2 nolu hadis-i şerif’in izahı:
1-Vahyin mahiyeti Nebiler'den başkasına malum olmaz. Başka
kimselerin bundan bahsetmesi kör'ün hayatın renklerinden bahsetmesine
benzer.
Ancak mertebeler ve çeşidleri ve vahyin indiği zaman orada hazır
bulunan şahid oldukları şeyler vardırki onlardan bahsedilebilir:
VAHYİN MERATİB-İ ADİDESİ VARDIR:
BİRİNCİ MERTEBE: RÜ'YA-YI SADIKADIR. Bir sonraki Hadis-i şerif'de
Aişe r.anha'dan o da Nebi s.a.v.'den naklettiğine göre:
Nebiyy-i Ekrem s.a.v. hiç bir rü'ya görmezdiki sabah aydınlığı
gibi vazih ve aşikar olmasın.
Hatta İbn-i İshak'ın rivayetinden anlaşıldığı üzre 3 nolu
hadisteki kıssada o günden önceki gece içinde aynen rüyada da vaki olmuştur.
Sahabe-i kiram vahyin bu türünü bildiği için Nebi s.a.v. kendiliğinden
uyanmadıkça Nebiyy-i Ekrem s.a.v.'i uyandırmazlardı. 226 nolu hadis'e
bakabilirsiniz. Yekazada ne nazil olmuş
ise onun önceki gece rü'ya da da nazil olduğunu iddia eden de vardır.
İKİNCİ MERTEBE :Yakaza iken Melek, Nebi s.a.v.'e görünmeksizin
vahyi onun kalbine yerleştirir
''Şüphesiz Ruhu'l Kuds Cibril alyehi's-selam kalbime şu sözleri
nefs ve nefh etti: Hiçbir nefis, bütün rızkını tamam olarak almadıkça ölmez.
Öyle ise Allah'dan sakınınız da rızkınızı güzel, meşru', mürüvvete layık
yollardan arayınız.''hadis-i şerifi vahyin bu mertebesinden ihbarı
mutazammındır.
ÜÇÜNCÜ MERTEBE: Bu hadis-i şerif de izah buyurulduğu üzere melek
bir insan suretinde inip kendilerine hitap eder, kendileride bütün
söylediklerini eksiksiksiz ve güzel bir hal ile ümmetine tebliğ buyururlardı.
Cibril A.S. çoğunlukla Dihye b. Halife el-Kelbi suretine girerdi. Başka surete
girdiği de olmuştur. Nitekim iman ve islam ve ihsan kıyamet gibi esasları irad
ederek ümmete ta'lim etmek üzere bir a'rabi suretinde geldiği Buhari Müslim ve
birçok hadis eserinde rivayet ediliyor.
İşte bu hadis, Cibril hadisi adıyla meşhurdur.
DÖRDÜNCÜ MERTEBE: Yine bu hadis-i şerifte ta'rif buyrulduğu üzere
melek Nebi aleyhi's-selatu ve's-selam'a çan çıngırtısına benzer bir savt-ı
mehib ile hitab ederdi ki bu ses o meleğin ya kendi, yahud kanatlarının
sesidir. Bu ses devam ettiği müddetçe
muhattab-ı zi-şan'ın kalb'i şerif-i tabdar-ı celal ve ebheti Kibriya ve
heybet-i hitab-ı Huda ile herasan ve lerzan olarak varid olan kavl-i kerimin
bir'den bire mefahim-i ulyasına yol bulamaz idiyse de açıldıktan sonra söylenen
kelam-ı ali kalb de gayet açık olarak çaygır olmuş bulunurdu. Hem şedid, hem de
na'matı birdiğerine girift olan çıngırak sesine teşbihi de -Allah-u a'lem- bu
hikmete mebnidir. İbn-i Abbas radiya'llahu anhuma'nın:
Resulullah sallahu aleyhi
vesellem tenzil olunan vahiy yüzünden pek büyük zahmet çekerlerdi.''(5 nolu
hadis-i şerife müracaat.) buyurmalarından da anlaşılacağı üzere vahyin hangi
mertebesinde olursa olsun hitab-ı Rabb-i
İzzeti ister bila vasıta, ister bilvasıta telakki etmek kisve-i beşeriyeye
mülabis olan Enbiya aleyhimu's-selam için mehib ve şedid ise de bu nev'i en
şiddetlisi olurmuş.Bununda sebebi -Allahu a'lem- Nebi aleyhi's-selam'ın esna-yı
vahiyde tıbağ-ı beşeriyetten ansızın çıkıp evza-ı melekiyyete girmesi olsa
gerektir. Nitekim Ebu Hureyre radiya'llahu anh'in merfuan - yani aleyhi's-selatu
ve's-selam ' Efendimiz'den işittiğini söyliyerek- rivayet ettiği:
Allahu teala gökte bir hüküm ve kaza-yı ilahiyi tebliğ etmek
istediği zaman melekler bir kayaya çarpan demir zincir gibi gelen kavl-i
celil-i Rabbu'l izzet'e karşı kemal-i huzu'larından kanatlarını çırpıp korku
ile secdeye kapanırlar. İçlerinden korku zail olunca Rabbiniz ne buyurdu? diye
birbirlerine sorarlar. Ve birbirine Rabbimiz hakkı buyurdu. Ulüvv-i Kibriya
sıfatiyle muttasıf olan o'dur derler''.
''Allahu Teala bir emr-i sübaniyi vahiy buyurmak istediğinde
havf-ı ilahi'den dolayı semayı bir titremedir alır. Ehl-i semavat bunu duyunca
hemen bihud düşüp secdeye kapanırlar. ilk kendine gelen Cibril aleyhi's-selam
olur ve vahy-i İlahiyi hamil olarak gönderildiği
yere gider. İster gökte, ister yeryüzünde tebliğ edeceği mahalle varıncaya
kadar sema'dan semaya geçtikçe melekler Rabbimiz ne buyurdu? diye sorarlar. O
da hakkı buyurdu. Ulüvv-i Kibriya sahibi
O'dur. Cevabını verir. Melekler de Onun cevabını tekrar ederler.'' mealindeki
diğer hadis-i şerifde tavzih buyurulduğu üzere meleklerin de telakki-i vahy
etmesi bu mertebedendir. İşte beşeri sıfat ile meleki telkinin verdiği cismani taab o dereceye varırmış ki en soğuk
günde bile şakır şakır terlerler , üzerine bindikleri deve bile tahammül edemez
yere çökerdi. Nitekim Arafat'da Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem
deveye binmiş iken maide suresi'nin nüzulünde bu hal vuku bulmuştu. Deve'nin
bacakları az kalsın hurdahaş oluyordu. Bir def'a da Nebi s.a.v.'in dizleri
vahiy katiplerinden Zeyd b.Sabit-i Ensari r.a.'ın dizi üstünde iken bu türlü
vahy gelmişti.
Zeyd dizine o kadar çökmüşki kırılacak gibi bir şey hissetmiş.
Zeyd b. Sabit r.a. der ki: Resul-i Ekrem s.a.v.'e gelen vahyi yazardım. Vahy'in
nazil olduğu vakit'te Nebi s.a.v.'i bir sıkıntı kaplar inci tanesi gibi
şiddetli bir ter dökerlerdi de ve ondan sonra açılırlardı. Kendileri bana imla
buyurur ben de yazardım. İşimi bitirinceye kadar vahyin ağırlığından o kadar
zahmet çekerdim ki ayağım kırılıyor zanneder ve artık bir daha yürüyemem
derdim. Sure-i Maide nüzul ettiğinde de surenin ağırlığından biz, küttab-ı
vahyin az kalsın bileklerimiz kırılacaktı.
''Ebu Hureyre r.a.: Vahiy nazil olduğunda vahyin ınkızasına kadar
hiç birimiz başımızı kaldırıp mubarek yüzüne bakamazdık.''Kezalik: Vahiy nazil
olurken en evvel vücud-ı alilerine bir titreme gelirdi.''Keza:'Vahiy nüzul
ederken kendilerini gam ve hemm kaplar, mubarek yüzleri kül gibi olur,
gözlerini kaparlar ve horultuya benzer şiddetli şiddetli nefes
alırlardı..''der.
Yine Zeyd bin Sabit r.a. Resulullah sallahu aleyhi vesellem'e
şiddetli bir sure nazil olduğunda kendilerini kaplayan kerb ü şiddet sure'nin
şiddeti ile, sure-i leyyine nazil olduğunda ise hali onunla münasib
olurdu.''der.Vahyin izleri sadece Resulullah sallahu aleyhi ve sellem'in ruh ve
bedeninde değil, çevresindede görülürdü. ''Nitekim Ahmed b. Hanbel Hakin,
Tirmizi, Nesei, Ömer r.a.'den: Vahiy nazil olurken Nebi sallahu aleyhi ve
sellem'in çevrelerinde kovan etrafındaki arı uğultusuna benzer bir şey
işitilirdi.''mealinde bir hadis-i şerif rivayet ederler.
BEŞİNCİ MERTEBE: Cibril A.S. kendi suretinde ve her biri gökyüzünü
kaplayacak derecedeki altıyüz kanadı ile görünüp meşiyyet-i İlahiyyenin taalluk
ettiği şey ne ise onu vahyetmesidir ki bu, iki defa olmuştur. Birincisi
Bi'setinde ve Fetret-i Vahiyden sonra
Hira dağında idi . Bu manzaraya Nebiyy-i Ekrem gibi bir insan bile bile
tahammül edemeyerek görür görmez hemen oldukları yerde bayılmışlardır. İkincisi
ise Mi'rac gecesinde Sidretü'l-Münteha yanında olmuştur ki bunda artık evvelki
şiddete ma'ruz kaldıklarına dair hiçbir haber yoktur.
Ahmed ez bi-küşayed an perr-i celil
Ta edeb bi-huş maned
cebreil
[ mesnevi]
ALTINCI MERTEBE: Mi'rac gecesinde göklerin fevkinde iken beş vakit
namazın farz kılınması sırasında kendilerine arada melek vasıta olmadan vahiy
buyurulmasıdır ki Kelam-ı Celil -i Rabbani'yi vasıtasız istima'ile Musa A.S.'da
tekrim buyurulmuşlardır. Hitabın bu çeşidi bila ru'yettir.
YEDİNCİ MERTEBE: Kifahan, yani yüzyüze ve min ğayri-ihicab
tekellüm vakı' olmasıdır. Bunun keyfiyeti dıyk olan kisve-i elfaz ile ancak bu
kadar ifham edilebilir. Daha doğrusu hakkıyle ifham edilemez.
İçinizden hiçbir kimse yoktur ki yevm-i Kıyamette Rabb-i Müteal ,
aralarında hiçbir tercüman, müşahedeye mani' olacak hiçbir hicab olmaksızın
kendisi ile konuşmasın .'' hadis-i sahihine nazaran yevm-i Kıyamette bila
mani'müşahede-i Celal ve muhataba-, Rabb-i Müteal her mü'min kula mukadder ise
de bu dünyada ve Leyle-i
Mi'rac'da rü'yetle beraber hitab vukuu yalnız Muhammed Mustafa
salla'llahu aleyhi ve sellem'e nasib
olmuştur. Maahaza bunu da bazı ulema
istib'ad eylemişlerdir.
Mahir: Aliyu'l-Kari Nebi s.a.v.'in ALLAH AZZE VE CELLE'Yİ perdesiz
olarak gördüğünü iddia etmekte ve bazı alimlerin buna itiraz ettiğini
söylemektedir, ancak sahih olarak Aişe validemizden gelen şu hadis bile
yeterlidir: BURAYA TIKLAYIN
SEKİZİNCİ MERTEBE: Rü'yada müşahede-i Cemal-i Rabb-i İzzet ile
mazhar-ı vahy-ü hitab olomaktadır
Nitekim Zühri'nin:hadis-i şerifi, hitabın bu çeşidini müş'irdir.
Mahir: Aliyu'l-Karinin ru'yet, ve iman'a dair sözleri eski türkçe
ile güncellenmeden verilecek, zira bu türkçeyi anlamayan için henüz bu bilgi ayrıntıdır.
Vahyin mahiyet ve hakikatini bilemediğimiz gibi Rabbimizi rü'yetin
ve ne keyfiyette olacağını da kuyametten evvel anlamamıza yol yoktur. Ancak şu
var ki Mefhar-ı Enbiya A.S. binlerce şahidi sıtkına mutta'li olduktan sonra da
bu gibi hakikatları teslimden başka çare bulunmaz.
Sıfat-ı İlahiyyedeki kemal hakkındaki ilm-i icmalimiz ''Şunu
bilmiyoruz. Binaenaleyh vücudünü tasdik
edemeyiz.'' diyecek derecede tefasil-i asar ve ef'al-i Rabbaniyyeyi bilmemizi
istilzam etmez. Hele asar-ı kudret-i Subhaniyeye müteallık haberleri tecarib-i
mu'tadımıza uymuyor diye inkar için bize hiç hak vermez. Akl-ı beşer bu gibi
şeyleri kendiliğinden keşfetmekten aciz ise de -asar ve ef'al-i İlahiyyeyi bila hüccet veyahut filan surete
hasır ve kasretmek aklın küstahlığından başka başka birşey olmayacağından-
muhbir-i sadık (Nebi s.a.v.) tarafından ihbar edildiklerinde onları nefiy de
edemez. Vahyin Resul s.a.v. 'i görenlerce meşhud ve mahsus olan asar-ı zahire-i
maddiyesi hakkındaki rivayata bakarak sahib-i Risalet Efendimiz Hazretlerinin sar'a
veya isteri gibi bir maraz-ı asabi ile ma'luliyet lerine hükmeden bugünkü
münkirin nübüvvetin on üç buçuk asırdan sonraki bürümeden ta'lilleri -haydi daha ağırını söylemiyelim gülünçtür.
Taht-ı müşahedeye alınmayan kimsenin mariz olup olmadığına, marazının nevi' ve
cinsine hükmetmek etibbaca mümkün olmadığı halde on üç buçuk asır evvel dünyayı
teşrif etmiş bir zatın filan veya filan maraz ile ma'luliyetine hükmetmek -
eğer hamakat değilse- herhalde garaz-karane bir küstahlıktır. Bu adamlar bunca
keşfiyyat-ı hayret-bahşa ile a'sar-ı mütekaddime ulumuna karşı fahreden ulum-ı
cedide mu'tayatına guya istinad ederek bu da'vada bulunuyorlar. Halbuki o
beğenmedikleri, cehillerine tamamen kani'oldukları müşrikin-i Kureyşin kötü
mukallidleri olmakdan daha büyük bir meziyyeti gösterememişlerdir. Piran-ı
şekavet -pişeleri olan Ebu Leheb 'ler
Ebu Cehil'ler , Ukbe b. Ebi Muayt'lar , As b. Vail'ler de iftirada
bulundurlar. Fakat şu haklarını inkar etmiyelim ki hiç görmedikleri, hiç anlamadıkları birşey
hakkında iftirada bulunmuyorlardı. Ya bu zavallılara ne diyelim ki hiç
görmedikleri, hiç duymadıkları , hiç anlamadıkları , tetkik etmemiş oldukları
bir şey hakkında recmen bi'l-gayb o
cehele-i Kureyş dedikleri kimselere tebean hüküm veriyor, sonra ulum-ı
cedidenin muhassala ve netayici buur tefahüriyle ilme iftira ediyorlar.
Evet müşrikin-i Kureyş Kur'an'ın o ruhnevaz belagıt-ı ulyasını ilk
def'a işittiklerinde tatlı tatlı, hem de hayran hayran dinlediler, kırk yıldan
beri sıdk ve emanetine yakin hasul ettikleri Nebiyy-i Zi-şan'ın nübüvvetine ne
tasdik, ne tekzib ederek bi-taraf kaldılardı. Fakat yeni dinin din-i tevhid
olduğunu, tapındıkları aliheyi red ve istihfaf ettiğini, en büyük kuvvet ve
vüs'at-ı intişar kabiliyetini vahy-i münzel olan Kur'an-ı Kerim'den aldığını
görünce telaşa düşüp hiçbir emare-i kizbe müsadif olmadıkları halde -tıpkı berikiler gibi- da'va-yı nübüvvetin
kendisini tekzib-i nübüvvete vesile ettiler. Bunun faydasız ve gayr-i ma'kul
olduğunu görünce esna-yı vahiyde müşahede ettikleri halata bakarak kah sahir,
kah kahin,kah cin çarpmış (bugünkü münkirlerin sar'alı dediği), kah mecnun
dediler.Hem de ne zaman? Sözlerinin en müessir olduğu, daire-i Tevhide dahil
olanların adedi parmak ile sayılacak mikdarı henüz tecavüz etmediği, mü'minler
korkularından namazlarını Mekke dağlarının tenhalıklarında gizlice eda ettikleri,
imana gelenlerin -Ebu Bekr gibi pek şeci'leri müstesna - mü'miniz demeğe cür'et
edemedikleri, imanı meydana çıkanlar türlü türlü işkencelere giriftar
edildikleri bir zamandan bu gibi zevacir-i maddiyye ve ma'neviyyeye tevessül
ederek yeni dinin kendi içlerinde intişarına mani'olmağa çalışırken bir
tarafdan da Hac mevsimlerinde ziyaret-i Beytu'llah'a gelen kabail arasında
kazibdir, mecnundur... gibi pripagandaarı eksik etmedikleri bir zamanda onlar
nur-ı satı-ı İlahiyi kuru gürültü eden
ağızlariyle söndürmeğe uğraşıyorlardı.
Bu menfaat-cuyane propagandaya karşı Kelam-ı Hakk'ın öyle
batıl-şiken bir savlet-i galibanesi vardı idi ki yüzüne örtünmek istenen
nikab-- siyah-ı kizbin altından hergün binlerle delil ve bürhan ile kendini
izhar edip duruyordu. acaba bu hal nedir diye vakfe-gir-i tereddüd olanlar
ahval ve Şemail-i Seniyye-i
Muhammediyyeyi tetkik ve hakikatı dedi-kodudan hali olarak ıyanen
müşahede ettikce Hakk'a yaklaşıyor, vahy-i münzel denilen şeylerin vahy-i
hakk-ı Rahmani olduğuna kanaat getiriyor, ketibe-i ehl-i islam'ın adedini
günden güne çoğaltıyorlardı. Vakıa bidayet-i emirde ihtida harekatı ağır gitti.
Fakat bu da iman edenlerin hafif meşrebane bir isti'cal ile davranmayıp edille-i sıdk-ı Nübüvvet her
birine birer güne zahir oldukca taklidden azade olarak tarık-ı hakka süluk
ettiklerine delil-i celidir.Berahin-i hakkıyet-i Muhammediyye yığıldıkdan,
müeyyed minindi'llah oldukları en görmez gözlere bile göründükten sonra
lemhatü'l - basar denilecek bir sür'at-i
harikulade ile diyar-ı Arab ve Acem'i şecere i tevhidin berk ü bar-ı hidayeti
birden bire kaplayı verdi.Semadan nüzulünü kabulden başka çare olmayan Kur'an-ı
Kerim, beşer sözü nasıl olabilir? Gün geçtikce hakkıyeti daha parlak berahın
ile sabit olan tealim-i İslamiyye bir
sar'alıdan nasıl sudur edebilir?Ruhani maraza müptela bir kimsenin saika-i
marazla hatırına gelip haber verdiği şeyler nasıl daima vakıa mutabık
çıkar? Bir alinin bırakabileceği eser
elbette o illetin asariyle de şaibe dar olur. Muhammedü-'l - Emin salla'llahu
aleyhi ve sellem'in hayatında ikmal edip bıraktığı eser-i muazzam ise işte
meydanda.Bunu layık olduğu kıymetle
takdirden iba etmek , Vahy-ı İlahiyi sar'a veya isteri gibi bir maraz asarından
addeylemek galebe-i bürhan-ı Muhammedi ile masru'olanların savurdukları
hezeyanlar idadına dahil olur.