بَاب
الصَّلَاةِ
عَلَى
النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
بَعْدَ التَّشَهُّدِ
178-179. Teşehhüdden
Sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Salavat Okumak
حَدَّثَنَا
حَفْصُ بْنُ
عُمَرَ
حَدَّثَنَا
شُعْبَةُ
عَنْ
الْحَكَمِ
عَنْ ابْنِ
أَبِي
لَيْلَى عَنْ
كَعْبِ بْنِ
عُجْرَةَ
قَالَ
قُلْنَا أَوْ
قَالُوا يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
أَمَرْتَنَا
أَنْ
نُصَلِّيَ عَلَيْكَ
وَأَنْ
نُسَلِّمَ
عَلَيْكَ
فَأَمَّا
السَّلَامُ
فَقَدْ
عَرَفْنَاهُ
فَكَيْفَ
نُصَلِّي عَلَيْكَ
قَالَ
قُولُوا اللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
مُحَمَّدٍ
وَآلِ مُحَمَّدٍ
كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلَى
إِبْرَاهِيمَ
وَبَارِكْ
عَلَى
مُحَمَّدٍ
وَآلِ مُحَمَّدٍ
كَمَا
بَارَكْتَ
عَلَى آلِ
إِبْرَاهِيمَ
إِنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ
Ka'b b. Ucre (r.a.)'den;
demiştir ki: Resûlullah (s.a.v.)'e: Ey Allah'ın Resulü, Bize, sana salavât
getirmemizi ve selâm vermemizi emrettin. Selâmın ne olduğunu bildik. Peki, ya
selavâtı nasıl getireceğiz? dedik (veya [Şekk İbn Ebî Leylâ'ya aittir.
Müslim'de şeksiz olarak
"dedik" denilmektedir.] dediler) Hz. Nebi, şu karşılığı verdi:
[Allahumme salli ala Muhammed ve ala Muhammed
kema salleyte ala İbrahime. Ve barik ala Muhammedin ve ali Muhammed kema
barekte ala ali İbrahime. İnneke hamidun Mecid] deyiniz.
Meali: "Ey
Allah'ım! İbrahim'in şânını yücelttiğin gibi Muhammed'in ve âlinin şânını da
yücelt, İbrahim'e bereket verdiğin gibi Muhammed'e ve âline de bereket ver.
Çünkü sen hamd edilensin, şerefli ve ulusun"
Diğer tahric: Buhârî,
enbiyâ: deavat; Müslim, salat; Nesâi, sehv; Tirmizi, tefsiru sure; Dârimî,
salat ; Muvatta\ sefer; Ahmed b. Hanbel, I, 162; III, 47; IV, 118; V, 274.
AÇIKLAMA:
“Ey iman edenler! Ona
(Nebie) salât okuyunuz ve selâm veriniz"[Ahzab 56] âyeti nazil olunca
ashab-ı kiram, Resulullah'a gelip salavâtın keyfiyetini sormuşlardır. Hz.
Nebi'e sorulan sorunun, "salavât nedir?" tarzında değil de "sana
nasıl salavât okuyalım?" şeklindedir. Böylece sahabilerin salavât kelimesi
hakkında bilgilerinin olduğunu fakat salavâtın keyfiyetini öğrenmek
istediklerini gösterir.
Müslim, Mâlik ve Ebû
Davud'un (98. hadis) Ebû Mes'ud'dan yaptıkları rivayetten anlaşıldığına göre,
Hz. Nebi, kendisine sorulan soruya hemen cevap vermemiş bir müddet susmuştur. O
kadar ki, hâdiseye şahit olan sahâbiler, "ah keşke bu soru
sorulmasaydı" demişlerdir. Taberânî'deki bir rivayete göre, Resûlullah'ın
bu susuşu vahyi beklediğinden dolayıdır. Efendimiz, her ne maksatla olursa
olsun, bir müddet bekledikten sonra soruyu cevaplandırmış ve kendisine
salavâtın nasıl okunacağım öğretmiştir.
Tercemeye "sânını
yücelt" diye geçtiğimiz kelimesi aslında çok geniş mânâlar ifâde eder. Bu
"dünyada zikrini yüceltmek, dinini galib, şeriatı ebedî kılmak, âhirette
de bol sevab vermek ve ümmetine şefaatçi kılmak suretiyle Muhammed'e azamet
ver" rnânâsındadır.
Ebu'l-Âliye;
"Allah'ın salâtının Nebi üzerine olması, onu melekler yanında övmesidir"
der. İbn Abbâs ve Dahhâk da, Allah'ın Nebi üzerindeki salâtının, O'nun rahmeti
olduğunu söylemiştir.
"Muhammed'in
ailesi*' diye terceme ettiğimiz 'den maksadın ne olduğu hakkında da değişik
görüşler ortaya atılmıştır. Bunları şöylece özetlemek mümkündür:
1. Resûlulîah'a
yakınlığından dolayı kendisine zekât verilmesi caiz olmayanlar, bunların da
kim olduklarında ihtilâf edilmiştir:
a. Sadece Hâşim
oğullan,
b. Hâşim ve Muttalib
oğulları, (Şafiî bu görüştedir.)
c. Hz. Fatıma, Ali,
Hasan, Hüseyn (r.a.) ve onların kıyamete kadar gelecek olan nesli.
2. Kayıtsız şartsız Hz.
Nebi'e yakınlığı olanlar,
3. Kıyamete kadar, Hz.
Nebiin izinden giden bütün müslümanlar.
4. Müslümanların
müttakileri.
Bu değişik görüşleri
değişik manalara hasrederek aradaki ihtilâfı gidermek mümkündür. Bu kelime ile
dua'da ümmet; övgüde muttakiler; zekât konusunda da kendilerine sadaka
verilemeyenler kast edilebilir.
Hz. Nebi, salevâtı
öğretirken, kendisi için yapılacak duayı İbrahim aleyhisselâma ve âline teşbih
etmiştir. Teşbih de müşebbehünbih (kendisine benzetilendin, müşebbeh
(benzetilen)'den daha kuvvetli ve üstün olması gerekir. "Burada Hz.
Muhammed ve âli müşebbeh, Hz. İbrahim ise müşebbehünbihtir. Hz. Muhammed bütün
Nebilerin en üstünü olduğuna göre bu teşbih (benzetme) doğru mudur?" diye
bir sonunun hatıra gelmesi muhtemeldir. Ulema bu muhtemel soruya çok çeşitli
cevaplar vermişlerdir. Bunlardan .birkaçını zikretmekle yetineceğiz.
Buradaki teşbih salâtın
aslı ile ilgilidir. Yani salâtın aslını salâtın aslına benzetme vardır.
Dereceyi dereceye teşbih değildir. Bu da şu âyetlerdeki teşbihlere benzer:
"Oruç, simden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz
kılındı"[Bakara 183] "(Nuh'a ve ondan sonraki nebilere vahyeUiğimiz
gibi sana da vahyettik"[Nisâ 163] "Allah'ın sana ihsan etliği gibi
sen de ihsan et."[Kasas 77]
Hz. ibrahim
Resûlullah'ın dedelerinden olduğu ve Muhammed ümmetine duâ ettiği için ona bir
karşılık olarak muslumanlaıın da Hz. İbiahim'e dua etmelerinin emredîldiğini
söyleyenler de olmuştur.
Buhâri sârini Aynî
şunla/ı söyler: "İbrahim aieyhisselâm Kabe'yi inşâ edince ummet-i Muhammed
için duâ edip, "Allah'ım, Muhammed ümmetinden her kim bu evi haccederse
ona benden selâm el" dedi. Hz. İbrahim' in ailesi ve çocukları da aynı
şekilde duâ ettiler Bunların yaptıklarına karşılık olarak onları namazda
anmakla eınrolunduk."
Metinde salavat
emrcdildiği için namazda teşehhudden sonra salevât okumanın vacib olduğunu
söyleyenler, bu hadisi delil getirirler. Hz. Ömer, oğlu Abdullah, İbn Mes'üd,
Şa'bî, Muhammed b. Ka'b, Ebü Ca'fer el-Bakır, Şafiî, İshak ve Ahmed b. Hanbel
salevât okumanın vâcİb olduğunu söyleyenlerdendir. Hanefîlere göre teşehhudden
sonra saSli-bârik okumak vâcib değil, sünnettir.
Namazda salavât
okumanın vâcib olmadığını söyleyenler bu ve benzen hadislerin âyetini tefsir
kabilinden olup bunlardaki emrin mutlak olduğunu söylerler. Buna göre bu emir
selavâtm namaz içinde vâcib olmasını gerektirmez, namaz haricinde de olsa bir
kimsenin okuyacağı salevât emre imtisal saıyılır. Namazda salevât okumanın
vıicûbuna delâlet eder gibi görünen hadislerle ilgili olarak, Şevkânî
Neylu'I-Evtâr'da şöyle der:
"Salevâtıu vâcib
olduğunu söyleyenlere şu karşılığı vermek mümkündür: Hadislerde zikri geçen
emirler salevâtıu keyfiyetini öğretmek içindir. Bu da vucûb ifade etmez. Dilin
zevkine salıib olan herkes bilir ki, "sana bir şey verdiğimde nasıl
vereyim?" sorusuna karşısındakinin "gizli ver, açıkta verme"
cevabı, vermeyi emretmek değil, vermenin şekli ile ilgili bir emirdir. Bu mânâ
hem lügat hem de şeriat ve örf bakımından yaygındır. Sünnette çokça
tekrarlanmıştır. Meselâ: "Sizden biri geceleyin kalktığı zaman namaza iki
kısa rekatla başIaMn" hadisi bu kabildendir..."
Hâdî, İmam Ahmed ve
bazı Şâfiîlcr bu hadise dayanarak, Nebi'e olduğu gibi âline de salevât okumanın
vâcib olduğunu söylemişlerdir. Şafiî bir kavlinde, Ebü Hanife ve talebeleri ve
fakihlerin çoğunluğu bunun vâcib değil, sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Ebû
İshâk eş-Şîrâzî, Mühezzeb'de bunun vacib olmadığına dair icmâ' olduğunu
nakleder.