SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SALAT BAHSİ

<< 538 >>

بَاب فِي التَّثْوِيبِ+

44. Ezanda Tesvibin Hükmü

 

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ حَدَّثَنَا أَبُو يَحْيَى الْقَتَّاتُ عَنْ مُجَاهِدٍ قَالَ كُنْتُ مَعَ ابْنِ عُمَرَ فَثَوَّبَ رَجُلٌ فِي الظُّهْرِ أَوْ الْعَصْرِ قَالَ اخْرُجْ بِنَا فَإِنَّ هَذِهِ بِدْعَةٌ

 

Mucahid'den; demiştir ki; İbn Ömer ile beraberdim. Öğle veya [Şekk ravilerden birine aittir.] ikindi namazında bir adam tesvib yapınca; (Es-selatu hayrun mine’n-nevm) diye nida edince, İbn Ömer; "haydi (buradan) çıkalım, çünkü bu bid'attir" dedi.

 

 

Diğer tahric: Tirmizi, salat; Ahmed b. Hanbel,VI, 14-15

 

AÇIKLAMA:     Tesvîb ezandan sonra farza durmadan önce ikinci bir nidadır. Yapılıp yapılmayacağı, yapıldığı takdirde ne zaman ve hangi lafızlarla yapılacağı hususlarında ilim adamlarının görüşleri farklıdır. İbn Mübarek ve îmam-ı Ahmed'e göre tesvîb sabah ezanında Es-selatu hayrun mine’n-nevm demektir.

 

İshak'a göre tesvîb'in anlamı, müezzinin ezandan sonra cemaati bekleterek kad kametu’s-selah, hayya ale’s-selah, hayya alele felah diye nida etmesidir. Gerek İshak, gerekse diğer ilim adamları ezandan sonraki tesvîbi mekruh görmektedirler. Bu anlamdaki tesvîb Hz. Nebi (s.a.v.)'in vefatından sonra ortaya çıktığı için Hz. Abdullah b. Ömer hadis-i şerifte beyan edildiği gibi onu bid'at saymıştır.Tesvîb’in sabah ezanında Es-selatu hayrun mine’n-nevm demek anlamında tefsir edilmesi ise, ilim adamlarının büyük çoğunluğu tarafından tasdik ve tasvib edilmiştir.

 

Tesvib'in sözlükteki manası, duaya dönmek demektir. Müezzin hayya ale’s-selah, hayya alel felah nidalarıyla halkı ezana çağırdıktan sonra dönüp bir daha Es-selatu hayrun mine’n-nevm dediği için bu cümlelere tesvib denilmiştir. 504 no'lu hadis-i şerifte bu mevzuda yeterli bilgi verilmiş bu cümlelerin sabah ezanına mahsus olduğu görülmüştü. Ancak her sözün ve her hareketin kendine mahsus bir zamanı ve mekanı vardır. Bunlar sünnetle tayin ve tesbit edil­miştir. Bu inceliklere riayet edilmediği zaman bu davranışlar sünnet veya farz olmaktan çıkar, bid'ate dönüşür. İşte bu yüzdendir ki, öğle veya ikindi eza­nında müezzin, tesvîbin yerini değiştirdiği için Hz. Abdullah b. Ömer, "haydi buradan çıkalım bu adamın yaptığı iş bir bid'attir" diyerek mescidi terk et­miş ve bu hareketiyle bid'atin işlendiği yerde dahi durmanın caiz olmadığını anlatmak istemiştir. Hz. Abdullah'ın "haydi buradan çıkalım" sözünden, gözlerinin görmediği anlaşılıyor. Gerçekten de Abdullah hayatının son za­manlarında gözlerini kaybetmişti.

 

Nitekim babası Hz. Ömer de ezandan sonra kapısının önüne gelerek, "Namaza ey emire'l-mü'minin namaza" diyen müezzin Ebu Mahzure'yi azarlamıştı. Yatsı namazında diyen bir müezzin hakkında da Hz. Ali "Şu bid'atçiyi mescidden çıkarınız" buyurmuştur. Bu mevzu-daki Hz. Nebi'den rivayet edilen bir hadis-i şerif de şu mealdedir:

 

"Yüce Allah bid'atçinin ne orucunu kabul eder, ne namazını, ne sada­kasını, ne haccını, ne umresini, ne cihadını, ne tevbesini ne de fidyesini. On­dan hiç bir şey kabul etmez. Çünkü o kılın hamurdan çıktığı gibi İslamdan çıkmıştır:”[îbn Mace, mukaddime]

 

Bütün bunlardan sonra şunu bilmek gerekir ki, ne Hz. Ömer, ne Ali ne de Abdullah İbn Ömer tesvîb'in bizatihi yapılmasına karşı değildirler. Onlar tesvîb'in zaman ve zeminine riayet edilmediğinden meydana gelen bid'ate karşı çıkmışlardır. Aksini düşünme imkanımız yoktur. Çünkü tesvîb'in kay­nağı Hz. Nebi (s.a.v.) Efendimizdir. Hz. Bilal’in sabah ezanından sonra Nebi (s.a.v.) uğrayıp Es-selatu hayrun mine’n-nevm = "Namaz uykudan hayır­lıdır" sözlerini söylemesine karşılık Nebi sallellahü aleyhi vesellem:

 

"Ne güzel söyledin, ne güzel söz,onu ezanına ekle ya Bilal" demesi tes­vîb'in sünnetteki yerini tescil eder.

 

Münakaşa ve münazara tesvîbin, zaman ve zeminindeki ayarlamayı ya­pamamaktan doğmaktadır. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in yap­madığını yapmış göstermek veya kendi zannınca iyi olur kasdi ile ilave etmek bid'attir. Münakaşalar buralardan kaynaklanmaktadır.

 

Nitekim Hanefî fukahası tesvîbin varlığını kabul ederek, zamanın müşkillerini, insanların gafletini cemaatin tenbellîğini düşünerek ezandan sonra bizatihi cemaate davet etmeyi bunun bölgenin örfüne göre yapılmasında mah­zur görmedikleri gibi ahsendir demişlerdir.

 

 

SONRAKİ