باب: لا
يعذب بعذاب
الله.
149. ALLAH'A HAS OLAN AZAB İLE AZAB EDİLMEZ
حدثنا
قتيبة بن
سعيد: حدثنا
الليث، عن
بكير، عن
سليمان بن
يسار، عن أبي
هريرة رضي
الله عنه أنه
قال: بعثنا
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم في بعث
فقال: (إن
وجدتم فلانا
وفلانا فأحرقوهما
بالنار). ثم
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم حين
أردنا الخروج:
(إني أمرتكم
أن تحرقوا
فلانا
وفلانا، وإن
النار لا يعذب
بها إلا الله،
فإن
وجدتموهما
فاقتلوهما).
[-3016-] Ebu Hureyre r.a. anlatıyor: "Bir defasında Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizi askeri bir göreve gönderdi ve bize şu talimatı
verdi: "Şu iki adamı yakalarsanız onları ateşte yakın!" Daha sonra
biz hazırlıklarımızı yapıp yola çıkacağımız zaman Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem
bize şöyle dedi: "Ben daha önce size şu iki kişinin ismini vermiş ve
onları yakalarsanız ateşte yakmanızı söylemiştim. Ateşle azap etmek sadece
Allah'a mahsustur. Onları ele geçirecek olursanız sadece öldürün!"
حدثنا
علي بن عبد
الله: حدثنا
سفيان، عن
أيوب، عن عكرمة: أن
عليا رضي الله
عنه حرق قوما،
فبلغ ابن عباس
فقال: لو كنت
أنا لم
أحرقهم، لأن
النبي صلى الله
عليه وسلم
قال: (لا
تعذبوا بعذاب
الله). ولقتلتهم،
كما قال النبي
صلى الله عليه
وسلم: (من بدل
دينة فاقتلوه).
[-3017-] İkrime'den nakledilmiştir: Hz. Ali bir grubu yakarak öldürmüştü.
Onun yaptıklarından haberdar olan Abdullah İbn Abbas şöyle dedi: "Ben onun
yerinde olsaydım asla söz konusu grubu yakmazdım. Çünkü Resulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem:
"Sakın AIlah'a has olan azap ile insanları
cezalandırmayın!" buyurmuştur. Ben olsaydım onları öldürürdüm, o kadar. Bu
konudaki delilim ise Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Kim
dinini değiştirecek olursa onu öldürün!" hadisidir."
AÇIKLAMA: İnsanların
yakılmaması emriyle ilgili şu kayda yer vermek gerekir: Bu hüküm normal şartlar
için geçerlidir. Fakat düşman ile savaşırken savaşı kazanabilmek için yakmak
dışında bir yol kalmamışsa bu yola başvurulabilir.
Resulullah (s.a.v.)'in önce yakılmalarını emredip sonra
vazgeçtiği kişilerin isimleri İbn İshak rivayetinde açıklanmıştır. Rivayet
şöyledir: "Hübur İbnü'/-Esved ile arkadaşını yakalarsanız ateşte yakın.
Onlar kızım Zeyneb'in devesini ürküterek düşmesine sebep oldular." Bu
kıssa şöyledir: Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) kızı Zeyneb Mekke'de idi. Zeynep'in
kocası Ebu'ı-As İbnü'r-Rebi' ise Müslümanlar tarafından esir edilmişti. Nebi
(s.a.v.) kızını kendisine göndermesi şartıyla serbest bıraktı. Ebu'ı-As da
dönünce onu gönderdi. Fakat Hübar İbnü'l-Esved ile bir arkadaşı Zeyneb'i takip
ederek devesini ürküttüler. O da deveden düştü ve bu yüzden hastalandı.
İbn İshak rivayetinde bu olay şöyle anlatılır: "Resulullah
(s.a.v.) bir askeri birlik hazırladı ve onlara şu talimatı verdi: "Eğer
onu yakalarsanız odunları yığın ve onu içine atın sonra da odunları ateşle
tutuşturun!" Fakat Resul-i Ekrem (s.a.v.) sonra şöyle buyurdu: "Ben
Allah'tan utanırım. Hiç kimse A/lah'a has olan bir azap ile insanları
cezalandıramaz." Burada arkadaşından söz edilmeksizin sadece Hübar
zikredilmiştir. Çünkü Zeyneb'in devesini asıl ürküten ve düşmesine sebep olan
odur. Arkadaşı ise o'nun yanında bulunarak yardımcı olmuştur. Bu Hübar daha,
sonra Müslüman olmuştur. Hatta İbn Ebi Necih rivayetinde şöyle geçmektedir.
"Hübar'ı gönderilen askeri birlik bulamamıştı, fakat İslam onu buldu. Hübar
Müslüman olduktan sonra hicret etti." Hübar Hz. Muaviye'nin hilafetine
kadar yaşamıştır. Hübar'ın arkadaşı ile ilgili olarak bir bilgiye rastlamadım.
Müslüman olmadan önce ölmüş olabilir.
Ateşte Yakarak
Cezalandırmak
Bu konu hakkında selef alimlerinin savunduğu farklı görüş ve
yorumlar bulunmaktadır. Hz. Ömer ve Abdullah İbn Abbas başta olmak üzere bazı
alimler ateşle yakmayı mutlak olarak kabul etmemişlerdir. Dolayısıyla işlenen
suç ne olursa olsun ateşle yakma cezası verilmez. Bu açıdan savaş durumunda
veya kısas uygulanması gereken suçlarda ya da irtidat halinde bu ceza
uygulanamaz; düşmanlar veya suçlular ateşte yakılarak öldürülemez. Buna
karşılık Hz. Ali ile Halid İbnü'l-Velıd gibi bazı sahabı alimleri ateşte
yakarak öldürme cezasının uygulanabileceğini söylemişlerdir.
el-Mühelleb şöyle demiştir: "Ateşte yakma cezasının
yasaklanması haram kılma anlamında bir yasak değildir. Nebi (s.a.v.) Allah'ın
yüceliği karşısında duyduğu tevazu yüzünden bu yasağı getirmiştir. Zaten sahabe
uygulaması da duruma göre ateşte yakma yoluna başvurulabileceğini gösterir.
Nebi (s.a.v.)'in çok acımasız bir cinayetle Müslüman çobanları öldüren
Uranılerin gözlerini kızgın mille dağlatması, Hz. Ebu Bekir'in ashabın hazır
bulunduğu bir ortamda isyankarları (bağiyleri) yaktırması ve Halid
İbnü'l-Velid'in irtidat eden kimseleri yakması bazı hallerde bu uygulamaya
başvurulduğunu gösteren olaylardır. Zaten Medıneli alimlerin çoğunluğu içinde
insanlar bulunsa bile kalelerin ve gemilerin yakılmasına müsaade
etmişlerdir."
İbnü'l-Müneyyir ise bu görüşe şöyle itiraz etmiştir:
"Burada zikredilen olaylar ateşle yakmanın caiz olduğunu göstermez. Çünkü
Uranilere verilen ceza bir kısas gereğidir ve zaten neshedilmiştir. Ayrıca
sahabiler arasında da bu konude görüş birliği yoktur. Nitekim ateşle yakmayı
kabul etmeyen sahabiler de vardır. Kalelerin ve gemilerin yakılabileceği hükmü
ise zorunluluk hallerinde geçerlidir. Bu da düşmanı yenebilmek için ateş
çıkarmak dışında bir yol kalmaması halinde caizdir. Ayrıca kalelerin ve
gemilerin yakılabileceği hükmünü içerisinde kadınların ve çocukların
bulunmaması şartına bağlayan alimler de bulunmaktadır. Bu bakımdan konu başlığı
altında zikredilen hadisin ilk bakışta anlaşılan açık hükmüne göre ateşle yakma
yasağı haramlık ifade eder."
HADİS'TEN ÇIKARILAN
HÜKÜMLER:
1- Bir konu hakkında ictihad ederek hüküm verdikten sonra bu
ictihattan vazgeçmek mümkündür.
2- Herhangi bir konu hakkında karar verirken delili zikretmek,
muhatapların şüphesini gidermek için iyi olur.
3- Hadlerin uygulanmasında vekile yetki verilebilir,
4- Murur-u zaman hak eden kimseler için kesinleşmiş cezayı
kaldırmaz,
5- Pire vs. gibi hayvanların ateşte yakılması uygun
görülmemiştir,
6- Sünnetin sünnetle neshedilmesinde görüş birliği vardır.
7- Yolcunun kendi şehir halkının önde gelenlerine Allah'a
ısmarladık demesi ve arkadaşları tarafından uğurlanması, yolcu edilmesi
uygundur, tavsiye edilir,
8- Bir hüküm henüz kendisiyle amel edilmeden veya bu hüküm
doğrultusundaki uygulama tam olarak yerleşmeden önce neshedilebilir.
Humeydi rivayetinde Hz. Ali'nin yaktığı kimselerin irtidat eden
zındıklar olduğu ifade edilmektedir.
باب:
{فإما منا بعد
وإما فداء}
/محمد: 4/.
150. "SAVAŞ SONA ERİNCE DE ARTIK YA KARŞILIKSIZ YA DA FİDYE
KARŞILIĞI SALIVERİN" A YETİ
[Muhammed 4]
فيه حديث
ثمامة. [ر: 450].
Sümame İbn Usal hadisi bu konuyla ilgilidir.
وقوله عز وجل:
{ما كان لنبي
أن يكون له
أسرى حتى يثخن
في الأرض -
يعني: يغلب في
الأرض -
تريدون عرض
الدنيا}.
الآية
/الأنفال: 67/.
Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde iyice
yerleşinceye kadar (yeryüzünde tam anlamıyla galip konuma gelinceye kadar)
hiçbir Nebie esir alması yakışmaz, uygun değildir. Siz geçici dünya malını arzu
ediyorsunuz ha!, [Enfal 67]
AÇIKLAMA: İmam Buhari'nin işaret ettiği Sümame hadisi Ebu Hureyre
tarafından nakledilen ve Süma.me'nin Müslüman oluşunu anlatan rivayet olabilir.
(Ayrıntılı açıklama için bkz. Kitabü'l-meğazı,
Bab, 70) İmam Buhari'nin bu rivayete
atıfta bulunmasının sebebi ise Sümame'nin esir olarak getirilince Resulullah'a
(s.a.v.): "Eğer öldüreceksen can taşıyan bir insanı öldüreceksin,
karşılıksız serbest bırakıp iyilik yapacaksan yapılan iyiliğin kadrini bilen
birisine iyilik yapmış olacaksın. Yok istediğin mal ise ne istersen
veririz" demesidir. Zira Resulullah (s.a.v.) onun bu teklifini onaylamış
ve daha sonra onu karşılıksız olarak serbest bırakmıştır. Tüm bunlar alimlerin
çoğunluğu tarafından savunulan şu görüşü desteklemektedir: "Esir alınan
yetişkin erkek kafirler hakkında karar verme yetkisi devlet başkanına aittir; o
İslam ve Müslümanlar için en faydalı bulduğu uygulamaya karar verir."
Esirler için nasıl bir yol takip edileceği
konusunda farklı görüşler bulunmaktadır:
1. Zühri ve Mücahid başta olmak üzere bazı
bilginlere göre kafirlerden alınan esirler için kesinlikle fidye alınmaz.
2. Hasan-i Basri ve Ata'ya göre esirler
öldürülmez; ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverilir.
3. İmam Malik esirlerin fidye almadan karşılıksız bırakılmasının
caiz olmadığını söylemiştir.
4. Hanefilere göre esirler kesinlikle serbest
bırakılmaz; fidye alınarak veya karşılıksız bırakılmaları söz konusu değildir.
Zira esirler serbest bırakılırlarsa tekrar Müslümanlarla savaşa kalkışan birer
harbi olurlar.
Tahavi şöyle demiştir: Ayetin ilk bakışta
anlaşılan açık ifadesi alimlerin ço- . ğunluğu tarafından savunulan görüşü
destekleyen bir delildir. Sümame hadisi için de aynı şeyi söylemek mümkündür.
Fakat Sümame'nin sözünde öldürme de zikredilmiştir. Ebu Bekir er-Razı bağlı
bulunduğu mezhebin görüşünü savunurken şu açıklamayı yapmıştır:
"Mezhebimize mensup bilginler "Allah tarafından önceden verilmiş bir
hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap
dokunurdu"[Enfal 68] ayetine dayanarak müşrik esirlerin fidye karşılığında
serbest bırakılmasını mekruh görmüş ve kabul etmemişlerdir." Ancak bu ayet
onların görüşlerine delil teşkil etmez. Çünkü bu ayet ganimetin helal
kılınmasından önceki uygulamalarla ilgilidir. Halbuki Nebi (s.a.v.)'in buradaki
uygulaması ganimetin helal kılınmasından sonra gerçekleşmiştir." Doğru
olan görüş de budur.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zadü'l-mead adlı
eserinde şunları söylemektedir: "Bedir esirleri hakkında ileri sürülen iki
görüşten hangisi daha tercih e şayandır? Hz. Ebu Bekir'in fidye karşılığında
esirleri serbest bırakmak doğrultusundaki görüşü mü yoksa Hz. Ömer'in bu
esirlerin öldürülmesi yönündeki görüşü mü?
Bazı bilginler bu konuda Hz. Ömer'in görüşünü
tercih etmişlerdir. Çünkü onlara göre ayetin ilk bakışta anlaşılan açık ifadesi
bunu göstermektedir. Ayrıca Bedir esirleri hakkında nasıl bir yönteme
başvurulması gerektiğiyle ilgili görüşmeler yapılıp Hz. Ebu Bekir'in görüşü
tercih edildikten sonra Nebi (s.a.v.)'in ağlaması ve niçin ağladığını soran Hz.
Ömer'e: "Fidye aldıkları için arkadaşlarının başına yağacak azap yüzünden
ağlıyorum" demesi de bu görüşü destekler.
Bazıları ise Hz. Ebu Bekir'in görüşünü tercih
etmişlerdir. Çünkü;
1. O dönemde yerleşik bir yapı kazanan
uygulama budur,
2. Hz. Ebu Bekir'in görüşü Allah tarafından
önceden verilmiş olan hükme ve "Benim rahmetim gazabımı geçmiştir"
kudsi hadisine uygun düşmektedir. 3. Bu kararın uygulanmasından sonra pek çok
olumlu gelişmeler yaşanmış ve birçok insan Müslüman olup Nebi s.a.v.'in ashabı
arasına girmiştir.
Resulullah (s.a.v.)'in azap ile tehdit
edilmeleri yüzünden ağlaması hakkında da şu yorum yapılmıştır: "Sırf
dünyalık elde etmek maksadıyla fidye almak bu tehdit kapsamına girer fakat
başka maksatlar gözetiliyorsa azap olmaz."
"Yeryüzünde iyice yerleşinceye kadar
(yeryüzünde tam anlamıyla galip konuma gelinceye kadar) hiçbir Nebie esir
tutması yaraşmaz:"[Enfal.67] İmam Buhari bu ayet ile esir alınan
kafirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmasını kabul etmeyen Mücahid ve
diğer alimlerin görüşlerine işaret etmiştir. Esir alınan kafirlerin fidye
karşılığında serbest bırakılamayacağını söyleyen bu alimler şu açıklamayı
yapmışlardır: "Allah Teala bu ayette Bedir savaşında esir alınan
müşriklerin fidye / mal karşılığında serbest bırakılmasını kabul etmediğini
beyan etmiştir. Bu da daha sonraki savaşlarda ele geçirilen esirler hakkında
aynı hükmün uygulanacağını gösterir. Ayrıca "Müşrikleri bulduğunuz yerde
öldürünl" [Tevbe 5] ayeti de bu görüşümüzü destekler." Sadece
kendilerinden cizye alınabilen gruplar bu hükmün dışındadır."
Dahhak konu hakkında şunları söylemiştir:
"Aslında "Savaş sona erince de artık ya karşılıksız ya da fidye
karşılığı salıverin" [Muhammed 4] ayeti "Müşrikleri bulduğunuz yerde
öldürünl" [Tevbe 5] ayetini neshetmiştir." Ebu Ubeyd ise bu
açıklamaya itiraz ederek: "Bu ayetlerden hiçbirisinde nesh yoktur.
Ayetlerin tamamı muhkemdir. Çünhkü Resulullah (s.a.v.) bu ayetlerin işaret
ettiği hükümlerin tamamıyla amel etmiştir: Bedir savaşında bazı müşrikleri
öldürtmüş, bazılarını karşılıksız ve bazılarını da fidye karşılığı serbest
bırakmıştır. Kureyza oğullarını öldürtmüş, Mustalik oğullarını ise karşılıksız
serbest bırakmıştır. Mekke'de İbn Hatal ve bazı kimselerin öldürülmesini
emretmiş, fakat birçoğunu da yine karşılıksız serbest bırakmıştır. Ayrıca
Hevazin kabilesi esir edilmiş fakat karşılıksız olarak serbest bırakılmıştır.
Resulullah (s.a.v.) Sümame İbn Üsaal’ı da fidye almadan serbest bırakmıştır.
Tüm bunlar alimlerin çoğunluğu tarafından dile
getirilen esirler hakkındaki karar yetkisinin devlet başkanına ait olduğunu
belirten gcrüşün daha doğru olduğunu göstermektedir. Özetle söylemek gerekirse
devlet başkanının yetişkin erkek esirler hakkında verebileceği kararlar
şunlardır:
3. Cizye alınabilecek kesimlerden cizye almak.
4.Öldürmek. ,
5.Köleleştirmek.
6.Karşılıksız serbest bırakmak.
7. Fidye karşılıgmda serbest bırakmak.
Kadınlar ve çocuklar ise esir alındıkları anda köle olurlar. Savaşan tarafta._
esirleri değiş - tokuş etmesi de mümkündür. Buna göre esir alınan gayri müslin
bir kadın ile düşman tarafından esir edilen Müslüman bir erkek veya kadın değiş
tokuş edilebilir.
Esir Müslüman olursa artık kesinlikle
öldürülemez; bu konuda görüş birliği vardır. Fakat öldürme dışındaki seçenekler
konusunda farklı görüşler vardır. Buna göre esirin köleleştirilip köleleştirilemeyeceği
veya serbest bırakılması karşılığında fidye alınıp alınamayacağı konuları ilim
adamları arasında iki farklı yorumla ycrumIanmıştır.
باب: هل
للأسير أن
يقتل ويخدع
الذين أسروه
حتى ينجو من
الكفرة.
151. DÜŞMAN TARAFINDAN ESİR ALINAN BİR MÜSLÜMAN KENDİSİNİ ESİR
EDENLERİ ÖLDÜREBİLİR Mİ VEYA KAFİRLERİN ELİNDEN KURTULMAK İÇİN HİLEYE
BAŞVURABİLİR Mİ?
فيه
المسور، عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم. [ر: 2581].
Bu konuyla ilgili olarak Misver Resulullah (s.a.v.)'den bir
nakilde bulunmuştur.
AÇIKLAMA: İmam
Buhari kullandığı bu başlık ile daha önce açıklanan Ebu Basır kıssasına işaret
etmiştir. İmam Buhari bu konu tartışmalı olduğu için kesin hüküm ifade eden bir
başlık kullanmamıştır.
Alimlerin çoğunluğuna göre düşman tarafı esirden
söz almışsa esirin sözünde durması, ahdine bağlı kalması gerekir. Hatta İmam
Malik esirin düşmandan kaçmasını bile caiz görmemiştir. Fakat Eşheb, İmam
Malik'e karşı çıkmış ve şöyle demiştir: "Düşman taraf esiri karşılıklı
iade maksadıyla çıkarmışsa esirin düşmanı öldürmesinde herhangi bir sakınca
yoktur."
Ebu Hanife ve Taberı'nin konu hakkındaki görüşü
şudur: "Esirin düşmana. verdiği sözün hiçbir anlamı yoktur, tamamen
geçersizdir. Bu bakımdan onlara verdiği sözde durmamasında herhangi bir sakınca
yoktur."
Şafiiler konuyla ilgili görüşlerini şöyle
açıklamışlardır: "Esirin düşman elinden kaçması caizdir, fakat düşmanın
mallarını alması caiz değildir. Düşman ile esirler arasinda herhangi bir
anlaşma yoksa esir kaçmak için mümkün olan her yola başvurabilir. Öldürmek, düşman
malını ele geçirmek, evlerini yakmak gibi yollar bunlar arasında sayılabilir.
Zira Ebu Basır olayında Ebu Basır ile kendisini müşriklere götürmek üzere
teslim alanlar arasında bir anlaşma olduğunu gösteren bir açıklama yoktur.
Zaten Ebu Basır de bu yüzden yolda kendisini alanlardan birisini öldürmüştür.
Diğeri ise kaçarak canını kurtarmıştır. Resulullah (s.a.v.) ise daha önce
ayrıntılarını açıkladığımız gibi onun bu davranışına karşı çıkmamıştır."
باب: إذا
حرق المشرك
المسلم هل
يحرق.
152. MÜSLÜMANI YAKARAK ÖLDÜREN BİR MÜŞRİĞE MİSİLLEME YOLUYLA
AYNI KARŞILIK VERİLİR Mİ?
حدثنا
معلى بن أسد:
حدثنا وهيب،
عن أيوب، عن أبي
قلابة، عن أنس
بن مالك رضي
الله عنه: أن
رهطا من عكل،
ثمانية،
قدموا على
النبي صلى الله
عليه وسلم،
فاجتووا
المدينة،
فقالوا: يا
رسول الله
ابغنا رسلا،
قال: (ما أجد
لكم إلا أن
تلحقوا
بالذود).
فانطلقوا
فشربوا من
أبوالها
وألبانها،
حتى صحوا
وسمنوا،
وقتلوا الراعي
واستاقوا
الذود،
وكفروا بعد
إسلامهم، فأتى
الصريخ النبي
صلى
الله عليه
وسلم، فبعث
الطلب، فما
ترجل النهار
حتى أتي بهم،
فقطه أيديهم
وأرجلهم، ثم
أمر بمسامير
فأحميت فكحلهم
بها، وطرحهم
بالحرة،
يستسقون فما
يسقون، حتى
ماتوا.
قال
أبو قلابة:
قتلوا وسرقوا
وحاربوا الله
ورسوله صلى
الله عليه
وسلم وسعوا في
الأرض فسادا.
[-3018-] Enes İbn Malik (r.a.)'den nakledilmiştir: "Ukl kabilesinden
hasta olan Sekiz kişilik bir grup Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
yanına geldi. Fakat bu grup Medıne'de kalmak istemedi. Gruptakiler Resul-i
Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: "Ey Allah'ın Resulü, bize bir miktar
süt vererek yardımcı olunuz!" diyerek yardım talep ettiler. Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara: "Ben sizi ancak küçük bir deve
sürüsüne gönderebilirİm!" dedi. Onlar da söz konusu deve sürüsünün
bulunduğu yere gittiler. Develerin idrarlarından ve sütlerinden içip sağlıklarına
kavuştular. Sonra da develerin çobanını öldürüp sürüyü önlerine katıp
götürdüler. Onlar İslam'ı kabul ettikten sonra inkar edip küfre dönmüşlerdi. Bu
acı haber imdatla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelince, Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onları yakalamaları için yola bir birlik
çıkardı. Aynı günün içinde adamlar yakalanıp getirildi. Resul-i Ekrem
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunların ellerini ve ayaklarını. kestirdi. Sonra da
gözlerinin kızgın şişle dağlanmasını, gözlerine mil çekilmesini emretti. Bu
cezanın ardından adamlar Harre denen yere atıldılar ve ölünceye kadar orada
kaldılar; su istedikleri halde kendilerine hiç su verilmedi."
Ebu Kılabe şöyle demiştir: "Ukl kabilesinden olan bu sekiz
kişi adam öldürme ve hırsızlık suçlarını işlediler. Allah'a ve Resulü’ne karşı
savaş açıp yeryüzünde fesad çıkardılar."
AÇIKLAMA: İbn Battal şöyle
demiştir: "Bu başlıkta ifade edilen durum hakkında her ne kadar bir
rivayet yoksa da söz konusu misilleme hükmünün yukarıda nakledilen Uranller
kıssasından çıkarılması mümkündür. Çünkü gözleri dağlamak da ateşle
cezalandırmanın bir yoludur. Ukl kabilesine mensup bu kişiler öldürdükleri
Müslümanların gözlerini dağlamadıkları halde kendilerine bu ceza verilmiştir.
Dolayısıyla böyle bir suç işlemeleri yani Müslümanları yakarak öldürmeleri veya
ateşle işkence etmeleri durumunda aynı karşılığın verilmesi evleviyetle caiz
olacaktır.