بَاب
فِي
التَّثْوِيبِ+
44. Ezanda Tesvibin
Hükmü
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ كَثِيرٍ
حَدَّثَنَا
سُفْيَانُ
حَدَّثَنَا
أَبُو يَحْيَى
الْقَتَّاتُ
عَنْ
مُجَاهِدٍ
قَالَ كُنْتُ
مَعَ ابْنِ
عُمَرَ
فَثَوَّبَ
رَجُلٌ فِي
الظُّهْرِ
أَوْ
الْعَصْرِ
قَالَ
اخْرُجْ
بِنَا
فَإِنَّ
هَذِهِ
بِدْعَةٌ
Mucahid'den; demiştir
ki; İbn Ömer ile beraberdim. Öğle veya [Şekk
ravilerden birine aittir.] ikindi namazında bir
adam tesvib yapınca; (Es-selatu hayrun mine’n-nevm) diye nida edince, İbn Ömer;
"haydi (buradan) çıkalım, çünkü bu bid'attir" dedi.
Diğer tahric: Tirmizi,
salat; Ahmed b. Hanbel,VI, 14-15
AÇIKLAMA: Tesvîb ezandan sonra farza durmadan önce
ikinci bir nidadır. Yapılıp yapılmayacağı, yapıldığı takdirde ne zaman ve hangi
lafızlarla yapılacağı hususlarında ilim adamlarının görüşleri farklıdır. İbn
Mübarek ve îmam-ı Ahmed'e göre tesvîb sabah ezanında Es-selatu hayrun
mine’n-nevm demektir.
İshak'a
göre tesvîb'in anlamı, müezzinin ezandan sonra cemaati bekleterek kad
kametu’s-selah, hayya ale’s-selah, hayya alele felah diye nida etmesidir. Gerek
İshak, gerekse diğer ilim adamları ezandan sonraki tesvîbi mekruh
görmektedirler. Bu anlamdaki tesvîb Hz. Nebi (s.a.v.)'in vefatından sonra
ortaya çıktığı için Hz. Abdullah b. Ömer hadis-i şerifte beyan edildiği gibi
onu bid'at saymıştır.Tesvîb’in sabah ezanında Es-selatu hayrun mine’n-nevm
demek anlamında tefsir edilmesi ise, ilim adamlarının büyük çoğunluğu
tarafından tasdik ve tasvib edilmiştir.
Tesvib'in
sözlükteki manası, duaya dönmek demektir. Müezzin hayya ale’s-selah, hayya alel
felah nidalarıyla halkı ezana çağırdıktan sonra dönüp bir daha Es-selatu hayrun
mine’n-nevm dediği için bu cümlelere tesvib denilmiştir. 504 no'lu hadis-i
şerifte bu mevzuda yeterli bilgi verilmiş bu cümlelerin sabah ezanına mahsus
olduğu görülmüştü. Ancak her sözün ve her hareketin kendine mahsus bir zamanı
ve mekanı vardır. Bunlar sünnetle tayin ve tesbit edilmiştir. Bu inceliklere
riayet edilmediği zaman bu davranışlar sünnet veya farz olmaktan çıkar, bid'ate
dönüşür. İşte bu yüzdendir ki, öğle veya ikindi ezanında müezzin, tesvîbin
yerini değiştirdiği için Hz. Abdullah b. Ömer, "haydi buradan çıkalım bu
adamın yaptığı iş bir bid'attir" diyerek mescidi terk etmiş ve bu
hareketiyle bid'atin işlendiği yerde dahi durmanın caiz olmadığını anlatmak
istemiştir. Hz. Abdullah'ın "haydi buradan çıkalım" sözünden,
gözlerinin görmediği anlaşılıyor. Gerçekten de Abdullah hayatının son zamanlarında
gözlerini kaybetmişti.
Nitekim
babası Hz. Ömer de ezandan sonra kapısının önüne gelerek, "Namaza ey
emire'l-mü'minin namaza" diyen müezzin Ebu Mahzure'yi azarlamıştı. Yatsı
namazında diyen bir müezzin hakkında da Hz. Ali "Şu bid'atçiyi mescidden
çıkarınız" buyurmuştur. Bu mevzu-daki Hz. Nebi'den rivayet edilen bir
hadis-i şerif de şu mealdedir:
"Yüce
Allah bid'atçinin ne orucunu kabul eder, ne namazını, ne sadakasını, ne
haccını, ne umresini, ne cihadını, ne tevbesini ne de fidyesini. Ondan hiç bir
şey kabul etmez. Çünkü o kılın hamurdan çıktığı gibi İslamdan çıkmıştır:”[îbn Mace, mukaddime]
Bütün
bunlardan sonra şunu bilmek gerekir ki, ne Hz. Ömer, ne Ali ne de Abdullah İbn
Ömer tesvîb'in bizatihi yapılmasına karşı değildirler. Onlar tesvîb'in zaman ve
zeminine riayet edilmediğinden meydana gelen bid'ate karşı çıkmışlardır. Aksini
düşünme imkanımız yoktur. Çünkü tesvîb'in kaynağı Hz. Nebi (s.a.v.)
Efendimizdir. Hz. Bilal’in sabah ezanından sonra Nebi (s.a.v.) uğrayıp
Es-selatu hayrun mine’n-nevm = "Namaz uykudan hayırlıdır" sözlerini
söylemesine karşılık Nebi sallellahü aleyhi vesellem:
"Ne
güzel söyledin, ne güzel söz,onu ezanına ekle ya Bilal" demesi tesvîb'in
sünnetteki yerini tescil eder.
Münakaşa
ve münazara tesvîbin, zaman ve zeminindeki ayarlamayı yapamamaktan
doğmaktadır. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in yapmadığını yapmış
göstermek veya kendi zannınca iyi olur kasdi ile ilave etmek bid'attir.
Münakaşalar buralardan kaynaklanmaktadır.
Nitekim
Hanefî fukahası tesvîbin varlığını kabul ederek, zamanın müşkillerini,
insanların gafletini cemaatin tenbellîğini düşünerek ezandan sonra bizatihi
cemaate davet etmeyi bunun bölgenin örfüne göre yapılmasında mahzur
görmedikleri gibi ahsendir demişlerdir.