بَاب
فِي
التَّمْرِ
بِالتَّمْرِ
18. (Taze) Hurmayı
(Kuru) Hurma Karşılığında Satmak
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
مَسْلَمَةَ
عَنْ مَالِكٍ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
يَزِيدَ
أَنَّ
زَيْدًا
أَبَا
عَيَّاشٍ
أَخْبَرَهُ
أَنَّهُ
سَأَلَ
سَعْدَ بْنَ
أَبِي
وَقَّاصٍ
عَنْ الْبَيْضَاءِ
بِالسُّلْتِ
فَقَالَ لَهُ
سَعْدٌ أَيُّهُمَا
أَفْضَلُ
قَالَ
الْبَيْضَاءُ
فَنَهَاهُ
عَنْ ذَلِكَ
وَقَالَ
سَمِعْتُ رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
يُسْأَلُ
عَنْ شِرَاءِ
التَّمْرِ بِالرُّطَبِ
فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أَيَنْقُصُ
الرُّطَبُ
إِذَا يَبِسَ
قَالُوا
نَعَمْ
فَنَهَاهُ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
عَنْ ذَلِكَ
قَالَ أَبُو
دَاوُد
رَوَاهُ إِسْمَعِيلُ
بْنُ
أُمَيَّةَ
نَحْوَ مَالِكٍ
Ayyâş'ın babası Zeyd'in
haber verdiğine göre; O, Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a)'a, buğdayı süit karşılığında,
satmanın hükmünü sordu. Sa'd kendisine: Bunların hangisi üstün? dedi. O da:
Buğday, karşılığını verdi.
Bunun üzerine Sa'd,
Zeyd'i bundan menedip şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)'e kuru hurmayı taze hurma
karşılığında satmanın hükmü sorulurken işittim; Rasûlullah (s.a.v.): "Taze
hurma kuruduğu zaman eksilir mi?" buyurdu. Evet, dediler. Bunun üzerine
Efendimiz, bu satıştan menetti.
Ebû Dâvûd; "Bu
hadisi, Mâlik'in rivayetine benzer bir şekilde İsmail b. Ümeyye de rivayet
etmiştir" der.
İzah:
Tirmizî, buyu': Nesâî,
buyu'; İbn Mâce, ticârât; Muvatta, buyu'; Ahmed b. Hanbei, I, 179.
Hadisin ihtiva ettiği
hükmü kabul konusunda müctehid imamlar arasında görüş ayrılığı vardır.
Kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre bu ihtilâfa sebep, büyük ölçüde bu
hadisin sıhhati konusundaki endişedir. Bu endişeye sebep de ravi Ebû Ayyâş'dan
kaynaklanmaktadır. Onun için önce ravi hakkında söylenenleri özetleyip sonra da
izaha muhtaç diğer konulara ve ahkâma geçmek istiyoruz.
Bu zatın Zeyd b. Ayyaş
ez-Zürakî, Zeyd b. Ayyaş el-Mahzumî veya Me-dineli Zühre oğullarından Zeyd b.
Ayyaş olduğu şeklinde görüşler vardır. Bu farklı görüşler ravi Zeyd'in
"meçhul" olarak nitelenmesine sebep olmaktadır. Nitekim İmam A'zam
Ebû Hanîfe ve İbn Hazm bu zatın meçhul olduğunu söylerler. Rivayet edildiğine
göre, İmam A'zam Bağdat'a vardığında oradaki âlimler onun kuru hurmayı taze
hurma karşılığında satmanın cevazı yönündeki görüşünün gerekçesini sormuşlar,
o da: "Taze hurma ile kuru hurma ya aynı cinstendir ya da değil. Aynı
cinstense bunların peşin ve eşit olarak satılmaları caizdir. Çünkü Hz. Nebi
(s.a.v.) buna izin vermiştir. Ayrı cinstense, zaten caizdir. Çünkü ribevî
mallar değişik cinsten ve peşin olursa aralarında eşitlik aranmadan
satılabilir" karşılığını verip bu konudaki hadisi hatırlatmıştır.
Bağdatlı âlimlerin üzerinde durduğumuz babın hadisini okuyarak itiraz
etmelerine karşılık İmam A'zam; Zeyd b. Ayyâş'ın meçhul bir ravi olduğunu,
dolayısıyla hadisinin delil olamayacağını söylemiştir.
Hadis uleması İmam
A'zam'ın bu tenkidini beğenmişlerdir. Hatta İbnü'l-Mübârek* bu hâdiseyi
hatırlatarak Ebû Hanîfe'nin hadis bilmediği yolundaki sözlerin tutarsızlığını
söyler.
Ebû Ayyâş'ın sahâbî mi,
tabiî mi olduğu da tartışmalıdır. Tahâvî; Ebû Ayyaş ez-Zürakî'nin sahâbî
olduğunu, İbn Yezid'in kendisini görmesinin mümkün olmadığını söyler. Buhari
de, Ebû Ayyâş'ın Zeyd b. Samit olup, sahâbîlerin küçüklerinden oluduğunu
bildirir. Ebû Ahmed el-Hâkim ise; bir sahâbî ve bir de tabiî olmak üzere iki
tane Zeyd Ebû Ayyaş olduğuna işaret eder.
Bezlü'l-Mechûd'Ma,
Tehzîbu't-Tezhîb'den nakledilen bilgiye göre; İbn Hibbân, Tirmizî, İbn Huzeyme
ve Dârekutnî ravinin güvenilir, hadisin sahih olduğunu söylerler. İbn Abdilberr
de; Ebû Ayyaş hakkında bazı âlimlerin "meçhul", bazılarının ise
"Ebû Ayyaş ez-Zürakî" dediklerini söyler. İbn Mâce'deki rivayette ise
Ebû Ayyâş'ın, Zühre oğullarının azatlı kölesi olduğu kaydedilir.
Hâkim ve Hattâbî; İmam
Mâlik'in makbul olmayan kişilerden hadis almadığım, onun tüm rivayetlerinin
muhkem olduğunu ileri sürerek hadisin sahih olduğunu söyler. Bezlü'l-Mechûd
sahibi, bu görüşe karşı çıkarak, bu konuda taklidle hüküm verilemeyeceğini
üstelik Mâlik'in Ebû Ayyâş'ı ne görüp ne de dinlemediğini bildirir. Bezi
yazarı, Ebû Ayyâş'ın tanınmayan biri olduğu görüşüne meyille şunları da ilâve
eder: "Hattâbî'nin; o Zühre oğullarından tanınan bir zattır, şeklindeki
sözü doğru değildir. Çünkü onun; Zü-rayklı, Mahzumlu ya da Zühre'den olduğu
şeklinde değişik görüşler vardır. Bu onun meçhul olduğuna delildir. İbn Hazm da
Ebû Hanîfe'ye uymuş ve onun meçhul olduğunu söylemiştir. Gerçek şu ki, Zeyd b.
Ayyâş'ın cerh ve ta'dili konusunda Ebû Hanîfe ile Mâlik arasında görüş ayrılığı
çıkmıştır. Mâlik'in hadisi rivayet etmesi, zımmen onun ta'dilini gerektirir.
Ebû Hanîfe'nin eerhi ise sarahaten olmuştur. Onun için Mâlik'in ta'dili Ebû
Hanîfe'nin cerhine denk olamaz. Zaten İmam Ebû Hanîfe'ye kendi zamanında kimse
karşı çıkmamıştır. Sonra gelenlere ise itibar edilmez."
Buraya kadar
edindiğimiz bilgilerden anlıyoruz ki, her ne kadar sahih olduğunu söyleyenler
varsa da hadis şaibelidir. Onun için Ebû Hanîfe hadiste belirtilenden farklı
bir hükmü benimsemesinde mazurdur.
Bunu tesbit ettikten
sonra hadiste izaha muhtaç diğer konulara geçebiliriz. Önee iki kelime
üzerinde durmak istiyoruz.
a) Beydâ: Tercemeye
"buğday" diye geçtik. Hattâbî, "beydâ"mn beyaz renkli,
Mısır'da yetişen yumuşak bir buğday olduğunu söyler. İbnü'l-Esîr de bu kelimeyi
mutlak olarak "buğday" diye açıklamış ve "Semra" kelimesinin
de aynı manaya geldiğini söylemiştir. Kâmüs'da; önce buğday manasına geldiği
söylenip, sült'ün tazesine de aynı ismin verildiği eklenmiştir. Buna Hattâbî de
işaret etmiş ve hadisin manasına daha uygun olmasına rağmen birinci mananın
daha maruf olduğunu söylemiştir. Muhammed Zehra en-Neccâr ise, Tahavînin Şerhu
Meâni'1-Âsâr adındaki eserine yaptığı ta'-lıkta Ebû Amr'a nisbet ederek,
beydâmh arpa olduğunu söylemektedir.
b) Süit: Kamus
tercemesinde "Nebi arpası" diye isimlendirilmiştir. Ancak,
Türkiye'de bu isimle anılan bir hububat çeşidi bilmiyoruz. İbnü'l-Esîr,
Nihâye'de sült'ün, bir arpa çeşidi olup kabuksuz ve beyaz olduğunu; gerçi bir
buğday çeşidi olduğunun da söylendiğini ama, öneeki mananın daha esah olduğunu
bildirir ve çünkü buğdayın "beydâ" olduğunu ekler.
Hattâbî de; sültün,
buğdaydan daha küçük ve ondan ayrı bir çeşit olduğunu belirtir. Zehra en-Neccâr
da yukarıda işaret edilen eserde, el-Ezherî'den naklen, "Süit, buğdayla
arpa arası bir maddedir. Onun, arpa kabuğu gibi kabuğu yoktur" der.
Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın,
süit karşılığında buğday satmanın hükmünü taze hurma karşılığında kuru hurma
satmaya benzeterek cevaplandırması, sanki süit ile beydâ'nın aynı cinsten
olduğu intibaını vermektedir ki Hattâbî buna işaret etmiştir. Aksi halde Sa'd
(r.a)'ın cevabını takvaya veya bu maddeleri birbirleri karşılığında veresiye
satmaya hamletmek gerekir. Çünkü ayrı cinsten malların birbirleri karşılığında
peşin olarak her türlü satışı caizdir. Bu, hadisle sabittir.
Hadiste; taze hurma
karşılığında kuru hurma satma ya da satın alma konusu sorulduğunda Nebiimizin;
"Taze hurma kuruyunca eksilir mi?" diye sorduğu görülmektedir.
Aliyyü'l-Kârî'nin, Mirkât'da Kâdî'den naklettiğine göre; bu soru, kuruduğu zaman
eşitliğin bulunmasının şart olduğuna dikkat çekmek içindir. Yoksa, taze
hurmanın kuruyunca eksilip eksilmedi-ğini anlamak için değildir. Çünkü bu
apaçık ortadadır.
Hadis-i şerif, taze
hurma karşılığında kuru hurmayı satmanın caiz olmadığına delâlet etmektedir.
Rivayette, peşin ya da vadeli kaydı bulunmadığı için, ulemanın çoğunluğu bunu
peşine hamletmişlerdir. Bunların birbirleri ile vadeli satışları zaten
ittifakla caiz değildir.
İmam Şafiî, İmam Mâlik
ve İmam Ahmed'in yamsıra Hanefî imamlarından Ebû Yusuf ile Muhammed de bu
görüştedir. Bu hüküm; kuru üzümü yaş üzüm karşılığı satmak gibi, kurutulabilen
tüm meyveler için geçerlidir. Ancak Ebû Yusuf, hükmü, hadiste zikri geçen
konuya (kuru hurmayı taze hurma karşılığında satmak) hasretmiş ve bunun
dışındakilerin satışını, Ebû Hanîfe gibi caiz görmüştür. Hurma ve üzüm gibi
meyvelerin taze olarak ve ölçekle birbirleri karşılığı satılması, yukarıda
saydığımız âlimlerden Ebû Yusuf'un dışındakilere göre caiz değildir.
Bunlar, bu tür meyveler
taze iken hacim olarak eşit de olsalar kuruyunca farklı olabileceğini ve bunun
bir ribevî malı kendi cinsi ile eşit olmadan satmak anlamına geldiğini
söylerler. Buna göre meselâ, bugün bir teneke kuru üzümü bir teneke taze üzüm
karşılığı satsak; taze üzüm kuruduğu zaman bir tenekeden daha az olacak,
dolayısıyla eşitlik bozulacaktır. Aynı şekilde, iki tenekedeki taze üzüm
kurudukları zaman birbirlerinden farklı duruma düşebilirler. Yukarıda işaret
edildiği gibi üzerinde durduğumuz hadis de bu görüşün naklî delilidir.
İmam Ebû Hanîfe ise,
yukarıdaki âlimlerle aksi görüştedir. Yani ona göre, peşin olmak kaydıyla taze
hurmayı kuru hurma, taze üzümü kuru üzüm, taze hurmayı taze hurma ve taze üzümü
taze üzüm karşılığında ölçekle satmak caizdir. Hanefî mezhebinde, zahirî
rivayet böyledir. Tahavî, Kâsânî ve Merginânî gibi meşhur âlimler Ebû
Hanîfe'nin görüşünü tercih etmişlerdir.Kuru hurmayı taze hurma karşılığında
satmanın dışındaki konularda Ebû Yusuf'un da aynı görüşte olduğuna yukarıda
işaret etmiştik.
İmam Ebû Hanîfe, aynı
cinsten olan malların birbirleri ile değişimi durumunda şart olan eşitliğin,
değişim anında olmasını şart koşar. İmam Ebû Hanîfe, yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi, taze hurma ile kuru hurmayı aynı cins saymış ve bunların
birbirleri ile değişiminde eşitliğin bulunmasını yeterli görmüştür. Nitekim
bir hadis-i şerifte belirtildiği üzere; Hz. Nebi'e (s.a.v.) "rutab"
(taze hurma) hediye edilmiş, Efendimiz de; "Hayber'in bütün temri
(hurması) böyle mi?" diye sormuştur. Yani, kendisine getirilen taze hurmaya
"temr" demiştir ki, "temr" kuru hurma demektir. Bu durum,
kuru hurma ile taze hurmanın aynı cinsten oludğunu gösterir. Hz. Nebi
(s.a.v.), aynı cinsten malları birbirleri ile peşin ve eşit olarak satmanın
caiz olduğunu bildirirken (Hadis 3348, 3349, 3350) "buğdayı buğdayla,
arpayı arpayla..." gibi ifadeler kullanmıştır. Şüphesiz
"buğday" sözü, bütün buğday cinslerine şamil oludğu gibi, nemli ve
kuru buğdaya da şamildir. Aynı şekilde "temr" kelimesi de hurmanın
hem kurusuna hem de tazesine şamildir. Hz. Nebi (s.a.v.) başka hadislerde de
"temr" sözünü, hem taze hem de kuru hurmayı kapsayacak şekilde
kullanmıştır. Meselâ bir hadiste; "hurmayı kı-zarıncaya kadar satmayı
nehyetmiş" ve bunu "temr" kelimesi ile ifade etmiştir.
Üzerinde durduğumuz
hadise, Ebû Hanîfe'nin bakış açısını hadisin baş tarafında belirtmiştik. Orada
belirttiğimiz gibi Ebû Hanîfe, bu hadisin ravi-si olan Ebû Ayyâş'ın meçhul
olduğunu söyleyerek delil olmaya elverişli bulmaz.
Tahavî, aynı hadisin;
"Rasûlullah (s.a.v.), taze hurmayı kuru hurma karşılığında veresiye
olarak satmayı menetti" şeklinde birkaç ayrı rivayetini verir. Bu
rivayetlerin bir kısmı Ebû Ayyaş vasıtasıyla geldiği halde, birisinde Ebû
Ayyâş'ın yerine İmrân b. Ebî Enes yer almıştır. Bu rivayete, bundan sonraki
hadiste Ebû Dâvûd da temas etmiştir.
Tahavî; İmrân b. Ebî
Enes'in bilinen bir ravi olduğunu söyleyerek, bu zatın rivayetinin Ebû Ayyâş'ın
rivayetine tercih edilmesi gerektiğini, dolayısıyla "taze hurma
karşılığında kuru hurma satımının" yasak edilme gerekçesinin; bedellerden
birinin peşin olmayışı olduğunu söyler. Aynı cinsten olan ribevî malların
birisinin peşin olmaması durumunda bu satışın faizli bir muamele olduğu
bilinmektedir.