SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-EDEB

<< 2012 >>

باب: أبغض الأسماء إلى الله.

114. ALLAH TEALA'NIN EN ÇOK KIZDIĞI İSİMLER

 

حدثنا أبو اليمان: أخبرنا شعيب: حدثنا أبو الزناد، عن الأعرج، عن أبي هريرة قال:

 قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (أخنى الأسماء يوم القيامة عند الله رجل تسمى ملك الأملاك).

 

[-6205-] Ebu Hureyre'den, dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

 

"Kıyamet gününde Allah nezdinde isimlerin en hakir olanı kendisine Meliku'l-Emlak (krallar kralı, melikler meliki) adını veren kimsedir."

 

Bu Hadis 6206 numara ile de var.

 

 

حدثنا علي بن عبد الله: حدثنا سفيان، عن أبي الزناد، عن الأعرج، عن أبي هريرة - رواية - قال: (أخنع اسم عند الله). وقال سفيان غير مرة: (أخنع الأسماء عند الله رجل تسمى بملك الأملاك). قال سفيان: يقول غيره: تفسيره شاهان شاه.

 

[-6206-] Süfyan'dan, o Ebu'z-Zinad'dan, o el-A'rec'den, o Ebu Hureyre'den rivayetle:

 

"Allah nezdinde en hakir isim....." demiş; Süfyan ise birkaç kere: "Allah nezdinde isimlerin en hakiri ... " demiştir. " kendisine melikler meliki (krallar kralı) adını veren kimsedir."

 

Süfyan dedi ki: Ebu'z-Zinad'dan başkası da: Bunun (Farsça) açıklaması: Şahan şah'tır, demektedir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"En hakir" (anlamı verilen bu kelimenin) kökü, çirkin ve kötü söz söylemek demek olan "el-hana"dan gelmektedir. el-Müstemli"de bu lafız "ehneu" (şeklinde sondaki ye harfi yerine ayn harfi ile) şeklindedir ve meşhur olan da budur. Bu ise zillet anlamına gelen "el-hunu'''den türemiştir.

 

İyad dedi ki: Hadis, isimler arasında en küçük (değersiz) isim ... demektir.

Ebu Ubeyd de buna yakın bir şekilde açıklamıştır. "el-Hani'" de zelil demektir. "Hanaa'r-reculu" zelil oldu, anlamındadır.

 

İbn Battal dedi ki: İsmin kendisi isimlerin en zelili olduğuna göre, bu ismi alan kimsenin zilleti daha ileri derecede olur. el-Halil İbn Ahmed de "ehneu" lafzını en fadr, en günahkar diye açıklamış ve "el-han 'u" de fücur ve günahkarlık demektir, demiştir.

 

"Bu 'şah an şah' diye açıklanır." Bu hadis, böyle bir adı almanın haram kılındığına delil gösterilmiştir. Çünkü bu hususta çok şiddetli bir tehdit varid olmuştur. Bunun benzeri olan "mahlukatın haliki, hakimlerin hakimi, sultanların sultanı, emirler emiri. .. " gibi benzer anlamı taşıyan isimler de böyle değerlendirilir. Aynı şekilde er-rahman, el-kuddus, el-cebbar gibi Cenab-ı Allah'ın özel isimlerinden herhangi birisini alan kimsenin de bu kapsama girdiği söylenmiştir. Ama "kadilkudat: kadılar kadısı yahut hakimu'l-hükkam: yargıçlar yargıcı" adını alan kimselerin bu kapsama girip girmedikleri hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

 

Zemahşerı yüce Allah'ın: "Ahkemu'l-hakimın (hakimlerin en hakimi)"ı86 buyruğunu hakimlerin en adaletlisi ve en bilgilisi diye açıklamıştır. Çünkü bir hakimin diğerine üstünlüğü ancak ilim ve adalet iledir. Devamla şöyle demektedir:

 

Çağımızın mukallidlerinden bilgisizliğe ve zulme batmış nice kimse vardır ki kadılar kadısı lakabını almaktadır. Bu da hakimlerin en hakimi demektir. Bu sebeple ibret al ve ibretle düşün.

 

Ancak İbnu'l-Müneyyir ona "akdakum aliyyun: aranızda en iyi hakim, en üstün yargıç Ali'dir" hadisini ileri sürerek itiraz edip şunları söylemektedir: İşte bundan, çağında yahut bölgesinde ya da şehrinde kadıların en adaletlisi yahut bilgilisi olan bir hakim hakkında "akdal kudat: kadıların en kadısı" tabirinin kullanılmasında bir sakınca olmadığı anlaşılmaktadır.

 

Şeyh Ebu Muhammed İbn Ebi Cemra dedi ki: Hadisten her hususta edebe riayet etmenin meşruiyeti anlaşılmaktadır. Çünkü melikler meliki (krallar kralı) nin kullanılmasının yasaklanarak bu adı almak dolayısıyla tehdidin sözkonusu edilmesi; bunu kullanmanın mutlak olarak yasak olmasını gerektirmektedir. Böyle bir adı alan kişi, ister yeryüzünde bulunan meliklerin meliki olduğunu, ister onların bazılarının üstünde bir me lik olduğunu kastetsin, ister bu hususta haklı, ister haksız olsun, fark etmez. Böyle bir farkı kastedip bunu söylerken doğru olan kimse ile bunu kasıtlı olarak kullanmakla birlikte kullanımında yalancı olan kişi arasındaki fark, açık olmakla birlikte, değişen bir hüküm yoktur.

 

باب: كنية المشرك.

115. MÜŞRİK KİMSENİN KÜNYESİ

 

وقال مسور: سمعت النبي صلى الله عليه وسلم يقول: (إلا أن يريد ابن أبي طالب).

Misver dedi ki: "Nebi s.a.v.: Ebu Talib'in oğlunun istemesi hali müstesna, buyururken dinledim."

 

 

حدثنا أبو اليمان: أخبرنا شعيب، عن الزُهري: حدثنا إسماعيل قال: حدثني أخي، عن سليمان، عن محمد بن أبي عتيق، عن ابن شهاب، عن عروة بن الزبير: أن أسامة بن زيد رضي الله عنهما أخبره:

 أن رسول الله صلى الله عليه وسلم ركب على حمار، عليه قطيفة فدكية، وأسامة وراءه، يعود سعد بن عبادة في بني حارث بن الخزرج، قبل وقعة بدر، فسارا حتى مرا بمجلس فيه عبد الله بن أبي ابن سلول، وذلك قبل أن يسلم عبد الله بن أبي، فإذا المجلس أخلاط من المسلمين والمشركين عبدة الأوثان واليهود، وفي المسلمين عبد الله بن رواحة، فلما غشيت المجلس عجاجة الدابة، خمر ابن أبي أنفه بردائه وقال: لا تغبروا علينا، فسلم رسول الله صلى الله عليه وسلم عليهم ثم وقف، فنزل فدعاهم إلى الله وقرأ عليهم القرآن، فقال له عبد الله بن أبي ابن سلول: أيها المرء، لا أحسن مما تقول إن كان حقاً، فلا تؤذنا به في مجالسنا، فمن جاءك فاقصص عليه. قال عبد الله بن رواحة: بلى يا رسول الله، فاغشنا في مجالسنا، فإنا نحب ذلك، فاستب المسلمون والمشركون واليهود حتى كادوا يتثاورون، فلم يزل رسول الله صلى الله عليه وسلم يخفضهم حتى سكتوا، ثم ركب رسول الله صلى الله عليه وسلم دابته، فسار حتى دخل على سعد بن عبادة، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (أي سعد، ألم تسمع ما قال أبو حباب - يريد عبد الله بن أبي - قال كذا وكذا). فقال سعد بن عبادة: أي رسول الله، بأبي أنت، اعف عنه واصفح، فوالذي أنزل عليك الكتاب، لقد جاء الله بالحق الذي أنزل عليك، ولقد اصطلح أهل هذه البحرة على أن يتوجوه ويعصبوه بالعصابة، فلما رد الله ذلك بالحق الذي أعطاك شرق بذلك، فذلك فعل به ما رأيت. فعفا عنه رسول الله صلى الله عليه وسلم، وكان رسول الله صلى الله عليه وسلم وأصحابه يعفون عن المشركين وأهل الكتاب كما أمرهم الله، ويصبرون على الأذى، قال الله تعالى: {ولتسمعن من الذين أوتوا الكتاب}. الآية. وقال: {ود كثير من أهل الكتاب}. فكان رسول الله صلى الله عليه وسلم يتأول في العفو عنهم ما أمره الله به حتى أذن له فيهم، فلما غزا رسول الله صلى الله عليه وسلم بدراً، فقتل الله بها من قتل من صناديد الكفار وسادة قريش، فقفل رسول الله صلى الله عليه وسلم وأصحابه منصورين غانمين، معهم أسارى من صناديد الكفار، وسادة قريش، قال ابن أبي ابن سلول ومن معه من المشركين عبدة الأوثان: هذا أمر قد توجه، فبايعوا رسول الله صلى الله عليه وسلم على الإسلام، فأسلموا.

 

[-6207-] Usame İbn Zeyd r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bedir vakasından önce Haris İbn el-Hazrec oğulları diyarında bulunan Sa 'd İbn Ubade'ye hasta ziyaretinde bulunmak için üzerinde Fedek dokuması saçaklı bir kadife eğer bulunan bir eşeğe binerek gitti. Usame'yi de arkasına bindirmişti.

 

Bu halde yolda giderken aralarında Abdullah İbn Ubey İbn Selul'ün de bulunduğu, oturmakta olan bir topluluğun yanından geçti. Abdullah İbn Ubey henüz Müslüman olmamıştı. Oturanlar arasında Müslümanlar, puta tapıcı müşrikler ve Yahudiler bir arada karışık durumda idiler. Müslümanlar arasında Abdullah İbn Revaha da vardı. Bineğin çıkardığı toz, meclisi kaplayınca, İbn Ubey ridası ile burnunu kapattı ve: Üzerimize toz çıkarmayınız, dedi. Resulullah s.a.v. onlara selam verdikten sonra durdu ve bineğinden inip onları Allah'a davet etti, onlara Kur'an okudu.

 

Buna karşılık Abdullah İbn Ubey İbn Selul ona: Eyadam! Eğer bunlar bir hak ise söylediklerinden daha güzeli yoktur. Ama biz meclislerimizde otururken yanımıza gelip onu söyleyerek bizi rahatsız etme! Yanına gelen olursa sen de ona anlat, dedi.

 

Abdullah İbn Revaha: Hayır, ey Allah'ın Rasulü, biz meclislerimizde bulunuyorken yanımıza buyur. Biz bunu seviyoruz, dedi.

 

Nihayet Müslümanlar, müşrikler, Yahudiler karşılıklı ağır sözler söylediler.

 

Neredeyse kavgaya tutuşacaklardı. Resulullah s.a.v., onlar susuncaya kadar onları teskin edip durdu. Sonra da Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bineğine bindi. Yola koyuldu ve nihayet Sa'd İbn Ubade'nin yanına girdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ey Sa'd, Ebu Hubab'ın -Abdullah İbn Ubey'i kastediyor- söylediklerini duymadın mı? O şunları şunları söyledi, dedi.

 

Buna karşılık Sa'd İbn Ubade: Ey Allah'ın Rasulü, babam sana feda olsun.

 

Onu affet ve bağışla. Sana kitabı indirene yemin ederim ki, bu belde halkı ona taç giydirmek ve krallara mahsus sarığı ona sarmak üzere antlaşmış bulunuyorlardı. Allah sana vermiş olduğu hak ile bunu geri çevirince, hevesi de kursağında kaldı. İşte onun bu hali senin bu gördüklerini yapmaya itti, dedi.

 

Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem da onu affetti. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı müşrikleri de, kitap ehlini de Allah'ın kendilerine emrettiği şekilde affediyorlar, eziyetıere sabrediyorlardı. Nitekim yüce Allah: "Muhakkak siz, sizden önce kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan çok ezalar işiteceksiniz."(Al-i İmran, 186) ve: "Kitap ehlinden bir çoğu ... sizi imanınızdan sonra kafirler olarak geriye döndürmeyi çok isterler. "(Bakara, 109) buyurmuştur.

 

Bu sebeple Resulullah s.a.v. onları affetmek hususunda Allah 'ın kendisine vermiş olduğu emre göre hareket ediyordu. Bu tutumu, Allah onlar hakkında kendisine izin verinceye kadar böyle sürdü. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Bedir gazasım yapıp da Allah o gazada kafirlerin ileri gelenlerinin ve Kureyş'in elebaşılarının öldürülenlerin öldürülmesini takdir buyurduktan sonra, Resulullah s.a.v. ve ashabı, zafer kazanmışlar olarak ve beraberlerinde kafirlerin ileri gelenlerinden, Kureyş'in elebaşılarından esirleri de ganimet almış olarak geri döndü.

 

İbn Ebi Selul ve beraberinde bulunan putlara tapan müşrikler: Artık bu, 01gunlaşmaya doğru yönelen bir iştir. Haydi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e İslam'a girmek üzere beyrat ediniz, dediler ve Müslüman oldular."

 

 

حدثنا موسى بن إسماعيل: حدثنا أبو عوانة: حدثنا عبد الملك، عن عبد الله بن الحارث بن نوفل، عن عباس بن عبد المطلب قال:

 يا رسول الله، هل نفعت أبا طالب بشيء، فإنه كان يحوطك ويغضب لك؟ قال: (نعم، هو في ضحضاح من نار، لولا أنا لكان في الدرك الأسفل من النار).

 

[-6208-] Abbas İbn Abdulmuttalib'den, dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü! (Amcan) Ebu Talib'e herhangi bir faydan oldu mu? Çünkü o seni koruyor ve senin için düşmanlarına öfkeleniyordu, diye sordu.

 

Allah Rasulü: Evet, o topuklarına kadar yakın ateşten bir çukur içindedir.

Ben olmasaydım ateşin en alt basamağında olacaktı, buyurdu."

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Müşriğe künye verilmesi." Yani (Müslüman bir kimsenin müşrik bir kimseye) ilk olarak künye vermesi caiz midir? Eğer onun baştan beri bir künyesi varsa künyesi ile ona hitap etmek yahut ondan o künye ile söz etmek caiz midir? Başlıkta yer alan hadisler bu son şıkka uygundur. Hüküm itibariyle ikincisi de bunun kapsamına girer.

 

Nevevi, el-Ezkar adlı eserinde kafire künye vermenin, ancak sözkonusu ettiği iki şarta bağlı olarak caiz olacağını tespit ettikten sonra, şunları söylemektedir:

 

Hadiste Ebu Taliblin adı çokça geçmektedir. Asıl adı ise Abdi Menafltır. Yüce Allah da: "Ebu Leheb'in iki eli kurusun."(Tebbet 1) diye buyurmaktadır. Daha sonra Nevevi ikinci hadisi ve hadiste geçen "Ebu Hubab" künyesini zikrettikten sonra şunları söylemektedir: Böyle bir künye, şartın bulunması halinde kullanılır. O da o kimsenin ancak künyesi ile tanınması yahut adının anılmasında bir fitne olacağından korkulması halidir. Arkasından şunları söylemektedir: Hesulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hirakl (Heraklieus)'a mektup yazarak onu adı ile anmış, ne künyesi ile sözkonusu etmiş, ne de onun lakabı olan Kayser diye anmıştır. Hem bizler onlara karşı sert olmakla emrolunmuş bulunuyoruz. Dolayısı ile sözlü olarak onlara yumuşak hitap edip künyelerini kullanmayız, onlara sevgimizi izhar etmeyiz.

 

Ancak onun bu sözlerine zikrettiği delillerde bir hasr (sadece o çerçevede kullanılma) bulunmamaktadır. Aksine Abdullah İbn Ubey alayında ismiyle değil de künyesiyle sözkonusu edilmesi -üstelik ismiyle daha ünlüdür- fitne korkusundan dolayı değildir. Çünkü ondan bu şekilde huzurunda söz edilen zat (Said İbn Ubade), İslamla bağlılığı pek güçlü birisi olup Abdullah'ın adı ile anılması sebebiyle bir fitnenin ortaya çıkacağından korkulmuyor idi. Bu ancak kalbin -İbn Battallın kesin olarak ifade ettiği gibi- ısındırılmasına yorumlanır.

 

İbn Battal der ki: Buradan ya Müslüman olmalarının ümit edilmesi yahut onlardan bir menfaatin sağlanması gibi, kalplerini telif etmek maksadı ile müşrikleri künyeleri ile anmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır.

 

Ebu Talib'in künyesiyle anılmasına gelince, kuvvetli görülen görüşe göre bu, birinci türdendir. O da Ebu Talib'in ismiyle değil de, künyesiyle ün kazanmış olmasıdır. Ebu Leheb'in künyesi ile anılmasına gelince, Nevevı Şerhinde dördüncü bir ihtimale daha işaret edilmektedir. O da onun puta tapıcılığa nispet edilmesinden uzak durulması içindir. Çünkü onun asıl adı (Uzza'nın kulu demek olan) Abdu'l-Uzza idi.