SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

CENAİZ BAHSİ

<< 3142 >>

بَاب كَيْفَ غُسْلُ الْمَيِّتِ

28-29. Ölü Nasıl Yıkanır

 

حَدَّثَنَا الْقَعْنَبِيُّ عَنْ مَالِكٍ ح و حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ الْمَعْنَى عَنْ أَيُّوبَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ عَنْ أُمِّ عَطِيَّةَ قَالَتْ دَخَلَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ تُوُفِّيَتْ ابْنَتُهُ فَقَالَ اغْسِلْنَهَا ثَلَاثًا أَوْ خَمْسًا أَوْ أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ إِنْ رَأَيْتُنَّ ذَلِكَ بِمَاءٍ وَسِدْرٍ وَاجْعَلْنَ فِي الْآخِرَةِ كَافُورًا أَوْ شَيْئًا مِنْ كَافُورٍ فَإِذَا فَرَغْتُنَّ فَآذِنَّنِي فَلَمَّا فَرَغْنَا آذَنَّاهُ فَأَعْطَانَا حَقْوَهُ فَقَالَ أَشْعِرْنَهَا إِيَّاهُ قَالَ عَنْ مَالِكٍ يَعْنِي إِزَارَهُ وَلَمْ يَقُلْ مُسَدَّدٌ دَخَلَ عَلَيْنَا

 

Ümmü Atıyye'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.) kızı vefat ettiği sırada yanımıza geldi ve "Onu su ve sidr'le üç (defa) yahut beş (defa) hatta lüzum görürseniz daha fazla yıkayınız. Sonuncu da kafur yahut bir parça kafur da katın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana bildirin" buyurdu. (Yıkama işini) bitirdiğimizi kendisine haber verdik. Bize (kendi) Peştemalini verdi. Ve "Bunu ona iç gömleği yapın" buyurdu.

 

 

İzah:

Buhârî, iman, cenaiz; nikâh; Müslim, cenaiz; Tirmizî, cenaiz; Nesâî, cenaiz; İbn Mace, cenaiz; Muvatta, cenaiz; Ahmed b. Hanbel V.84; VI.407, 408.

 

Ebû Dâvûd dedi ki: (Metinde geçen ve "peştemalini" manasına gelen "hak vehû" kelimesi) (İmamı) Malik'ten (yine aynı manaya gelen) "izarahu " (şeklinde rivayet olunmuştur.) Müsedded (metinde ge­çen) "yanımıza geldi" (cümlesini) rivayet etmemiştir.

 

Metinde gecen "Kızı vefat ettiği sırada Rasûlullah (s.a.v.) yanımıza geldi" cümlesi Buhârî'nin Sahih'inde "Biz kızım yıkarken (Rasûlullah (s.a.v.) yanımıza geldi" şeklinde rivayet edilmiştir. Aslın­da bu iki rivayet arasında bir fark yoktur. Çünkü mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki, sözü geçen cümlenin "Rasûlullah (s.a.v.) kızı vefat ettiği sıra­da yıkayıcı kadınlar, kızını yıkamaya başladıkları sırada yanımıza geldi" an­lamında kullanılmış olması ihtimali vardır. Cümleye bu şekilde mana verildiği takdirde, iki hadis arasında hiç bir fark kalmaz. Müslim'in rivayetinde açık­landığı üzere, burada vefatı sözkonusu edilen kızından maksat hicretin seki­zinci senesinde vefat eden Hz. Zeyneb'dir."[Müslim, cenaiz] Her ne kadar, İbn Mace'nin rivayetinde burada vefatı söz konusu edilen Rasul-ü Ekremin kızından maksadın Hz. Ümmü Gülsüm olduğu ifade ediliyorsa da[İbn Mace, cenaiz] bu iki rivayet arasında bir çelişki yoktur. Çünkü İbn Abdil Berr'in ke­sin bir dille ifade ettiği gibi, bu hadisleri rivayet eden Ümmü Atıyye kadınla­rın cenazelerini yıkamakla görevli bir kadındı. Bu bakımdan hem Hz. Zeyneb'in hem de Hz. Ümmü Gülsüm'ün cenazelerini yıkamış ve her ikisi­nin cenazesini yıkarken de Hz. Nebi onun yanına gelmiş olabilir. Bu bakımdan İbn Mace'nin rivayetinde anlatılan hadise ile mevzumuzu teşkil eden hadise, iki ayrı olaydır. Menhel yazarının açıklamasına göre, Ümmü Atıyye (r.a) Hz. Zeyneb'i gaslederken yanında Esma binti Umeys ile Leylâ binf" Kanif de vardı. Nitekim 3157 numaralı hadisi şerifte de bu husus açık­lanmaktadır.

 

NesaTnin rivayetinde açıklandığı üzere, sözü geçen kadınlar, Hz. Zeyneb'i Rasûl-ü Zişan Efendimizin emriyle yıkamışlardır.

 

Rasûlullah (s.a.v.)'in cenazeyi üç veya beş lüzum görüldüğü takdirde da­ha fazla yıkamalarını emir buyurması: Ya en az üç defa yıkanması lüzumu­na, yahut "tek aded" yıkamanın müstehab olduğuna işaret içindir.

 

Tek aded yıkamanın son haddi yedidir. Nitekim bir rivayette "yedi" olduğu tasrih buyurulmuştur. Yalnız Ebû Davud'un bir rivayetinde[3146 numaralı hadis.] "Yedi defa yahut lüzum görürsen daha fazla yıka" buyurulmuştur. Bundan da: Tek olmak şartıyla yediden fazla yıkamanın müstehab olduğu hükmü çıka­rılmıştır. Çünkü fazla yıkamak, daha fazla temizliğe sebeb olur.

 

İmam Ahmed b. Hanbel, yediden fazla yıkamayı mekruh görmüştür.

 

İbn Abdilber dahi: "Yediden fazla yıkanacağına kail olan kimse bilmiyorum" demiştir.

 

Marudî ise, yediden fazla yıkamayı israf sayar. İbnü'l-Münzîr: "İşit­tim ki su vurulunca ölünün cesedi gevşermiş. Onun için ben yediden ziyade yıkanmasını münasip görmem" demektedir.

 

Sîdr: Nebg ağacı demektir. Eskiden bu ağacın yaprakları temizlikte sa­bun yerine kullanılırmış. Mamafih Tîybî'nin rivayetine göre, her yıkayışta suya "sidr" katmak icab etmez. Müstehab olan, ilk yıkayışta sidr kullan­maktır.

 

İbn Tîh, cenaze yıkarken sidr kullanmanın sünnet olduğunu, bu hu­susta "Hıtmî" denilen otun da aynı vazifeyi gördüğünü; bunlar bulun­madığı takdirde onların yerine "Üsnan" gibi güzel kokulu nebatlar kullanı­lacağını söylemiştir.

 

Avamın yaptığı gibi, sidr yaprağını suya atmanın bir manası yoktur.

 

İmam Ahmed b. Hanbel, bunu doğru bulmamış ve kabul etmemiştir. Meyyİt'in cesedini sidrle ovarak, üzerine su dökmek de böyledir.

 

Âlimlerden bazıları, her yıkayışta suyla beraber sidr kullanılacağına kail olmuşlardır. İmam Ahmed'in mezhebinde budur. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.)'i yıkarken üç defa gusül tekrar edilmiş; üçünde de su ile beraber sidr kullanıl­mıştır.

 

Son defada suya "kafur" katılmasının hikmeti: Kafur, cismi katılaştır-dığı, onun kokusundan sinekler kaçtığı içindir. Ayrıca onu kullanmak me-laikeye ikram sayılır.

 

Hadisde ravi Rasûlullah (s.a.v.)*in kafur mu yoksa kafurdan bir parça mı dediğinden şüphe etmiştir.

 

Rasûlullah (s.a.v.)'in sırtındaki elbisesini vererek, kızının vücuduna sarıl­masını emir buyurması, asar-ı şerifesi ile teberrük olunmak içindir. Bunu bütün işler bittikten sonra vermesi, elbise cesetten cesede geçerken araya fa­sıla girmemesi içindir. Sulananın eserleri ile teberrük hususunda asıl olan budur.[Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim, V, 169,170.]