DEVAM: 4. (Her
Rekatte) Dört Rükû' Vardır Diyenlerin Delilleri
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ يُونُسَ
حَدَّثَنَا
زُهَيْرٌ
حَدَّثَنَا
الْأَسْوَدُ
بْنُ قَيْسٍ
حَدَّثَنِي
ثَعْلَبَةُ
بْنُ عِبَادٍ
الْعَبْدِيُّ
مِنْ أَهْلِ
الْبَصْرَةِ
أَنَّهُ
شَهِدَ
خُطْبَةً يَوْمًا
لِسَمُرَةَ
بْنِ
جُنْدُبٍ
قَالَ قَالَ
سَمُرَةُ
بَيْنَمَا
أَنَا
وَغُلَامٌ
مِنْ
الْأَنْصَارِ
نَرْمِي
غَرَضَيْنِ
لَنَا حَتَّى
إِذَا
كَانَتْ
الشَّمْسُ
قِيدَ رُمْحَيْنِ
أَوْ
ثَلَاثَةٍ
فِي عَيْنِ
النَّاظِرِ
مِنْ الْأُفُقِ
اسْوَدَّتْ
حَتَّى آضَتْ
كَأَنَّهَا تَنُّومَةٌ
فَقَالَ
أَحَدُنَا
لِصَاحِبِهِ
انْطَلِقْ
بِنَا إِلَى
الْمَسْجِدِ
فَوَاللَّهِ
لَيُحْدِثَنَّ
شَأْنُ
هَذِهِ الشَّمْسِ
لِرَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فِي
أُمَّتِهِ
حَدَثًا
قَالَ
فَدَفَعْنَا فَإِذَا
هُوَ بَارِزٌ
فَاسْتَقْدَمَ
فَصَلَّى
فَقَامَ
بِنَا
كَأَطْوَلِ
مَا قَامَ بِنَا
فِي صَلَاةٍ
قَطُّ لَا
نَسْمَعُ
لَهُ صَوْتًا
قَالَ ثُمَّ
رَكَعَ بِنَا
كَأَطْوَلِ
مَا رَكَعَ
بِنَا فِي
صَلَاةٍ
قَطُّ لَا نَسْمَعُ
لَهُ صَوْتًا
ثُمَّ سَجَدَ
بِنَا كَأَطْوَلِ
مَا سَجَدَ
بِنَا فِي
صَلَاةٍ
قَطُّ لَا نَسْمَعُ
لَهُ صَوْتًا
ثُمَّ فَعَلَ
فِي الرَّكْعَةِ
الْأُخْرَى
مِثْلَ
ذَلِكَ قَالَ
فَوَافَقَ
تَجَلِّي
الشَّمْسُ
جُلُوسَهُ فِي
الرَّكْعَةِ
الثَّانِيَةِ
قَالَ ثُمَّ سَلَّمَ
ثُمَّ قَامَ
فَحَمِدَ
اللَّهَ وَأَثْنَى
عَلَيْهِ
وَشَهِدَ
أَنْ لَا
إِلَهَ
إِلَّا
اللَّهُ وَشَهِدَ
أَنَّهُ
عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ
ثُمَّ سَاقَ
أَحْمَدُ
بْنُ يُونُسَ
خُطْبَةَ النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
Semure b. Cündüb
(r.a.)'den; demiştir kî: Ben ve Ensârdan bir çocuk hedeflerimize ok atarken
güneş bakanın gözünde iki veya üç mızrak kadar olunca, Tennûme bitkisi gibi
oluncaya kadar karardı. Birimiz arkadaşına; "Haydi mescide gidelim.
Vallahi güneşin şu hali, Resûlullah (S.A.V.) de ümmeti hakkında yeni bir şey
meydana getirecek" dedi ve koşarak gittik. Bir de gördük ki Resûlullah
(S.A.V.) mescide çıkmış. Efendimiz öne geçip namaz kıldırdı. Bizi daha önceki
namazlarındaki en uzun kıyamı gibi kıyamda tuttu. Sesini işitmiyorduk. Sonra
bize önceki namazlarındaki en uzun secdesi gibi secde ettirdi. (Burada da)
sesini işitmedik. Diğer rekatte de aynen bunun gibi yaptı. Güneşin açılması
ikinci rekattaki oturuşuna denk geldi. Sonra selam verdi. Daha sonra kalkıp
Allah'a hamd ve sena etti. Allah'tan başka ilâh olmadığına ve kendisinin O'nun
kulu ve Resulü olduğuna şehâdet etti.
Bundan sonra Ahmed b.
Yûnus, Resûlullah (s.a.v.)'in hutbesini zikretti.
İzah:
Ahmed b. Hanbel V, 16,
17, Beyhakî, es-Simenu'l-kübrâ, 111,332.
Tennüme: Çölde yetişen
kendisi ve meyvesi siyahımsı bir
bitkidir.
Râvi Semure (r.a.) Hz
Peygamberin bu namazdaki okumuşunu, daha evvelki namazlarda en uzun kıraatle
takdir etmiş ve Resûlullah'ın okuduğunu duymadıklarını söylemiştir. Bu küsuf
namazındaki kıraatin açıktan değil, gizli olmasını gerektirir. Ebû Hanife,
Mâlik, Leys b. Sa'd, Şafiîler ve fukahânm cumhurunun mezhebi de bu şekildedir.
Bu hadise ilâveten Seyhan'ın îbn Abbâs'tan rivayet ettikleri; "Resûlullah
(S.A.V.) zamanımla güneş tutuldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber bize namaz
kıldınp Bakara, Sûresi gibi bir şey okuyacak kadar uzun bir kıyam
yaptı..." manasındaki hadis de bu görüşün delilidir. Zira İbn Abbas'ın
"Bakara sûresi gibi..." tarzındaki ifâdesi onun Efendimizin kıraatini
duymadığına işarettir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise, küsûf namazındaki kıraati cehridir.
İbnu'l-Münzir de aynı görüşü savunmuş ve "Bu görüşü, Ali, Abdullah b.
Yezid el-Hatmî, Zeyd b. Erkam ve el-Berâ b, ÂzüV-den rivayet ettik"
demiştir. Bu görüş sahiplerinin dayanağı bundan sonraki babın ilk hadisi olan
Hz. Âişe'nin rivayetidir. Kıraatin cehri olduğunu bildiren bu hadisi Tirmizî
de rivayet etmiştir. Küsûf namazının tekerrürü gözönüne alınarak, Efendimizin,
kıraatinin bazılarında cehri, bazılarında da gizli olduğu söylenerek hadislerin
arası cem'edilmiştir.
Taberî ve el-Hâdi,
kıraatin açıktan ya da gizli olmasının caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu aynı
zamanda İmam Malik'ten de nakledilmiştir.
Hadisin siyakından, hu
namazdaki rükû' ve secdelerin de uzun olduğu ve namazdan sonra bir hutbenin
mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Şâfiîler bu ve benzer hadislere dayanarak küsûf
namazında hutbenin müstehab olduğunu söylemişlerdir.Ebü Hanife, Malik, Ebû
Yûsuf ve bir rivayetinde Ahmed b. Hanbel'e göre, küsûf namazında Kıt be yoktur.
Hz. Peygamber’in ümmetine güneş tutulduğunda namaz kılmalarını emredip, hutbeyi
emretmeyişini görüşlerine mesned yapmışlar, "riayet hutbe meşru olsaydı,
Hz.Peygamber emrederdi" demişledir.Namazdan sonra hutbenin olduğunu bildiren
hadisleri de o zamanın insanlarının ay ve güneş tutulması hakkındaki yanlış kanaatlerini
izah için söylenmiş sözler olarak değerlendirmişlerdir.
lbnul Kayyım,
“Peygamber (s.a ) cemaate beliğ bir hutbe irad etti.Ondan zabt edilebilen
şudur:" dedikten sonra, Resûhıllah'ın hutbesini kaydeder. Nakledilen hu
hutbenin mânâsı şudur:
"Şüphesiz, ay ve
güneş Allah'ın alametlerin iki alamettir.Hiçbir kimsenin ölümü veya hayatı için
tutulmazlar.Dolayısıyla siz güneşin tutulduğunu gördüğünüz zaman, Allah’a dua
ediniz, tekbir getiriniz,namaz kılınız, sadaka veriniz,ey Muhammed ümmeti! Ey
ümmet-i Muhammed! Vallahi erkek veya kadın, kulunun zina yapmasını Allah’tan
çok kıskanan yoktur.Vallahi eğer siz benim bildiğimi bilmiş olsaydınız az
güler, çok ağlardınız.Emin olunuz, şu yerimde sizin va'd olunduğunum her şeyi
gördüm. Beni öne doğru ilerlerken gördüğünüzde Cennetten bir parça almak
istemiştim. Benim gerilediğimi gördüğünüzde de Cehennemin bir kısmini diğer
kısmı üzerine yüklenirken gördüm...”
Üzerinde durduğumuz
hadisin sonunda Ahmed b. Yûnus'un Hz. Peygamber’in hutbesini zikr ettiği
bildirilmektedir. Sözü edilen bu hutbe Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde mevcuttur. Tercemesi şudur:
Resülulîah (S.A.V.)
Allah'a hamd ve sena ettikten sonra Allah'tan başka ilâh olmadığına kendisinin,
Onun kulu ve Resûlu olduğuna şahitlik etti. Daha sonra da şöyle dedi;
"Ey insanlar!
Allah aşkına söyleyiniz, Benim Peygamberliği tebliğde noksanlık yaptığımı
biliyorsam/, niçin banar haber vermiyorsunuz? (Haber veriniz)" Bunun
üzerine bir adam kalkıp, "Diz senin Rabbinin risâleitini tebliğ ve
ümmetine nasihat ettiğine, vazifeni ifâ ettiğine şahitlik ederiz" dedi.
Bundan sonra Resûlullah (S.A.V.) sözlerine şöyle devam etti:
"Şüpheyiz bazı
insanlar, şu güneşin veya ayın tutulmalarım yıldızların burçlarından
kaybolmalarını, yeryüzündeki büyük insanların ölümüne bağlıyorlar. Onlar yalan
söylüyorlar. Aksine onlar Allah tebâreke ve teâlânın alâmetlerinden iki
alâmettirler. Kullarından tevbe edecekleri görmek için bunları vesile kılar.
Allah'a yemin edirim ki namaza kalkalı beri sizin dünya ve âhiret işlerinden
karşılaşacağınız şeyleri gördüm. Bilmiş olun Vallahi, kıyamet otuz tane
yalancı çıkıncaya kadar kopmayacaktır. Bunların sonuncusu sol gözü Ebû
Yahya'nın -Ensar'dan o zamanlar bir ihtiyar- gözü gibi kapalı tek gözlü
Deccâl'dir. O çıktığı zaman, onun Allah olduğu zannedilecek, kim ona iman eder,
onu tasdik edip ona uyarsa, geçen salih amelleri fayda vermeyecek, kim de onu
inkâr edip yalanlarsa geçmiş amellerinden dolayı hesaba çekilmeyecek. O
Deccâl, Harem'in ve Beytü'l-Makdis'in dışında yeryüzünün her tarafında görülecek.
O mü'minleri Beytü'l-Makdis'de mahsur bırakacak da onlar şiddetli bir sarsıntı
ile sarsılacaklar. Sonra Allah Deccâli ve ordusunu tamamen helak edecek. Öyle
ki, duvarın dibi veya ağacın kökü; "Ey Müslim! Ey mü'min! Şu Yahudidir
(veya şu kâfirdir) gel, onu öldür" diye bağıracak. Bu siz kendi aranızda
büyük işler görüp de kendi kendinize; "Nebiniz bundan bir şey zikretti
mi?" diye soruncaya ve dağlar yerlerinden kayıncaya kadar
olmayacaktır."[Ahmed b. Hanbel, V, 16.]
Hz. Peygamber'in, küsûf
namazından sonra irad ettiği rivayet edilen hutbe metinleri bu ikisinden ibaret
değildir. Bunlardan birini de 1178. hadisin açıklamasında Müslim'den naklen
kaydetmiştik. Bunlardan başka da hutbe metinleri rivayet edilmiştir. Ancak
sözün haddinden fazla uzayacağı endişesiyle bunların tümünü buraya nakletmeyi
uygun bulmadık.