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gitmeyi kararlaştırdılar. Sonra da bu heyet yola koyuldu. Medine'ye yaklaştıkları sırada Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) meclisinde oturanlara şöyle dedi: "Size Abdulkayslılar heyeti geliyor. Doğuda yaşayanlann en hayırlılarıdır. Aralarında el-Eşec el-Asari de vardır. Bunlar ahidlerini bozmadan, değiştirmeden, şüphe ve tereddüt etmeden geliyorlar çünkü hiçbir kavim fire vermeden Müslüman olmamıştır. "

 

Heyettekilerin: "Bizler Rabia' dan bir kabileyiz" sözlerine gelince, çünkü o Abdulkays b. Nsa b. Du'ma b. Cedile b. Esed b. Rabia b. Nizar'dır. Bunlar Bahreyn'de yerleşmiş bulunuyorlardı. Bahreyn'deki el-Hat onun Anab bölümü, Surratu'I-Kat1f, (1/181) es-Sifar ve ez-Zahran'dan er-Remle'den el-Ecra'a kadar, Hecer ile Kasr ve Beynuna arasındaki bölgelerde sonra el-Cevr, el-Uyun ve el-Ahsa' da, ed-Dehna yakınlarına kadar ve diğer civar bölgelerde yaşıyorlardı. et-Tahrir sahibinin açıklamaları bunlardır.

"Bizler bu kabile" Şeyh Ebu Amr b. es-Salah der ki: Bizim tercih ettiğimiz "el-hayy: kabile" kelimesinin tahsis olmak üzere nasb olacağıdır. Haberi de: "Rabia'danız" sözleridir. Yani biz bu (temsilcilerini) gördüğün kabile Rabia' dan bir kabileyiz. Bundan sonra diğer rivayette: "Biz Rabia' dan bir kabileyiz" ifadesi de gelmektedir.

 

"el-Hayy"'in anlamına gelince, el-Metali sahibi şöyle demektedir: "Aslında hayy kabilenin konakladığı, kaldığı yerin adı (mahallesi) demektir. Sonra kabileye bu isim verilmiştir çünkü onlar birbirleriyle hayat bulurlar."

 

"Bizimle senin aranda Mudar kafirleri engeldir." Çünkü Mudar kafirleri kendileri ile Medine arasında bir yerde bulunuyorlardı. Bu sebeple onların üzerinden geçmeden Medine'ye ulaşamıyorlardı.

 

"Senin yanına ancak haram ayda ulaşabiliyoruz" sözlerine gelince, sana ancak bu zamanda varabiliyoruz demektir. Demek istedikleri de şudur: Bizler kafir düşmanlarımızdan korktuğumuzdan dolayı ancak haram ayda senin yanına gelebiliyoruz çünkü haram ayda -Arapların bu ayları adetleri üzere tazim edip, bunlarda savaşmadıkları için- bize ilişmiyorlar.

"Şehru'l-Haram: Haram ay" tabiri bütün asıl nüshalarda "(ay demek olan) şehr"in harama izafeti şeklindedir. Bir başka rivayette ise "haram aylar (anlamında: eşhuru'l-hurum)" şeklindedir. Bu hususta yapılacak açıklamalar dilcilerin: Mescidu'l-cami ve salatu'l-ula (cami mescid ve birinci namaz) tabirleri hakkında yapılacak açıklamalar gibidir. Yüce Allah'ın "batı tarafında" (Kasas, 44) buyruğu ile: ''Ando/sun ki ahiret yurdu" (Yusuf, 109) buyrukları da bu türdendir. Kufeli nahivcilerin görüşüne göre bu mevsufun sıfatına izafe edilmesi kabilindendir ve bu onlara göre caizdir. Basrahlara göre ise bu tür izafet caiz olmaz ama bütün bu gibi tabirler onlara göre hazfedilen bilindiği için bazı sözlerin hazfi esasına göredir ki bunun da takdiri: Haram zamanın ayı ve haram vakitlerin ayları, cami' mekanın mescidi, ahiret hayatının yurdu, batıdaki yerin yan tarafı ve benzeri şekillerdedir.

 

Onların "haram ay" tabirlerinden maksat ise, cins olarak haram aylardır ki bunlar da Kur'an-ı Azimuşşan'ın açıkça belirttiği üzere dört haram aydır. Bundan sonra gelen diğer rivayetteki: "Haram aylar dışında" terkibi de buna delildir. Haram aylar zülkade, zülhicce, muharrem ve receb aylarıdır.

 

Bu dört ay çeşitli ilimiere mensup ilim adamlarının icmaı ile haram aylardır ama bunların sayılmasında güzel ve edebe uygun görülen sayım tarzının nasılolacağı hususunda iki farklı görüşe sahiptirler. Bunları İmam Ebu Cafer en-Nehhas "Sınaatu'l-Kitab" adlı eserinde nakletmiş bulunmakta ve şöyle demektedir: Kufelilerin kanaatine göre el-Muharrem ve Receb ve Zülkade ve Zülhicce denilir. (1/182) Yazıcılar da bütün bu ayları aynı senede saymış olmak için bu görüşe meyillidirier. Medineliler ise: Zülkade ve zülhicce ve muharrem ve receb diye sayarlar. Bazıları bunu kabul etmeyerek şöyle derler:

 

Bu şekilde bir saymakla bunları iki ayrı senenin ayları olarak saymış olurlar.

Ebu Cafer dedi ki: Ama bu açık bir yanlışlık ve dili bilmemektir çünkü maksadın ne olduğu bilinmektedir, bunlardan maksat ise bunları saymaktır ve bunların her bir senede geldikleri bilinen bir husustur. Bunların iki senede oldukları nasıl zannedilebilir? Hatta daha uygun ve tercih olunan Medinelilerin söyledikleridir çünkü haberler Resulullah {sal1allahu aleyhi ve selleml'den onların dedikleri gibi İbn Ömer, Ebu Hureyre ve Ebu Bekre {r.anhum)'dan bu şekilde birbirini destekleyerek gelmiştir. (Nehhas devamla) dedi ki: Bu da aynı zamanda tevil (tefsir) bilginlerinin çoğunluğunun da kanaatidir. Nehhas der ki: Diğer aylar arasında başına elif lam getirilerek el-Muharrem denilir. Üç ay ise izafet yapılarak getirilmiştir. Bunlar da ramazan ayı ve rebiu'l-evvel ayı ile rabiu'l-ahir aylarıdır. Yani geri kalan aylar izafe edilerek kullanılmaz. Aya "şehr" denilmesinin sebebi ise meşhur olması ve açıkça görülmesi dolayısıyladır. Allah en iyi bilendir.

 

"Size dört şeyi emrediyor, dört şeyi yasaklıyorum: Allah'a iman ... " Bir rivayette: "Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet etmek, dedi ve bir parmağını yumdu." Diğer rivayet yolunda da şöyle denilmektedir: Onlara dört hususu emretti ve dört husus u yasakladı. (Devamla) dedi ki: "Onlara bir ve tek olarak Allah'a imanı emretti ... ve ganimetin beşte birini ödemeniz." Diğer rivayette ise: "Size dört hususu emrediyor ve size dört hususu yasaklıyorum ... ve ganimetlerden beşte biri ödeyiniz" denilmektedir. Hadisin buradaki lafızları bunlardır.

Buhari bu hadisi Sahihinin birçok yerinde zikretmiştir. Bu rivayetlerin kimisinde: "Bir ve tek ve ortaksız olarak Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahddet etmek" demiş ve bu rivayeti vahid haberin caiz oluşu babında zikretmiştir. Ayrıca bunu el-Enbiya -Allah'ın salat ve selamı hepsine olsunbölümünün sonunda Yemen{lilerin} nesebinin İsmail' e vardığı babından sonraki bir bapta zikretmiş (11183) ve orada şöyle buyurduğu kaydedilmiştir:

"Size dört hususu emrediyor ve size dört hususu yasaklıyorum: Allah'a imanı, Allah 'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahCıdet getirmeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekatı vermeyi ve ramazan orucunu tutmayı" demektedir ki, burada "şahadet getirmek anlamındaki kelimeden önce" vav harfi ziyadesi ile zikretmiştir. Aynı şekilde zekat bölümünün baş taraflarında yer alan bu hadisin rivayetinde de şöyle demektedir: "Allah'a iman ve Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet getirmek" Burada da "ve" fazlalığını getirmiştir. Ancak bu rivayette orucu sözkonusu etmemektedir. Hadisi Abdulkayslılar heyeti ile ilgili hadis babında da şöyle ce zikretmiştir: "Allah'a iman, Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet getirmek."

 

İşte bunlar bu bölümün Buhari ve Müslim'in Sahihlerindeki (farklı) lafızlarıdır. Bu şekildeki farklılafızlar müşkil (açıklanması zor) farklılıklardan sayılmakla birlikte. tahkik sahipleri nezdinde bunlar müşkil değildir. Müşkil nokta Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Size dört hususu emrediyorum" demiş olmakla birlikte rivayetlerin çoğunda beş hususun sözkonusu edilmiş olmasıdır. İlim adamları bunun böyle olması ile ilgili olarak farklı şekillerde cevap vermişlerdir. Bu cevapların en güçlüsü İmam İbn Battal (rahimehullah)'ın Şerhu Sahihi'l-Buhari adlı eserindeki şu sözleridir: Allah Rasulü onlara saymayı vaat ettiği dört hususu emretti sonra da bunlara beşincisini yani ganimetin beşte birini tam olarak ödemeyi ilave etti çünkü onlar Mudar kafiderine komşu idiler. Bu sebeple cihad eden ve ganimetler alan bir kabile idiler.

Şeyh Ebu Amr b. es-Salah da buna yakın bir açıklamada bulunarak şunları söylemektedir: "Onlara Allah' a iman etmeyi emretti" ibaresini dört hususu saymak için tekrar zikretmiş, bunları iman olarak nitelendirdikten sonra imanı da şahadet kelimelerini getirmek, namaz kılmak, zekat vermek ve oruç tutmak olarak açıklamıştır. İşte bu da "İslam beş temel üzerine bina edilmiştir" hadisine ve Cibril hadisinde İslam'ın beş husus ile açıklanmasına uygun düşmektedir. Daha önce de kendisine İslam denilenin aynı zamanda iman diye adlandırılabileceği ve İslam ile imanın ortak yönlerinin de, farklı yönlerinin de bulunduğu açıklanmış idi.

Bu hadiste haccı sözkonusu etmeyişinin sebebi, henüz haccın farziyetine dair buyruğun inmemiş olduğu söylenerek açıklanmıştır.

 

"Ganimetlerden beşte biri ödemeniZ" buyruğuna gelince, bu buyruk Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına dair şahadet getirmek buyruğuna atıf değildir. Eğer atıf olduğunu kabul edersek dört emrin beş olması gerekir. Bu onun "dört şey" anlamındaki lafzına atıftır. Böylelikle "dört" e izafe edilmiş olur, o dörtten birisi olmamış olur. Bununla birlikte imanın şubelerinin mutlak kapsamı içerisindekilerden bir tanesidir.

 

(Devamla) dedi ki: Birinci rivayette orucun sözkonusu edilmemesi ise ravinin bir yanılmasıdır. Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in söyledikleri ifadelerin farklılığından kaynaklanmamaktadır. Aksine bu farklılık daha önce açıklandığı üzere ravilerin zapt ve hıfz bakımından farklı olmalarından dolayı ortaya çıkmıştır. Bunu iyice anlayıp, düşünmek lazım, yüce Allah'ın izniyle bunun şanı yüce Rabbimizin düğümleri çözmek üzere bize hidayet eylediği hususlardan birisi olduğunu göreceksiniz. Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah'ın sözleri burada sona ermektedir.

 

Bunun anlamı ile ilgili olarak bu iki büyük ilim adamının söylediklerinden farklı açıklamalar da yapılmıştır ama bunlar pek güçlü görülmedikleri için onlan sözkonusu etmedik. Allah en iyi bilendir.

 

Şeyh İbnu's-Salah'ın bazı rivayetlerde orucun sözkonusu edilmemesi ravinin gafletinden dolayıdır (yanılmasındandır) şeklindeki sözlerine gelince, Kadı Iyaz ve başkalan da böyle açıklamıştır. Bunun açıkça böyle olduğu görülmektedir. Bunda hiçbir şüphe yoktur.

Kadı Iyaz (rahimehullah) der ki: Abdulkayslıların heyet halinde gelişleri Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Mekke'ye gitmek üzere çıkmasından önce Mekke'nin fethedildiği sene gerçekleşmişti. Hac farizası ise Mekke'nin fethedildiğinden birkaç ay sonra dokuzuncu yılda inmişti. Allah en iyi bilendir.

 

Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: ''Aldığınız ganimetin beşte birini ödemeniz" buyruğunda imam (İslam devlet başkanı) gazaya çıkmış askeri birlik arasında bulunmasa dahi (11184) ganimetierden beşte birin (öngörülen yerlere harcanmak maksadıyla imama teslim edilmesinin) ödenmesinin farz olduğunun delili vardır. Bu konuda çeşitli hükümler vardır ki yüce Allah'ın izniyle eğer oraya kadar ulaşırsak ilgili oldukları başlıkta onlara dikkat çekeceğiz. Bu anlamdaki lafız "humus" ve "hums" şeklinde söylenir. Sülüs, rubu, südüs, subu, sümun, tusu', uşur (üçte bir, dörtte bir. .. onda bir) lafızlan da bu şekilde ikinci harfleri hem ötreli, hem sakin olarak telaffuz edilebilir. Allah en iyi bilendir.

 

Abdulkayslılara Kullanmaları Yasaklanan Kaplar

Rasulullah {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Size dubba'yı. .. yasaklıyorum."

Bir rivayette "el-mukayyar" yerine "el-müzeffet" denilmiştir. Yüce Allah'ın izniyle önce bu lafızların nasıl telaffuz edileceklerini gösterecek sonra da açıklayacağız.

"Dubba" kurumuş kabaktır. Yani kabağın kap olarak kullanılan halidir. Hantem çoğulolup, tekili "hanteme" gelir. Ayrıca nakir ve mukayyar laflZlan da vardır. Dubba'nın ne demek olduğunu az önce açıkladık.

 

Hantem'in ne olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Bu görüşlerin en sahih ve en güçlü olanı bunun yeşil testiler olduklarıdır. Bu şekildeki bir açıklama Müslim'in Sahihinde içecekler bölümünde Ebu Hureyre'den sabittir. Aynı zamanda bu, sahabi Abdullah b. Muğaffel'in de (radıya1lahu anh) görüşüdür. Çoğunluk da yahut dilbilginleri ile Garibu'l-Hadis alimleri, muhaddis ve fukahanın birçoğu böyle demiştir.

 

İkinci görüşe göre bütün testilerdir. Bu açıklamayı da Abdullah b. Ömer, Said b. Cubeyr ve Ebu Seleme yapmıştır.

 

Üçüncü açıklamaya göre bunlar Mısır' dan getirilen ve iç tarafları zift ile sıvanmış testilerdir. Bu da Enes b. Malik (r.a.)'dan ve buna yakın bir riva.yet İbn Ebu Leyla' dan rivayet edilmiştir. O ayrıca bunların kırmızı olduklarını eklemiştir.

 

Dördüncüsü Aişe (r.anha)'dan gelen bir rivayet olup, bunlar boyunları (ağız kısımları) yan taraflarında bulunan ve Mısır'dan içlerinde şarap getirilen kırmızı testilerdir.

Beşinci açıklama yine İbn Ebu Leyla' dan rivayete göre o içlerinden Taif'ten şarap getirilen ve ağızları yan taraflarında bulunan testilerdir. Bir takım kimseler bu gibi testilerde nebiz (şıra) yapar ve bunu adeta şaraba yakın hale getiriderdi.

 

Altıncısı Ata' dan rivayet edilmiş görüş olup, onun dediğine göre bunlar çamur, kıl ve kandan yapılırdı.

 

Nakıre gelince, bunun açıklaması son rivayette orta kısmı oyulan kütüktür.

Mukayyer ise zift de denilen kaar ile sıvanmış ziftlenmiş kaba denir. Ziftin kaardan bir tür olduğu da söylenmiştir. Doğrusu birincisidir.

 

İbn Ömer (r.a.)'dan da onun şöyle dediği sahih olarak sabittir:

Ziftlenmiş (müzeffet) ile mukayyer aynı şeylerdir.

Bu dört türlü kabın kullanımının yasaklanmasının anlamına gelince, o bu kaplarda nebiz (şıra) yapılmasını yasaklamıştır. Nebiz ise suya tat1anıp, içilmesi için birkaç tane kuru hurma, kuru üzüm ya da benzeri şeyler atılması ile olur. Bu kapların özellikle yasaklanış sebebi sarhoş verme özelliği bu kaplarda daha hızlı gerçekleştiğinden dolayıdır. Böylelikle onların içindeki içecek haram olur, necis olur ve malolma özelliği de batıl olur. Malın telef edilmesi özelliğinden ötürü bunların kullanılması yasaklanmıştır. Ayrıca sarhoşluk verecek hale geldikten sonra bunu bilmeyen kişi de bunu içebilir.

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem), deri kaplarda (kırbalarda) nebiz yapılmasını yasaklamad!. Aksine bunların (bu maksatla) kullanımına izin verdi çünkü ince oluşlarından ötürü sarhoşluk veren içki onlarda açıkça fark edilir. Hatta şıra sarhoşluk verecek hale gelecek olursa çoğunlukla bunları parçalar.

 

Ayrıca bu yasaklama işin baş taraflarında idi. Sonra Bureyde (r.a.)'ın Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu na dair rivayet ettiği şu hadis ile nesh edildi: "Ben sizlere bildik kaplarda nebiz (şıra) yapmayı yasaklamıştım. Artık her türlü kapta nebiz yapabilirsiniz ama sarhoşluk verici bir şey içmeyiniz. "

 

Bunu Müslim sahihte rivayet etmiş bulunmaktadır. (1/185) Bu hükmün nesh edilmiş olduğuna dair zikrettiğimiz bu husus bizim ve ilim adamlarının büyük çoğunluğunun kanaatidir. Hattabi dedi ki: Bunun nesh edildiği görüşü bu husustaki görüşlerin en sahih alanıdır. Bazıları ise haram oluş devam etmektedir demiş ve bu kaplarda nebiz yapmayı mekruh görmüşlerdir. Malik, Ahmed ve İshak bu kanaattediL Aynı zamanda bu görüş İbn Ömer ve İbn Abbas (r.anhuma)'dan da rivayet edilmiş bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

7- ŞAHADET KELiMELERİNE VE İSLAM'IN ŞER'İ HÜKÜMLERİNE ÇAĞIRMAK BABI