بَاب
فِي
الشَّهِيدِ
يُغَسَّلُ
26-27. Şehid(ler)
Yıkanır (Mı?)
حَدَّثَنَا
قُتَيْبَةُ
بْنُ سَعِيدٍ
حَدَّثَنَا
مَعْنُ بْنُ
عِيسَى ح و
حَدَّثَنَا عُبَيْدُ
اللَّهِ بْنُ
عُمَرَ
الْجُشَمِيُّ
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
الرَّحْمَنِ
بْنُ مَهْدِيٍّ
عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
بْنِ
طَهْمَانَ عَنْ
أَبِي
الزُّبَيْرِ
عَنْ جَابِرٍ
قَالَ رُمِيَ
رَجُلٌ
بِسَهْمٍ فِي
صَدْرِهِ
أَوْ فِي
حَلْقِهِ
فَمَاتَ
فَأُدْرِجَ
فِي ثِيَابِهِ
كَمَا هُوَ
قَالَ
وَنَحْنُ
مَعَ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
Cabir'den demiştir ki:
(Bir savaş esnasında müslümanlardan) birinin göğsüne veya bogazına bir ok
atıldı (aldığı yarayla) hemen öldü. Bunun üzerine elbisesiyle beraber, olduğu
gibi (yıkanmadan) gömüldü. Biz de Rasûlullal (s.a.v.) ile beraberdik.
İzah:
Allah yolunda
savaşırken ölen bir kimsenin yıkanmadan elbisesiyle gömüleceğini söyleyenlerin
delilini teşkil eden, bu hadisi şerifte sözkonusu edilen hadisenin hangi
tarihte, hangi savaşta olduğu ve aldığı yaranın tesiriyle şehid olan sahabinin
kimliği konusunda hadis sarihleri bir açıklama yapmamışlardır.
Metnin sonunda bulunan
"Biz de Rasûlullah (s.a.v.)'in yanında idik" cümlesi şehid olan
zatın üzerindeki elbiseyle yıkanmadan toprağa verilişinin Rasûl-ü Ekremin
emriyle olduğunu ve dolayısıyla bu hadisin merfu olduğunu ifade etmektedir.
Şehid kelimesinin
feilün vezninde ismi fail anlamına gelen bir sıfat-ı mü-şebbehe olması ihtimali
vardır. Bu ihtimale göre "şehid" kelimesi, şahid anlamına gelir.
Ölürken Allah'ın rahmetini bizzat gördüğü ve Rabbi katında diri olduğu için bu
ismi almıştır.
Bu kelimenin ism-i
mef'ul anlamında kullanılmış olan feilün vezninde bir sıfatı müşebbehe olması
ihtimali de vardır.
Bu ihtimale göre,
cennetlik olduğuna melekler tarafından şahidlik edildiği için bu ismi
almıştır. Gerçekten melekler ona ikram için onun cenazesine gelirler ve o
kişinin cennetlik olduğuna şahidlik ederler.
Şafiî âlimlerine göre;
şehid, düşmanla savaşırken ve savaş devam ederken ölen kimsedir. Savaş halinde
ölen bir kimsenin şehid sayılabilmesi için düşman tarafından öldürülmüş
olmasıyla, yanlışlık eseri olarak bir müslü-manın silahıyla veya kendi
silahının geri tepmesiyle ölmüş olması arasında bir fark olmadığı gibi, attan
düşerek ölmesiyle, müslümanların ya da düşmanın hayvanlarından birinin tekmesi
veya çiğnenmesiyle ölmesi arasında da bir fark yoktur.
Keza kendisine isabet
eden bir ok ya da mermi ile ölen bir müslüman, bu okun bir müslüman tarafından
mı yoksa kâfir tarafından mı atıldığı bilinmesi yine şehid sayıldığı gibi,
harp devam ederken, savaş meydanında Ölü olarak bulunan bir müslüman ölüm
sebebi bilinemese yine şehid sayılır. Bu hususta üzerinde kan bulunması ile
bulunmaması arasında da bir fark yoktur.
Savaş meydanında aldığı
bir yarayla derhal ölen bir kimse, şehid olduğu gibi, biraz yaşadıktan sonra,
hayatını kaybeden kişi de şehid sayılır. Aldığı yaradan bir süre sonra ölen
kimsenin şehid sayılabilmesi hususunda, aldığı yaradan sonra bir şeyler yiyip
içmiş olmasıyla, yiyip içmemiş olması arasında da bir fark olmadığı gibi, ölen
müslümanın kadın, erkek, hür, köle, çocuk, salih ya da fasik olup olmaması da
sözkonusu değildir.
Savaş sona erdikten
sonra, savaş meydanında yarı canlı olarak bulunan bir kimsenin hareketleri, eğer
can çekiştiren bir kimsenin hareketleri ise, bu kimse ittifakla şehid sayılır.
Fakat hareketleri iyileşme ve canlanma belirtileri taşıyorsa, ölünce bu
kimsenin şehid sayılmayacağı ittifakla kabul edilmiştir.
Şehidler yıkanmadan
elbiseleriyle gömülürler.
Maliki alimleri ile
Hanbeli alimleri de, şehidlik mevzuunda aynen Şafiîler gibi düşünmektedirler.
Ancak Hanbetilere göre;
savaş ülkesinde kendi kendine eceliyle veya kendi kılıcının geri tepmesiyle
ölen kimselerle, savaş meydanında üzerinde kan izleri olmadan, ölü olarak
bulunan, kimselerle, yaralı olarak bulunduktan sonra başka bir yere taşınıp ta
orada yiyip içen, yahut uyuyan veya abdest bozan, ya da konuşan veya aksıran
veya örfen uzun sayılabilecek bir süre yaşayan, sonra ölen bir kimse, şehid
sayılırsa da, yıkanmadan ve elbisesiyle birlikte gömülemez. Bu kimsenin toprağa
verilmeden önce yıkanması, üzerine namaz kılınması farzdır. Yine Hanbelilere
göre, savaş haricinde düşmanın eline geçerek, hedef yapılarak öldürülen bir
kimse şehid sayıldığı gibi, zulme uğrayarak ölen kimse de şehiddir.[Menhel,
VIII,288,289.]
Hanefilere göre; şehid,
Allah yolunda yapılan bir muharebe esnasında öldürülen, veya eşkiyalar ya da
yol kesiciler ile savaşırken haksız yere öldürülen, baliğ ve tahir bulunan
herhangi bir müslimdir. Bu hem dünya, hem de ahiret ahkamı itibariyle şehid
olduğundan kendisine "şehid-i hükmi" denir. Bir de "şehid-i
hakiki" vardır ki, bu da garik (suda boğulan), harik (yanan) veya garib
olarak ölen veya tahsil yolunda veya, zatü'1-cenb gibi bir hastalık neticesinde
terk-i hayat eden, herhangi bir müslümandır. Bunlar şehid sevabına nail
olacakları cihetle yalnız ahiret ahkâmınca şehid sayılırlar. Fakat dünya
ahkâmınca şehid sayılmazlar.[Bilmen Ömer Nasuhi, Hukuku İslâmiyye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu 111,351.]
Şehidler:
1. Dünya şehidi,
2. Ahiret şehidi,
3. Hem dünya, hem
ahiret şehidi olmak üzere üç kısma ayrılır. Bunların üçüncüsüne kâmil şehid
denir. Birincisi, sadece dünyevi hüküm itibariyle, ikincisi de yalnız ahirette
verilecek ecir itibariyle şehidler kısmına katılmıştır. Şehid-i kamil ile
dünya şehidinin yıkanmadan üzerlerine namazları kılınabilmesi için altı şart
vardır: a) Akıl b) Buluğ c) Hades-i ekberden (cünüblükten) temizlik, d) Haksız
yere öldürülmek e) Ölüm muharebe dışında meydana gelmiş ise onun kasden
yapılmış olması, mürtes olmamak yani aldığı darbeden sonra tedavi, yeme, içme
gibi şeylerle araya fasıla girmiş olmamak.[M. Zihni, Nimet-i İslâm, 489, 490.]
Ahiret şehidi ise her halükarda yıkanır.