بَاب
الْجُلُوسِ
عِنْدَ
الْقَبْرِ
62-64. Cenaze Kabre
İndirilirken Kabrin Yanında Nasıl Oturulur?
حَدَّثَنَا
عُثْمَانُ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
حَدَّثَنَا
جَرِيرٌ عَنْ
الْأَعْمَشِ
عَنْ
الْمِنْهَالِ
بْنِ عَمْرٍو
عَنْ زَاذَانَ
عَنْ الْبَرَاءِ
بْنِ عَازِبٍ
قَالَ
خَرَجْنَا
مَعَ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فِي
جَنَازَةِ
رَجُلٍ مِنْ
الْأَنْصَارِ
فَانْتَهَيْنَا
إِلَى
الْقَبْرِ
وَلَمْ
يُلْحَدْ
بَعْدُ
فَجَلَسَ
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ مُسْتَقْبِلَ
الْقِبْلَةِ
وَجَلَسْنَا
مَعَهُ
el-Bera b. Azib'den
(rivayet olunmuştur) dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte Ensardan bir
adam'ın cenazesine gitmiştik. Kabr'e vardığımızda henüz kabr'in kazılması sona
ermemişti. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) kıbleye dönerek kabr'in yanma oturdu.
Onunla birlikte biz de oturduk.
İzah:
Ebû Dâvud; Nesaî,
cenâiz; İbn Mace, cenâiz; Ahmed b. Hanbel IV-287, 288, 297.
Bu hadis-i şerif
Nesaî'nin Sünen'inde şu manâya gelen lafılarla rivayet edilmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte bir cena-ze(yi defnetmek) için
çıkmıştık. Kabre vardığımızda, henüz kabrin kazılması sona ermemişti.
Rasûlullah (s.a.v.) oturdu. Biz de başlarımızın üzerinde bir takım kuş(Iar)
varmış gibi onun etrafına oturduk." Nesaî'nin rivâyetindeki
"Başlarımızın üzerinde kuş(lar) varmış gibi onun etrafında oturduk"
mealindeki cümle cenaze defnedilirken aranan sükunet, sessizlik ve edepten kinayedir.
Esasen ashab-ı kiram Rasûl-ü Zişan Efendimiz her meclisinde bu adaba riayet
ederlerdi. Bu mevzuda Mevlana Şıbli şunları kaydediyor:
"Hz. Nebiin
meclisi, hizmetçiler ve maiyet halkı ile çevrili bir saray değildi. Hatta
Nebiin evinin kapısı bile yoktu. Fakat O'nun Peygamberlik vakarı herkesin
kalbine haşyet verirdi. O'nu gören her insan, kalbinde bir titreyiş hissederdi.
Hadis kitablarının ifadesine göre halk, Peygamberin huzurunda o kadar sakin ve
sessiz otururlardı ki, insan cemaattan her birini, başına konan bir kuşu
ürkütmek istemiyormuş zannederdi. Rasûl-i Ekrem'in huzurunda söz söylemek
isteyenlere söz verilirken haseb ve neseb, servet ve nüfuz itibariyle elde
ettikleri mevki değil, ancak ilim ve fazilet itibariyle haiz oldukları liyakat
nazar-ı itibare alınırdı. Rasûl-i Ekrem'in adeti, önce muhtaç ve fakir
olanları dinlemek, onların ihtiyaçlarını temin etmekti."
"Hz. Nebi, hiç bir
kimsenin sözünü kesmez, şayet söylenen sözler O'nu memnun etmeyecek bir
mahiyette ise bu sözleri ihmal ederdi. Bir mesele bahis mevzuu olduğu zaman
Rasûl-i Ekrem de fikrini ileri sürer, münakaşa veya müzakere esnasında bir nükte
söylenirse o da neş'elenir, o da bu nüktelere mukabele ederdi."[Doğrul,
Ömer Rıza, Asr-ı Saadet, 11-23.]