بَاب
قِلَّةِ
الْمَهْرِ
28-29. Mehrin (En) Az
(Mikdar)ı
حَدَّثَنَا
مُوسَى بْنُ
إِسْمَعِيلَ
حَدَّثَنَا
حَمَّادٌ
عَنْ ثَابِتٍ
الْبُنَانِيِّ
وَحُمَيْدٍ
عَنْ أَنَسٍ
أَنَّ
رَسُولَ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ رَأَى
عَبْدَ
الرَّحْمَنِ
بْنَ عَوْفٍ
وَعَلَيْهِ
رَدْعُ
زَعْفَرَانٍ
فَقَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ مَهْيَمْ
فَقَالَ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ تَزَوَّجْتُ
امْرَأَةً
قَالَ مَا
أَصْدَقْتَهَا
قَالَ وَزْنَ
نَوَاةٍ مِنْ
ذَهَبٍ قَالَ
أَوْلِمْ
وَلَوْ
بِشَاةٍ
Enes (r.a.)'den rivayet
olunduğuna göre; Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Abdurrahman b. Avf
(r.a.)'ın üzerinde za'ferân izi görünce; “Bu nedir?" diye sordu. O da: Ya
Rasulallah bir kadınla evlendim, cevâbını verdi. (Resûl-i Ekrem'); "Onun
mehri ne kadardır?" diye sorunca; "Bir nevat ağırlığında
altındır" diye cevap verdi. (Resûl-i Ekrem'de) "Bir koyun ile de olsa
düğün yemeği ver" buyurdu.
Diğer tahric: Buharî,
nikah, Müslim, nikah, Tirmizî, nikah; Nesai, nikah; İbn Mace, nikah (1907);
Darimî, nikah; Ahmed b. Hanbei, III, 227, 271, 274, 278.
AÇIKLAMA:
Velîme: Düğün yemeği
demektir. Lügat ulemâsından bâzılarına göre her yemek da'vetine
"velîme" demek caizdir.
Araplar hazırlanış
sebebine göre her ziyafete ayrı bir isim verirler. Meselâ çocuk doğduğu zaman
verilen ziyafet "akika", bir çocuğun Kur*ân-ı Kerîm'i hatmetmesi
sebebiyle verilen ziyafete de "hazâk", doğum münâsebetiyle verilen
ziyafete "hurs", sünnet münâsebetiyle verilene "i'zâr",
bina yapmak sebebiyle verilen ziyafete "vekîre", misafir için
verilene "na-kia", bir musibet başa geldiğinde ,mûsibet sahibi
tarafından verilen yemeğe "vadıyma", sebepsiz olarak verilen yemeğe
de "me'dûbe ve me'debe" ismi verilir. Ancak vadiyma ziyafeti vermek
haramdır!
Nevat, sözlükte hurma
çekirdeği anlamına gelir .Araplar arasında bir ağırlık ölçüsü olarak bilinir.
Hattâbî'nin beyânına göre, bir nevat altın, beş dirhem gümüşe eşittir.
el-Ezherî'de bu görüşü
t'ercîh etmiştir. Kadı lyaz'm rivayetine göre ulemânın ekseriyyeti de bu
görüştedir. Nitekim Beyhâkî'nin Katâde'den naklettiği "Bir neva! altın,
beş dirhem gümüşe eşittir” manasmdaki haber de bu görüşü desteklemektedir.
İbn-i Kuteybe'den rivayet edildiğine göre ise bir nevât altın, beş dirhem
altına eşittir. îbn-i Fâris'e göre kesin olan budur. Beyzâvî "Zahir olan
kavil budur" demektedir.
Mâlikî ulemâsından
bazıları "Medîne halkı arasında bir nevâtın, bir dinarın dörtte birine
&şit sayıldığını söylemişlerdir.
İmâm Şafiî'ye göre bir
nevât altın Neşş'in dörtte biridir. Bir neşş, yarım okka, bir okka da kırk
dirhem olduğuna göre bir neşşin dörtte biri, beş dirhem gümüş eder. Öyleyse bir
nevât altın, beş dirhem gümüşe eşittir.[bk. İbn Hâcer, Fethu'l-Bâri, IX, 186.]
Metinde geçen cümlesindeki "lev" imtina için
değil, "taklîl: azlık" içindir. Türkçemizde "hiç olmazsa",
"hiç değilse", "en azından", gibi manalara gelir.
Hammâd b. Zeyd ile tbn
Seleme'nin rivayetlerinde Resûl-i Ekrem'in bu cümleden önce Hz. Abdurrahman'a
("Allah sana bereket ihsan etsin" diye dua ettiği ifâde edilmektedir.
İbn Seleme'nin rivayetinde Abdurrahman b. AvPin (r.a.) şu ifâdelerini
görüyoruz: "Peygamber (s.a.v.)'in duası sayesinde artık öyle oldu ki: Ben
bir taşı kaldıracak olsam onun altında ya altına veya gümüşe rastlayacağımı
ümid eder duruma gelmiştim."
Mâmer'in Sâbit'ten
yaptığı bir rivayete göre Enes (r.a.) şöyle demiştir: "Abdurrahman vefat
ettiği zaman dört karısı vardı. Her birisine düşen miras hissesinin yüz bin
dinar olduğunu gördüm." Dört kadının hepsine düşen miras ise, mirasının
sekizde biri olduğu düşünülürse Hz. Ab-durrahman'ın bütün terekesinin üç milyon
ikiyüz bin (3.200.000) dinara ulaştığı görülür.
Bu miktar Hz.
Abdurrahman'in, Resûl-i Ekrem'in duası bereketiyle ne kadar zenginleştiğini
göstermek için yeterlidir.[bk. ibn Hâcer, Fethu'l-Bâri, IX, 186.]