بَاب
فِي
الْإِشْعَارِ
14. (Kurbanlık
Develere) Nişan Koymak
حَدَّثَنَا
أَبُو
الْوَلِيدِ
الطَّيَالِسِيُّ
وَحَفْصُ
بْنُ عُمَرَ
الْمَعْنَى
قَالَا
حَدَّثَنَا
شُعْبَةُ
عَنْ
قَتَادَةَ قَالَ
أَبُو الْوَلِيدِ
قَالَ
سَمِعْتُ
أَبَا
حَسَّانَ عَنْ
ابْنِ
عَبَّاسٍ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
صَلَّى الظُّهْرَ
بِذِي
الْحُلَيْفَةِ
ثُمَّ دَعَا
بِبَدَنَةٍ
فَأَشْعَرَهَا
مِنْ صَفْحَةِ
سَنَامِهَا
الْأَيْمَنِ
ثُمَّ سَلَتَ
عَنْهَا
الدَّمَ وَقَلَّدَهَا
بِنَعْلَيْنِ
ثُمَّ أُتِيَ
بِرَاحِلَتِهِ
فَلَمَّا
قَعَدَ
عَلَيْهَا وَاسْتَوَتْ
بِهِ عَلَى
الْبَيْدَاءِ
أَهَلَّ
بِالْحَجِّ
İbn Abbâs (r.a.)'den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah
(s.a.v.) Zülhuleyfe'de Öğleyi kıldıktan sonra bir deve istemiş de onu
hörgücünün sağ tarafından nişanlayıp, ondan kan akıtmış, boynuna da iki nalın
takmıştır. (Daha) sonra da devesini getirip üzerine binince (deve) kendisini
düzlüğe çıkarınca, (burada) hacca telbiye getirmiştir.
İzah:
Buhârî, hac; megâzî;
Müslim, hac; Tirmizî, hac; Nesâî, hac; İbn Mâce, menâsik; Dârimî, menâsik;
Ahmed b. Hanbel, I, 216, 254, 280, 339, 344, 347, 376; IV-345, 346.
Söz konusu hadise
hicretin onuncu yılında Veda Haccında cereyan) etmiştir.Fahr-i kâinat Efendimiz o sene
Zilkade'nin sona ermesine beş gün kala öğle namazını Medine mescidinde
kıldıktan sonra büyük bir kafile ile yola çıkmıştır. İkindi vakti Zülhuleyfe'ye
varınca orada konaklayıp geceyi de orada geçirmiştir. O gün orada sırasıyla
ikindi, akşam, yatsı namazlarını ertesi gün de sabah ve Öğle namazlarını
ikişer rekat olarak kılmıştır. Hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in kıldığından
bahsedilen öğle namazı yolculuğun ikinci gününde Zülhuleyfe'de seferi olarak
kıldığı öğle namazıdır. Bu hadis-i şerifle, "Resûlullah (s.a.v.) Beydâd'da
öğle namazını kıldıktan sonra umre ve hac için ihrama girdi. Daha sonra da
devesine binerek Beydâ dağına tırmandı."[Nesâî, menâsîk] anlamındaki
hadis arasında bir çelişki olduğu zannedilmemelidir. Çünkü Resûl-i Ekrem'in, o
günkü öğle namazını Zülhuleyfe ile Beydâ'mn arasındaki sınırda kılmış olması
mümkündür.
Metinde geçen
“eş'are" kelimesi aslında, nişanlanmak, alâmet takmak; manasına gelir.
Burada maksat, devenin
hörgücünü sağ tarafından bıçak veya sivri bir demirle çizerek kan akıtmaktır.
Bu, o hayvanın Harem-i şerife gönderilecek bir kurban olduğuna alâmettir.
Başka hayvanlara
karıştığında kolayca ayrılması, kaybolduğunda bulan kimsenin getirmesi için
bunu yapmak Cumhûr'a göre meşrudur. Çünkü bununla bir şiâr-ı dinî ilan
edilmektedir. Ancak İmâm-ı Ebû Hanife'ye göre bu nişan hayvana işkence verdiği
için mekruhtur. İmâm Ebu Yûsuf ve Muhammed'e göre ise, bunda bir sakınca
yoktur.[Şevkânî, Neylu'l-evtâr, V, 112.]
"Bedene"
kelimesi ise deve ve sığır cinsi için kullanılır. Yağlı ve iri olmalarından
dolayı bu ismi almışlardır. Bu açıdan bakıldığı zaman bu ismin deve cinsi için
daha uygun olduğu görülür.
Kurbanlığın boynuna
nâhn takmaktan maksat harem-i şerifte bulunan fukaranın o nalınları
giymeleridir. Bilindiği gibi nalın ayaklan yerin sertliğinden ve sıcaklığından
koruduğu için Araplarca çok kıymetlidir. Bir nalını hediye etmek, bir binek
hayvanı hediye etmek kadar makbuldür.
Bu bakımdan ulemânın
büyük çoğunluğuna göre kurbanlığın boynuna bir çift nalın takmak meşrudur. Nalının
tek olması bu müstehabı yerine getirmiş olmak için yeterli değildir. Süfyân-ı
Sevrî'ye göre ise kurbanlığın boynuna takılan nalının çift olması şarttır.
Ulemânın bir kısmına göre ise bir tek nalın bile takmak yeterli olduğu gibi
ayakkabı yapılmaya elverişli bir deri takmak da yeterlidir ve kurbanlığın
boynuna nalın takmak, sırtına çul çekmekten daha faziletlidir.[Şevkânî,
Neylu'l-evtâr, V, 113.] Çünkü Allah teâla ve tekaddes hazretIeri'Kur'ân-ı
Kerîm'de "Allah Ka'be'yi, o Beyt-i Harâm'ı, o haram olan ay(lar)ı,
(Mekke'ye) hediye edilecek kurbanı ve onların boyunlarındaki gerdanlıkları
insanlar(ın-din ve dünyaları) için bir nizâm yaptı"[Mâ'ide 97] buyuruyor.
Şevkânî'nin beyânına göre "İmâm Mâlik'e ve rey (ictihad) taraftarlarına
göre ise, "takılan bu pabuçlar hayvanı zayıflatacağından, kurbanlığın
boynuna nalın takmak caiz değildir." Ancak ulemânın büyük çoğunluğu İmâm
Mâlik'in ve rey taraftarlarının bu görüşünü sağlam hadislere aykırı olduğu
gerekçesiyle reddetmişlerdir.[Şevkânî, Neylü'l-evtâr, V, 112.] Ebû İsa,
et-Tirmizî de bu konuda şunları söylemiştir: "Nebi (s.a.v.)'in ashabından
ve sonrakilerden ilim adamlarının ameli bu hadis üzeredir. Nişan konulması
görüşündedirler. es-Sevrî, Şafiî, Ahmed ve İshâk'ın kavli de budur.
Veki' demiştir ki:
"Rey taraftarlarının bu meseledeki sözüne iltifat etmeyin. Nişan koymak
sünnet ve onların görüşleri bid'attir" Ebû's-Sâib'den, işittim; diyor ki:
Vekî'nin yanında idik, Vekî rey taraftarlarından birine;
Resûlullah (s.a.v.)
hedy kurbanına nişan koymuştur, Ebû Hanife ona müsle(tenkil) diyor" dedi.
Adam: "İbrahim en-Nehâî'nin de nişan koymaya tenkil dediği kendisinden
rivayet edilmiştir" dedi. Bunun üzerine Vekî'nin sert bir şekilde
öfkelendiğini ve (o adama hitaben) şöyle dediğini gördüm: "Ben sana
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu diyorum, sen ise, "İbrahim dedi"
diyorsun. Habsedilmeyi ve bu sözünden geçinceye dek çıkmamayı nasıl da hak
ediyorsun."[el-Mubârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, III, 649, 650.]
Hanefî ulemâsından
Şeyhülislâm Bürhâneddin el-merğınânî, Hanefî ulemâsının bu konudaki görüşlerini
şöyle özetlemiştir: "Eğer kurbanlık nafile olarak kurban edilecekse ve
temettü' veya kıran hacları için şükür kurbanı olarak boğazlanacaksa bunun
boynuna nalın takılabilir. Fakat ceza kurbanı olarak kesilecekse takılmaz. Çünkü
birincisinin sebebi ibâdet, ikincisinin sebebi ise cinayettir. İbâdet izhar
edilmeye, cinayet ise, gizli kalmaya lâyıktır. İhsâr kurbanı da ikinci guruba
dahildir."[Fethu'l-kadir II, 326.]
Metinde geçen
"Hacca telbiye getirdi" sözünden maksat hac için ihrama girdi, yani
niyet etti demektir. "Telbiye getirdi" tabiri hacca niyet ettiği
manasında kullanıldığı gibi "Umreye niyet etti" anlamında da kullanılır.
Nitekim Müslim'in şu
rivayetinde bu kelime her iki manada da kullanılmıştır: "Enes dedi ki: Ben
Nebi (s.a.v.)'i umre ile haccın ikisine birden "Umre ile hac için lebbeyk;
umre ile hac için lebbeyk" derken işittim"[Müslim, hac] Nitekim bu
kelime 1790 numaralı hadis-i şerifte de aynı manada kullanılmıştır.