SAHİH-İ MÜSLİM |
İMAN |
باب
الأمر
بالأيمان
بالله تعالى
ورسوله صلى الله
عليه وسلم
وشرائع
الدين،
والدعاء إليه،
والسؤال عنه،
وحفظه،
وتبليغه من لم
يبلغه
6- YÜCE ALLAH'A, ONUN RESULÜNE
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), DİNİN ŞERİATLERİNE İMAN ETMEK, DİNE DAVET VE
O'NA DAİR SORU SORMAK, O'NU KORUMAK VE DİNİ ULAŞMADIGI KİMSEYE TEBLİĞ EDİP,
ULAŞTIRMANIN EMREDİLDİĞİ BABI
23 - (17) حدثنا
خلف بن هشام.
حدثنا حماد بن
زيد، عن أبي حمزة؛
قال: سمعت ابن
عباس. ح
وحدثنا يحيى
بن يحيى
واللفظ له.
أخبرنا عباد
بن عباد، عن
أبي جمرة، عن
ابن عباس؛ قال : قدم وفد
عبدالقيس على
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. فقالوا:
يا رسول الله!
إنا، هذا الحي
من ربيعة، وقد
حالت بيننا
وبينك كفار
مضر. فلا نخلص
إليك إلا في
شهر الحرام.
فمرنا بأمر
نعمل به،
وندعو إليه من
وراءنا. وقال:
"آمركم بأربع.
وأنهاكم عن
أربع. الإيمان
بالله (ثم
فسرها لهم
فقال) شهادة
أن لا إله إلا
الله وأن
محمدا رسول
الله. وإقام
الصلاة.
وإيتاء الزكاة.
وأن تؤدوا خمس
ما غنمتم.
وأنهاكم عن
الدباء.
والحنتم.
والنقير.
والمقير" زاد
خلف في روايته
"شهادة أن لا
إله إلا الله"
وعقد واحدة.
115- Bize Halef b. Hişam
tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd, Ebu Cemre'den şöyle dediğini tahdis etti
(1I46a): İbn Abbas (r.a.)'i dinledim. (H)
Bize -lafız kendisinin olmak üzere- Yahya b. Yahya da tahdis etti. Bize
Abbad, Ebu Cemre'den haber verdi. O İbn Abbas
(r.a.)'dan şöyle dediğini nakletti: - Abdulkays heyeti Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gelip dediler ki: Ey Allah'ın Resulü bizler
Rabia'nın bir koluyuz. Bizlerle senin arana da şu Mudar kafirleri engeldir.
Senin yanına ancak haram ayında gelebiliyoruz. Bize kendisiyle amel edeceğimiz
ve geride bıraktıklarımızı kendisine çağıracağımız bir emir ver. Allah Resulü
şöyle buyurdu:
"Size dört hususu
emrediyor ve size dört şeyi yasaklıyorum: (Size emrettiklerim) Allah'a iman
etmek -sonra bunu kendilerine açıklayarak şöyle buyurdu-: Allah'tan başka
hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahadet
getirmek, namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek ve aldığınız ganimetlerin beşte
birini vermeniz, size dubba'yı, hantem'i, nakir'i ve mukayyer'i
yasaklıyorum."
Halef (1I46b)
rivayetinde: "Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet getirmek"
deyip, bir parmağını yummuştur, ifadesini ekledi.
Diğer tahric: Buhari,
53, 523,1398,3095,3510,4368,4369,6176,7266,7556; Müslim, 5147; Ebu Davud, 3692,
4677; Tirmizi, 1599,2611; Nesai, 5046, 5708; Tuhfetu'l-Eşraf, 6524
24 - (17) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة،
ومحمد بن
المثنى، ومحمد
بن بشار.
وألفاظهم
متقاربة. قال أبو بكر:
حدثنا غندور،
عن شعبة. وقال
الآخران:
حدثنا محمد بن
جعفر، حدثنا
شعبة عن أبي
جمرة؛ قال:
كنت
أترجم بين يدي
ابن عباس،
وبين الناس
فأتته امرأة
تسأله عن نبيذ
الجر. فقال: إن
وفد عبدالقيس
أتوا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم. فقال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: "من
الوفد؟ أو من
القوم؟"
قالوا:
ربيعة،
قال: "مرحبا
بالقوم. أو
بالوفد. غير
خزايا ولا
الندامى". قال:
فقالوا: يا
رسول الله! إنا
نأتيك بشقة
بعيدة. وإن
بيننا وبينك
هذا الحي من
كفار مضر.
وإنا لا
نستطيع أن
نأتيك إلا في
شهر الحرام.
فمرنا بأمر
فصل نخبر به
من وراءنا،
ندخل به الجنة.
قال: فأمرهم
بأربع ونهاهم
عن أربع. قال: أمرهم
بالأيمان
بالله وحده.
وقال: "هل
تدرون ما
الإيمان
بالله؟"
قالوا: الله
ورسوله أعلم قال:
"شهادة أن لا
إله إلا الله
وأن محمدا
رسول الله.
وإقام الصلاة
. وإيتاء
الزكاة. وصوم
رمضان. وأن
تؤدوا خمسا من
المغنم" ونهاهم
عن الدباء
والحنتم والمزفت.
قال شعبة:
وربما قال:
النقير. قال
شعبة: وربما
قال: المقير.
وقال: "احفظوه
وأخبروا به من
ورائكم". وقال
أبو بكر في
روايته "من
ورائكم" وليس
في روايته
المقير.
116- Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Muhammed b. el-Müsenna ve Muhammed
b. Beşşar -ki lafızları birbirine yakındır- tahdis etti. Ebu Bekr dedi ki: Bize
Gunder, Şube'den tahdis etti. Diğer ikisi dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer
tahdis etti. Bize Şube, Ebu Cemre'den şöyle dediğini tahdis etti: İbn Abbas'ın
huzurunda onunla insanlar arasında tercümanlık yapıyordum. Ona bir kadın
gelerek testilerde yapılan nebiz (şıra) hakkında soru sordu, o şöyle dedi:
Abdulkayslılar heyeti Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e geldi.
Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "(Siz) kimin
heyetisiniz yahut (siz) hangi kavimsiniz" buyurdu. Onlar: Rabia dediler.
Allah Raslilü: "Bu gelen kavme -yahut heyete- merhaba!
Utanıp, mahcup olmayasınız, pişman olmayasınız" buyurdu.
(İbn Abbas) dedi ki: Heyettekiler:
Ey Allah'ın Rasulü, biz sana çok uzak bir yoldan geliyoruz. Bizimle senin
aranda da (1/47a) Mudar kafirlerinden olan şu kabile bulunuyor. Bizler de sana
(bundan dolayı) ancak haram ayında gelebiliyoruz. Bize açık seçik bir emir ver
de onu geride bıraktıklanmıza haber olarak götürelim ve onunla cennete girelim,
dediler.
(İbn Abbas) dedi ki: Onlara dört hususu emretti ve dört hususu da
kendilerine yasakladı. (Devamla) dedi ki: Onlara bir ve tek olarak Allah'a iman
etmeyi emretti ve: ''Allah'a iman ne demektir biliyor musunuz" buyurdu.
Onlar: Allah ve Resulü en iyi bilir, dediler. O: ''Allah'tan başka
hiçbir ilah olmadığına ve şüphesiz Muhammed'in Allah'ın ResuIü olduğuna şahadet
etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek, ramazan orucunu tutmak ve
ganimetierden beşte birini eksiksiz vermek" buyurdu.
Sonra onlara dubba'yı, hantem'i ve müzeffet'i yasakladı.
Şu'be dedi ki: (Ebu Cemre) belki nakir'i, belki de mukayyer'i,
dedi. (Allah Resulü ayrıca): "Bunu iyice belleyin ve sizden geri kalanlara
bunu haber verin" buyurdu.
Ebu Bekr ise rivayetinde: "Sizden geri kalan kimselere"
dedi, ama onun rivayetinde de mukayyer'den söz edilmemiştir.
Tahric bilgisi yukarıdaki 115 ile aynı.
AÇIKLAMA: "Ebu Bekr dedi ki ... Bize Şube tahdis etti." Bu ifadeler
Müslim (r.a.)'ın ihtiyatlı oluşundan dolayı böyledir. Çünkü Gunder, Muhammed b.
Cafer'in kendisidir ama Ebu Bekr onu lakabıyla zikretmiş, diğer iki ravi ise
ondan adıyla ve nesebiyle söz etmiştir. Ebu Bekr: Ondan, o Şube'den derken
diğer ikisi ondan (Muhammed b. Cafer'den) bize Şube tahdis etti, diye rivayet
etmişlerdir.
Böylelikle onunla diğer
ikisi arasındaki farklılık iki bakımdan ortaya çıkmış olmaktadır. İşte bu
sebeple Müslim (rahimehullah) buna dikkat çekmiş olmaktadır. Mukaddimede meşhur
olan kanaate göre dal harfi fethalı olarak "Gunder" denileceği,
Cevheri'nin ise bunun "(Jundur" okuyuşunu da naklettiği geçmiş
bulunmaktadır. Ona bu lakabın veriliş sebebi de daha önce açıklanmış idi.
"İbn Abbas'ın huzurunda
(onunla) insanlar arasında tercümanlık yapıyordum." Asıl nüshalarda bu
şekildedir. Takdiri ise: İbn Abbas'ın huzurunda onunla insanlar arasında
şeklindedir. Burada "onunla" lafzı sözün ona delaleti dolayısıyla
hazfedilmiştir. Maksadın: İbn Abbas ile insanlar arasında, şeklinde olması da
mümkündür. Nitekim Buhari ve başkalarında "huzurunda" lafzı
hazfedilmiştir. Böylelikle (huzurunda anlamını verdiğimiz): "Beyne yedey:
lafzan, ellerinin arasında)" tabiri kişinin tamamını ifade eden bir tabir
olur. Yüce Allah'ın: "Kişinin ellerinin önünden getirdiklerine bakacağı
gün" (Nebe, 40) Yani önceden gönderdiklerinin hepsine bakacağı gün
demektir. Allah en iyi bilendir.
"Tercüme"nin
anlamı ise bir dildeki bir ifadeyi başka bir dilde anlatmaktır. Denildiğine
göre bu kişi Farsça konuşuyordu, o da İbn Abbas'a Farsça konuşanların
konuşmalarını tercüme ediyordu. Şeyh Ebu Amr es-Salah (rahimehullah) dedi ki:
Benim kanaatime göre İbn Abbas'ın söylediklerini insanlar arasında
anlayamayanlara tebliğ edip, aktarıyordu. Bunun sebebi ise ya onun sözünü
dinlemeye engelolan kalabalıktı, böylelikle (yüksek sesle) onlara işittirdi,
özlü konuştuğu için tam anlaşılması imkanı olmadığından o onların anlamalarını
sağladı ya da benzeri bir sebeple böyle olmuştu. Onun "insanlar" lafzını
mutlak olarak kullanması bu izlenimi vermektedir. (Devamla) dedi ki: Esasen
tercüme de bir dildeki bir ifadenin başka bir dil ile açıklanmasına ait özel
bir tabir değildir. Çünkü ilim adamları şu bap tabiri hakkında da
"tercüme" adını vermişlerdir. Çünkü bap başlığı ondan sonra
zikredeceği şeylerin ne olduğunu ifade eder. İbnu's-Salah'ın ifadeleri burada
sona ermektedir.
Görünen o ki, bu
insanlara onun neler söylediklerini, İbn Abbas'a da onların neler
söylediklerini anlatıyordu. Allah en iyi bilendir.
"Ona testilerde
yapılan nebiz (şıra) hakkında soru soran bir kadın geldi."
Testi bilinen bir tür
seramikten yapılan kaptır.
Bunda bir kadının
yabancı erkeklere -ihtiyaç sebebiyle- fetva sormasının, erkeklerin seslerini
duyup dinlemesinin, erkeklerin de onun sesini duyup dinlemesinin caiz olduğuna
delil vardır.
İbn Abbas'ın
"Abdulkayslılar heyeti. .. " sözlerinde (1/186) de İbn Abbas
(r.a.)'ın kabul ettiği görüşü bu gibi kaplarda nebiz (şıra) yapmanın
yasaklığının nesh edilmemiş olduğuna, aksine hükmünün devam ettiği kanaatinde
olduğuna delil vardır. Bu husustaki görüş ayrılığını az önce açıkladık.
(116) Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Gelenlere merhaba" buyruğundaki
"merhaba" lafzı mastar (meful-u mutlak) olarak mansubtur. Araplar bu
lafzı çokça kullanmışlar, bununla iyilikte bulunmayı ve güzel bir şekilde
karşılamayı kastederler. Genişlik, rahatlık ve bollukla karşılaşasın, demektir.
"Utanmayasınız,
pişman olmayasınız." Asıl yazmalarda bu şekilde,''(....): Pişman
olanlar" anlamındaki lafız elif, lam ile, "(.....): Mahcup olanlar,
utananlar" anlamındaki lafız da elif lam'sız olarak gelmiştir. Başka bir
yerde her iki kelime de elif lam'lı geldiği gibi her ikisinin de gelmediği
rivayetler de vardır.
Bu rivayetlerde
"~): olmayasınız" anlamındaki lafızda re harfi hal olarak
nasbedilmiştir. et-Tahrir sahibi bunun "kavm: gelenler" lafzının
sıfatı olarak kesreli geldiğinin rivayet edildiğine de işaret etmiş ise de
bilinen birinci şekildir. Ayrıca buna Buhari'nin rivayetinde: "(......):
Utanmayarak ve pişman olmayarak gelenlere merhaba" rivayeti delildir.
Allah en iyi bilendir.
"(......):
Utananlar" kelimesi "(......): Utanan" kelimesinin çoğuludur.
Alçalmış ve alçaltılmış
anlamında olduğu da söylenmiştir.
"(.....): Pişman
olanlar" kelimesinin ise (0L.~)'in çoğulu olduğu da söylenmiştir. Bunun
pişman olan anlamındaki (....)'in bir diğer söyleyişi olduğu da söylenmiştir,
bunu Camiu'l-luga'nın sahibi el-Kazzaz ile el-Cevheri de Sihah'ında
nakletmişlerdir. Bu lafzın hadis-i şerifte çoğunluğunun bu şekilde yapılmasının
sebebinin utananlar anlamındaki lafza (ses itibariyle) uydurmak olduğu da
söylenmiştir. Arap dilinde ise bu şekilde kullanım (itba) pek çoktur. Bu da
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in fasahatından ileri gelir. Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "........): Ecir almamışlar (aksine)
günah kazanmışlar olarak geri dönün" buyruğu da bu kabildendir. Burada
günah kazanmışlar olarak anlamındaki laflZ "ecir kazanmışlar olarak"
anlamındaki lafza itba edilmiştir. (Ses bakımından uydurulmuştur.) İlim
adamlarının söylediklerine göre Arapların: "(......): Ben ona sabah
vakitlerinde de, akşam vakitlerinde de giderim" şeklindeki sözleri de bu
türdendir.
Hadis-i şerifteki
ibarenin anlamına gelince, siz İslam' dan geri kalmadınız (Müslüman olmakta)
gecikmediniz, inat etmediniz, esir edilmek, çoluk çocuklarınızın
köleleştirilmesi gibi bir musibete uğramadınız ve dolayısıyla utanacağınız
yahut zelil olacağınız, küçültüleceğiniz, pişman olacağınız benzeri hallerle
karşılaşmadınız. Allah en iyi bilendir.
"Ey Allah'ın
Rasulü, biz sana uzak bir yoldan geliyoruz" ifadesindeki "uzak
yol" lafzı yolculukta alınan mesafenin uzaklığını anlatır. Bu uzak yola
insana zor ve meşakkatli gelmesinden dolayı (şukka) denildiği söylendiği gibi,
bu zaten uzak mesafe demektir de denilmiştir. İnsanın yolculuk yapmak üzere
çıkıp gideceği son yere de böyle denildiği söylenmiştir. Buna göre onlar
geldikleri mesafenin çok uzak olduğunu söylemek istemişlerdir. Allah en iyi
bilendir.
"Bize açık seçik
bir emir ver" şeklindeki sözlerine gelince, Hattabi ve başkaları:
Kendisinden maksadın açık seçik anlaşıldığı ve anlaşılmasında güçlük çekilmeyen
söz, demektir, diye açıklamışladır.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in: "Sizden geride ka/an/ara da haber verin" lafzı ve Ebu
Bekr'in rivayetinde işaret ettiği farklılık anlam itibariyle birdir.
"Nasr b. Ali
el-Cahdam'i"nin ismi ile ilgili açıklama Mukaddimenin şerhinde geçmiş
bulunmaktadır. "İkisi birlikte dedi ki" ifadesi yani zikrettiği şekilde
her ikisi birlikte tahdis ettiler. Bu da ya her ikisinin bir arada aynı zamanda
bunu tahdis ettikleri yahut ayrı iki vakitte tahdis ettikleri anlamındadır.
(1/188) Bunun mutlaka aynı anda olması zorunludur, diye inanan bir kimse açık
bir hata içerisindedir.
25 - (17) وحدثني
عبيدالله بن
معاذ. حدثنا
أبي. ح وحدثنا
نصر بن علي
الجهضمي. قال:
أخبرني أبي.
قالا جميعا:
حدثنا قرة بن
خالد، عن أبي
جمرة، عن ابن
عباس، عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم بهذا
الحديث. نحوا
حديث شعبة.
وقال: "أنهاكم
عما ينبذ في
الدباء والنقير
والحنتم
المزفت وزاد
ابن معاذ في
حديثه عن أبيه
قال: وقال
رسول الله صلى
الله عليه وسلم
للأشج، أشج
عبدالقيس "إن
فيك خصلتين
يحبهما الله:
الحلم
والأناة".
117- Bana Ubeydullah b. Muaz da tahdis etti. (1/47b) Bize babam
tahdis etti. (H) Bize Nasr b. Ali el-Cahdam'i de tahdis edip dedi ki: Bana
babam tahdis etti. İkisi birlikte dediler ki: Bize Kurra b. Halid, Ebu
Cemre'den tahdis etti. O İbn Abbas'tan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu hadisi
Şube'nin hadisi rivayetine yakın olarak rivayet etti ve (onun rivayetine göre
Allah Rasulü) şöyle buyurdu: "Sizlere dubba, nakfr, hantem ve müzeffet'te
yapılan şıra/arı yasaklıyorum. "
İbn Muaz, hadisi rivayetinde babasından ziyade olarak şunları
söylemektedir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayrıca Eşec'e yani
Abdulkayslıların Eşec'ine şunları söyledi: "Şüphesiz sende Allah'ın
sevdiği iki haslet vardır:
Vakar ve ağır başlılık (aceleci olmamak)"
Bunun tahrici de 115 ile aynıdır.
AÇIKLAMA: "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'de el-Eşec'e yani Abdulkays'ın Eşec'ine buyurdu." el-Eşec'in adı
el-Münzir b. Aiz'dir. İbn Abdilberr'in ve çoğunluğun yahut çok kimsenin
söylediği budur. İbnu'l-Kelbi ise: Adı el-Munzir b. Haris b. Ziyad b. Asar b.
Avf'dır. Adının el-Münzir b. Amir olduğu, elMünzir b. Ubeyd olduğu söylendiği
gibi Aiz b. el-Münzir olduğu, Abdullah b. Avf olduğu da söylenmiştir.
(Vakar diye tercüme
ettiğimiz): "Hiim" akıl demektir. "Ağır başlılık" anlamını
verdiğimiz (el-enat) ise işi sağlam tutmak ve acele etmemektir. Nebi
(s.a.v.)'in ona bu şekilde hitap etmesinin sebebi ise hadis-i şerifte
belirtildiği üzere Medine'ye varır varmaz Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
huzuruna çıkmakta ellerini çabuk tutmalarıdır.
el-Eşec ise onların
eşyalarının, bineklerinin yanında kalarak onları bir araya getirdikten sonra
devesini bağladı, en güzel elbiselerini giydi sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in huzuruna vardı. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu yanına
yakınlaştırdı ve yanında oturttu. Sonra da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onlara: "Kendiniz adına ve kavminiz adına bey'at eder misiniz"
buyurdu. Oradakiler evet deyince, el-Eşec şöyle dedi: Ey Allah'ın Resuıü,
şüphesiz ki sen hiçbir kimseden dininden daha değerli bir şey istemedin. Biz
sana kendi adımıza bey'at ederiz ama onları (geride kalanları) davet edecek
birisini göndeririz. Bize uyan bizden olur, uymayı kabul etmeyenle de
savaşırız, dedi. Allah Resulü: "Doğru söyledin, gerçekten sende Allah'ın
sevdiği iki haslet vardır ... " buyurdu.
Kadı lyaz dedi ki: Ağır
başlılık onun durumunu gözden geçirmesi için gecikmesi ve acele etmemesidir.
Vakar sahibi olması ise onun esas en söylediği bu sözlerin aklının sağlam,
neticelere bakıp değerlendirmesinin de güzel olduğunu gösterir.
Derim ki: Bu Ebu
Ya'la'nın Müsnedi ile başka kaynaklarda zikredilen şu hadise muhalif değildir:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) el-Eşec' e: "Sende Allah'ın
sevdiği iki haslet vardır ... " buyurunca el-Eşec: Ey Allah'ın Resuıü,
bunlar önceden mi bende vardı yoksa yeni mi ortaya çıktılar, sordu. Allah Resuıü
(s.a.v.): "Hayır, önceden de vardı" buyurdu. (el-Eşec) dedi ki: Ben
de: Beni sevdiği iki haslete sahip olarak yaratan Allah'a hamdolsun, dedim.
26 - (18) حدثنا
يحيى بن أيوب.
حدثنا ابن
علية. حدثنا
سعيد بن أبي
عروبة، عن
قتادة، قال:
حدثنا من لقي الوفد
الذين قدموا
على رسول الله
صلى الله عليه
وسلم من
عبدالقيس. قال
سعيد: وذكر
قتادة أبا نضرة،
عن أبي سعيد
الخدري في
حديثه هذا؛ أن
أناسا من
عبدالقيس
قدموا على
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم فقالوا: يا
نبي الله! إنا
حي من ربيعة.
وبيننا وبينك
كفار مضر. ولا
نقدر عليك إلا
في أشهر الحرم
فمرنا بأمر
نأمر به من وراءنا،
وندخل به
الجنة، إذا
نحن أخذنا به.
فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم:
"آمركم بأربع.
وأنهاكم عن
أربع. اعبدوا
الله ولا
تشركوا به شيئا.
وأقيموا الصلاة.
وآتوا الزكاة.
وصوموا رمضان.
وأعطوا الخمس
من الغنائم.
وأنهاكم عن
أربع. عن
الدباء.
والحنتم.
والمزفت والنقير".
قالوا: يا نبي
الله! ما
علمكم
بالنقير؟ قال:
"بلى. جذع
تنقرونه.
فتقذفون فيه
من القطيعاء"(قال
سعيد: أو قال
"من التمر) ثم
تصبون فيه من
الماء. حتى
إذا سكن
غليانه
شربتموه. حتى
إن أحدكم (أو
إن أحدهم)
ليضرب ابن عمه
بالسيف". قال
وفي القوم رجل
أصابته جراحة
كذلك. قال
وكنت أخبأها
حياء من رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
فقلت: ففيم
نشرب يا رسول
الله؟ قال: "في
أسقية الأدم،
التي يلاث على
أفواهها" قالوا:
يا رسول الله!
إن أرضنا
كثيرة
الجرذان. ولا
تبقى بها
أسقية الأدم.
نبي الله صلى
الله عليه
وسلم لأشج
عبدالقيس "إن
فيك لخصلتين
يحبهما الله.
الحلم
والأناة".
118- Bize Yahya b. Eyyub
tahdis etti. Bize İbn Uleyye tahdis etti. Bize Said b. Ebi Arube, Katade'den şöyle
dediğini tahdis etti: Bize Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna Abdulkays'den gelen
heyet ile karşılaşan birisi tahdis etti. Said dedi ki: Katade'de bu hadisi
rivayetinde Ebu Nadra'nın, Ebu Said el-Hudri'den
(1I48a) naklen; Abdulkayslılardan bir grup kimse Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in huzuruna gelip: Ey Allah'ın Nebisi, biz Rabia'dan bir kabileyiz.
Bizimle senin aranda Mudar kafirleri vardır. Senin yanına ancak haram aylarda
ulaşabiliriz. Bu sebeple sen bize arkada bıraktıklarımıza emredeceğimiz ve
kendisini yerine getirdiğimiz takdirde onunla cennete gireceğimiz bir emir
buyur, dediler.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Size dört şeyi emrediyar, dört şeyi
yasaklıyorum: Allah'a ibadet edin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın, namazı
dosdoğru kılın, zekatı verin, ramazanı tutun, ganimetlerin beşte birini verin.
Size (şu) dört şeyi de yasaklıyorum: Dubba'yı, hantem'i, müzeffet'i ve
nakir'i."
Heyetlekiler: Nakir'i de
biliyor musun, dediler. O: "Evet, nakir sizin oyduğunuz bir ağaç kütüğünün
adıdır, onun içine küçük hurmaları bırakırsınız." Said dedi ki: Yahut:
-Küçük hurma türünü- dedi. "Sonra da içine su koyarsınız. Nihayet
kaynaması (köpürmesi) dinince onu içersiniz. Hatta sizden biriniz -yahut
onlardan biri- amcasının oğlunu kılıçla vurur. "
(Ebu Said) dedi ki:
Heyettekiler arasında bu şekilde bir yara almış bir adam da vardı. O adam dedi
ki: Ben onu Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den utandığım için o
yarayı gizliyordum. Ey Allah'ın Rasulü peki hangi kaplarda içelim, dedim. O:
"Ağızları bağlanabifen deri kaplarda (için)" buyurdu.
Heyettekiler: Ey
Allah'ın Nebisi! Bizim topraklarımızda çokça sıçan var ve orada deri su
kırbaları kalmaz, dediler. Allah'ın Nebisi: "İsterse sıçanlar onları
yesin, isterse sıçanlar onları yesin, isterse sıçanlar onları yesin"
buyurdu.
(Ebu Said) dedi ki:
Allah'ın Nebisi Abdulkays'ın Eşec'ine: "Şüphesiz sende Allah'ın sevdiği
iki haslet vardır. Bunlar vakar ve ağırbaşlılıktır" buyurdu.
Bu hadisi yalnız Müslim
rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4375
AÇIKLAMA: "Bize Said b. Ebu Arube,
Katade' den şöyle dediğini tahdis etti: ... Said dedi ki: Katade de Ebu Nadra,
Ebu Said el-Hudri' den diye zikretli." Bu sözlerin anlamı şudur: Katade bu
hadisi Ebu Nadra'cian, o Ebu Said el-Hudri'den diye rivayet etmiştir. (1/189)
Nitekim bu husus bundan sonra gelen İbnEbu Adiy' in rivayetinde açıkça ifade
edilmiştir.
Ebu Arube'nin adı
Mihran'dır. Hadis ehli de, başkaları da bu şekilde başında elif lam olmaksızın
"Arube" derler. İbn Kuteybe ise Edebu'l-Kstib adlı eserinde
insanların değişikliğe uğrayan isimleri babında onun babasının adı aslında
-elif ve lam ile- İbn Ebu'l-Arube şeklindedir. Bununla (elif, lam'sız)
"Arube" denilmesinin bir yanlışlık olduğunu kastetmektedir. Sonra
yine İbn Kuteybe onu "el-Mearif" adlı eserinde başkasının zikrettiği
gibi zikretmiş ve:
Said b. Ebu Arube'nin
künyesi Ebu'n-Nadr'dır. Onun soyu devam etmemiştir, demektedir. Hatta onun
kesinlikle bir kadına dokunmamış olduğu da söylenir. Ömrünün sonlarında
hafızası karışmıştır. Hafızasının karıştığını İbn Kuteybe gibi başkası da
söylemiştir, hafızasının karıştığı meşhur bir husustur.
Yahya b. Main dedi ki:
Said b. Ebi Arube, İbrahim b. Abdullah b. Hasan b. Hasan'ın 142 yılında
yenilgiye uğramasından sonra haflZasl karışmıştır.
Bu tarihten sonra ondan
rivayet dinleyenin hiçbir kıymeti yoktur. Yezid b. Harun'un ise Vasıt' ta ondan
hadis dinlemesi sahihtir. İlim adamları Abde b. Süleyman'ın da ondan hadis
dinlemiş olduğunun sabit olduğunu söylemişlerdir. Derim ki: Said b. Ebu ArCıbe
156 yılında vefat etmiştir, 157 yılında vefat ettiği de söylenmiştir.
Daha önce kaydettiğimiz
üzere haflZasl karışmadan sağlıklı halinde rivayet naklettiğini bildiğimiz
kimsenin rivayetini kabul edip, onun rivayetini delil gösterebileceğimiz tespit
edilmişti fakat hafızasl karışmışken ondan rivayet nakleden yahut rivayetinde
(rivayetini ne zaman aldığı hususunda) şüphe ettiğimiz kimsenin rivayetini
delil gösteremeyiz. Yine önceden de kaydettiğimiz gibi Buhari ve Müslim'in
sahihlerinde rivayeti delil gösterilmiş, hafızası karışmış kimseden gelen bu
rivayetin onu nakledenin bu rivayeti kendisinden hafızası karışmadan önce
aldığının sabit olduğu şeklinde yorumlanacağı da geçmişti. Allah en iyi
bilendir.
Ebu Nadra'nın adı
el-Munzir b. Malik b. Kıt'a'dır. Nispeti ise "el-Avaka" -ayn, vav ve
kaf harfleri fethalı olarak-dır. Cumhurun (1/190) söylediği meşhur nispet
budur. Sahibu'l-Matali'in nakletliğine göre bazıları "el-Avaka"nın
vav'ını sakin olarak okumuştur. el-Avaka ise Abdulkayslıların bir koludur.
Kendisi Basralıdır. Allah en iyi bilendir.
Ebu Said el-Hudri'nin
adı ise Sa'd b. Malik b. Sinan'dır. Benu Hudra'ya mensuptur. Babası Malik
(r.a.) da sahabi idi, Uhud günü şehit olarak öldürüldü.
"(....): Ona küçük
hurma taneleri atarsınız" ifadesi burada ilk yerde bütün asıl nüshalarda
bu şekilde yer almıştır. (119 numaralı) Muhammed b. el-Müsenna ve İbn
Beşşar'ın, İbd Ebi Adiyy'den naklettikleri diğer rivayetle ise:
"(........): Küçük hurma taneleri ona karıştırırsınlZ" ibaresinde kaf
harfi yoktur. Diğer rivayet şekilleri de sahihtir. Bütün rivayet şekillerinin
ifade ettiği anlam ise karıştırmaktır. Allah en iyi bilendir. Küçük hurma
taneleri anlamındaki (....) ise eş-şihrtz denilen küçük taneli bir kuru hurma
türüdür.
"Hatta sizden
biriniz -yahut onlardan biri- amcasının oğluna bir kılıç darbesi indirir."
Yani kişi bu içkiyi içecek olursa sarhoş olur, aklı başında kalmaz ve bundan
dolayı şer ortaya çıkar. En sevdiği kişi olan amcasının oğluna kılıçla darbe
indirir, bu ise pek büyük bir fesattır. Bunun dışında kalan diğer fesatlara bu
ifadeyle dikkat çekmiş olmaktadır.
"Sizden biriniz
-yahut onlardan biri-" ifadesindeki şüphe raviden kaynaklanmaktadır. Allah
en iyi bilendir.
"Onlar arasında (bu
sebeple) yaralanmış bir kişi de vardı." (1/191) ifadesinde geçen bu adamın
adı Cehm idi, yara bacağında idi.
''Ağızları bağlanabilen
deriden yapılmış su kapları" ifadesindeki (deri anlamı verilen)
"el-edım" iyice tabaklanmış deri demektir. "Ağızları bağlanabilen"
ibaresindeki fiilin baş harfi ötreli ye olarak zaptetmişiz. Asıl nüshaların
çoğunda da böyledir. Hafız Ebu Amir el-Abderi'nin asıl nüshasında ise te harfi
iledir. Her ikisi de sahihtir. Birincisinin anlamı ip bu kırbanın ağzına
dolanıp bağlanır, ikincisinin anlamı ise kırbaların ağızlarına (ip ve bu gibi
şey) dolanarak bağlanır, demektir.
"Bizim
topraklarımızda çokça sıçan var" ibaresindeki "çok" anlamına
gelen (...) kelimesi hakkında Şeyh Ebu Amr b. es-Salah şöyle diyor: Bizim asıl
yazmalarımızda sahih olarak te harfi bulunmadan gelmiştir. Bu rivayete göre
ifade yaşadığımız yer, fareleri bol bir yerdir, takdirindedir. Bu şekildeki
kullanımın bir benzeri de yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah'ın rahmeti ihsan
edicilere pek yakındır." (Araf, 56) buyruğudur. (Burada zikredilen ve
"el-curzan"in tekili olan) el-cürez bir fare türüdür. Cevheri ve
başkası böyle açıklamıştır. ez-Zebidi ise
"Muhtasaru'l-Ayn"
adlı eserinde farelerin erkeğine denir, demiştir. Hadisi şerh edenlerden bir
topluluk herhangi bir kayıt belirtmeksizin mutlak olarak faredir, diye
açıklamışlardır.
"Fareler onları
yese dahi" lafzı asıl nüshalarda da bu şekilde üç defa tekrar edilmiştir.
27 - (18) حدثني
محمد بن
المثنى وابن
بشار. قالا:
حدثنا ابن أبي
عدي عن سعيد،
عن قتادة؛
قال: حدثني غير
واحد لقي ذاك
الوفد. وذكر
أبا نضرة عن
أبي سعيد
الخدري؛ أن
وفد عبدالقيس
لما قدموا على
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. بمثل
حديث ابن علية.
غير أن فيه
"وتذيفون فيه
من القطيعاء
أو التمر
والماء" ولم
يقل(قال سعيد
أو قال من
التمر).
119- Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar (l/49a) tahdis edip
dediler ki: Bize İbn Ebi Adiyy, Said'den tahdis etti. O Katade'den şöyle dediğini nakletti: Bana o
kafile ile karşılaşmış birden çok kişi tahdis etti. Sonra Ebu Nadra'nın Ebu Said el-Hudri'den
rivayetini zikredip, Abdulkayslılar heyeti RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in huzuruna gelince diyerek hadisi İbn Uleyye'nin rivayet ettiği gibi
rivayet etti. Ancak onun rivayetinde içine küçük hurmalardan -yahut hurmadan-
"ve su karıştırırsınız" buyurduğunu söyledi. Ayrıca: Said dedi ki:
Yahut o "hurmadan" dedi, ibaresini zikretmedi.
Bu hadisi yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4375
AÇIKLAMA: "Her
ikisi de bize İbn Adiyy tahdis etti" ibaresinde geçen İbn Ebu Adiyy de Ebu
Adiyy künyeli zatın kendisidir. "Bize
Ebu Asım, İbn Cureye'den tahdis etti." Ebu Asım'ın adı ed-Oahhak b. Mahled
en-Nebil'dir. İbn Cureye'in adı ise Abdulmelik b. Abdulaziz b. Cureye' dir.
28 - (18) حدثني
محمد بن بكار
البصري. حدثنا
أبو عاصم، عن
ابن جريج. ح
وحدثني محمد
بن رافع
واللفظ له.
حدثنا
عبدالرزاق.
أخبرنا ابن
جريج. قال:
أخبرني أبو
قزعة؛ أن أبا
نضرة أخبره،
وحسنا أخبرهما؛
أن أبا سعيد
الخدري
أخبره؛ أن وفد
عبدالقيس لما
أتوا نبي الله
صلى الله عليه
وسلم قالوا:
يا
نبي الله!
جعلنا الله
فداءك. ماذا
يصلح لنا من
الأشربة؟
فقال "لا
تشربوا في النقير"
قالوا: يا نبي
الله! جعلنا
الله فداءك. أو
تدري ما
النقير؟ قال
"نعم. الجذع
ينقر وسطه.
ولا في الدباء
ولا في
الحنتمة
وعليكم
بالمُوكَى".
120- Bana Muhammed b. Bekkar el-Basri rivayet etti. (Dedi ki:) Bize
Ebu Asim, İbni Cüreyc'den rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Bafi' dahi rivayet eyledi. Bu lafız onundur. (Dedi ki):
Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. Dedi
ki: Bana Ebu Kazea kendisiyle Hasan'a Ebu Nadra'um haber verdiğini söyledi
ikisine de Ebu Said-i Hudri'nin kendisine şunu haber verdiğini söylemiş:
Abdulkayslılar heyeti Allah'ın Nebisine (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelince,
ey Allah'ın Rasulü Allah için sana feda olalım. İçeceklerden neyi içmemiz uygun
olur, dediler.
O: "Nakirde içmeyin" buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Nebisi,
Allah için sana feda olalım, nakirin ne olduğunu da biliyor musun, dediler. O:
"Elbette, o ortası oyulan ağaç kütüğüdür. Dubba'da da, hanteme'de de
içmeyin. Ağzı kapatılan kaplardan içmeye bakın" buyurdu.
Yalnızca Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4355
AÇIKLAMA: "Bana Muhammed b. Rafi' tahdis
etti. .. " Bu isnad müşkil isnatlar arasında sayılır. İmamların bu
husustaki açıklamaları da birbirleri ile uyumlu değildir. Büyük hafızlardan bir
topluluk da bunun hakkında hataya düşmüştür.
Bu hususta doğrusu imam,
hafız Ebu Musa el-Asbahani'nin bunun hakkında toplamış olduğu cüzde tahkik
edip, araştırdığı, genişçe açıklayıp, izah ettiği şekildedir. O gerçekten güzel
ve gayet iyi bir çalışma yapmıştır. Merhum, şeyh Ebu Amr b. es-Salah da bunu
özetleyerek şunları söylemektedir: Bu isnat oldukça mudal (çözümü zor)
senetlerden birisidir. Bundaki zorluk isnatta yanılan (vehm eden) bir
topluluktan gelmiş birtakım tabirlerin bulunmasıdır. Bunlardan birisi Ebu Nuaym
el-Asbahani'nin el-Mustahrac ala Sahih-i Müslim adlı eserinde kendi senediyle
"bana Ebu Kazaa'nın haber verdiğine göre Ebu Nadra ve Hasen her ikisine
haber verdi. Ebu Said el-Hudri de ona haber vermiştir." Bu isnad ise Ebu
Kazaa'nın kendisinin Ebu Said'den naklen, Ebu Nadra ve Hasen' e haber vermiş
olmasını ve Ebu Said' den bizzat dinleyen kişinin Ebu Kazaa olmasını
gerektirmez çünkü böyle bir şey hiç şüphesiz sözkonusu değildir. Bu kabilden
olmak üzere Takyidu'l-Mühmel'in müellifi Ebu Ali el-Gassani, Müslim'in bu
rivayetini reddetmiş, bu hususta el-Mu'lim'in müellifi de onu taklit etmiştir.
Zaten senetler ilmi ile ilgili olarak zikrettiklerinde onun yaptığı iş de onu
(Ebu Ali el-Gassani'yi) taklit etmekten ibarettir. Bu hususta Kadı Iyaz, her
ikisinin doğru söylediğini ifade ederek şöyle demiştir:
İsnatta doğru olan Ebu
Ali'nin İbn Cureye' den rivayette bulunmasıdır. O dedi ki: Bana Ebu Kazaa'nın
haber verdiğine göre Ebu Nadra ve Hasen kendisine haber verdiklerine göre Ebu
Said ona haber vermiştir. O bu rivayetinde sadece "ona haber
vermiştir" dediğini "her ikisine haber verdi" demediğini
zikretmektedir. Çünkü o buradaki zamiri sadece Ebu Nadra'ya ait olarak kabul
etmiş, mürselolduğu nokta dolayısıyla Hasan'ı iskat etmiştir çünkü Hasan, Ebu
Said' den hadis dinlememiş ve onunla karşılaşmamıştır. Ayrıca Müslim'in hadisi
zikrettiği bu lafız ile Ebu Ali b. es-Seken'in de kendi isnadıyla Musannaf'ında
tahriç ettiğini belirterek: Zannederim bu İbnu's-Seken'in düzeltmelerindendir,
demiştir.
Yine el-Gassani'nin
naklettiğine göre, bu hadisi bu şekilde Ebu Bekr elBezzar da el-Müsnedu'l-Kebir
adlı eserinde kendi isnadıyla böylece rivayet etmiştir. Ayrıca hem ondan, hem
de Hafız Abdulğani b. Said'den her ikisinin burada sözü geçen Hasan'ın Hasan-ı
Basri olduğunu nakletmişlerdir. Oysa durum onların dedikleri gibi değildir.
Aksine Müslim'in bu isnatta rivayet ettiği şekil doğru olanın kendisidir.
(11193) Nitekim onun kaydettiği şekilde Ahmed b. Hanbel de bu hadisi Ravh b.
Ubade'den, o İbn Cureye'den diye rivayet etmiştir. HaflZ Ebu Musa el-Asbahani
(rahimehullah) bunu destekleyerek bu hususta pek geniş, pek güzel, incelikli ve
doğruyu isabet ettiren bir kitap telif etmiştir. Halbuki bu hususta birden çok
kişi yanılmış bulunmaktadır. Onun zikrettiğine göre burada sözü geçen Hasan,
Hasan b. Müslim b. Yenak'dır.
Bu da İbn Cureyc'in
kendisinden bundan başka hadis de rivayet ettiği zattır. Bu ifadenin anlamına
gelince, Ebu Nadra bu hadisi Ebu Kazaa ile Hasan b. Müslim'in her ikisine haber
vermiştir. Sonra bunu her ikisine haber verdiği üzere Ebu Said kendisine haber
vermiştir diye tekid etmiştir. Yani Ebu Said, Ebu Nadra'ya haber vermiştir. Bu
da bir kimsenin şüphesiz Zeyd bana geldi, Amr da bana geldi ve her ikisi şunu
şunu söyledi, demesine benzer ve bu da fasih anlatım şekillerindendir.
Bu senetteki Hasan'ın
sika bir ravi olan Hasan b. Müslim b. Yenak b. Seleme b. Şebib olduğuna şunu da
delil göstermiştir: Bu hadisi Abdurrezzak b. Cureyc' den rivayet edip şöyle
dediğini zikretmiştir: "Bana Ebu Kazaa haber verdi. Ebu Nadra kendisine
haber verdi. Hasan b. Müslim b. Yenak da her ikisine haber verdiğine göre Ebu
Said kendisine haber verdi, deyip hadisi zikretmiştir. "
Ayrıca bunu Hafız
Ebu'ş-Şeyh de el-Muharrac ala Sahih-i Müslim adlı kitabında rivayet etmiş olup,
Ebu Said ed-Dımeşki ve başkaları da senetten Hasan'ı düşürmüştür çünkü senedin
müşkil olmasıyla birlikte ayrıca onun bu rivayette herhangi bir ilgisi yoktur.
Hafız Ebu Musa, Ebu Ali el-Gassani'nin naklettiğini zikredip, bu naklettiğinin
de batıl olduğunu ayrıca "her ikisine haber verdi" sözünde zamirsiz
rivayetin de ve diğer değişikliklerin de batıl olduğunu beyan etmiştir.
Gerçekten de çok iyi ve çok güzel açıklamalarda bulunmuştur. (Allah ondan razı
olsun) Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah (rahimehullah)'ın ifadeleri burada sona
ermektedir.
Onun zikrettiği
kadarıyla bu açıklama oldukça ileri derecede yeterlidir.
Her ne kadar Hafız Ebu
Musa bu hususu senetleriyle ve diğer getirdiği şahitlerle oldukça geniş bir
şekilde açıklamalarda bulunmuş ise de burada bu kadarından fazlasını kaydetmeye
zorunlu bir ihtiyaç yoktur. Allah en iyi bilendir.
Senette geçen Ebu
Kazaa'nın adı Suveyd b. Huceyr'dir. Bahill ve Basrı nispetlidir. Yalnız Müslim
ondan rivayet nakletmiş, Buhari ondan rivayet almamıştır.
Kazaa "Kaz' e"
diye de söylenir. Ebu Ali el-Gassani ise Takyidu'l-Mühmel adlı eserinde Kazaa
şeklinde ze harfinin fethalı okunuşu dışında bir telaffuz zikretmemiştir. Kadı
Iyaz ise her ikisini zikretmiştir. İbnu'l-Enbari'nin hattı ile ze harfinin
sakin olduğu tespit edilmiştir. İbn Mekki ise lah n ile okunan kelimelerle
ilgili kitabında doğrusunun sakin olacağını zikretmektedir. Allah en iyi
bilendir.
"Allah için sana
feda olalım" şeklindeki sözleri ise Allah seni hoşlanılmayan şeylerden
korusun, anlamındadır. "Size
ağızları bağlanan kapları tavsiye ederim" buyruğunun anlamı (11194) şudur:
Sizler ağzı bağlanan ince kırbalarla nebiz yapınız. ---Hadis lafızlarıyla
ilgili açıklamalar bunlardır. ---
Bu hadisin ihtiva ettiği
hüküm ve anlamlara gelince, bunun muhtevasında pek çok hüküm ve anlam
bulunmaktadır. Bunların bir kısmını daha önce sözkonusu ettim. Şimdi sırasıyla
özet ve muhtasar olarak kalanları işaret edelim. Bu hadiste:
1- İleri gelenlerin ve
eşrafın önemli işler ile ilgili olarak imamlara elçi olarak gönderilmesi
2- Soru sormadan önce
mazeretin sözkonusu edilmesi
3- Haccın dışında
İslam'ın önemli hükümleri ve rükünlerİ. -Daha önce o zaman henüz haccın farz
kılınmamış olduğunu belirtmiştik.-
4- Alim bir kimse
meclisinde bulunanlara anlattıklarının anlaşılmasını sağlamak ve kendisinin de
onların söylediklerini anlamak için bazı arkadaşlarından yardım ister. Nitekim
İbn Abbas (r.a.) böyle yapmıştır.
5- Bu uygulama aynı
şekilde fetva ve haberde tercüme hususunda bir kişinin sözünün yeterli olduğuna
da delil gösterilebilir.
6- Bir kimsenin
ziyaretine gelen ve uzaktan yanına gelen kimselere merhaba ve buna benzer
sözler söylemesi ve onları -yabancılıklarını gidermek ve rahatlatmak için-
övmesi caizdir.
7 - Eğer kendisini
beğenmek ve buna benzer fitnelere düşeceğinden korkulmuyorsa bir kimseyi yüzüne
karşı övmek caizdir. Bu övgünün müstehap olma hali ise durum ve şahıslara göre
değişir.
Yüze karşı övmenin
yasaklanışına gelince bu sözünü ettiğimiz hususlara düşüp fitneye
kapılacağından korkulan kimseler için sözkonusudur. Nebi (sallallahu a!eyhi ve
sellem) pek çok yerde insanları yüzlerine karşı övmüştür. Ebu Bekr es-Sıddık
(r.a.)'a: "Sen onlardan değilsin" dediği gibi: "Ağlama ey Ebu
Bekr, şüphesiz insanlar arasında arkadaşlığı ve malı itibariyle kendisinden en
çok minnet borcum olan kişi Ebu Bekir' dir. Eğer ümmetim arasından birisini
halil edinecek olsaydım, elbette ki Ebu Bekr'i halil edinirdim." Yine ona:
"Ben senin onlardan yani cennetin bütün kapılarından çağırılacaklardan
olacağını ümit ederim" buyurmuş, yine "ona (Ebu Bekir'e içeriye
girmesi için) izin ver ve ona cennetlik olduğunu müjdele"; "Sallanma
ey Uhud, senin üzerinde bir nebi, iki sıddık ve iki şehit vardır.";
"Cennete girdim ve
bir köşk gördüm. Bu kimindir, dedim, Ömer b. elHattab'ındır dediler. İçeri
girmek istedim sonra senin kıskançlığını hatırladım" deyince, Ömer (r.a.):
Ey Allah'ın Resulü, babam anam sana feda olsun, senden mi kıskanacağım, dedi.
Yine ona: "(Ey Ömer), şeytan senin bir yolda yürüdüğünü görecek olursa
mutlaka o senin gittiğin yoldan başka bir yola gider.";
"üsman'a kapıyı aç
ve ona cennetlik olduğu müjdesini ver."
Ali (r.a.)'a: "Sen
bendensin, ben de sendenim." Bir başka hadiste ise: "Harun'un
Musa'nın yanındaki değeri ne ise senin de benim yanımda öyle bir konuma sahip
olmak hoşuna gitmez mi?" buyurmuş,
Bilal'e de:
"Cennette senin ayak seslerini duydum."
Abdullah b. Selam'a:
"Sen ölünceye kadar İslam üzere kalacaksın." Ensar'a: "Aziz ve
celil Allah yaptığınız sebebiyle gülmüş -yahut hayret etmiş-tür." Yine
Ensar'a: "Sizler insanlar arasında en sevdiğim kimselerdensiniz"
buyurmuştur. (1/195)
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in yüze karşı övdüğüne dair bu buyrukların benzeri pek çoktur.
Ashabın, tabiinin,
onlardan sonra gelen alimlerin ve kendilerine uyulan imamların (Allah hepsinden
razı olsun) övmeleri ise sayılamayacak kadar çoktur. Allah en iyi bilendir.
Hadisten istifade edilecek diğer bazı hükümler şunlardır:
8- İlim tahsil eden ve
fetva soran bir kimse ilim adamına, bana cevabı açıkla ve benzeri sözlerle
hitap edecek olursa kınanmaz.
9- "Şehru
Ramazan" değil de "şehr" lafzını zikretmeksizin sadece
"Ramazan" demekte bir sakınca yoktur.
10- Kendisine doğruyu
göstermesi ve vereceği cevabında kendisine zorluk çıkarmayarak yumuşaklıkla
muamele etmesi maksadıyla alim e soru sormak caizdir.
11- İnsanları daha büyük
çapta etkilemesi için söylenen bir söz tekid edilebilir (tekrarlanarak
vurgulanabilir) ve büyüklüğüne, önemine dikkat çekilebilir.
12- Bir kimsenin
Müslüman bir kişiye: Allah beni sana feda kılsın, demesi caizdir.
İşte bunlar bu hadisin
çeşitli ibareleriyle ilgili hükümlerdir. Bunlar uzun ise de tahkiki isteyenlere
nispetle de muhtasardır, Allah en iyi bilendir, hamd ve minnetimiz yalnız
onadır, başarımız ondandır, bizi hatadan koruyan odur.
Bu bapta İbn Abbas'ın ve
Ebu Said el-Hudri (r.a.)'ın rivayet ettiği hadisler vardır. İbn Abbas'ın
rivayet ettiği hadis Buhari'de de var. Ancak Ebu Said'in rivayet ettiği hadis
sadece Müslim'de vardır.
Birinci rivayette
"Bize Hammad b. Zeyd, Ebu Cemre'den şöyle dediğini tahdis etti: İbn Abbas
(r.a.)'ı şöyle derken dinledim" derken, ikinci rivayette: "Bize Abbad
b. Abbad, Ebu Cemre'den haber verdi. O İbn Abbas (r.a.)' dan" demektedir.
Bu ilim ile gerektiği gibi uğraşmamış bir kimse bunun gereksiz bir uzatma olduğunu
ve bu şekilde rivayetin hem kendisinin, hem hadis hafızlarının adetine aykırı
olduğunu zannedebilir çünkü hadis hafızlarının bu gibi isnatlardaki adetleri:
"Hammad ve Abbad, Ebu Cemre' den, o İbn Abbas'tan" şeklinde
söylemektir.
Böyle bir zan aslında bu
zanda bulunan kişinin ileri derecede gafil olduğuna ve bu ilim ile pek
uğraşmayıp, onu tanımadığına delildir çünkü böyle bir şeyi hadis hafızları
ravilerin lafızlarının aynı olduğu hallerde yaparlar. Burada ise lafızları
farklıdır. Hammad'ın rivayetinde: "Ebu Cemre'den, İbn Abbas'ı
dinledim" denilirken, Abbad'ın rivayetinde: "Ebu Cemre'den, o İbn
Abbas'tan" denilmiştir. İşte dikkat çektiğim bu hususun benzerlerine de
dikkat edilmesi gerekir. Benzeri bir uygulamaya İman bölümünün ilk hadisinde
buradakinden daha geniş ifadelerle dikkat çektiğim gibi (Mukaddimemdeki)
fasıllarda da buna dikkat çektim. Yüce Allah'ın izniyle yine bu kitabın değişik
yerlerinde zaman zaman da dikkat çekmeye devam edeceğim. Maksat bu inceliğin
bilinmesi ve ilim tahsil eden kişinin bu türden gelen rivayetlere karşı uyanık
durarak onları tanımasıdır. Buna defalarca dikkat çektiğim için onun
kavrayışına güvenerek bunu açıkça belirtmesem dahi bunu fark etmesidir.
Ayrıca bu hususu da Müslim
(rahimehullah)'ın işini ne kadar büyük ölçüde sağlam tuttuğuna, ne kadar büyük
bir imam, bir takva sahibi olduğuna, bakışının ne kadar dikkatli ve ne kadar
maharetli olduğuna delil görsün. Allah en iyi bilendir.
Ebu Cemre adı Nasr b.
İmran b. İsam'dır. İbn Asım ed-Dubai olduğu da söylenmiştir. Basrı
(Basralı)dir.
el-Metali sahibi der ki:
Buhari ve Müslim'in Sahihleri ile Muvatta'da cim harfi ile "Ebu
Cemre" ismi de "Cemre" ismi sadece odur, başkası yoktur.
Derim ki: (Müstedrek'in
müellifi) Hakim Ebu Abdullah'ın hocası olan Hafız Ebu Ahmed Hakim el-Kebir,
el-Esma ve'l-Küna adlı eserinde zikrettiğine göre burada geçen Ebu Cemre Nasr
b. İmran, el-İfrad (adlı eserlde yer almış olup, o eserde muhaddisler arasında
onun dışında Ebu Cemre künyeli başka birisi yoktur. Bu kişi İbn Abbas'tan
sadece bir hadis rivayet etmiştir. O hadiste Muaviye b. Ebu Süfyan'ı ve Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Selleml'in kendisine İbn Abbas'ı göndermesini,
gecikmesini ve özür dilemesini zikretmektedir. Bunu Müs!im, Sahih'te rivayet
etmiştir.
Şeyh Ebu Amr b. es-Salah
Ulumu'l-Hadis adlı kitabı ile Müslim'in baş taraflarında şerh ettiği bölümde
hafızlardan birisinin şöyle dediğini nakletmektedir: Şube b. el-Haccac yedi
kişiden rivayet nakletmiştir. Bunların hepsi de İbn Abbas'tan rivayet nakleder,
hepsinin de adı (Ebu Cemre değil) Ebu Hamza'dır. Bundan tek istisna (ha yerine
cim, ze yerine de re ile) Ebu Cemre Nasr b. İmran'dır. Aralarındaki fark da
şöyle anlaşılır (1/180): Eğer Şube ifadeyi mutlak olarak kullanır, sadece Ebu
Cemre' den, o İbn Abbas'tan demiş ise bu (cim harfi ile) Nasr b. İmran'dır.
Eğer bundan başkasından rivayet nakledecek olursa o takdirde onun ismini ya da
nesebini de zikreder. Allah en iyi bilendir.
Abdulkayslılar Heyeti
"Abdulkayslılar
heyeti Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in huzuruna geldi."
et-Tahrir sahibi der ki: Vefd (heyet) büyüklerle karşılaşmak ve önemli
hususlarda onların yanına gitmek üzere bir kavmin arasından seçilen bir
topluluğa denilir. Bunların tekili (vafid)dir. (Devamla) dedi ki: Sözü geçen bu
Abdulkayslılar heyeti Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına
(Medine'ye) hicret etmek maksadıyla Abdulkays kabilelerinden önce gelmişlerdi.
Bunlar ondört süvari idi. el-Eşec el-Asar! onların başkanı idi. Heyetteki diğer
kimseler Mezide b. Malik el-Muharibi, Ubeyd b. Humam el-Muharibi, Sahhar b.
el-Abbas el-Murri, Amr b. Merhum el-Asarı, Haris b. Şuhayb el-Asarı ve Ayiş
oğullarından Hfuis b. Cündüb idi. Uzunca takibe rağmen bunlardan daha
fazlasının isimlerini tespit edemedik. {et-Tahrir sahibi devamla} dedi ki:
Heyet olarak Ganm b.
Rabia oğullarından bir kişi olan Munkiz b. Hayyan cahiliye döneminde Yesrib'e
ticarete gelirdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hicretinden sonra da
Yesrib'e {Medine'ye} Hecer'en birtakım çarşaflarıörtüler ve kuru hurma
getirmişti. Munkiz b. Hayyan otururken Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yanından geçti. Munkiz onun için ayağa kalkınca Nebi (salı allah u aleyhi ve
sellem): "Munkiz b. Hayyan'ı mı görüyorum, senin durumlann, kavmin nasıl"
dedi sonra isimlerini vererek kavminin eşrafını tek tek ona sordu.
Munkiz İslam'a girdi,
Fatiha suresi ile Alak suresini öğrendi sonra da Hecer taraflarına gitti. Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onunla birlikte Abdulkayslılara bir mektup yazdı.
O bu mektubu yanına alıp gitti. Birkaç gün onu saklı tuttuktan sonra hanımını o
mektuptan haberdar etti. Hanımı Munzir b. Aiz'in kızı idi. Munzir ise
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisine yüzündeki bir yara izi
dolayısı ile el-Eşec adını verdiği kişidir. Munkiz (r.a.) namaz kılıyor, Kur'an
okuyordu. Karısı onun bu halini garip karşıladı. Babası Münzir'e bu durumu
anlatarak: Yesrib'ten döndüğünden beri kocamı tanıyamaz oldum. Ellerini
ayaklarını yıkıyor, yüzünü -kıbleyi kastederek- bu tarafa dönüyor, kimi zaman
sırtını büküyor, kimi zaman alnını yere koyuyor. Geldiğinden beri hep yaptığı
budur, dedi.
Kocası ve babası
birbirleriyle karşılaşınca bunu konuştular, İslam onun da kalbinde yer etti.
Sonra el-Eşe c kavmi Usar'a ve Muharib'e Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in mektubunu çıkarıp, onlara okudu. İslam onların da kalbinde yer etti
ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gitmeyi kararlaştırdılar.
Sonra da bu heyet yola koyuldu. Medine'ye yaklaştıkları sırada Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) meclisinde oturanlara şöyle dedi: "Size Abdulkayslılar
heyeti geliyor. Doğuda yaşayanlann en hayırlılarıdır. Aralarında el-Eşec
el-Asari de vardır. Bunlar ahidlerini bozmadan, değiştirmeden, şüphe ve
tereddüt etmeden geliyorlar çünkü hiçbir kavim fire vermeden Müslüman
olmamıştır. "
Heyettekilerin:
"Bizler Rabia' dan bir kabileyiz" sözlerine gelince, çünkü o
Abdulkays b. Nsa b. Du'ma b. Cedile b. Esed b. Rabia b. Nizar'dır. Bunlar
Bahreyn'de yerleşmiş bulunuyorlardı. Bahreyn'deki el-Hat onun Anab bölümü,
Surratu'I-Kat1f, (1/181) es-Sifar ve ez-Zahran'dan er-Remle'den el-Ecra'a
kadar, Hecer ile Kasr ve Beynuna arasındaki bölgelerde sonra el-Cevr, el-Uyun
ve el-Ahsa' da, ed-Dehna yakınlarına kadar ve diğer civar bölgelerde
yaşıyorlardı. et-Tahrir sahibinin açıklamaları bunlardır.
"Bizler bu
kabile" Şeyh Ebu Amr b. es-Salah der ki: Bizim tercih ettiğimiz
"el-hayy: kabile" kelimesinin tahsis olmak üzere nasb olacağıdır.
Haberi de: "Rabia'danız" sözleridir. Yani biz bu (temsilcilerini)
gördüğün kabile Rabia' dan bir kabileyiz. Bundan sonra diğer rivayette:
"Biz Rabia' dan bir kabileyiz" ifadesi de gelmektedir.
"el-Hayy"'in
anlamına gelince, el-Metali sahibi şöyle demektedir: "Aslında hayy
kabilenin konakladığı, kaldığı yerin adı (mahallesi) demektir. Sonra kabileye
bu isim verilmiştir çünkü onlar birbirleriyle hayat bulurlar."
"Bizimle senin
aranda Mudar kafirleri engeldir." Çünkü Mudar kafirleri kendileri ile
Medine arasında bir yerde bulunuyorlardı. Bu sebeple onların üzerinden geçmeden
Medine'ye ulaşamıyorlardı.
"Senin yanına ancak
haram ayda ulaşabiliyoruz" sözlerine gelince, sana ancak bu zamanda
varabiliyoruz demektir. Demek istedikleri de şudur: Bizler kafir
düşmanlarımızdan korktuğumuzdan dolayı ancak haram ayda senin yanına
gelebiliyoruz çünkü haram ayda -Arapların bu ayları adetleri üzere tazim edip,
bunlarda savaşmadıkları için- bize ilişmiyorlar.
"Şehru'l-Haram:
Haram ay" tabiri bütün asıl nüshalarda "(ay demek olan) şehr"in
harama izafeti şeklindedir. Bir başka rivayette ise "haram aylar
(anlamında: eşhuru'l-hurum)" şeklindedir. Bu hususta yapılacak açıklamalar
dilcilerin: Mescidu'l-cami ve salatu'l-ula (cami mescid ve birinci namaz)
tabirleri hakkında yapılacak açıklamalar gibidir. Yüce Allah'ın "batı
tarafında" (Kasas, 44) buyruğu ile: ''Ando/sun ki ahiret yurdu"
(Yusuf, 109) buyrukları da bu türdendir. Kufeli nahivcilerin görüşüne göre bu
mevsufun sıfatına izafe edilmesi kabilindendir ve bu onlara göre caizdir.
Basrahlara göre ise bu tür izafet caiz olmaz ama bütün bu gibi tabirler onlara
göre hazfedilen bilindiği için bazı sözlerin hazfi esasına göredir ki bunun da
takdiri: Haram zamanın ayı ve haram vakitlerin ayları, cami' mekanın mescidi,
ahiret hayatının yurdu, batıdaki yerin yan tarafı ve benzeri şekillerdedir.
Onların "haram
ay" tabirlerinden maksat ise, cins olarak haram aylardır ki bunlar da
Kur'an-ı Azimuşşan'ın açıkça belirttiği üzere dört haram aydır. Bundan sonra
gelen diğer rivayetteki: "Haram aylar dışında" terkibi de buna
delildir. Haram aylar zülkade, zülhicce, muharrem ve receb aylarıdır.
Bu dört ay çeşitli
ilimiere mensup ilim adamlarının icmaı ile haram aylardır ama bunların
sayılmasında güzel ve edebe uygun görülen sayım tarzının nasılolacağı hususunda
iki farklı görüşe sahiptirler. Bunları İmam Ebu Cafer en-Nehhas
"Sınaatu'l-Kitab" adlı eserinde nakletmiş bulunmakta ve şöyle
demektedir: Kufelilerin kanaatine göre el-Muharrem ve Receb ve Zülkade ve
Zülhicce denilir. (1/182) Yazıcılar da bütün bu ayları aynı senede saymış olmak
için bu görüşe meyillidirier. Medineliler ise: Zülkade ve zülhicce ve muharrem
ve receb diye sayarlar. Bazıları bunu kabul etmeyerek şöyle derler:
Bu şekilde bir saymakla
bunları iki ayrı senenin ayları olarak saymış olurlar.
Ebu Cafer dedi ki: Ama
bu açık bir yanlışlık ve dili bilmemektir çünkü maksadın ne olduğu
bilinmektedir, bunlardan maksat ise bunları saymaktır ve bunların her bir
senede geldikleri bilinen bir husustur. Bunların iki senede oldukları nasıl
zannedilebilir? Hatta daha uygun ve tercih olunan Medinelilerin söyledikleridir
çünkü haberler Resulullah {sal1allahu aleyhi ve selleml'den onların dedikleri
gibi İbn Ömer, Ebu Hureyre ve Ebu Bekre {r.anhum)'dan bu şekilde birbirini
destekleyerek gelmiştir. (Nehhas devamla) dedi ki: Bu da aynı zamanda tevil
(tefsir) bilginlerinin çoğunluğunun da kanaatidir. Nehhas der ki: Diğer aylar
arasında başına elif lam getirilerek el-Muharrem denilir. Üç ay ise izafet
yapılarak getirilmiştir. Bunlar da ramazan ayı ve rebiu'l-evvel ayı ile
rabiu'l-ahir aylarıdır. Yani geri kalan aylar izafe edilerek kullanılmaz. Aya
"şehr" denilmesinin sebebi ise meşhur olması ve açıkça görülmesi
dolayısıyladır. Allah en iyi bilendir.
"Size dört şeyi
emrediyor, dört şeyi yasaklıyorum: Allah'a iman ... " Bir rivayette:
"Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet etmek, dedi ve bir
parmağını yumdu." Diğer rivayet yolunda da şöyle denilmektedir: Onlara
dört hususu emretti ve dört husus u yasakladı. (Devamla) dedi ki: "Onlara
bir ve tek olarak Allah'a imanı emretti ... ve ganimetin beşte birini
ödemeniz." Diğer rivayette ise: "Size dört hususu emrediyor ve size
dört hususu yasaklıyorum ... ve ganimetlerden beşte biri ödeyiniz"
denilmektedir. Hadisin buradaki lafızları bunlardır.
Buhari bu hadisi
Sahihinin birçok yerinde zikretmiştir. Bu rivayetlerin kimisinde: "Bir ve
tek ve ortaksız olarak Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahddet
etmek" demiş ve bu rivayeti vahid haberin caiz oluşu babında zikretmiştir.
Ayrıca bunu el-Enbiya -Allah'ın salat ve selamı hepsine olsunbölümünün sonunda
Yemen{lilerin} nesebinin İsmail' e vardığı babından sonraki bir bapta zikretmiş
(11183) ve orada şöyle buyurduğu kaydedilmiştir:
"Size dört hususu
emrediyor ve size dört hususu yasaklıyorum: Allah'a imanı, Allah 'tan başka
hiçbir ilah olmadığına şahCıdet getirmeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekatı
vermeyi ve ramazan orucunu tutmayı" demektedir ki, burada "şahadet
getirmek anlamındaki kelimeden önce" vav harfi ziyadesi ile zikretmiştir.
Aynı şekilde zekat bölümünün baş taraflarında yer alan bu hadisin rivayetinde
de şöyle demektedir: "Allah'a iman ve Allah'tan başka hiçbir ilah
olmadığına şahadet getirmek" Burada da "ve" fazlalığını
getirmiştir. Ancak bu rivayette orucu sözkonusu etmemektedir. Hadisi Abdulkayslılar
heyeti ile ilgili hadis babında da şöyle ce zikretmiştir: "Allah'a iman,
Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet getirmek."
İşte bunlar bu bölümün
Buhari ve Müslim'in Sahihlerindeki (farklı) lafızlarıdır. Bu şekildeki
farklılafızlar müşkil (açıklanması zor) farklılıklardan sayılmakla birlikte.
tahkik sahipleri nezdinde bunlar müşkil değildir. Müşkil nokta Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Size dört hususu emrediyorum" demiş olmakla
birlikte rivayetlerin çoğunda beş hususun sözkonusu edilmiş olmasıdır. İlim
adamları bunun böyle olması ile ilgili olarak farklı şekillerde cevap
vermişlerdir. Bu cevapların en güçlüsü İmam İbn Battal (rahimehullah)'ın Şerhu
Sahihi'l-Buhari adlı eserindeki şu sözleridir: Allah Rasulü onlara saymayı vaat
ettiği dört hususu emretti sonra da bunlara beşincisini yani ganimetin beşte
birini tam olarak ödemeyi ilave etti çünkü onlar Mudar kafiderine komşu idiler.
Bu sebeple cihad eden ve ganimetler alan bir kabile idiler.
Şeyh Ebu Amr b. es-Salah
da buna yakın bir açıklamada bulunarak şunları söylemektedir: "Onlara
Allah' a iman etmeyi emretti" ibaresini dört hususu saymak için tekrar
zikretmiş, bunları iman olarak nitelendirdikten sonra imanı da şahadet
kelimelerini getirmek, namaz kılmak, zekat vermek ve oruç tutmak olarak açıklamıştır.
İşte bu da "İslam beş temel üzerine bina edilmiştir" hadisine ve
Cibril hadisinde İslam'ın beş husus ile açıklanmasına uygun düşmektedir. Daha
önce de kendisine İslam denilenin aynı zamanda iman diye adlandırılabileceği ve
İslam ile imanın ortak yönlerinin de, farklı yönlerinin de bulunduğu açıklanmış
idi.
Bu hadiste haccı
sözkonusu etmeyişinin sebebi, henüz haccın farziyetine dair buyruğun inmemiş
olduğu söylenerek açıklanmıştır.
"Ganimetlerden
beşte biri ödemeniZ" buyruğuna gelince, bu buyruk Allah'tan başka hiçbir
ilah olmadığına dair şahadet getirmek buyruğuna atıf değildir. Eğer atıf
olduğunu kabul edersek dört emrin beş olması gerekir. Bu onun "dört
şey" anlamındaki lafzına atıftır. Böylelikle "dört" e izafe
edilmiş olur, o dörtten birisi olmamış olur. Bununla birlikte imanın
şubelerinin mutlak kapsamı içerisindekilerden bir tanesidir.
(Devamla) dedi ki:
Birinci rivayette orucun sözkonusu edilmemesi ise ravinin bir yanılmasıdır.
Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in söyledikleri ifadelerin
farklılığından kaynaklanmamaktadır. Aksine bu farklılık daha önce açıklandığı
üzere ravilerin zapt ve hıfz bakımından farklı olmalarından dolayı ortaya
çıkmıştır. Bunu iyice anlayıp, düşünmek lazım, yüce Allah'ın izniyle bunun şanı
yüce Rabbimizin düğümleri çözmek üzere bize hidayet eylediği hususlardan birisi
olduğunu göreceksiniz. Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah'ın sözleri burada sona
ermektedir.
Bunun anlamı ile ilgili
olarak bu iki büyük ilim adamının söylediklerinden farklı açıklamalar da
yapılmıştır ama bunlar pek güçlü görülmedikleri için onlan sözkonusu etmedik.
Allah en iyi bilendir.
Şeyh İbnu's-Salah'ın
bazı rivayetlerde orucun sözkonusu edilmemesi ravinin gafletinden dolayıdır
(yanılmasındandır) şeklindeki sözlerine gelince, Kadı Iyaz ve başkalan da böyle
açıklamıştır. Bunun açıkça böyle olduğu görülmektedir. Bunda hiçbir şüphe
yoktur.
Kadı Iyaz (rahimehullah)
der ki: Abdulkayslıların heyet halinde gelişleri Nebi {Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in Mekke'ye gitmek üzere çıkmasından önce Mekke'nin fethedildiği sene
gerçekleşmişti. Hac farizası ise Mekke'nin fethedildiğinden birkaç ay sonra
dokuzuncu yılda inmişti. Allah en iyi bilendir.
Nebi {Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in: ''Aldığınız ganimetin beşte birini ödemeniz" buyruğunda
imam (İslam devlet başkanı) gazaya çıkmış askeri birlik arasında bulunmasa dahi
(11184) ganimetierden beşte birin (öngörülen yerlere harcanmak maksadıyla imama
teslim edilmesinin) ödenmesinin farz olduğunun delili vardır. Bu konuda çeşitli
hükümler vardır ki yüce Allah'ın izniyle eğer oraya kadar ulaşırsak ilgili
oldukları başlıkta onlara dikkat çekeceğiz. Bu anlamdaki lafız
"humus" ve "hums" şeklinde söylenir. Sülüs, rubu, südüs,
subu, sümun, tusu', uşur (üçte bir, dörtte bir. .. onda bir) lafızlan da bu
şekilde ikinci harfleri hem ötreli, hem sakin olarak telaffuz edilebilir. Allah
en iyi bilendir.
Abdulkayslılara
Kullanmaları Yasaklanan Kaplar
Rasulullah {Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Size dubba'yı. .. yasaklıyorum."
Bir rivayette
"el-mukayyar" yerine "el-müzeffet" denilmiştir. Yüce
Allah'ın izniyle önce bu lafızların nasıl telaffuz edileceklerini gösterecek
sonra da açıklayacağız.
"Dubba"
kurumuş kabaktır. Yani kabağın kap olarak kullanılan halidir. Hantem çoğulolup,
tekili "hanteme" gelir. Ayrıca nakir ve mukayyar laflZlan da vardır.
Dubba'nın ne demek olduğunu az önce açıkladık.
Hantem'in ne olduğu
hususunda farklı görüşler vardır. Bu görüşlerin en sahih ve en güçlü olanı
bunun yeşil testiler olduklarıdır. Bu şekildeki bir açıklama Müslim'in
Sahihinde içecekler bölümünde Ebu Hureyre'den sabittir. Aynı zamanda bu, sahabi
Abdullah b. Muğaffel'in de (radıya1lahu anh) görüşüdür. Çoğunluk da yahut
dilbilginleri ile Garibu'l-Hadis alimleri, muhaddis ve fukahanın birçoğu böyle
demiştir.
İkinci görüşe göre bütün
testilerdir. Bu açıklamayı da Abdullah b. Ömer, Said b. Cubeyr ve Ebu Seleme
yapmıştır.
Üçüncü açıklamaya göre
bunlar Mısır' dan getirilen ve iç tarafları zift ile sıvanmış testilerdir. Bu
da Enes b. Malik (r.a.)'dan ve buna yakın bir riva.yet İbn Ebu Leyla' dan
rivayet edilmiştir. O ayrıca bunların kırmızı olduklarını eklemiştir.
Dördüncüsü Aişe
(r.anha)'dan gelen bir rivayet olup, bunlar boyunları (ağız kısımları) yan
taraflarında bulunan ve Mısır'dan içlerinde şarap getirilen kırmızı
testilerdir.
Beşinci açıklama yine
İbn Ebu Leyla' dan rivayete göre o içlerinden Taif'ten şarap getirilen ve
ağızları yan taraflarında bulunan testilerdir. Bir takım kimseler bu gibi
testilerde nebiz (şıra) yapar ve bunu adeta şaraba yakın hale getiriderdi.
Altıncısı Ata' dan
rivayet edilmiş görüş olup, onun dediğine göre bunlar çamur, kıl ve kandan
yapılırdı.
Nakıre gelince, bunun
açıklaması son rivayette orta kısmı oyulan kütüktür.
Mukayyer ise zift de
denilen kaar ile sıvanmış ziftlenmiş kaba denir. Ziftin kaardan bir tür olduğu
da söylenmiştir. Doğrusu birincisidir.
İbn Ömer (r.a.)'dan da
onun şöyle dediği sahih olarak sabittir:
Ziftlenmiş (müzeffet)
ile mukayyer aynı şeylerdir.
Bu dört türlü kabın
kullanımının yasaklanmasının anlamına gelince, o bu kaplarda nebiz (şıra)
yapılmasını yasaklamıştır. Nebiz ise suya tat1anıp, içilmesi için birkaç tane
kuru hurma, kuru üzüm ya da benzeri şeyler atılması ile olur. Bu kapların
özellikle yasaklanış sebebi sarhoş verme özelliği bu kaplarda daha hızlı
gerçekleştiğinden dolayıdır. Böylelikle onların içindeki içecek haram olur,
necis olur ve malolma özelliği de batıl olur. Malın telef edilmesi özelliğinden
ötürü bunların kullanılması yasaklanmıştır. Ayrıca sarhoşluk verecek hale
geldikten sonra bunu bilmeyen kişi de bunu içebilir.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem), deri kaplarda (kırbalarda) nebiz yapılmasını yasaklamad!. Aksine
bunların (bu maksatla) kullanımına izin verdi çünkü ince oluşlarından ötürü
sarhoşluk veren içki onlarda açıkça fark edilir. Hatta şıra sarhoşluk verecek
hale gelecek olursa çoğunlukla bunları parçalar.
Ayrıca bu yasaklama işin
baş taraflarında idi. Sonra Bureyde (r.a.)'ın Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in şöyle buyurduğu na dair rivayet ettiği şu hadis ile nesh edildi:
"Ben sizlere bildik kaplarda nebiz (şıra) yapmayı yasaklamıştım. Artık her
türlü kapta nebiz yapabilirsiniz ama sarhoşluk verici bir şey içmeyiniz. "
Bunu Müslim sahihte
rivayet etmiş bulunmaktadır. (1/185) Bu hükmün nesh edilmiş olduğuna dair
zikrettiğimiz bu husus bizim ve ilim adamlarının büyük çoğunluğunun kanaatidir.
Hattabi dedi ki: Bunun nesh edildiği görüşü bu husustaki görüşlerin en sahih
alanıdır. Bazıları ise haram oluş devam etmektedir demiş ve bu kaplarda nebiz
yapmayı mekruh görmüşlerdir. Malik, Ahmed ve İshak bu kanaattediL Aynı zamanda
bu görüş İbn Ömer ve İbn Abbas (r.anhuma)'dan da rivayet edilmiş bulunmaktadır.
Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
7- ŞAHADET
KELiMELERİNE VE İSLAM'IN ŞER'İ HÜKÜMLERİNE ÇAĞIRMAK BABI