SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SALAT BAHSİ

<< 976 >>

بَاب الصَّلَاةِ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعْدَ التَّشَهُّدِ

178-179. Teşehhüdden Sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Salavat Okumak

 

حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ الْحَكَمِ عَنْ ابْنِ أَبِي لَيْلَى عَنْ كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ قَالَ قُلْنَا أَوْ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ أَمَرْتَنَا أَنْ نُصَلِّيَ عَلَيْكَ وَأَنْ نُسَلِّمَ عَلَيْكَ فَأَمَّا السَّلَامُ فَقَدْ عَرَفْنَاهُ فَكَيْفَ نُصَلِّي عَلَيْكَ قَالَ قُولُوا اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَآلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَبَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَآلِ مُحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ

 

Ka'b b. Ucre (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.v.)'e: Ey Allah'ın Resulü, Bize, sana salavât getirmemizi ve selâm vermemizi emrettin. Selâmın ne olduğunu bildik. Peki, ya selavâtı nasıl getireceğiz? dedik (veya [Şekk İbn Ebî Leylâ'ya aittir. Müslim'de şeksiz olarak  "dedik" denilmektedir.] dediler) Hz. Nebi, şu karşılığı verdi: [Allahumme salli ala Muhammed ve ala Muhammed kema salleyte ala İbrahime. Ve barik ala Muhammedin ve ali Muhammed kema barekte ala ali İbrahime. İnneke hamidun Mecid] deyiniz.

 

Meali: "Ey Allah'ım! İbrahim'in şânını yücelttiğin gibi Muhammed'in ve âlinin şânını da yücelt, İbrahim'e bereket verdiğin gibi Muhammed'e ve âline de bereket ver. Çünkü sen hamd edilensin, şerefli ve ulusun"

 

 

Diğer tahric: Buhârî, enbiyâ: deavat; Müslim, salat; Nesâi, sehv; Tirmizi, tefsiru sure; Dârimî, salat ; Muvatta\ sefer; Ahmed b. Hanbel, I, 162; III, 47; IV, 118; V, 274.

 

AÇIKLAMA:    

 

“Ey iman edenler! Ona (Nebie) salât okuyunuz ve selâm veriniz"[Ahzab 56] âyeti nazil olunca ashab-ı kiram, Resulullah'a gelip salavâtın keyfiyetini sormuşlardır. Hz. Nebi'e sorulan sorunun, "salavât nedir?" tarzında değil de "sana nasıl salavât okuyalım?" şeklindedir. Böylece sahabilerin salavât kelimesi hakkında bilgilerinin olduğunu fakat salavâtın keyfiyetini öğrenmek istediklerini gösterir.

 

Müslim, Mâlik ve Ebû Davud'un (98. hadis) Ebû Mes'ud'dan yaptıkla­rı rivayetten anlaşıldığına göre, Hz. Nebi, kendisine sorulan soruya hemen cevap vermemiş bir müddet susmuştur. O kadar ki, hâdiseye şahit olan sahâbiler, "ah keşke bu soru sorulmasaydı" demişlerdir. Taberânî'deki bir rivayete göre, Resûlullah'ın bu susuşu vahyi beklediğinden dolayıdır. Efendimiz, her ne maksatla olursa olsun, bir müddet bekledikten sonra so­ruyu cevaplandırmış ve kendisine salavâtın nasıl okunacağım öğretmiştir.

 

Tercemeye "sânını yücelt" diye geçtiğimiz kelimesi aslında çok geniş mânâlar ifâde eder. Bu "dünyada zikrini yüceltmek, dinini galib, şeriatı ebedî kılmak, âhirette de bol sevab vermek ve ümmetine şefaatçi kıl­mak suretiyle Muhammed'e azamet ver" rnânâsındadır.

 

Ebu'l-Âliye; "Allah'ın salâtının Nebi üzerine olması, onu melekler ya­nında övmesidir" der. İbn Abbâs ve Dahhâk da, Allah'ın Nebi üzerindeki salâtının, O'nun rahmeti olduğunu söylemiştir.

 

"Muhammed'in ailesi*' diye terceme ettiğimiz 'den maksadın ne olduğu hakkında da değişik görüşler ortaya atılmıştır. Bunları şöylece özet­lemek mümkündür:

 

1. Resûlulîah'a yakınlığından dolayı kendisine zekât verilmesi caiz ol­mayanlar, bunların da kim olduklarında ihtilâf edilmiştir:

 

a. Sadece Hâşim oğullan,

 

b. Hâşim ve Muttalib oğulları, (Şafiî bu görüştedir.)

 

c. Hz. Fatıma, Ali, Hasan, Hüseyn (r.a.) ve onların kıyamete kadar ge­lecek olan nesli.

 

2. Kayıtsız şartsız Hz. Nebi'e yakınlığı olanlar,

 

3. Kıyamete kadar, Hz. Nebiin izinden giden bütün müslümanlar.

 

4. Müslümanların müttakileri.

 

Bu değişik görüşleri değişik manalara hasrederek aradaki ihtilâfı gider­mek mümkündür. Bu kelime ile dua'da ümmet; övgüde muttakiler; zekât konusunda da kendilerine sadaka verilemeyenler kast edilebilir.

 

Hz. Nebi, salevâtı öğretirken, kendisi için yapılacak duayı İbra­him aleyhisselâma ve âline teşbih etmiştir. Teşbih de müşebbehünbih (ken­disine benzetilendin, müşebbeh (benzetilen)'den daha kuvvetli ve üstün olması gerekir. "Burada Hz. Muhammed ve âli müşebbeh, Hz. İbrahim ise müşebbehünbihtir. Hz. Muhammed bütün Nebilerin en üstünü olduğuna göre bu teşbih (benzetme) doğru mudur?" diye bir sonunun hatıra gelmesi muhtemeldir. Ulema bu muhtemel soruya çok çeşitli cevaplar vermişlerdir. Bun­lardan .birkaçını zikretmekle yetineceğiz.

 

Buradaki teşbih salâtın aslı ile ilgilidir. Yani salâtın aslını salâtın aslına benzetme vardır. Dereceyi dereceye teşbih değildir. Bu da şu âyetlerdeki teş­bihlere benzer: "Oruç, simden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı"[Bakara 183] "(Nuh'a ve ondan sonraki nebilere vahyeUiğimiz gibi sana da vahyettik"[Nisâ 163] "Allah'ın sana ihsan etliği gibi sen de ihsan et."[Kasas 77]

 

Hz. ibrahim Resûlullah'ın dedelerinden olduğu ve Muhammed ümme­tine duâ ettiği için ona bir karşılık olarak muslumanlaıın da Hz. İbiahim'e dua etmelerinin emredîldiğini söyleyenler   de olmuştur.

 

Buhâri sârini Aynî şunla/ı söyler: "İbrahim aieyhisselâm Kabe'yi inşâ edince ummet-i Muhammed için duâ edip, "Allah'ım, Muhammed ümme­tinden her kim bu evi haccederse ona benden selâm el" dedi. Hz. İbrahim' in ailesi ve çocukları da aynı şekilde duâ ettiler Bunların yaptıklarına karşılık olarak onları namazda anmakla eınrolunduk."

 

Metinde salavat emrcdildiği için namazda teşehhudden sonra salevât oku­manın vacib olduğunu söyleyenler, bu hadisi delil getirirler. Hz. Ömer, oğlu Abdullah, İbn Mes'üd, Şa'bî, Muhammed b. Ka'b, Ebü Ca'fer el-Bakır, Şafiî, İshak ve Ahmed b. Hanbel salevât okumanın vâcİb olduğunu söyleyenler­dendir. Hanefîlere göre teşehhudden sonra saSli-bârik okumak vâcib değil, sünnettir.

 

Namazda salavât okumanın vâcib olmadığını söyleyenler bu ve benzen hadislerin âyetini tefsir kabilinden olup bun­lardaki emrin mutlak olduğunu söylerler. Buna göre bu emir selavâtm na­maz içinde vâcib olmasını gerektirmez, namaz haricinde de olsa bir kimsenin okuyacağı salevât emre imtisal saıyılır. Namazda salevât okumanın vıicûbuna delâlet eder gibi görünen hadislerle ilgili olarak, Şevkânî Neylu'I-Evtâr'da şöyle der:

 

"Salevâtıu vâcib olduğunu söyleyenlere şu karşılığı vermek mümkün­dür: Hadislerde zikri geçen emirler salevâtıu keyfiyetini öğretmek içindir. Bu da vucûb ifade etmez. Dilin zevkine salıib olan herkes bilir ki, "sana bir şey verdiğimde nasıl vereyim?" sorusuna karşısındakinin "gizli ver, açıkta verme" cevabı, vermeyi emretmek değil, vermenin şekli ile ilgili bir emirdir. Bu mânâ hem lügat hem de şeriat ve örf bakımından yaygındır. Sünnette çokça tekrarlanmıştır. Meselâ: "Sizden biri geceleyin kalktığı zaman namaza iki kısa rekatla başIaMn" hadisi bu kabildendir..."

 

Hâdî, İmam Ahmed ve bazı Şâfiîlcr bu hadise dayanarak, Nebi'e olduğu gibi âline de salevât okumanın vâcib olduğunu söylemişlerdir. Şafiî bir kavlinde, Ebü Hanife ve talebeleri ve fakihlerin çoğunluğu bunun vâcib değil, sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Ebû İshâk eş-Şîrâzî, Mühezzeb'de bunun vacib olmadığına dair icmâ' olduğunu nakleder.