DEVAM: 26-27.
Şehid(ler) Yıkanır (Mı?)
حَدَّثَنَا
عُثْمَانُ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
حَدَّثَنَا
زَيْدٌ
يَعْنِي
ابْنَ الْحُبَابِ
ح و
حَدَّثَنَا
قُتَيْبَةُ
بْنُ سَعِيدٍ
حَدَّثَنَا
أَبُو
صَفْوَانَ
يَعْنِي الْمَرْوَانِيَّ
عَنْ
أُسَامَةَ
عَنْ
الزُّهْرِيِّ
عَنْ أَنَسِ
بْنِ مَالِكٍ
الْمَعْنَى
أَنَّ رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
مَرَّ عَلَى
حَمْزَةَ
وَقَدْ مُثِّلَ
بِهِ فَقَالَ
لَوْلَا أَنْ
تَجِدَ صَفِيَّةُ
فِي
نَفْسِهَا
لَتَرَكْتُهُ
حَتَّى تَأْكُلَهُ
الْعَافِيَةُ
حَتَّى
يُحْشَرَ
مِنْ
بُطُونِهَا
وَقَلَّتْ
الثِّيَابُ
وَكَثُرَتْ
الْقَتْلَى
فَكَانَ
الرَّجُلُ
وَالرَّجُلَانِ
وَالثَّلَاثَةُ
يُكَفَّنُونَ
فِي الثَّوْبِ
الْوَاحِدِ
زَادَ
قُتَيْبَةُ
ثُمَّ يُدْفَنُونَ
فِي قَبْرٍ
وَاحِدٍ
فَكَانَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَسْأَلُ أَيُّهُمْ
أَكْثَرُ
قُرْآنًا
فَيُقَدِّمُهُ
إِلَى
الْقِبْلَةِ
Enes b. Malik'den -mana
olarak- (rivayet edildiğine göre), Rasûlullah (s.a.v.) (Uhud savaşı sona
erdikten sonra bazı) organları kesilmiş halde (yatan) Hamza'nın (cesedi) yanına
vardı. (Hz. Hamza'yı o halde görünce) "Eğer (Hamza'nın kardeşi) Safiyye
içinde bir üzüntü hissetmeyecek olsaydı, Hamza'yı kurtlar, kuşlar yesin de
kıyamet günü onların karınlarından haşredilsin diye (defnetmeden)
bırakırdım" buyurdu. Elbise azdı. (Buna karşılık) ölü çoktu, (da bu
yüzden) Bir, iki üç şehid (birden) bir elbise içerisine kondular.
(Ravi) Kuteybe (bu
hadise şu sözleri de) ilave etti: "Sonra bir kabre defnedildiler.
Rasûlullah (s.a.v.) -Kur'ân'ı -(ezberlemiş olma) bakımından bunların hangisi
daha ileridedir? diye soruyor. Kur'ân'ı ezberlemiş olma yönünde daha ileride
olanı Kıbleye doğru öne geçiriyordu."
İzah:
Tirmizî, cenaiz; Ahmed
b. Hanbel 111,128.
Bu hadisi şerifte
müslümanların ellerinde ve üzerlerinde ke-fen olmaya elverişli, yeteri kadar
elbise veya kumaş bulunmadığından Hz. Nebi, şehidlerin bir kısmını ikişer üçer
kişilik gruplar halinde bir kefen içine koyarak defnettiği ifade
buyurulmaktadır.
Bezlü'I-Mechud
yazarının ifade ettiğine göre, Rasûl-ü Ekrem'in iki veya üç şehidi bir kefene
koyması, büyükçe bir kefeni ikiye ya da üçe bölüp her parçaya bir şehidi
sarması şeklinde olabileceği gibi, zaruretten dolayı iki veya üç şehidi birden
bir kefene sarması şeklinde de olabilir. Ancak Aliyyü' Kari'nin açıklamasına
göre, birden fazla şehidin bir kefen içerisine konma sının caiz olabilmesi
için, tenlerinin birbirine temas etmemesi gerekir. Bir kefeı içerisine konan
birden fazla şehidin vücutlarının birbirine teması önleneme yeceğinden et-Tîbî
metinde geçen "iki veya üç şehid bir elbise içerisini kondular'* cümlesini
bir kabre kondular şeklinde te'vil etmiştir. Hanefî âlim lerinden İbn Abidin de
zaruretten dolayı birden fazla cenazeyi bir kabre koymak caizdir. Ancak bu
kabrin iki kabir hükmüne gelmesi için aralarına toprak yığılır veya kerpiç
konulur demiştir. Buhârî sarihlerinden Bedrüddin el-Aynî ile el-Kastâlânî de bu
meseleyi genişçe açıklamışlardır. ez-Zürkanî ise el-Muvaıta üzerine yazdığı
şerhte, birden fazla cenazeyi bir kabre koymanın caiz olduğunu, kesin bir dille
ifade etmiştir. Hattâbî ise, zaruret sebebiyle birden fazla ölünün bir kabre
konması caiz olduğu gibi bir kefene konmasının da caiz olduğunu ifade etmiş,
fakat metinde geçen "iki veya üç şehid bir elbise içerisine kondular"
cümlesine, "şehidlerden her birisi ayrı bir elbise içerisinde olduğu
halde bir kabre konmuştur." manasını vermiştir. Nitekim kabre koyarken
Kur'ân'ı daha iyi bileni kıbleye daha yakın koymak istemesi de onların ayrı
ayrı kefenlere sarılı olduklarını gösterir. Çünkü, eğer onları bir kefene
koymuş olsaydı, onların Kur'ân'ı hangisinin daha iyi bildiğini anlamak için
sorduğu bu soruyu kabre koyarken değil, kefene koyarken sorardı. Cenazesinin
defni ölünün yaşayanlar üzerindeki haklarından biri olduğu halde, Hz. Nebiin
onu defnetmek istememesi Hz. Hamza'nın tüm vücudunun Allah yolunda harcanmasını
ve bu sayede ecir ve faziletinin doruk noktaya ulaşmasını temin etmek gayesine
matuftur. Rasûl-ü Zişan Efendimiz, işte bu düşünceyle Hz. Hamza*nın hak
yolunda serilen cesedinin çeşitli hayvanlar tarafından yenilip kıyamet
gününde, o hayvanların karınlarından haşredilmesini temenni etmiş, ayrıca
müşriklerin yaptıkları işkencelerin ona hiçbir zarar vermediğini de göstermek
istemiştir. Fakat onun bu şekilde bırakılmasının halası Safiyye'yi üzeceğini
bildiği için bundan vazgeçmiştir.
Hz. Nebiin amcası ve
sütkardeşi Hz. Hamza, Hz. Nebiin Nebiliğinin üçüncü senesinde müslüman olmuş,
en tehlikeli anlarda Hz. Nebii ve diğer müslümanları müşriklerden korumuştur.
Bedir savaşında destanlaşan kahramanlıklar göstermiş ve Uhud savaşında
Vahşi'nin kurduğu pusuya düşerek şehid olmuştur. Buhârî'nin rivayetinde Hz.
Ham-za'nm şehadeti şöyle anlatılıyor: "Ubeydullah b. Adiy b. Hıyar'dan
rivayet edildiğine göre, Ubeydullah (Hazreti Hamza'nın katili) Vahşiye. - Bize
Hamza'nın katlini anlatır mısın?- diye sordu. O da: Evet diyerek şöyle
anlattı: Hamza, Bedir harbinde Tuayme b. Adiy b. Hıyar'ı öldürmüştü. Efendim
olan Cübeyr b. Mut'im bana: Eğer amcam Tuayme'ye bedel Hamza'yı öldürürsen sen
hürsün, dedi. Vahşi der ki: Ayneyn yılı halk Medine'ye sefere çıkınca Ayneyn
Uhud dağı canibinde bir dağdır. Bununla Uhud arasında bir vadi vardır. Ben de
halk ile beraber harbe çıktım. Harb nizamında sıralandığımızda (Kureyş
tarafından) Siba çıktı. Cenk edecek mübariz istedi. Buna karşı Abdülmuttalib'in
oğlu Hamza çıktı. Ey Siba, "muhalefet etmek mi istersin? dedi. Vahşi der
ki: Sonra Hamza, Siba üzerine yürüdü. Herif dünkü gün gibi (yok) oldu. (Vahşi
sözüne devam ederek) dedi ki: Bu sırada ben Ham-za'yi vurmak için bir taş
arkasına gizlendim ve bana yaklaşınca harbemi (kısa mızrağımı) ona attım ve
mızrağımı Hamza'nm kasığına yerleştirdim. Mızrak Hamza'nın ta iki uyluk üstünün
arasından çıkmıştı. İşte bu.mızrak Hamza'-yı olduğu yere çökertti (öldü).
Mekkeliler harbden dönerken ben de onlarla beraber geri döndüm. Ve Mekke'de
İslâm dini yayılıncaya kadar orada oturdum. (Mekke'nin fethi üzerine) Taife
kaçıp gitmiştim. O sırada Taifliler (toptan müslüman olduklarını arzetmek
üzere) Rasûlullah (s.a.v.)'e bir heyet gönderdiler. Bana da (korkma git)
Rasûlullah elçiyi ürkütmez dediler.
Ben de heyetle beraber
yola çıktım. Ta Rasûlullah (s.a.v.)'in huzuruna kadar vardım. Rasûlullah beni
görünce:
Sen Vahşi inisin?
buyurdu. Ben:
Evet dedim. Rasûlullah,
iki defa;
Hamza'yi sen mi
katletmiştin? buyurdu.
Bu iş size erişen haber
veçhile oldu, dedim. Rasûlullah.
Yüzünü benden saklamaya
gücün yeter mi? buyurdu. Vahşi dedi ki/ Ben de hemen huzardan çıktım.
Rasûlullah vefat edip de (Ebû Bekir zamanında) Museylemetü'l-Kezzab çıkınca
(kendi kendime) tam sırasıdır, muhakkak ben Müseyleme'ye karşı çıkarım. Umarım
ki, ben Müseyleme'yi tepelerim de bu hizmetimle Hamza'ya karşı irtikab ettiğim
cinayeti karşılarım! dedim. Ve Müseyleme üzerine sevk olunan ordu ile hareket
ettim. Bu muharebede galib, mağlub olan oldu. Bir de ne göreyim? Yıkık bir
duvarın karaltısında bir kişinin (Müseyleme'nin) durduğunu gördüm. Herifi
sanki esmer bir deve (benzi kül gibi) başının saçı dağınık bir halde. Vahşi der
ki: Hemen (Hamza'yı vurduğum) harbemi attım. Onun iki memesi arasına
yerleştirdim. (Bir halde ki:) Harbem herifin ta iki küreği arasından çıktı.
Bunun üzerine ensardan bir kişi maktule doğru koştu ve başına bir kılıç darbesi
indirdi.[Miras Kâmil, Tecrid-i Sarih X,217 vd. Hadis no: 1585 Buhârî, el-Meğazi
23.]
Bezzar ve Taberânî'nin
Hz. Ebû Hüreyre'den zayıf bir senedle rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte
açıklandığına göre, "Hz. Nebi, Hz. Ham-za'nın cesedini burun ve kulakları
kesik bir halde görünce - Eğer geride kalanlar üzülmeseydi seni kabre koymaz
bu halinde bırakırdım da nihayet kıyamet günü seni yiyen muhtelif hayvanların
karınlarından haşredilirdin- demiş ve sonra kâfirlerin Hz. Hamza'ya yaptıkları
muamelenin aynısını onlardan yetmiş kişiye yapacağına dair yemin etmiş, fakat
bu esnada "Eğeı bir topluluğa azab edecekseniz, size yapılan azabın eşiyle
azab edin. Ams sabredersen, andolsun ki o sabredenler için daha
iyidir."[Nahl 126] âyet-i kerimesi inmiş de bu sözünü yerine getirmekten
vazgeçip yeminine keffaret vermiş."