باب: علامات
النبوة في
الإسلام.
25. İSLAM DÖNEMİNDE NÜBUVVET ALAMETLERİ
حدثنا أبو
الوليد: حدثنا
سلم بن زرير:
سمعت أبا رجاء
قال: حدثنا
عمران بن حصين: أنهم
كانوا مع
النبي صلى
الله عليه
وسلم في مسير،
فأدلجوا
ليلتهم، حتى
إذا كان وجه
الصبح عرسوا،
فغلبتهم
أعينهم حتى
ارتفعت الشمس،
فكان أول من
استيقظ من
منامه أبو
بكر، وكان لا
يوقظ رسول
الله صلى الله
عليه وسلم من
منامه حتى
يستيقظ،
فاستيقظ عمر،
فقعد أبو بكر
عند رأسه،
فجعل يكبر
ويرفع صوته
حتى استيقظ النبي
صلى الله عليه
وسلم، فنزل
وصلى بنا الغداة،
فاعتزل رجل من
القوم لم يصل
معنا، فلما انصرف
قال: (يا فلان،
ما يمنعك أن
تصلي معنا).
قال: أصابتني
جنابة، فأمره
أن يتيمم
بالصعيد، ثم صلى،
وجعلني رسول
الله صلى الله
عليه وسلم في
ركوب بين
يديه، وقد
عطشنا عطشا
شديدا فبينما
نحن نسير، إذا
نحن بامرأة
سادلة رجليها
بين مزادتين،
فقلنا لها:
أين الماء؟
فقالت: إنه لا
ماء، فقلنا:
كم بين أهلك
وبين الماء؟ قالت:
يوم وليلة،
فقلنا: انطلقي
إلى رسول الله
صلى الله عليه
وسلم، قالت:
وما رسول
الله؟ فلم
نكلمها من
أمره حتى
استقبلنا بها
النبي صلى
الله عليه
وسلم، فحدثته
بمثل الذي حدثتنا،
غير أنها
حدثته أنها
مؤتمة، فأمر
بمزادتيها،
فمسح في
العزلاوين،
فشربنا عطاشا
أربعين رجلا
حتى روينا،
فملأنا كل
قربة معنا وإداوة،
غير أنه لم
نسق بعيرا،
وهي تكاد تنض
من الملء، ثم
قال: (هاتوا ما
عندكم). فجمع
لها من الكسر
والتمر، حتى
أتت أهلها.
قالت: لقيت
أسحر الناس،
أو هو نبي كما
زعموا، فهدى
الله ذلك الصرم
بتلك المرأة،
فأسلمت
وأسلموا.
[-3571-] İmran b. Husayn'dan rivayete göre; "Bir yolculukta Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte idiler. Geceleri boyunca yol aldılar.
Sabaha doğru inip konakladılar. Fakat uykuya yenilip uykuya daldılar. Nihayet
güneş yükseldi. İlk uyanan kişi Ebu Bekir idi. O da Resulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'i kendisi uykusundan uyanmadıkça uyandırmazdı. Sonra Ömer
uyandı. Ebu Bekir başının ucunda oturdu. Yüksek sesle tekbir getirmeye başladı.
Nihayet Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem uyandı. (Yerinden) indi ve bize sabah
namazını kıldırdı. Aramızdan birisi bir kenara çekildi, bizimle beraber namaz
kılmadı. Namazını bitirince: Ey filan, bizimle beraber namaz kılmana engelolan
nedir, dedi. Adam: Ben cünup oldum deyince, ona toprak ile teyemmüm etmesini
emretti. Daha sonra namaz kıldı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de beni
önünden giden binekler üzerinde gönderdi. İleri derecede susadık. Biz yolda
giderken (bineği üzerinde) ayaklarını iki su kırbası arasına salmış bir kadın
ile karşılaştık. Ona:
Su nerede, diye sorduk. O, su diye bir şey yok, dedi. Peki senin
yakınların ile su arasında ne kadarlık bir mesafe var, diye sorduk. Bir gündüz,
bir gece, dedi. Biz Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına git,
dedik. Kadın: Resulullah da ne demek, dedi. Bizler onu Nebi (s.a.v.)'in
karşısına çıkarıncaya kadar onunla konuşmadık. Bize söylediklerinin benzerini
ona da anlattı. Ancak ona ayrıca kendisinin yetimleri olan bir kadın olduğunu
söyledi.
Allah Resulü onun iki kırbasının getirilmesini emretti. Elini
kırbaların ağzına sürdü. Susamış kırk adam olduğumuz halde kanıncaya kadar su
içtik. Ayrıca beraberimizde kırba, matara gibi her ne varsa onları da
doldurduk. Ancak hiçbir deveye de su vermedik. Kaplarımız adeta su ile dolup
taşıyordu. Sonra: Yanınızda ne varsa getirin, dedi. Ne kadar ekmek parçası ve
hurma varsa o kadın için getirilip, bir araya konuldu. Nihayet kadın yakınlarının
yanına gitti ve dedi ki: Ben insanların en büyücü olanları ile karşılaştım ya
da o kendilerinin iddia ettikleri gibi bir Nebidir. Yüce Allah, o kadın
vesilesi ile o birkaç haneye hidayet verdi. Kadın da Müslüman oldu, onun
yakınları da Müslüman oldular."
حدثني محمد
بن بشار:
حدثنا ابن أبي
عدي، عن سعيد،
عن قتادة، عن
أنس رضي الله
عنه قال:
أتي
النبي صلى
الله عليه
وسلم بإناء،
وهو بالزوراء،
فوضع يده في
الإناء، فجعل
الماء ينبع من
بين أصابعه،
فتوضأ القوم.
قال قتادة:
قلت لأنس: كم
كنتم؟ قال:
ثلاثمائة، أو
زهاء ثلاثمائة.
[-3572-] Enes r.a. dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ez-Zevra
denilen yerde iken ona bir kap getirildi. Elini o kaba daldırdı. Su, parmakları
arasından kaynamaya başladı. Etrafında bulunanlar abdest aldılar."
Katade dedi ki: Enes'e: Kaç kişi idiniz, diye sordum. O:
"Üçyüz yahut üçyüz kadardık" dedi.
حدثنا عبد
الله بن
مسلمة، عن
مالك، عن
إسحاق بن عبد
الله
ابن أبي
طلحة، عن أنس
بن مالك رضي
الله عنه أنه
قال: رأيت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم وحانت
صلاة العصر،
فالتمس
الوضوء فلم
يجدوه، فأتي رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
بوضوء، فوضع
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يده في
ذلك الإناء،
فأمر الناس أن
يتوضؤوا منه،
فرأيت الماء
ينبع من تحت
أصابعه،
فتوضأ الناس،
حتى توضؤوا من
عند آخرهم.
[-3573-] Enes b. Malik r.a. dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'i gördüm. İkindi namazı vakti yaklaşmıştı. Abdest almak üzere su arandı,
bulamadılar. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir abdest suyu
getirildi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem elini o su kabının içine
koydu. İnsanlara da ondan su almalarını emretti. Suyun parmaklarının altından
kaynadığını gördüm. Sonuncularına kadar herkes abdest aldı."
حدثنا عبد
الرحمن بن
مبارك: حدثنا
حزم قال: سمعت
الحسن قال:
حدثنا أنس بن
مالك رضي الله
عنه قال: خرج
النبي صلى
الله عليه
وسلم في بعض
مخارجه، ومعه
ناس من
أصحابه،
فانطلقوا
يسيرون،
فحضرت الصلاة،
فلم يجدوا ماء
يتوضؤون،
فانطلق رجل من
القوم، فجاء
بقدح من ماء
يسير، فأخذه
النبي صلى الله
عليه وسلم
فتوضأ، ثم مد
أصابعه
الأربع على
القدح، ثم
قال: (قوموا
فتوضؤوا). فتوضأ
القوم حتى
بلغوا فيما
يريدون من
الوضوء،
وكانوا سبعين
أو نحوه.
[-3574-] Enes b. Malik r.a. dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem
dışarı çıktığı seferlerinden birisinde idi. Beraberinde ashabından bazı
kimseler de vardı. Yola koyuldular. Namaz vakti geldiğinde abdest alacakları su
bulamadılar. Aralarından bir kişi gitti ve bir çömlekte az miktarda bir su ile
geldi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu alıp abdest aldı. Sonra da dört
parmağını o çömleğin üzerine uzattı. Sonra: Haydi kalkın ve abdest alın, diye
buyurdu. Beraberinde bulunanlar istedikleri gibi abdest aldılar. Yetmiş kişi ya
da o civarda idiler."
حدثنا عبد
الله بن منير:
سمع يزيد:
أخبرنا حميد،
عن أنس رضي
الله عنه قال:
حضرت
الصلاة، فقام
من كان قريب
الدار من المسجد
فتوضأ، وبقي
قوم، فأتي
النبي صلى
الله عليه
وسلم بمخضب من
حجارة فيه
ماء، فوضع
كفه، فصغر
المخضب أن
يبسط فيه كفه،
فضم أصابعه
فوضعها في
المخضب،
فتوضأ القوم
كلهم جميعا.
قلت: كم
كانوا؟ قال:
ثمانون رجلا.
[-3575-] Enes r.a. dedi ki: Namaz vakti geldi. Evi mescide yakın olan
kalktı ve gidip abdest aldı. Geriye de bazı kimseler kaldı. Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'e içinde su bulunan taştan bir leğen getirildi. O da elini
içine koydu. Fakat leğen elini içinde açacak kadar geniş değildi. Bundan dolayı
parmaklarını bir araya getirerek onları leğenin içine koydu. Orada bulunanların
hepsi abdest aldılar."
Ben (Enes'ten rivayet eden Humeyd): Kaç kişi idiler, diye sordum.
O: "Seksen kişi idiler" dedi.
حدثنا موسى
بن إسماعيل:
حدثنا عبد
العزيز بن مسلم:
حدثنا حصين،
عن سالم بن
أبي الجعد، عن
جابر بن عبد
اله رضي الله
عنهما قال: عطش
الناس يوم الحديبية،
والنبي صلى
الله عليه
وسلم بين يديه
ركوة فتوضأ،
فجهش الناس
نحوه، فقال:
(ما لكم). قالوا:
ليس عندنا ماء
نتوضأ ولا
نشرب إلا ما
بين يديك،
فوضع يده في
الركوة، فجعل
الماء يثور بين
أصابعه
كأمثال
العيون،
فشربنا
وتوضأنا. قلت:
كم كنتم؟ قال:
لو كنا مائة
ألف لكفانا،
كنا خمس عشرة
مائة.
[-3576-] Cabir b. Abdullah r.a dedi ki: "Hudeybiye günü insanlar
susadı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in önünde ise küçük bir su kabı vardı.
Abdest aldı. Orada bulunanlar ona doğru hızlıca koşuşunca, ne oluyor size,
dedi. Onlar: Şu önündekinden başka yanımızda abdest alacağımız, içeceğimiz su
yok, dediler. O da elini o kaba koydu. Su, parmakları arasından pınarlar gibi
fışkırmaya başladı. Bizler de su içtik ve abdest aldık."
Ben (Cabir'den rivayet eden Salim b. Ebi'I-Ca'd): Kaç kişi idiniz,
diye sordum. O şöyle dedi: "Yüzbin kişi dahi olsaydık bize yeterdi. Biz
binbeşyüz kişi idik."
Tekrar: 4152, 4153, 4154, 4854 ve 6539
حدثنا مالك
بن إسماعيل:
حدثنا
إسرائيل، عن
أبي إسحاق، عن
البراء رضي
الله عنه قال:
كنا
يوم الحديبية
أربع عشرة
مائة،
والحديبية
بئر،
فنزحناها حتى
لم نترك فيها
قطرة، فجلس
النبي صلى
الله عليه وسلم
على شفير
البئر فدعا
بماء، فمضمض
ومج في البئر،
فمكثنا غير
بعيد، ثم
استقينا حتى
روينا، وروت
أو صدرت
ركائبنا.
[-3577-] Bera' r.a. dedi ki: "Hudeybiye günü bindörtyüz kişi idik.
Hudeybiye, bir kuyunun adıdır. O kuyudan su çektik ve nihayet orada tek bir
damla dahi su bırakmadık. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kuyunun başında
oturdu. Su getirilmesini istedi. Suyu ağzında çalkaladıktan sonra kuyuya
püskürttü. Aradan fazla zaman geçmeden kuyudan su çektik. Biz de suya kandık,
bineklerimiz de suya kandı."
Tekrar: 4150 ve 4151
AÇIKLAMA: "İslam
geldikten sonra nübuvvet alametleri." "Alametler: el-alamat"
lafzı, "alamet"in çoğuludur. Musannefin bu lafzı kullanmasının
sebebi, bu hususta zikredeceği rivayetlerin mucize ve kerametin kapsamından
daha geniş oluşundan dolayıdır.
Aralarındaki farka gelince, mucize daha özeldir. Çünkü mucizede
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisini yalanlayan kimselere, eğer ben
bunu yapacak olursam benim doğru söylediğimi kabul edecek misin diye meydan
okuması yahut da kendisine meydan okuyan kimsenin: Sen bunu yapmadıkça seni
tasdik etmem, demesi şarttır. Ayrıca kendisi ile meydan okunan hususun sürekli
olarak görülen, alışılmış adete göre insanların acze düşecekleri şeylerden
olması gerekir. Değişik konumlarda Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem her iki
durum ile de karşılaşmıştır.
Mucizeye bu adın veriliş sebebi bu hal ile karşılaşan kimselerin
ona karşı çıkamayışlarıdır. Nebi (s.a.v.)'in en ünlü mucizesi ise Kur'an-ı
Kerim'dir. Çünkü Nebi (s.a.v.) Kur'an-ı Kerim'le insanlar arasında dilleri en
fasih ve söz söylemeye en ileri derecede muktedir olan Araplara, onun bir
suresinin benzerini getirmelerini isteyerek meydan okumuş, onlar da ona aşırı
düşmanlıklarına ve başkalarını onu izlemekten alıkoymalarına rağmen bunu
yapamamış, aciz düşmüşlerdir.
Hatta kimi ilim adamı şöyle demektedir: Kur'an-ı Kerim'deki en
kısa sure "inna a'taynake'l-kevser"dir. Bir başka sureden "inna
a'taynake'l-kevser" suresi kadar bir miktar, ister bir ayet, ister daha
fazla sayıda ayet, isterse bir ayetin bir kısmı kadar olsun, bu kadarı da onun
onlara karşı kendisi ile meydan okuduğu şeyin kapsamı içerisindedir. Buna göre
Kur'an mucizeleri bu yönüyle oldukça çok sayıya ulaşabilmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in i'caz çeşitleri lafızlarının güzel bir şekilde
bir araya gelişinde, sözlerinin uyumunda, fesahatinde, veciz olarak
kullanılması gereken yerlerde veciz oluşunda ortaya çıktığı gibi; onun ne
derece belağatli olduğu da oldukça ortadadır. Ayrıca buna söz düzeninin
güzelliği ve üslubunun alışılmadık bir üslup olmasını da eklemek gerekir.
Bununla beraber onun bu anlatım tarzı nazım ve nesir ile ilgili kuralların da
dışındadır. Diğer taraftan Kur'an-ı Kerim, gaybi bir takım hususları haber
veren buyrukları da ihtiva etmektedir. Kitap ehlinin tek tek bilmedikleri
geçmiş ümmetlere dair haberler bu türdendir.
Ayrıca Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kitap ehlinden
herhangi birisiyle bir araya geldiği, onlardan bir şeyler öğrendiği de
bilinmemekte idi. Hem Kur'an okunduğunda dinleyen kimseyi bir heybet ve bir
haşyet kuşatır. Onu okuyan da, dinleyen de bıkıp usanmaz. Onu öğrenmek
isteyenler onu kolaylıkla ezberleyebilirler. Okuyan bir kimse de kolaylıkla ve
takılmadan onu okur. Bir cahil ya da inatçı biri olması dışında, kimse bunların
herhangi birisini inkar edemez. Bundan dolayı önder ilim adamları Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mucizelerinin en büyüğünün Kur'an olduğunu
söylemişlerdir. Kur'an mucizelerinin en belirgin olanı da i'caz halinin devamı
ile birlikte muhafaza edilmiş olmasıdır.
Kur'an'ın mucizesinden farklı olarak Nebiimizin parmakları
arasından suyun fışkırması, yemeğin çoğaltılması, ayın yarılması, cansız
varlıkların konuşması gibi hususlara gelince, bunlardan kimisi meydan okumak
amacı ile gerçekleşmiştir, kimisi de herhangi bir meydan okuma sözkonusu
olmadan Nebiimizin söylediklerinin doğruluğuna delilolmak üzere
gerçekleşmiştir. Bütün bunların toplamı, Nebi (s.a.v.) eliyle olağanüstü pek
çok olayın meydana geldiğini kat'i olarak ortaya koymaktadır.
"İslam döneminde" yani Nebi olarak gönderildiği andan
itibaren ve Nebiliğin süresi boyunca -daha önce meydana gelenler hariç- meydana
gelmiş şeyler demektir. Onun doğumu esnasında ve doğumundan sonra nübuvvetinin
alametleri olarak ortaya çıkan olaylar arasında Taberani'nin zikrettiği şu
rivayette sözü geçenler de bulunmaktadır: Taberani, Osman b. Ebi'l-As
es-Sakafi'den, o da annesinden rivayet ettiğine göre annesi, Nebi (s.a.v.)'in
annesi Amine'nin huzurunda idi. Doğum sancıları tutunca şunları söylemişti: Ben
semadaki yıldızlara baktığımda, kesin olarak üzerime düşecekler diyene kadar
aşağı sarktıklarını gördüm. Amine doğum yapınca ondan odayı ve evin her
tarafını aydınlatan bir nur çıktı.
İbn Hibban ve Hakim de Nebi (s.a.v.)'in süt emmesi ile ilgili
kıssada İbn İshak yoluyla Sa'd oğullarından, Halime'ye kadar ulaşan bir sened
ile uzunca bir hadis zikretmektedir. Orada belirtildiğine göre nübuvvet
alametleri arasında Halime'nin memelerinde sütün çoğalması, aşırı zayıf bulunan
dişi devesinin süt vermeye başlaması, eşeğinin hızlıca yürümesi, bundan sonra
koyunlarının sütünün artması, topraklarının ekininin bollaşıp, otunun hızlıca
büyümesi, iki meleğin göğsünü yarması gibi hususlar sözkonusu edilmektedir.
Ayrıca bu sonuncusunu Müslim, Enes yoluyla gelen bir hadiste de zikretmiş
bulunmaktadır.
3571- "Susamış kırk adam su içti." Yani bizler o vakit
kırk kişi idik. (Kadı) Iyad dedi ki: Bu kıssayı çok sayıda sika kimseler büyük
kalabalıklardan ve herkesten ashab-ı kiram'a kadar muttası! olarak ulaşan bir
sened ile rivayet etmişlerdir. Bu olay onların pek çoğunun çeşitli yerlerde
bulunduğu ve toplu sayıda askerlerin olduğu yerlerde olmuştur. Onlardan
herhangi bir kimsenin bunu rivayet edene karşı çıktığı da varid olmamıştır.
İşte bu tür rivayetler ile anlatılanlar, onun kat'i olarak bilinen mucizeleri
arasında sayılır.
Kurtubi der ki: Nebi (s.a.v.)'in parmakları arasından suyun
fışkırması hadisesi bir çok yerde ve büyük kalabalıklar karşısında defalarca
tekrarlanmıştır. Toplamı manevi tevatür yoluyla elde edilen kat'i bir bilgi
ifade edecek şekilde pek çok yolla da rivayet edilmişlerdir.
Yine Kurtubi der ki: Bizim Nebiimiz (s.a.v.) hakkında
nakledilenler dışında böyle bir mucizenin benzerinin başkasından nakl edildiği
işitilmemiştir. Çünkü su onun kemikleri, damarları, eti ve kanı arasından
fışkırmıştır. İbn Abdi'l-Berr'in naklettiğine göre el-Müzenı şöyle demiştir:
"Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in parmakları arasından suyun fışkırması,
suyun taştan fışkırması mucizesinden daha ileri derecededir. Musa asası ile
taşa vurmuş ve ondan sular fışkırmıştı. Ama suyun taştan fışkırması
alışılagelmiş bir iştir. Oysa et ve kan arasından suyun fışkırması böyle
değildir.'"
3572- "ez-Zevra" Medine'de pazarın yanında bilinen bir
yerin adıdır.
3576- "Hudeybiye günü insanlar susadı. Nebi (s.a.v.)'in de
önünde küçük bir su kabı vardı."
Buna dair yeterli açıklamalar, ileride Yüce Allah'ın izniyle
Hudeybiye gazvesi anlatılırken gelecektir.(Hadis no: 4152'de)
حدثنا عبد
الله بن يوسف:
أخبرنا مالك،
عن إسحاق بن
عبد الله ابن
أبي طلحة: أنه
سمع أنس بن
مالك يقول:
قال أبو طلحة
لأم سليم: لقد
سمعت صوت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم ضعيفا،
أعرف فيه
الجوع، فهل
عندك من شيء؟
قالت: نعم،
فأخرجت
أقراصا من
شعير، ثم
أخرجت خمارا
لها، فلقت
الخبز ببعضه،
ثم دسته تحت
يدي ولاثتني
ببعضه، ثم
أرسلتني إلى
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم، قال:
فذهبت به،
فوجدت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم في
المسجد ومعه
الناس، فقمت
عليهم، فقال
لي رسول الله
صلى الله عليه
وسلم: (آرسلك
أبو طلحة).
فقلت: نعم،
قال: (بطعام).
قلت: نعم،
فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم لمن
معه: (قوموا).
فانطلق وانطلقت
بين أيديهم،
حتى جئت أبا
طلحة
فأخبرته، فقال
أبو طلحة: يا
أم سليم، قد
جاء رسول الله
صلى الله عليه
وسلم بالناس،
وليس عندنا ما
نطعمهم؟
فقالت: الله
ورسوله أعلم،
فانطلق أبو
طلحة حتى لقي
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم، فأقبل
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم وأبو
طلحة معه،
فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم: (هلمي
يا أم سليم،
ما عندك). فأتت
بذلك الخبز، فأمر
به رسول الله
صلى الله عليه
وسلم ففت، وعصرت
أم سليم عكة
فأدمته، ثم
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم فيه ما
شاء أن يقول،
ثم قال: (ائذن
لعشرة). فأذن
لهم، فأكلوا
حتى شبعوا ثم
خرجوا، ثم
قال: (ائذن
لعشرة). فأذن
لهم، فأكلوا
حتى شبعوا ثم
خرجوا، ثم
قال: (ائذن لعشرة).
فأكل القوم
كلهم وشبعوا،
والقوم سبعون أو
ثمانون رجلا.
[-3578-] Enes b. Malik dedi ki: "Ebu Talha, Ümmü Süleym'e dedi ki:
Andolsun Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sesinin çok güçsüz çıktığını
duydum. Onun aç olduğunu anladım. Sende bir şeyler var mı? Ümmü Süleym: Evet
deyip, birkaç parça arpa ekmeği çıkardı. Daha sonra bir başörtüsünü çıkartıp,
ekmeği o örtünün bir kısmı ile sardı. Sonra onu elime verdi. Diğer kısmı ile
beni sardıktan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gönderdi.
(Enes) dedi ki: Onu alıp gittiğimde Resulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'in mescidde olduğunu gördüm. Onunla beraber diğer insanlar da vardı.
Yanlarında ayakta dikildim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana: Seni
Ebu Talha mı gönderdi, diye sordu. Ben: Evet dedim. Beraberinde yiyecek de
gönderdi mi, diye sordu. Ben: Evet deyince, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem beraberindekilere: Kalkın, dedi. Yola koyuldu, ben de önlerinde yola
koyuldum. Nihayet Ebu Talha'nın yanına geldim, ona durumu bildirdim.
Ebu Talha: Ey Ümmü Süleym, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
diğer insanlarla birlikte geldi. Bizde de onlara yedirecek bir şey yok, dedi.
Ümmü Süleym: Allah ve Resulü daha iyi bilir dedi. Ebu Talha onları karşılamaya
çıktı. Nihayet Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile karşılaştı.
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ebu Talha ile birlikte
geldi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ey Ümmü Süleym, yanında ne varsa
getir, dedi. O da o ekmekleri getirdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in emri üzere ekmek doğrandı. Ümmü Süleym yağın bulunduğu bir torbayı
sıktı ve böylece ekmeğe de katık oldu. Arkasından Resulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem onun üzerine Allah'ın dilediği şeyleri söyledi, sonra şöyle buyurdu:
On kişiye izin ver. Onlara izin verdi, doyuncaya kadar yediler
sonra çıktılar. Daha sonra: On kişiye daha izin ver, diye buyurdu. Onlara izin
verdi, onlar da doyuncaya kadar yediler sonra çıktılar. Arkasından yine: On
kişiye izin ver, dedi. Onlara izin verdi. Onlar da doyuncaya kadar yediler,
sonra çıktılar. Daha sonra tekrar: On kişiye izin ver dedi, onlara izin verdi.
Doyuncaya kadar yediler, sonra çıktılar. Daha sonra: On kişiye izin ver, dedi.
Böylelikle hepsi doyuncaya kadar yemiş oldular. Orada bulunanların sayısı
yetmiş ya da seksen kişi idiler."