EK SAYFA – 1466-2
DEVAM: 25. İSLAM DÖNEMİNDE NÜBUVVET ALAMETLERİ
حدثنا أبو
موسى بن
إسماعيل:
حدثنا معتمر،
عن أبيه،
حدثنا أبو
عثمان: أنه
حدثه عبد
الرحمن بن أبي
بكر رضي الله
عنهما:
أن
أصحاب الصفة
كانوا أناسا
فقراء، وأن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال مرة:
(من كان عنده
طعام اثنين
فليذهب
بثالث، ومن
كان عنده طعام
أربعة فليذهب
بخامس أو
سادس). أو كما
قال: وأن أبا
بكر جاء
بثلاثة،
وانطلق النبي
صلى الله عليه
وسلم بعشرة،
وأبو بكر
وثلاثة، قال:
فهو أنا وأبي
وأمي، ولا
أدري هل قال:
امرأتي
وخادمي، بين
بيتنا وبين
بيت أبي بكر،
وأن أبا بكر
تعشى عند
النبي صلى
الله عليه
وسلم، ثم لبث
حتى صلى
العشاء، ثم
رجع فلبث حتى
تعشى رسول
الله صلى الله
عليه وسلم،
فجاء بعد ما
أمضى من الليل
ما شاء الله،
قالت له
امرأته: ما حبسك
عن أضيافك أو
ضيفك؟ قال: أو
ما عشيتهم؟
قالت: أبوا
حتى تجيء، قد
عرضوا عليهم فغلبوهم،
فذهبت
فاختبأت،
فقال: يا
غنثر، فجدع وسب،
وقال: كلوا،
وقال: لا
أطعمه أبدا،
قال: وايم
الله، ما كنا
نأخذ من
اللقمة إلا
ربا من أسفلها
أكثر منها حتى
شبعوا، وصارت
أكثر مما كانت
قبل، فنظر أبو
بكر: فإذا شيء
أو أكثر، قال
لامرأته: يا
أخت بني فراس،
قالت: لا وقرة
عيني، لهي
الآن أكثر مما
قبل بثلاث
مرات. فأكل
منها أبو بكر
وقال: إنما
كان الشيطان،
يعني يمينه،
ثم أكل منها
لقمة، ثم
حملها إلى
النبي صلى
الله عليه
وسلم فأصبحت
عنده، وكان
بيننا وبين
قوم عهد، فمضى
الأجل
فتفرقنا اثنا
عشر رجلا، مع
كل منهم أناس،
الله أعلم كم
مع كل رجل،
غير أنه بعث
معهم، قال:
أكلوا منها أجمعون.
أو كما قال.
[-3581-] Abdurrahman b. Ebi Bekr r.a.'dan rivayete göre; "Suffa ashabı
fakir kimseler idi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bir defasında şöyle
buyurdu: Kimin yanında iki kişilik yemek varsa üçüncüsünü alıp götürsün.
Yanında dört kişilik yemek bulunan kimse beşincisini ya da altıncısını alsın
-ya da buna yakın buyurdu- o Ebu Bekir de üç kişi alıp geldi. Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem on kişi alıp götürdü, Ebu Bekir ise üç kişi (getirmişti).
(Abdurrahman) dedi ki: Durum şu ki ben, babam ve annem
-(Ebu Osman hadisinde) dedi ki: Hanımım ve bizim evimiz ile Ebu
Bekir'in evi arasında (ortaklaşa hizmet eden) hizmetçim (deyip) de(me)diğini
bilmiyorum.-
Ebu Bekir, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında akşam
yemeğini yedi. Sonra da yatsı namazını kılıncaya kadar orada kaldı. Sonra geri
döndü ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de akşam yemeğini yiyinceye
kadar bekledi. Gecenin Allah'ın dilediği kadar bir bölümü geçtikten sonra
geldi. Hanımı ona: Misafirlerinin yanına -ya da misafirinin yanına- gelmekten
seni alıkoyan ne oldu, dedi. Onlara yemek yedirmedin mi yoksa, diye sordu.
Hanımı:
Sen gelinceye kadar yemek yemeyi kabul etmediler, dedi.
(Hizmetçiler) Onlara yemek yemelerini söylediler ama kabul ettiremediler.
(Abdurrahman) dedi ki: Ben de gidip saklandım. Ey pis herif, ağzın, burnun,
kulağın kopsun deyip, ağır sözler de söyledi. (Misafirlere): Yiyin dedi. Ben
asla ondan yemeyeceğim, diye ekledi.
(Abdurrahman) dedi ki: Allah'a yemin ederim, bizim aldığımız her
bir lokmanın altından ondan daha fazlası artıyordu. Nihayet hepsi doydular ve
yemek önceki halinden daha fazla kaldı.
Ebu Bekir yemeğe baktığında olduğu gibi hatta daha fazla kaldığını
görünce, hanımına: Ey Firas oğullarının kızkardeşi, dedi. Hanımı: Hayır,
gözümün aydınlığına yemin ederim, o şu anda öncekinin üç kat fazlasıdır, dedi.
Ebu Bekir ondan yiyerek dedi ki: O -yeminini kastediyor- şeytandan
idi. Sonra ondan bir lokma yedi. Daha sonra yemeği alıp Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'e götürdü. Sabaha kadar yemek orada kaldı. Bizimle başka bir topluluk
arasında bir antlaşma vardı. Antlaşma süresi sona erince (onlardan da) gelenler
oldu. Bunun üzerine (Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizleri, her bir
grupta kaç kişinin olduğunu en iyi Allah'ın bildiği on iki gruba ayırdı ve her
bir grubun başına bir kişiyi tayin etti. Şu kadar var ki, onlarla birlikte bu
kimseleri gönderdiği muhakkaktı.
(Abdurrahman) dedi ki: Hepsi de o kaptaki yemekten yediler -ya da
buna yakın bir ifade kullandı.- (Şüphe eden hadisi Abdurrahman'dan rivayet eden
kişi olan Ebu Osman'dır.) "Başkası ise: "Ariflik"ten gelen bir
kelime olarak "biz de ona tarif ettik" (yani durumu Allah Resulüne
bildirdik) demiştir."
حدثنا مسدد:
حدثنا حماد،
عن عبد
العزيز، عن أنس.
وعن يونس، عن
ثابت، عن أنس
رضي الله عنه
قال:
أصاب
أهل المدينة
قحط على عهد
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم، فبينا
هو يخطب يوم
جمعة، إذ قام
رجل فقال: يا
رسول الله
هلكت الكراع،
هلكت الشاء،
فادع الله
يسقينا. فمد
يديه ودعا،
قال أنس: وإن
السماء لمثل
الزجاجة، فهاجت
ريح أنشأت
سحابا، ثم
اجتمع، ثم
أرسلت السماء
عزاليها،
فخرجنا نخوض
الماء حتى
أتينا منازلنا،
فلم نزل نمطر
إلى الجمعة
الأخرى، فقام
إليه ذلك
الرجل أو
غيره، فقال:
يا رسول الله،
تهدمت
البيوت، فادع
الله يحبسه.
فتبسم ثم قال:
(حوالينا ولا
علينا). فنظرت
إلى السحاب تصدع
حول المدينة
كأنه إكليل.
[-3582-] Enes r.a. dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
döneminde Medinelilerde kıtlık baş gösterdi. Cuma günü hutbesini verirken bir
adam ayağa kalkarak: Ey Allah'ın Resulü, bineklerimiz telef oldu, koyunlarımız
telef oldu. Yüce Allah'a dua et de bize yağmur yağdırsın, dedi.
O da ellerini uzatıp, dua etti. Enes dedi ki: Gerçekten gök bir
cam parçası gibi idi. Bir rüzgar esti ve bir bulut meydana geldi. Daha sonra
bulutlar bir araya geldi. Arkasından gök ağzını salıverdi, bizler adeta suda
yüzerek çıktık ve nihayet evlerimize vardık. Bir sonraki cumaya kadar yağmur
kesilmedi. Aynı adam -ya da bir başkası- kalkıp ona: Ey Allah'ın Resulü dedi.
Evler yıkıldı. Allah'a dua et de bu yağmuru kessin.
Resulullah gülümsedi, sonra: (Rabbim) etrafımıza yağdır, üzerimize
değil.
Bulutlara baktım, Medine'nin etrafında adeta bir taç oluşturur
gibi parçalanmakta olduğunu gördüm."
AÇIKLAMA: 3578- "Ebu
Talha dedi ki:" Ebu Talha'nın adı Zeyd b. Sehl el-Ensari olup, Enes'in
annesi Ümmü Süleym'in kocasıdır. Mescidden kasıt da Nebi (s.a.v.)'in Hendek
gazvesinde Ahzabın Medine'yi muhasarası esnasında namaz kılmak üzere hazırlamış
olduğu yerdir.
"Diğer bir kısmıyla beni sardı." Maksat, örtüsünün bir
kısmını başının üzerine, bir kısmını da koltuğunun üzerine sardığıdır.
"Resulullah (s.a.v.) bana: Seni Ebu Talha mı gönderdi, diye
sordu. Ben: Evet dedim. Beraberinde yiyecek bir şey var mı, diye sordu. Evet,
dedim. Resulullah (s.a.v.) Beraberinde bulunanlara: Kalkınız dedi." Nebi
(s.a.v.), bu ifadenin zahirinden Ebu Talha'nın kendisini evine davet ettiği
anlamını çıkarmıştı. Bundan dolayı yanında bulunanlara: Kalkınız, dedi. Ancak
ifadenin baş tarafı, Ümmü Süleym ile Ebu Talha'nın, Enes ile birlikte ekmek
göndermiş olmalarını gerektirmektedir. Bu iki husus şöylece telif edilebilir:
Onlar Enes ile birlikte ekmek göndererek Nebi (s.a.v.)'in onu alıp yemesini
istemişlerdi. Fakat Enes oraya ulaşıp, Nebi (s.a.v.)'in etrafında bulunanların
kalabalık olduğunu görünce utandı. Tek başına Nebi'in kendisi ile birlikte eve
gelmesi için onu davet etmeyi uygun gördü. Böylelikle Nebie yemek yedirmek
maksatları gerçekleşmiş olacaktı.
Bunun, Enes'i gönderenin görüşü olması ihtimali de vardır. Ona
etrafında çok kimse olduğunu görecek olursa yalnızca Nebi (s.a.v.)'i davet
etmesini söylemişti. Çünkü o miktarın Nebie ve beraberindekilere yetmeyeceği
korkusu vardı. Nebi (s.a.v.)'in ise başkasını kendisine tercih edeceğini ve tek
başına yemek yiyeceğini biliyorlardı. Gördüğüm rivayetlerin bir çoğu, Ebu
Talha'nın bu olayda Nebi (s.a.v.)'i davet etmiş olmasını gerektirmektedir.
"Ümmü Talha bir parça yağı sıktı ve ona katık yaptı."
Yani o yağ topundan akanı ekmeğe katık yaptı. "el-Ukke" tabiri
genellikle deriden yuvarlak olarak yapılmış ve içine yağ ve bal konan kabın
adıdır.
3579- "Biz ayetleri" harikulade olayları
"sayardık." "Bereket (sayardık), siz ise onları korkutma sebebi
olarak değerlendiriyorsunuz." İfadenin zahirinden anlaşıldığına göre
onların bütün harikulade olayları korkutma sebebi olarak değerlendirmelerine
tepki göstermiştir. Yoksa bütün harikulade olaylar da bereket değildir.
Meselenin tahkiki, çok sayıda kimsenin az miktardaki yemekle doymasında olduğu
gibi, bir kısmını Allah'tan bir bereket, diğer bir kısmını da -güneşin ve ayın
tutulmasında olduğu gibi- Allah'tan bir korkutma olarak saymayı
gerektirmektedir. Nitekim Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz güneş
ve ay Allah'ın ayetlerinden iki ayettir. Allah onlarla kullarını
korkutur."
"Haydi, mübarek abdest suyuna geliniz." Yani bu su ile
abdest almaya geliniz.
"Andolsun bizler yemeğin yenirken tesbihini duyardık."
Resulullah (s.a.v.)'in döneminde çoğunlukla duyardık, demektir.
3580- "Onun babası" Abdullah b. Amr b. Haram'dır.
"Benim yanımda ise hurma ağaçlarından çıkan mahsulden
başkası yok." Yani o geriye sözü geçen o bahçeden başkasını bırakmamıştı.
"O bahçenin hurma ağaçlarından senelerce gelecek olan
mahsul üzerindekini" yani onun borcunu seneler boyunca "karşılamaya
yetmez."
"Alacaklılar bana karşı aşırılık etmesinler diye benimle
beraber gel. O da onunla beraber gitti." İfadede şu takdirde kaldırılmış
lafızlar vardır: O da: Evet diye buyurdu. Onunla beraber yola koyuldu, bahçeye
ulaşınca (bir harmanın) yanına yürüdü.
Hadisten Çıkarılan Sonuçlar
1- Vadesi gelmiş borcun alacaklılarının daha sonraya ertelenmesi
caizdir. Aynı şekilde borçlunun da, borcun ödeneceği malın maslahatı açısından
ödemeyi geciktirmesi caizdir.
2- İmamın yönetimi altındakilerin ihtiyaçlarını gidermeye
çalışması ve bazıları adına bazıları nezdinde şefaat ve iltimasta bulunması
gerekir.
3- Ayrıca hadiste nübuvvet alametlerinden apaçık bir alamet
bulunmaktadır. Çünkü az miktardaki bir mahsulün çoğalması sözkonusu oldu ve
nihayet çok miktardaki alacak, o mahsulden ödendiği halde geriye yine ondan bir
şeyler arttı.
3581- "Suffa ashabı fakir kimselerdi." İleride
onlardan er-Rikak bölümünde sözedilecektir. Suffa, Nebi mescidinin geri
taraflarında üstü kapalı bir yer idi. Aileleri ve barınakları olmayan garip
kimselerin kalması için hazırlanmıştı. Onlardan evlenenlere, ölenlere ya da
yolculuğa çıkanlara göre oda sayıları artar veya eksilirdi. Ebu Nuaym, el-Hilye
adlı eserinde bunların isimlerini sıralamış ve yüz kişiden fazla olduklarını
tespit etmiştir.
"Pis herif dedi, ağzın, burnun, kulağın kopsun diye beddua
etti, sövüp saydı." el-Cureyri'nin rivayetinde şöyle demektedir: "Pis
herif, sana and veriyorum. eğer sesimi işitiyorsan mutlaka buraya gel.
(Abdurrahman) dedi ki: Ben de olduğum yerden çıktım. Allah'a yemin ederim,
benim hiçbir günahım yok, dedim. Bunlar işte senin misafirlerin, onlara sor.
Misafirleri: Sana doğru söylüyor, o bize yemek getirdi dediler."
"Kulağın, bumun, kopsun diye beddua etti, sövüp saydı"
ifadesinde kulağın, ağzın ya da dudağın kopması için beddua anlamı vardır.
Kurtubi dedi ki: Ebu Bekir, Abdurrahman'ın misafirlere karşı
kusurlu davrandığını zannetmişti.
"Ebediyen bunun tadına bakmayacağım." İbnu't-Tin dedi
ki: Ebu Bekir bu .sözleriyle misafirlerine değil, hanımına ve aile halkına
hitap etmişti.
"Mutlaka altından ... artar çoğalırdı." Yani lokmanın
alındığı yerden arttığı görülüyordu.
"Hanımı: Hayır, gözümün aydınlığına yemin ederim ki. ..
" Bununla sevinç ve insanın sevdiği ve hoşuna gidecek şeyleri görmesi
kastedilmektedir.
"Ebu Bekir ondan yedi ve bu şeytan(dan) idi, dedi. Bununla
da yaptığı yemini kastediyordu." Bundan önce hazfedilmiş.ifadeler vardır
ki takdiri şöyledir: Beni bunu yapmaya iten şeytandı. Yani Allah'a yemin
ederim, bunu yemeyeceğim diye yemin etmeye beni iten şeytan olmuştu, demektir.
Müslim ile el-İsmaili'deki rivayette: "Bu ancak
şeytandandı" denilmektedir.
Yine kastedilen onun yeminidir. Çünkü o şeytan Ebu Bekir r.a.'a
yemin etmesini güzel ve süslü göstermek suretiyle kendisiyle misafirleri
arasında bir mesafenin ortaya çıkmasını istemişti. Ebu Bekir ise daha hayırlı
olanı işleyip, yeminini bozarak onu rusvayetmişti.
"Sonra onu (yemek kabını) Nebi (s.a.v.)'e alıp götürdü.
sabaha kadar onun yanında kaldı." Yani yemek kabı o haliyle kaldı.
Geceleyin ondan yemediler. Çünkü bu olay, gecenin uzun bir süresinin
geçmesinden sonra olmuştu.
"Bizleri her birisi ile bir miktar kimsenin olduğu on iki
kişi olarak ayırdı." Yani onları oniki gruba böldü.
"Her bir adam ile birlikte kaç kişi bulunduğunu en iyi
bilen Allah'tır. Ancak onlarla birlikte ... gönderdi." Yani o kat'i olarak
şunu biliyordu: Her bir grubun başına bir kişi olmak üzere başlarına arif
olarak oniki kişiyi görevlendirdi, fakat her bir arifin komutası altında
onlardan kaçar kişi olduğunu bilmiyordu. Çünkü bu durumda çok olmaları ihtimali
de, az olma ihtimali de vardır. Şu kadar var ki o kat'i olarak onlarla -yani
her bir grup kimse ile- birlikte birer arif göndermiş olduğundan emin idi.
"(Abdurrahman) dedi ki: Hepsi de ondan yediler. -(Hadisi
ondan rivayet eden (Ebu Osman): Ya da onun gibi, dedi." Hulasa askerlerin
tamamı Ebu Bekir'in, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e göndermiş olduğu, o
kaptan yemek yediler.
Böylelikle sözü geçen yemekte bereketin tamamlanmasının Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in nezdinde bulunması ile gerçekleştiği ortaya
çıkmış oldu. Çünkü Ebu Bekir'in evinde görülen bereket sadece bu yemekteki
bereketin başlangıçlarının ortaya çıkması idi. Nihai derecesine ulaşması ve
bütün askerlere yetecek hale gelmesi ise, ancak Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in yanında kalmasından sonra tahakkuk etmiştir. Rivayetin zahirinden
anlaşılan budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Hadisten Çıkan Sonuçlar
Az önce geçen hususların dışında şunlar da anlaşılmaktadır:
1- Fakirler, bakıma muhtaç iseler, mescidlere sığınabilirler.
Ancak bu konuda bir ısrarları olmamalı, yüzsüzlük etmemeleri, namaz kılanların
da şaşırmasına sebep olmamalıdırlar.
2- Bu şartların bulunması halinde fakirleri görüp gözetmek
müstehaptır.
3- Darlık ve kıtlık zamanlarında ek mali yükümlülükler
getirilebilir.
4- Misafir için yeteri kadar ikram hazırlanmış olduğu takdirde;
hanımın, çocuğun ve misafirin yanında bulunmamak caizdir.
5- Evin hanımı, kocasından özel bir izin olmadan misafirlere
yapacağı hazırlıklarda ve sunacağı yemekte (görüşüne göre) tasarruf edebilir.
6- Tedib etmek, hayır işleme alışkanlığı kazandırmak amacıyla
babanın evladına ağır sözler söylemesi caizdir.
7 - Yemin edildikten sonra yemini bozmak caizdir.
8- Velilerin ve Salihlerin yemekleri ile teberrük caizdir.
9- Bereketin göründüğü yemeği büyüklere takdim edebilir, onlar
da bunu kabul ederler.
10- Şanı Yüce Allah'ın velilerine ihsan ettiği lütufları da
görülmektedir. Çünkü Ebu Bekir'in düşüncesi karışmış olduğu gibi çocuğu, hanımı
ve misafirleri de yemeği kabul etmediklerinden ötürü karışmıştır. Bundan dolayı
Ebu Bekir üzülmüş ve az önce açıklandığı üzere yemin etmek, sonra yeminini
bozmak gibi ve benzeri sıkıntılara maruz kalmıştı. Ancak Yüce Allah bu
sıkıntılarını ona ihsan ettiği keramet ile kaldırmıştı. Böylelikle sıkıntıları
rahatlığa, kederi de sevince dönüşmüş oldu.
Hamd Allah'adır, minnet duygularımız O'nadır.
3582- "Binekler helak oldu." Bununla kasıt atlardır.
Bazen atların dışındaki hayvanlar hakkında da kullanılabilir.
"Cam gibi" Aşırı berraklığından, onda hiç bulut
olmadığından cama benzetilmiştir.
"Taç (iklil)" başın etrafını kuşatan ve başa bağlanan
şeye denilir.
حدثنا محمد
بن المثنى:
حدثنا يحيى بن
كثير أبو
غسان: حدثنا
أبو حفص،
واسمه عمر بن
العلاء، أخو
أبي عمرو بن
العلاء، قال:
سمعت نافعا،
عن ابن عمر
رضي الله
عنهما:
كان
النبي صلى
الله عليه
وسلم يخطب إلى
جذع، فلما
اتخذ المنبر
تحول إليه فحن
الجذع، فأتاه
يمسح يده عليه.
وقال عبد
الحميد:
أخبرنا عثمان
بن عمر:
أخبرنا معاذ
بن العلاء، عن
نافع بهذا.
ورواه أبو عاصم،
عن ابن أبي
رواد، عن
نافع، عن ابن
عمر، عن النبي
صلى الله عليه
وسلم.
[-3583-] İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem bir hurma kütüğünün yanında hutbe okuyordu. Minber edinince oraya geçti.
Bunun üzerine kütük inledi. Nebiimiz onun yanına gitti ve eliyle üzerini
sıvazladı. "
حدثنا أبو
نعيم: حدثنا
عبد الواحد بن
أيمن قال:
سمعت أبي، عن
جابر بن عبد
الله رضي الله
عنهما:
أن
النبي صلى
الله عليه
وسلم كان يقوم
يوم الجمعة
إلى شجرة أو
نخلة، فقالت
امرأة من
الأنصار، أو
رجل: يا رسول
الله، ألا
نجعل لك
منبرا؟ قال:
(إن شئتم).
فجعلوا له
منبرا، فلما
كان يوم الجمعة
دفع إلى
المنبر،
فصاحت النخلة
صياح الصبي،
ثم نزل النبي
صلى الله عليه
وسلم فضمها إليه،
تئن أنين
الصبي الذي
يسكن. قال:
(كانت تبكي على
ما كانت تسمع
من الذكر
عندها).
[-3584-] Cabir b. Abdullah r.a.'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem Cuma günü bir ağacın ya da bir hurma ağacının yanında ayakta dururdu
(ve öylece hutbe okurdu.) Ensardan bir kadın -ya da bir adam- dedi ki: Ey
Allah'ın Resulü, sana bir minber yapmayalım mı? Allah Resulü: Dilerseniz
(yapınız), dedi. Bunun üzerine ona bir minber yaptılar. Cuma günü olunca
minbere doğru gitti. Bu sefer hurma ağacı küçük bir çocuk gibi feryat etti.
Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem indi, onu kucakladı. Tıpkı teskin
edilen küçük çocuk gibi inliyordu. (Cabir) dedi ki: O hurma ağacı (kütüğü)
yanıbaşında duyduğu zikirlerden uzak kaldığı için ağlamıştı."
حدثنا
إسماعيل قال:
حدثني أخي، عن
سليمان بن بلال،
عن يحيى بن
سعيد قال:
أخبرني حفص بن
عبيد الله بن
أنس بن مالك:
أنه سمع جابر
بن عبد الله رضي
الله عنهما
يقول:
كان
المسجد مسقوفا
على جذوع من
نخل، فكان
النبي صلى
الله عليه
وسلم إذا خطب
يقوم إلى جذع
منها، فلما
صنع له المنبر
وكان عليه،
فسمعنا لذلك
الجذع صوتا
كصوت العشار،
حتى جاء النبي
صلى الله عليه
وسلم فوضع يده
عليها فسكنت.
[-3585-] Cabir b. Abdullah r.a. diyor ki: "Mescidin tavanı hurma
kütükleri üzerinde duruyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de hutbe irad
etti mi bu kütüklerden birisinin yanında dururdu. Ona minber yapılınca minberin
üzerinde (hutbe okur) oldu. Bu sebeple biz de o kütüğün on aylık gebe develerin
sesi gibi bir ses çıkardığını işittik. Nihayet Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem
geldi. Elini o kütüğün üzerine koydu ve kütük sakinleşti."
AÇIKLAMA: "Kütüğün
yanına geldi ve eliyle üzerini sıvazladı" el-İsmaili'nin, Yahya b.
es-Seken yoluyla, onun da Muaz'dan yaptığı rivayette şöyle denilmektedir:
"O kütüğün yanına geldi, onu kucakladı, o da sakinleşti. Allah Resulü:
Eğer bunu yapmayacak olsaydım asla sakinleşmezdi, diye buyurdu."
el-Hasen'in Enes'ten diye naklettiği rivayette de şöyle
denilmektedir: el-Hasen bu hadisi nakletti mi şöyle derdi: Ey Müslümanlar, ağaç
kütüğü bile Resulullah'a kavuşmak şevki ile için inliyordu. Ona şevk duyup,
özlemeye sizler daha layıksınız.
"On aylık gebe deve sesi gibi." "el-İşar"
gebeliği on ayı bulmuş olan deve demektir.
Hadiste Yüce Allah'ın bazen cansız varlıklarda canlı varlıklar
gibi hatta canlıların en şereflileri gibi bir idrak yaratacağına delil vardır.
Yine hadis-i şerif "O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey
yoktur"[İsra, 41] buyruğunu zahirine göre yorumlayanların görüşlerini de
desteklemektedir.
حدثنا محمد
بن بشار:
حدثنا ابن أبي
عدي، عن شعبة.
حدثني بشر بن
خالد: حدثنا
محمد، عن
شعبة، عن
سليمان: سمعت
أبا وائل يحدث
عن حذيفة:
أن
عمر بن الخطاب
رضي الله عنه
قال: أيكم
يحفظ قول رسول
الله صلى الله
عليه وسلم في
الفتنة؟ فقال
حذيفة: أنا
أحفظ كما قال،
قال: هات، إنك لجريء،
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم: (فتنة
الرجل في أهله
وماله وجاره،
تكفرها الصلاة
والصدقة،
والأمر
بالمعروف
والنهي عن
المنكر). قال:
ليست هذه،
ولكن التي
تموج كموج
البحر، قال:
يا أمير
المؤمنين،
لابأس عليك منها،
إن بينك
وبينها بابا
مغلقا، قال:
يفتح الباب أو
يكسر؟ قال:
لا، بل يكسر،
قال: ذاك أحرى
أن لا يغلق،
قلنا: علم
الباب؟ قال:
نعم، كما أن
دون غد
الليلة، إني
حدثته حديثا
ليس
بالأغاليظ،
فهبنا أن
نسأله،
وأمرنا
مسروقا فسأله
فقال: من
الباب؟ قال:
عمر.
[-3586-] Huzeyfe'den rivayete göre "Ömer b. el-Hattab r.a. dedi ki:
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in fitne hakkında söylediklerini
hanginiz ezbere biliyor? Huzeyfe dedi ki: Ben onu söylediği gibi hıfzetmiş
bulunuyorum. Ömer: Haydi söyle, sen cesur birisin, dedi.
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: Adamın ailesi,
malı ve komşusu dolayısıyla fitneye maruz kalması (günaha düşmesi)ne namaz,
sadaka, iyiliği emredip kötülükten alıkoymak keffarettir. Ömer: Benim istediğim
bu değiL. Ben denizin dalgaları gibi coşup gelecek olandan söz ediyorum.
Huzeyfe dedi ki: Ey mu'minlerin emiri, ondan dolayı senin için korkacak bir şey
yok. Çünkü seninle onun arasında kilitlenmiş bir kapı vardır. Ömer r.a.: Bu
kapı açılacak mı yoksa kırılacak mı diye sorunca, Huzeyfe: Hayır kırılacak
deyince, Ömer dedi ki: Böyle ise muhtemelen kapanmayacaktır.
Bizler (Huzeyfe'ye): (Ömer) kapının kim olduğunu bildi mi, diye
sorduk. Huzeyfe: Evet dedi. Yarın gelmeden önce bu gecenin geleceğini bildiği gibi
biliyordu. Çünkü ben ona yalan yanlış olmayan bir hadis nakletmiştim.
Bizler ona sormaya çekindiğimiz için Mesruk'a söyledik de ona
sordu: Peki kapı kimdi, o: Ömer'di dedi."