MECMAU ZEVAİD |
MENKIBELER |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
Ebu Zer el-Gifari -
Selman el-Farisı - Abdullah b. Uneys - Ebu'l-Heysem
*********************
Ebu Zer el-Gifari
*********************
15808- Ebu Zer el-Gıfari
dedi ki: Kıyamet günü Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem), en yakınınız
ben olacağım. Çünkü Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduğunu duydum: "Kıyamet gÜnÜ bana en yakın olanınız, benim bıraktığım
gÜndeki gibi kalandır." Allah'a yemin olsun ki aranızda benden başka
dünyadan kendisine bir şey yapışmamış kimse yoktur."
*Ahmed rivayet etti. Ravileri güvenilirdir. Sadece irak b.
Malik, bildiğim kadarıyla Ebu Zer'i dinlememiştir. Allah en doğrusunu bilir.
Taberani de yakın
ifadelerle rivayette bulundu.
15809- Ebu Zer der ki:
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle dediğini duydum: "Sizin
bana en sevimliniz ve kıyamet günü bana en yakın olanınız, benim bıraktığım
gündeki gibi kalandır."
*Taberani rivayet etti. Ravilerden Musa b. Ubeyde zayıftır.
15810- Taberan!, Ebu Zer
hakkında şu bilgiyi verir: "Ebu Zer, Cundub b. Cünade b. Süfyan b. Ubeyd
b. Haram b. Gifar b. Melil b. Damra b. Bekr b. Abdimenaf b. Kinane b. Huzeyme
b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Ma'd b. Adnan'dır."
15811- Muhammed b.
Abdillah b. Numeyr der ki: "Ebu Zer'in ismi; Cundub b. Cünade'dir. Ebu
Zer'in isminin Berir olduğu da söylenir."
*Taberani rivayet etti.
15812- Zeyd b. Eslem der
ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ebu Zer'e: "Ey Berfrf"
dedi.
*Taberani burada kısa bir şekilde verdiğimiz bir hadiste
rivayet etmiştir. Hadis mürseldir ve ravileri güvenilirdir.
15813- Cubeyr b. Nufeyr
bildiriyor: Ebu Zer şöyle derdi: "Ben ilk Müslüman olan dört kişiden biriyim.
Benden önce sadece Resulullah, Ebu Bekr ve Bilal Müslüman oldular."
*Taberani iki isnadla rivayet etti. Birisinin senedi
muttasıldır ve ravileri güvenilirdir.
15814- Ebu Zer
anlatıyor: Şair olan, Uneys isminde bir kardeşim vardı. Bir şairle kendisi
birbirlerine karşı övündüler. Uneys: "Ben senden daha iyi bir şairim"
diğeri: "Ben daha iyiyim" dedi. Uneys:
"Kimin aramızda
hakem olmasını kabul edersin?" deyince adam: "Mekke kahininin
aramızda hakem olmasını kabul ederim" dedi. Uneys kahinin hakemliğini
kabul ederek Mekke'ye gittiler ve kahinin yanında bir araya geldiler. Her biri
kendi şiirini okudu. Kahin, Uneys'e: "Sen kendini aşmışsınıf dedi. Kahin
sanki Uneys'in şiirini daha güzel bulmuştu. Uneys (Mekke'den dönünce bana):
"Mekke'de peygamber olduğunu iddia eden ve senin dininden olan birisi
var" dedi.
İbn Abbas dedi ki: Ebu
Zer'e: "Senin dinin neydi?" diye sordum. Ebu Zer: "Halkımın
ibadet ettiği ilahlardan yüz çevirmiştim" karşılığını verdi. Ben:
"Sen neye ibadet ederdin?" diye sorunca: "Hiçbir şeye, gece bir
elbise gibi yere düşene kadar namaz kılardım (ibadet ederdim). Güneşin bana
vurması beni uyandırırdı" dedi.
Ebu Zer'e: "Namaz
kılarken ne tarafa yönelirdin?" diye soruldu. Ebu Zer: "Rabbimin beni
yönlendirdiği yere" dedi. Uneys, bana (İbn Abbas'a) dedi ki: "Bu
hareketinden dolayı Ebu Zer'den (kavmi) nefret etmeye başladi"
Ebu Zer dedi ki: Gelip
Mekke'ye girdim. On beş gün, on beş gece Kabe'nin örtüsü altında kaldım. Her
gece çıkar zemzem suyundan içerdim ve hiç açlık hissetmezdim. Bu müddet
zarfında zemzem suyu içmekten göbek bağladım. İki kadın geceleyin Kabe'ye gelip
putlarına dua ediyorlardı. Birisi şöyle diyordu: "Ey Asaf! Bana bir erkek
çocuk veL" Diğeri: "Ey Naile! Bana şunu ver bunu veL" Ben
"Onları birbirleriyle evlendirin bari!" dedim. Kadınlar benim sesimi
duyunca kaçarak şöyle demeye başladılar: "Kabe'nin örtülerinin altında
Sabii var." O esnada Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile Ebu
Bekir arkamda yürüyorlarınış. Kadının "Kabe'nin örtülerinin altında Sabii
dinden çıkmış biri) var" sözünü duyunca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), onların söyledikleri sözü kınayan sözler söyledi.
Ebu Zer, şöyle devam
etti: Sözlerinden, kendisinin Resulullah olduğunu tahmin ettim ve yanına
gittim: "Allah'ın selamı üzerine olsun ya Resulallah!" dedim. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üç defa:
"Allah'ın selamı
rahmeti ve bereketi senin Üzerine olsun" diyerek bana: "Ne zamandan
beri buradasm?" diye sorunca ben: "On beş gündür" diye cevap
verdim.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Nereden yiyordun?" deyince, ben:
"Her gece yarısı
zemzem suyuna gider ondan bir yudum içerdim ve hiç açlık hissetmezdim, hatta
göbek bağladım. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üç defa: "Bu
su hem açlığı, hem susuzluğu giderir ve mÜbarek bir sudur" buyurdu.
Sonra Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kimlerdensin?" diye sordu.
Ben:
"Gifar'danım" deyince: "Gifar kabilesi, hacıların yolunu
keserdi" dedi. Benim Gifar'dan olmam sanki Resulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hoşuna gitmemişti. Ebu Bekr'e: "Haydi yÜrÜ ey Ebu Bekr,
haydi yÜrü" dedi. Ebu Bekr bizi evine götürdü ve kuru üzüm ikram etti.
Ondan yedik ve Resulullah'la (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir müddet kaldım.
Bana İslam'ı öğretti ve Kur'an'dan bir miktar okudum.
Dedim ki: "Ya
Resulallah! Ben dinimi açıklamak istiyorum." Hz.
Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Bunu yaparsan, öldÜrÜlmenden korkarım" buyurdu.
Ben: "Kesinlikle yapacağım" deyince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Bunu yaparsan, öldÜrÜlmenden korkarım" dedi. Ben yine:
"Öldürülsem bile bunu yapacağım" dedim. Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sustu ve bana bir şey söylemedi.
Kureyş, Mescid-i
Haram'da toplanmışlar konuşuyorlardı. Ben: "Şehadet ederim ki Allah'tan
başka ilah yoktur ve Muhammed onun Resulü'dür" dedim. Konuşmakta olanlar
irkilip bana saldırdılar ve döverek beni kızıla boyanmış bir kurbanlık gibi
bıraktılar. Beni öldürdüklerini zannetmişlerdi. Kalkıp Resulullah'a (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) geldim. Beni bu halde görünce: "Ben sana yapma demedim
mi?" dedi. Ben:
"Ya Resulallah!
Yapmak istediğim bir şeydi ve yaptım" dedim.
Bir müddet Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında kaldım. Hz.
Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bana: "Kavmine git ve benim İslam'ı açıktan yaymaya
başladığım haberi sana geldiğinde yanıma gel" dedi. Kavmime geri döndüm.
Uzun zamandır onlardan uzak kalmıştım. Uneys'le görüştüğümde, ağlayarak dedi
ki: "Ey kardeşim! Uzun zaman gözükmeyince öldüğünü zannettim. Ne
yaptın?" istediğin kişiyi bulabildin mi?"
Ben: "Şehadet
ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed onun Resulü'dür" dedim.
Kardeşim orada Müslüman oldu. Sonra annemin yanına gittim. Beni görünce
ağlayarak dedi ki: "Eyoğlum! Uzun zaman gözükmeyince öldüğünü zannettim;
ne yaptın aradığın kişiyi buldun mu?" Ben: "Evet" diyerek:
"Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed onun
Resulü'dür" dedim. Annem:
"Uneys ne
yaptı?" dedi. "Müslüman oldu" deyince: "Ben sizin dininize
karşı değilim; şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed onun
Resulü'dür" dedi. Kavmimin içinde kaldım. Birçoğu Müslüman oldu. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), İslam'ı açıkça yaymaya başlayınca
yanına gittim.
*Derim ki: Bu hadis Sahih'te kısa metinle vardır.
Taberani,
el-Mu'cemu'l-evsat'ında rivayet etti.
15815- Yine Taberani
deki bir rivayet ise şöyledir: Annemi ve kızkardeşimi alıp Mekke yakınlarına
kadar geldim. Kardeşim Uneys: "Bir adamla su üzerinde bir şiir ile
yarışacağım" dedi. Kardeşim şairdi. Ben: "Yapma!" dedim.
Uneys'in karşısına Leccac çıktı ve hangisi daha güzel şiir söylerse öbürünün
sürüsünü almak koşuluyla yarıştılar. Vallahi! Dureyd o zaman kardeşimden daha
güzel şiir söyledi. Hangisinin daha güzel şiir söylediği konusunda Hansa'yı
hakem tayin ettiler. Hansa kardeşimin şiirinin daha güzelolduğunu söyledi.
Bunun sebebi de şudur:
Dureyd, Hansa'yı
babasına istemişti. Hansa: "Bu ihtiyar bir adamdır benim buna ihtiyacım
yoktur" demişti. Bu olay sebebiyle Dureyd'e kin beslemişti. Bahis olarak
ortaya konan Dureyd'in sürüsünü kendi sürümüze kattı k. Sürümüzdeki hayvanların
sayısı yüz'e yaklaştı.
Sonra Mekke'ye gidip
Safa'ya vardım. Orada Kureyş'in erkekleri vardı. Safa'da bir Sabir veya deli ya
da şair veya sihirbaz olduğunu duydum. Ben: "Sabii, deli, şair veya
sihirbaz olduğunu iddia ettiğiniz kişi nerede?" deyince: "Gördüğün
gibi oradadır" dediler. Ben ona doğru yöneldim. Vallahi bir taş atımı
mesafesi kadar onlardan uzaklaşmadan üzerime taş, kemik ve çamur fırlatmaya başladılar.
Beni kanlar içinde bıraktılar. Kabe'ye gidip örtüsünün altına sığındım. Orada
otuz gün oruç tuttum. Zemzem suyundan başka ne yiyeceğim, ne de suyum vardı. Ay
ışığının olduğu bir gecede Huzaa kabilesinden iki kadın gelip tavaf etmeye
başladılar.
Hadis yukarıdaki gibi
devam ediyor.
*Birinci rivayette: Ebu't-Tahir, Ebu Yezıd el-Medını'den
rivayet etti. Ebu't-Tahir'i tanımıyorum. Diğer ravileri, Sahih'in ravileridir.
ikinci rivayette
tanımadıklarım vardır.
15816- Ebu'd-Derda,
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu bildiriyor:
"Ebu Zer kadar doğru konuşan birini ne gökyüzü gölgelemiş, ne de yeryüzü
taşımıştır. Kim İsa b. Meryem'e bakmak istiyorsa Ebu Zer'e baksın."
*Ahmed, Bezzar ve Taberani rivayet ettiler. Ahmed'in ravilerinden
Ali b. Zeyd güvenilir sayılmıştır; ama kendisinde zayıflık vardır. Diğer
ravileri güvenilirdir.
15817- Abdurrahman b.
Ğanm'ın bildirdiğine göre kendisi, Ebu'd-Derda'yı Humus'ta ziyaret etti.
Yanında birkaç gece kaldı. Merkebini yolculuk için hazırladılar. Ebu'd-Derda:
"Ben de seninle gelmek istiyorum" dedi. Merkebini hazırlamalarını
söyledi. Merkebine palan vurdular ve her biri kendi merkebine binerek yola
çıktılar. Yolda, bir gün önce Cuma namazını Cabiye'de Muaviye'nin yanında kılmış
olan bir adamla karşılaştılar. Adam onları tanıdı, ama onlar adamı tanımadılar.
Kendilerine Cabiye halkının durumunu anlattı. Adam sonra dedi ki: "Size
söylemek istemediğim son bir haber daha var. Bu haberi sizin de duymak
istemeyeceğinizi zannediyorum." Ebu'd-Derda:
"Ebu Zer ölmüş
olmasın!" deyince, adam: "Evet" dedi. Ebu'd-Derda ve Abdurrahman
b. Ğanm belki on defa: "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" dediler.
Sonra Ebu'd-Derda, Hz.
Salih'in kavmine denildiği gibi dedi ki: "Onları gözetle ve sabret"
(Kamer, 27) Allahım! Eğer Ebu Zer'i yalanlarlarsa, ben onu yalanlamam. Eğer
onlar Ebu Zer'e iftira ederlerse ben onun beri olduğunu bilirim. Eğer onu halkı
kandırmakla itham ederlerse, ben onun kimseyi kandırmadığını kabul ederim.
Resulullah, kimseye güvenmezken ona güvenirdi. Sırrını kimseye söylemezken ona
söylerdi. Ebu'd-Derda'nın canı elinde olana yemin ederim ki; Resulullah'tan
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şunu duyduktan sonra, eğer Ebu Zer sağ tarafımı
kesse ona kin beslemem: "Ebu Zer kadar doğru konuşan birini ne gökyüzü
gölgelemiş, ne de yeryüzü taşımıştır. Kim İsa b. Meryem'e bakmak istiyorsa Ebu
Zer'e baksın."
*Ahmed rivayet etti. Taberani yakın metinle rivayette bulundu
ve şunu ilave etti: Resulullah'ln (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduğunu duydum: "Meryem'in oğlu İsa'nın iyiliğine, doğruluğuna ve
gayretine bakmak isteyen, EbÜ Zer'e baksın."
Bezzar da muhtasar
olarak rivayet etti. Ahmed'in ravileri güvenilir sayılmıştır.
Bazıları hakkında
ihtilaf vardır.
15818- Ebu'd-Derda dedi
ki: "Vallahi! Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ebu Zer yanında
bulunduğunda ona yakın durur; görünmediğinde ise yokluğunu hissederdi."
*Taberani rivayet etti. Ravilerden Ebu Bekr b. Ebi Meryem
ezberi bozulmuş biridir.
15819- Abdullah b. Mes'ud,
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Ebu Zer, ibadetinde Meryem oğlu İsa ile yarışmaktadır. "
*Taberani rivayet etti. Ravilerden ibrahım el-Hecerı
zayıftır. ibrahım zayıflığıyla beraber, ibn Mes'ud'a yaş itibariyle
yetişememiştir.
15820- Aynı isnadla,
Abdullah b. Mes'ud, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurduğunu nakleder: "Ahlak ve sima olarak Meryem oğlu İsa'yı görmek kimi
sevindirecekse, Ebu Zer'e baksın. "
15821- Ebu Zer, Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine hitaben şöyle buyurduğunu bildiriyor:
"Ey Ebu Zer! Senin de aralarında bulunduğun kırk kişi ile tartıldığım ve
hepinizden ağır geldiğim bana gösterildi, "
*Bezzar rivayet etti. Ravileri güvenilirdir.
15822- Hüseyin b. Ali
der ki: Hz, Cibril, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelip dedi ki:
"Ey Muhammed! Allah, ashabından üç kişiyi seviyor. Sen de onları sev: Ali
b. Ebi Talib, Ebu Zer ve Mikdad b. elEsved."
*Ebu Ya'la rivayet etti. Ravilerden Nadr b. Humeyd metruktur.
15823- Enes'in
bildirdiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Cennet şu üç
kişiyi özler: Ali, Ammar ve -sanınm- Ebu Zer" buyurdu.
Derim ki: Tirmizı bu
hadisi Ebu Zer'i zikretmeden nakletmiştir.
*Bezzar rivayet etti. Senedi hasendir.
15824- Ebü Zer dedi ki:
"Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Cibril ile Mikail'in kendisine
öğrettiği her şeyi bana da öğretti. O'nun bana öğrettiği her şeyi de Malik b.
Daml'a'ya öğrettim,"
*Taberani rivayet etti, Ravilerden tanımadığım biri vardır.
15825- Abdullah b. Hiraş
bildiriyor: Rebeze'de Ebu Zer'i siyah bir gölgeliğin altında gördüm. Yanında
şişman bir kadın vardı. Kendisi de bir çuval parçasının üzerine oturmuştu. Ona
dendi ki: "Ey Ebu Zer! Sen çocukları kalmamış birisin." Ebu Zer:
"Çocuklarımı fani olan yerden alıp baki olan yer için saklayan Allah'a
hamdolsun" karşılığını verdi. Dediler ki: "Ey Ebu Zer! Bundan başka
bir kadın alsan nasılolur." Ebu Zer:
"Benim için,
kıymetimi bilmeyecek bir kadını almam, kıymetimi bilecek bir kadın almamdan
daha hoş gelir" dedi.
Kendisine: "Bundan
daha yumuşak bir kil im alsan" dediklerinde: "Allahım, beni affet!
Bana karşılıksız olarak verdiğinden istediğini al" dedi.
*Taberani rivayet etti. Ravilerden Musa b. Ubeyde zayıftır
15826- Muhammed b. Sirin
bildiriyor: Şam'da oturan Kureyş'li birisi olan Haris, Ebu Zer'in maddi
sıkınhda olduğunu öğrendi ve kendisine üç yüz dinar gönderdi. Ebu Zer dedi ki:
"Bu kendince, Allah'ın, benden daha düşük bir kulunu bulamamış mı?
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle dediğini duydum: "Kimin
kırk (dirhemi) olur da buna rağmen insanlardan bir şey isterse, ihtiyacı
olmadığı halde dilenmiştir. "
Ebu Zer'in kırk dirhemi,
kırk keçisi ve iki hizmetçisi vardır.
*Taberani rivayet etti. Ravileri, güvenilir bir ravi olan
Abdullah b. Ahmed b. Abdullah b. Yunus hariç, Sahıh'in ravileridir.
15827- Ebu Şu'be
bildiriyor: Bir adam gelipı Ebu Zer'e nafaka vermek (maddi yardımda bulunmak)
istedi. Ebu Zer şu karşılığı verdi: "Sağdığımız keçilerimiz, bindiğimiz
merkeplerimizı bize hizmet eden bir hizmetçimiz ve giyecek olarak fazladan bir
abamız var. Ben bu fazlalıktan dolayı hesaba çekilmekten korkuyorum."
*Taberani rivayet etti. Ebu Şu'be el-Bekri'yi tanımıyorum.
Diğer ravileri Sahıh'in ravileridir.
15828- Ebu'l-Esved
ed-Dueli dedi ki: "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sahabelerini gördüm. Ebu Zer'e benzeyenini görmedim."
*Abdullah (b. Ahmed b.
Hanbel) rivayet etti.
15829- İbrahim b. el-Eşter
bildiriyor: Ebu Zer'in, Rebeze'de ölüm anı yaklaşınca, hanımı ağlamaya başladı.
Ebu Zer: "Neden ağlıyorsun?" diye sorunca hanımı: "Ağlıyorum,
çünkü senin ölümünü engellemek elimde değiL. Yanımda sana kefen olacak bir
elbise de yoktur" dedi.
Ebu Zer: "Ağlama,
zira Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (Bir gün bir grupla beraber
yanındayken) ‘‘İçinizden birisi boş bir arazide vefat edecek ve cenazesinde bir
grup mü'min hazır bulunacaktır’‘ buyurduğunu duydum. Orada bulunan herkes insanların
olduğu yerde ve yerleşim alanlarında vefat etti. O gruptan benden başka kimse
kalmadı. Ben kimsenin olmadığı bir yerde öleceğim. Sen yolu gözetle.
Söylediğimin doğru olduğunu göreceksin. Vallahi ben ne yalan söyledim, ne de
yalanlandım" dedi.
Hanımı: "Bu zamanda
kim gelecek? Hac mevsimi de geçti" deyince, Ebu Zer: "Sen yolu
gözle" dedi.
Kadın yolu gözlerken
kendilerine bir kafilenin yaklaşmakta olduğunu gördü. Kafiledekiler uzaktan kuş
gibi görünüyorlardı. Kafile gelip yanında durdu ve kadına: "Neyin var?"
diye sordular. Kadın: "Bir müslümanı kefenleyip sevabını alınız"
dedi. Onlar: "O kim?" diye sorunca, kadın: "Ebu Zer" dedi.
"Anamız babamız sana feda olsun" diyerek asalarını yerine koyarak
aceleyle yanına gittiler. Ebu Zer:
"Gözünüz aydın, siz
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendileri hakkında: ‘‘Hangi iki
müslümanın iki veya üç çocuğu ölür, sevabım Allah'tan bekleyerek sabrederlerse
hiçbir zaman cehennem ateşini görmezler’‘ dediği kişilersiniz. Şimdi gördüğünüz
gibiyim. Eğer bana kefen olacak bir elbisem olsaydı, ondan başkasıyla
kefenlenmezdim. Allah için, sizden şunu istiyorum: Sizden lider veya vali ya da
elçi olan kimse beni kefenlemesin." Orada bulunanların hepsi bunlardan
birisine uyuyordu. Sadece içlerinde Ensar'dan bir genç hariç. Genç: "Senin
aradığın kişi benim. Heybemde, annemin bana eğirip dikmiş olduğu iki giysim
var. Birisi de giymiş olduğum üzerimdeki elbisedir" dedi. Ebu Zer:
"Benim aradığım sensin, beni sen kefenle" dedi.
*Ahmed, birisinin bu olduğu iki yolla rivayet etti. Diğer
rivayet ise ibrahım el-Eşter kanalıyla, Ümmü Zer'den rivayet edilmiştir ve
muhtasardır. Birinci rivayetin ravileri, Sahih'in ravileridir. Bezzar'ın da
buna benzer muhtasar bir rivayeti vardır.
15830- Muhammed b. Ka'b
bildiriyor: İbn Mes'ud, Ammar'ın kervanıyla giderken yolu üzerindeki Ebu Zer'in
cenazesine rastIadı. İbn Mes'ud ve arkadaşları inerek onu defnettiler. Ebu Zer,
Mısır'a gitmiş ve orada kendine bir ev yapmıştı.
*Taberani rivayet etti. Muhammed b. Ka'b, Ebu Zer'e
yetişememiştir. ibn ishak ise müdellistir.
15831- Yezıd b. Ebi
Habıb der ki: "Ebu Zer, Amr b. el-As'la (Mısır'ın) fethine şahit
olanlardandı."
*Taberani rivayet etti. isnadında kopukluk vardır.
15832- Yahya b. Bukeyr der
ki: Ebu Zer, 32 yılında Rebeze'de vefat etti. İsmi, Cundub b. Cünade'dir.
*İsnadında kopukluk vardır.
******************
Selman el-Farisı
******************
15833- Selman el-Far isi
anlatıyor: Isfehan'ın Ciyy köyünden Farisi bir genç idim. Babam bu köyün ağası
ve sözü en çok geçen kişisiydi. Ben, babamın dünyada en çok sevdiği kimseydim.
Gün geçtikçe, babamın bana olan sevgisi artıyordu, benim üzerime titriyor ve
beni adeta bir kız gibi eve kapatıyordu. Mecusiliğe o kadar kendimi vermiştim
ki, taptığımız ateşin bakıcısı olmuştum. Ateşin bir an bile sönmesine müsaade
etmiyordum.
Babam, bir defasında,
meşguliyeti sebebiyle köye gidemedi ve bana dedi ki: "Oğlum! Görüyorsun
çiftliği ihmal ettim. Bari sen git de oranın işiyle ilgilen." Çiftliğe
gitmek amacıyla yola çıktım. Yolda bir kişiye rastladım. Orada ibadet eden
Hıristiyanların seslerini duydum. Babamın uzun süre beni başkalarıyla
görüştürmemesi sebebiyle ne Hıristiyanlar, ne de diğer dinlere inananlar
hakkında bilgim vardı.
Seslerini duyunca ne
yaptıklarını seyretmek için oraya girdim. Onları iyice anlayıp dinleyince, dua
ve ibadetleri hoşuma gitti ve dinlerine girmeyi arzu ettim. Kendi kendime şöyle
dedim:
"Bu din bizimkinden
daha iyi." Oradan ayrıldığımda, güneş batmıştı.
Tabii, babamın çiftliğine
de gitmemiştim. Onlara: "Bu dinin asıl yurdu nerededir?" diye sordum.
Onlar: "Şam'dadır" dediler. Sonra babamın yanına döndüm. Babam da
beni çağırmak için adam göndermişti. Ben bütün işlerini aksatmıştım. Babamın
yanına geldiğimde: "Oğlum! Neredeydin? Ben sana daha önce git çiftlikteki
işlerle ilgilen dememiş miydim?" dedi. Ben: "Babacığım! Ben
kiliselerinde ibadet eden bazı insanlarla karşılaştım. Onların dinleri hoşuma
gitti. Güneş batana kadar yanlarında kaldım" dedim. Babam: "Yavrum!
Bu din iyi değildir. Senin ve atalarının dini ondan daha iyidir" dedi.
Ben: "Vallahi! Onların dini bizim dinimizden daha hayırlıdır" dedim.
Babam dinimden döneceğimden endişelenip ayaklarımı bağladı ve beni eve
hapsetti.
Hıristiyanlara:
"Size, Şam'dan kafile geldiğinde bana haber veriniz" diye haber
gönderdim. Bir müddet sonra, onlara Şam'dan gelen Hıristiyan bir kafile
uğrayınca, bana haber verdiler. Onlara: "Kafile işlerini bitirip döneceği
zaman benim de onlarla gitmem için onlardan izin alın" dedim. Kafile
memleketine döneceği zaman bana haber verdiler. Ben ayaklarımdaki demirleri
söküp onlarla yola çıktım ve Şam'a geldim. Şam'avardığımda: "Bu dinin
mensuplarının en alimi,
iyisi kim?" dedim.
Bana: "Kilisenin başpapazıdır" dediler. Papazın yanına gidip:
"Ben bu dine girmek istiyorum ve senin yanında kalıp kilisede sana hizmet
etmek ve senden bilgi öğrenmek istiyorum, seninle ibadet etmek istiyorum"
dedim. Papaz bana: "Gel, yanımda kal" dedi. Ben de yanında kaldım.
Papaz kötü bir insandı. Papaz Hıristiyanların sadaka vermelerini istiyor ve
onları sevap kazanmaya teşvik ediyordu. Ama o, Allah rızası için verilen
sadakaları kendisi için ayırıp saklıyordu. Fakir ve yoksullara hiçbir şey
vermiyordu. Bu sadakalardan yedi küp altın ve para biriktirmişti. Bu
yaptıklarından dolayı, papazı hiç sevmemiştim. Adam bir müddet sonra öldü.
Hıristiyanlar onu defnetmek için toplandılar. Onlara dedim ki: "Bu adam
kötü bir kişiydi. Sizin sadaka vermenizi ister ve sizi sevap kazanmaya teşvik
ederdi. Fakat ona sadakaları getirdiğinizde kendisi için ayırıp saklar,
yoksullara hiçbir şey vermezdi." Onlar: "Bunu nereden anladın?"
dediler. Ben de:
"Topladıklarını
sakladığı yeri size gösterebilirim" dedim. Onlar: "Bize orayı
göster" dediler. Onlara verilen sadakaların yerini gösterdim. Oradan yedi
küp altın ve para çıkardılar. Küpleri görünce: "Biz de bu adamı
gömmeyiz" dediler ve onu çarmıha gerip taşladılar.
Sonra başka bir adamı
getirip papazın vazifesini ona verdiler. Yeni tayin edilen, eski papazdan daha
dindar ve ahirete ondan daha düşkündü. Gece gündüz ondan daha çok ibadet eden
hiç kimse görmemiş ve onu çok sevmiştim. Uzun zaman onun yanında kaldım. Ölüm
döşeğine düşünce, ona dedim ki: "Ey falan! Ben senin yanındaydım. Seni
sevdiğim gibi başka kimseyi sevmedim. Gördüğün gibi Allah'm, senin hakkındaki
emrinin vakti geldi. Beni kime bırakacaksın? Ne yapmamı emrediyorsun?"
Adam dedi ki: "Oğlum! Vallahi benim bulunduğum hal üzere olan birisinin
kaldığını bilmiyorum. İnsanlar helak olmuş, dinlerini değiştirmişler. Sadece
Musul'da oturan birisini biliyorum. O benim gibi kalarak dinini değiştirmemiş
ve ahlakını bozmamıştır. Sen ona git" dedi.
Adam ölünce, Musul'daki
kişinin yanına gittim ve ona şöyle dedim:
"Ey Falan! Filan
kişi ölüm anında senin yanına gelmemi söyledi ve senin, onun gibi hak üzere
olduğunu söyledi." O da: "Yanımda kal!" dedi. Ben de onun
yanında kaldım. Onun da önceki gibi iyi birisi olduğunu gördüm. Çok geçmeden o
da öldü. Ölüm anı geldiği zaman:
"Ey falan! Filan
kişi sana gelmemi tavsiye etmişti. Senin de ölüm anın geldi. Sen benim durumumu
biliyorsun. Beni kime bırakacaksın, ne yapmamı emrediyorsun?" dedim. O da:
"Oğlum! Bizim gibi Nusaybin'de oturan falan şahsı biliyorum. Onun yanına
git" dedi.
O da ölüp defnedilince,
Nusaybin'deki şahsın yanına gittim.
Başımdan geçenleri ve
bundan önceki kişinin tavsiyesini ona anlattım. Bana: "Yanımda kal"
dedi. Ben de onun yanına yerleştim. Onun da Şam'lı ve Musul'lu kişiler gibi iyi
birisi olduğunu gördüm. Çok hayırlı bir adamın yanında ikamet etmiştim.
Vallahi! Çok geçmedi, o da öldü. Ölmeden önce: "Ey Falan! Filan kişi beni
falana tavsiye etmişti. Falan da beni sana gönderdi. Sen beni kime tavsiye
edersin ve ne emredersin?" dedim. Dedi ki: "Evladım! Yanına
gidebileceğin, Ammuriye'de olan bir kişiden başka bizim gibi kalan birisini
bilmiyorum. Eğer istersen onun yanına git. O, bizim bulunduğumuz hal
üzeredir." Adam ölüp defnedildikten sonra Ammuriye'de olan kişinin yanına
gittim.
Ona durumumu anlattım.
Bana: "Yanımda ka!!" dedi. Önceki gibi doğru yolda olan bu şahsın yanında
kaldım. Orada birkaç inek ve küçük bir koyun sürüm oldu. Sonra onun da eceli
geldi. Ölmek üzereyken dedim ki : "Ey Falan! Ben falanın yanındaydım.
Vefat etmek üzereyken beni falanın yanına gönderdi. O da vefatı anında
başkasının yanına gönderdi. Sonuncusu da sana gönderdi. Sen benim kimin yanına
gitmemi tavsiye ediyorsun ve ne emrediyorsun?"
Adam: "Evladım!
Yeryüzünde bizim inandığımıza bağlı bir insanın kaldığını zannetmiyorum. Oğlum!
Fakat Arabistan'da bir peygamberin çıkacağı zaman yaklaşmıştır. O, İbrahim'in
diniyle gönderilecek, sonra kendi yurdundan, iki siyah dağ arasında hurmaları
bulunan bir yere hicret edecek. Onun gizli olmayan peygamberlik alametleri
vardır. Hediye kabul eder, sadaka kabul etmez. İki omzunun arasında da
peygamberlik mührü vardır. Eğer bu ülkeye gidebilirsen git" dedi. O da
vefat eti. Ammuriye'de bir müddet kaldım. Ondan sonra, Kelb kabilesinden bazı
Arap tacirler Ammuriye'ye uğrayınca, onlara: "Eğer beni de Arabistan'a
götürürseniz şu ineklerimi ve şu küçük koyun sürümü size veririm" dedim.
Onlar bunu kabul edince ineklerimi ve koyunlarımı onlara verdim. Beni
beraberlerinde götürdüler. VadilKura'ya geldiğimizde orada bana ihanet edip
beni bir Yahudi'ye sattılar.
Yahudinin yanındayken
hurmalıkları gördüm. Burasının, ölen adamın bana tarif ettiği yer olmasını
temenni ettim. Ben yahudinin yanındayken Medine'den, Kureyza oğullarından olan,
sahibimin amcası oğlu geldi. Beni efendimden satın alıp Medine'ye götürdü.
Vallahi Medine'yi görünce dostumun bana tarif ettiği yer olduğunu anladım ve
orada ikamet ettim. Allah, Resulünü Mekke'de görevlendirdi ve Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'de ikamet etti. Sürekli işle meşgul olduğum
için, onun varlığından haberdar değildim. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) Medine'ye hicret etti. O sırada ben bir ağacın tepesinde
çalışıyordum. Efendim de oturuyordu. Bu sırada amcası oğlu gelip yanında durdu
ve dedi ki: "Allah, Kayle oğullarına lanet etsin. Vallahi onlar şu anda,
Mekke'den bugün gelen ve peygamber olduğunu iddia eden bir adamın etrafında
toplanmış bulunuyor."
Bu haberi duyunca beni
bir titreme aldı. Hatta efendimin üzerine düşeceğimi zannettim. Ağaçtan indim
ve efendimin amcası oğluna "Ne diyorsunr dedim. Efendim kızıp bana ağır
konuşarak: "Bundan sana ne? Sen işine dön!" dedi. "Ben bir şey
istemiyorum, sadece söylediğinin doğru olup olmadığını öğrenmek istedim"
dedim. Akşam olunca, topladığım hurmalardan biraz aldım. Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kuba'da kaldığı yere götürdüm. Huzuruna girip şöyle
dedim:
"Ben senin dürüst
bir kimse olduğunu duydum. Senin muhtaç ve muhacir arkadaşların var. Bendeki şu
hurmalar sadakadır. Bu sadakaya en layık sizi gördüm." Sonra hurmaları ona
yaklaştırdım. Resulullah, ashabına: "Sizler yiyiniz" dedi. Ama kendisi
elini uzatıp yemedi. Ben içimden. "Bu alametlerden birincisidir"
dedim. Sonra yanından gittim. Biraz daha topladım ve Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldiğinde yanına gidip: "Senin sadaka olan
şeylerden yemediğini gördüm. Bunu sana hediye olarak veriyorum" dedim. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlardan yedi ve sahabilerine de
yemelerini söyledi. Ben kendi kendime: "Bu ikinci alamet" dedim.
Bakiu'l-Garkad denilen
yerdeyken Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldim. Orada ashabından
birinin cenazesindeydi. Üzerinde iki kat elbise olduğu halde ashabıyla beraber
oturuyordu. Ona selam verdim ve peygamberlik mührünü görebilir miyim diye
sırtına bakarak etrafında dönmeye başladım. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), etrafında döndüğümü görünce ne istediğimi anladı ve sırtındaki giysiyi
attı. Ben sırtına bakıp mührü gördüm ve tanıdım. Hem öperek, hem de ağlayarak
üzerine kapandım. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni yanına çağırdı.
Ben yanına giderek -ey İbn Abbas sana anlattığım gibi- başımdan geçenleri ona
anlattım. Anlattıklarım Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hoşuna
gitti ve ashabının da duymasını istedi."
Kölelik, Selman'ın
Resulullah'la (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Bedir ve Uhud'a katılmasına mani
oldu. Selman dedi ki: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bana:
"Sahibinle (para karşılığı hürriyet) anlaşma yap" dedi. Sahibimle
anlaşma yaparak efendisine, üç yüz hurma fidanı temin edip çiftliğine dikmek ve
kırk ukiye altın vermek şartıyla anlaştım. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) sahabeye: "Kardeşinize yardım edin" buyurdu. Sahabe bana
fidanlarda yardım ettiler. Kimisi otuz, kimisi yirmi, kimisi de on hurma fidanı
verdiler. Yanımda üç yüz fidan olana kadar herkes imkanı ölçüsünde yardım etti.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Selman, git
fidanların çukurlarını kaz. Dikmeye sıra geldiği zaman onları sen dikme, bana
haber ver. Onları kendi ellerimle yerlerine koyayım" dedi.
Sahabenin yardımıyla
çukurları kazıp bitirince, gelip Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
haber verdim. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benimle bahçeye
giderek, biz fidanları ona verdik o, kendi eliyle dikti. Fidanlardan hiçbiri
ölmedi (tuttu). Fidan borcumu böylece ödedim. Para borcum kaldı. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yumurta büyüklüğünde bir altın parçası verdi ve:
"Mükateb olan Farisi ne yaptı?" dedi. Yanına çağırıldım. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bunu al ve borcunu öde" dedi.
Ben: "Bu benim ödemem gereken miktarı nasıl karşılar, ya Resulallah!"
dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onu al, Allah onunla
senin borcunu karşılayacaktır" dedi. Onu aldım ve onunla borcumu ödedim.
Selman'ın canı elinde olana yemin ederim ki; onunla kırk ukiyelik ödemem
gereken miktarı ödedim ve hürriyetimi kazandım. Resulullah'la (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), Hendek savaşında bulundum. Sonra onun bulunduğu bütün
savaşlara katıldım.
15834- Bir rivayette
Selman der ki: "Bu benim ödemem gerekenin yanında ne eder ki ya
Resulallah!" dediğim zaman Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), altın
parçasını alıp dilinin üzerinde çevirdikten sonra dedi ki: "Bunu al ve
borcunu öde:" Böylece onu alıp her birine, kırk ukiye olan borçlarını
ödedim."
*Ahmed tümünü ve Taberani el-Mu'cemu'l-Kebir'inde değişik
isnadlarla yakın metinle rivayette bulundu. Ahmed'in ve Taberani'nin birinci
rivayetlerinin ravileri sahih'in ravileridir. Sadece Muhammed b. ishak duyarak
rivayet eden biridir. ikinci rivayetin ravilerinde Ahmed tek kalmıştır ve Amr
b. E?ı Kurra el-Kindı dışındaki ravileri Sahih'in ravileridir. O da
güvenilirdir. Bezzar da bu hadisi rivayet etti.
15835- Selman anlatıyor:
"Farisilerin, komutanlarının birisinin oğluydum." - Hadis yukarıdaki
gibi devam ediyor- Yola çıktım, dere tepe aşarak, Araplardan bir topluluğa
rastladım; beni alıp köle diye bir kadına sattılar. Onların Resulullah'tan
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) söz ettiklerini duydum. O zaman yaşam çok zordu.
Sahibeme: "Bana bir gün izin ver" dedim. Sahibem izin verince, gidip
odun toplayarak sattım ve parasıyla yemek hazırlayıp onu Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) götürdüm. Yemeği önüne koyunca: "Bu
nedir?" dedi. Ben: "Sadakadır" dedim. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), sahabeye:
"Yiyiniz"
diyerek kendisi yemedi. Ben: "Bu, nübüvvetin alametlerinden biridir"
dedim.
Bir müddet sonra
sahibeme: "Bana bir gün izin ver" dedim. Sahibem bana izin verince,
gidip odun topladım ve onu öncekinden daha çok paraya sattım. Yemek hazırlayıp
sahabeyle oturmakta olan Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) götürüp
önüne koydum. Hz. Peygamber: "Bu nedir?" deyince:
"Hediyedir" dedim. Kendisi yemek için elini uzatıp sahabeye de
"Allah'ın adını anarak yiyiniz" dedi. Ben kalktım. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ridasını çıkardı. O sırada peygamberlik mührünü
gördüm ve: "Şehadet ederim ki; sen Allah'ın Resulü'sün" dedim. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Neden bahsediyorsun?"
deyince: "Bana vasıflarını anlatan adamdan sözettim ve dedim ki: "Bu
adam cennete girecek mi ya Resulallah! Çünkü bana senin peygamber olduğunu
söyledi." Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Müslümandan
başkası cennete giremez" buyurdu.
15836- Bureyde bildiriyor:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldiği zaman, Selman içinde
hurma olan bir sofra getirdi ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
önüne koydu. Hz. Peygamber:
"Selman! Bu
nedir?" diye sorunca, Selman: "Sana ve ashabma sadakadır" dedi.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bunu kaldır. Biz (peygamberler)
sadaka yemeyiz" dedi.
Sofrayı kaldırıp ikinci
gün aynısını getirdi ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önüne
koydu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Selman! Bu
nedir?" diye sorunca, Selman: "Sana hediyedir" dedi. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), sahabeye: "Oturup yiyiniz"
dedi. Selman Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sırtındaki peygamberlik
mührüne baktı ve iman- etti. Selman, o zaman Yahudilerin kölesiydi. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu şu kadar dirheme ve bir miktar
hurma ekip hurmalar meyve verene kadar çalışması karşılığı satın aldı. Bütün
hurmaları Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizzat kendisi dikti. Sadece
birini Ömer dikti. Hurmalar aynı yıl meyve verdiler, ama Ömer'in diktiği hurma
meyve vermedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bunu kim
dikti?" diye sorunca Ömer: "Ben diktim" dedi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) o fidanı bir daha dikti ve aynı yıloda meyve
verdi.
*Ahmed ve Bezzar rivayet ettiler. Ahmed'in ravileri Sahih'in
ravileridir.
15837- Selman el-Farisi
anlatıyor: Ben, Ciy ahalisindendim. Benim memleketimde olanlar alacalı olan
atlara taparlardı. Bu inançlarının yanlış olduğunu biliyordum. Bana:
"Senin istediğin din, Mağrib'tedir" dediler. Yola çıkıp Musul'a
geldim. Oradaki en iyi ve bilgili kişiyi sordum. Bana bir manastırda olan
birisini gösterdiler. Adamın yanına gidip: "Ben, Ciy halkından biriyim. Buraya
ilim tahsil etmek ve senden bir şeyler öğrenmek için geldim. Beni yanına aL.
Sana hizmet eder ve seninle kalırım. Sen de Allah'ın öğrettiklerinden bana da
öğretirsin" dedim. Adam isteğimi kabul etti ve adamın yanında kaldım.
Artık ona gelen sirke, yağ
ve tahıl gibi şeyler bana da geliyordu. Vefat anı gelene kadar yanında kaldım.
Vefat anı gelince, başucunda oturup ağlamaya başladım. Bana: "Neden
ağlıyorsun?" deyince: "Ben ilim öğrenmek için memleketimden çıktım.
Allah bana seninle kalmayı nasip etti. Senin de ölüm anın geldi. Şimdi nereye
gideceğimi bilmiyorum" dedim. Adam: "Benim falan yerde bir kardeşim
var. O, hak din üzeredir. Onun yanına git ve benim selamımı söyle. Benim seni
kendisine vasiyet ettiğimi, sana da onun yanında kalmanı söylediğimi bildir"
dedi.
Adam vefat edince, yola
çıkıp adamın tarif ettiği kişinin yanına gidip ona olanları anlattım ve
arkadaşının selamını söyleyerek adamın vefat ettiğini, vefatından önce yanına
gelmemi tavsiye ettiğini bildirdim. Adam beni yanına aldı. Önceki adamda olan
şeyler burada da devam etti. Bir müddet adamın yanında kaldım. Onun da ölüm anı
geldi. Ben adamın başucunda oturup ağlamaya başladım. Bana: "Neden
ağlıyorsun?" deyince: " Memleketimden, hayırlar dileyerek çıktım.
Allah, bana falan kişiyle kalmamı nasip etti. Adam bana iyi davrandı ve bana
bazı şeyler öğretti. Vefat anı geldiği zaman, bana senin yanına gelmemi vasiyet
etti. Sen beni yanına alıp bana iyi davrandın ve bana bazı şeyler öğrettin.
Şimdi senin de ölüm vaktin geldi. Nereye gideceğimi bilmiyorum" dedim.
Adam: "Benim Bizans diyarına yakın bir kardeşim var. O hak din üzeredir.
Onun yanına git ve selamıffil söyleyerek, onun yanında kal" dedi.
Adam vefat ettiği zaman
çıkıp dediği adamın yanına gittim. Ona benim durumumu ve önceki adamla beni
kendisine gönderen adamdan bahsettim. Adam beni yanına aldı ve önceden gelen
şeyler bana da gelmeye başladı. Ona da ölüm geldiği zaman, başucunda oturup
ağlamaya başladım. Adam: "Neden ağlıyorsun?" deyince durumumu
kendisine anlattım ve: "Allah, bana senime kalmayı nasip etti. Sen bana
iyi davrandın. Senin ölüm vaktin geldi. Şimdi nereye gideceğimi
bilmiyorum" dedim. Adam: "Yeryüzünde İsa'nın dini üzere kalan kimseyi
bilmiyorum. Bu zaman, bir peygamberin çıkacağı zamandır. Ya da Tihame'de çıkmış
olmalıdır. Yola çık; önüne kim çıkarsa, onu sor. Eğer o peygamberin çıktığını
öğrenirsen yanına git. Bu İsa'nın müjdelediği peygamberdir. Bunun peygamber
olduğunun alameti, iki omuzu arasında peygamberlik mührü vardır. Hediyeyi kabul
eder, ama sadakayı yemez" dedi.
Yanımdan kim geçse, onu
sormaya başladım. Yanıma Mekke halkından bazıları uğradı. Onlara sorunca:
"Evet, içimizde peygamber olduğunu iddia eden birisi çıktı" dediler.
Bazılarına dedim ki: "Sizin köleniz olmam karşılığı beni yanınızda götürür
müsünüz? Ekmek kırıntılarını yer arkanızdan yürürüm. Mekke'ye yetişince,
isterseniz beni köle olarak yanınızda bırakırsınız, isterseniz
satarsınız." İçlerinden birisi: "Ben seni kabul ederim" dedi ve
onun kölesi oldum.
Mekke'ye vardığımızda,
beni bahçesinde Habeşı kölelerin yanına koydu. Çıkıp sorduğumda memleketimden
bir kadınla karşılaştım. Ona sorduğumda ailesinin Müslüman olduğunu öğrendim.
Kadın, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arkadaşlarıyla beraber
Hicr'de oturduğunu ve Mekke'de kuşlar ötmeye başlayıp sabah olunca
dağıldıklarını söyledi. Ben bahçeye gittim. Geceleri kölelerden geride
kalıyordum. Habeşiler bana: "Neyin var?" dediklerinde, ben:
"Karnım ağırıyor" dedim. Bunu, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yanına gittiğim zaman, beni aramasınlar diye uydurdum.
Kadının bana bildirdiği,
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabıyla beraber oturduğu saat
gelince çıkıp Hz. Peygamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gördüm. Resulullah
oturmuş, sahabesi de etrafındaydı. Ona arkasından yaklaştım, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ne istediğimi anladı ve giysisini indirdi.
Omuzlarının arasındaki peygamberlik mührüne bakıp: " Allahu ekber! Bu,
birinci alamet" dedim. Sonra oradan gittim.
İkinci gece olunca güzel
hurmalardan bulup onları götürerek Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
önüne koydum. Resulullah: "Bu nedir?" deyince, ben:
"Hediyedir" dedim. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
hurmadan yedi ve sahabeye: "Siz de yiyiniz" dedi. Ben: "Şehadet
ederim ki; Allah'tan başka ilah yoktur ve sen onun Resulü'sün" dedim. Bana
durumumu sordu. Ben de başımdan geçenleri anlattım. Bana: "Git ve
özgürlüğünü satın al" dedi.
Sahibime gidip:
"Bana hüriyetimi sat" dedim. Sahibim: "Eğer bana yüz hurma ağacı
yetiştirir, meyve verdikleri zaman, o hurmaların çekirdeği kadar altın
getirirsen hürriyetini satın alırsın" dedi. Resulullah'a (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) gidip durumu bildirdim. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Sana dediği şartla hürriyetini satın aL. O hurma ağaçlarını
suladığın kuyudan bana bir kova su getir" dedi. Suyu getirince bana dua
etti ve hurmaları suladım. Vallahi! Yüz hurma fidanı ektim, hepsi de tuttu ve
meyve verdi. Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gidip hurmaların meyve
verdiğini bildirdim. Bana bir parça altın verdi. Altını alıp gittim ve
terazinin bir kefesine koydum hurma çekirdeklerini diğer kefeye koydum. Vallahi
çekirdekler, (ağırlık olarak) altın parçasını yerden kımıldatamadı.
Gelip Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) olanları bildirdim ve azad oldum.
*Taberani rivayet etti. Ahmed ve çoğunluk, ravilerden
Abdullah b. Abdilkuddüs etTem'ı'm'ı"nin zayıf olduğunu söyledi. ibn Hibban
ise güvenilir buldu ve dedi ki: "Garib hadisler rivayet ettiği
olurdu." Diğer ravileri güvenilirdir.
15838- Selman
bildiriyor: Ben İsfehan ahalisinden biriydim. Ben Allah'ı, gökyüzünü ve
yeryüzünü yaradışıyla kalbimde hissederken, insanlarla konuşmaktan rahatsız
olan bir adamın yanına gittim ve: "Hangi din daha güzeldir?" dedim.
Adam: "Bu meselelerden sana ne; sen dinini değiştirmek mi
istiyorsun?" dedi. Ben: "Hayır. Ama öğrenmek istiyorum; gökyüzünü ve
yeryüzünü kim yarattı? Hangi din daha güzeldir?" dedim. Adam: "Bunu
Musul'daki bir rahipten daha iyi kimse bilemez" dedi. Musul'daki rahibin
yanına gittim. Dünyalık bakımından sıkıntı içindeydi. Gündüzleri oruç tutar,
geceleri de ibadet ederdi. Ben de onun gibi ibadet ediyordum. Yanında üç yıl
kaldım. Sonra vefat etti. Ölmek üzereyken: "Kime gitmemi tavsiye
edersin?" dedim. Adam: "Doğuda, benim bulunduğum hal üzere olan
kimseyi tanımıyorum. Adanın öbür tarafında bir rahip var ona git. Ona benden
selam söyle" dedi.
Dediği adamın yanına
gelip selamını söyledim ve vefat ettiğini haber verdim. Onun da yanında üç yıl
kaldım. O da vefat etti. Vefat edeceği zaman: "Kime gitmemi
emredersin?" dedim. Adam: "Ammuriye'de bulunan bir rahip dışında
benim bulunduğum hal üzere olan birini bilmiyorum. O, yaşlı birisi olduğu için
ona yetişebilir misin bilmiyorum" dedi. Adama gittim, yanında kaldım.
Maddi durumu iyi olan birisiydi. Vefat edeceği zaman: "Nereye gitmemi
emredersin?" dedim. Adam: "Yeryüzünde benim bulunduğum hal üzere olan
birini bilmiyorum. Eğer o zamana yetişirsen, İbrahim'in evinden bir adam
çıkacak. Ona yetişeceğini zannetmiyorum, ben ona yetişmeyi temenni ederdim.
Eğer ona yetişirsen, onunla olabilirsen ol. Gerçek din onun dinidir. Bunun
alameti, kavmi onun için, sihirbaz, deli, kahin diyecek. O, hediyeyi yer, fakat
sadakayı yemez. İki kürek kemiğinin arasında peygamberlik mührü var" dedi.
Ben bu durumdayken Medine tarafından süvariler geldi. Onlara: "Siz
kimsiniz?" dendiğinde: "Biz Medine'liyiz, biz tüccarız, geçimimizi
ticaretten sağlarız. Fakat İbrahim'in evinden bir adam çıktı ve Medine'ye
geldi. Kavmi onunla savaşıyor. Onun ticaretimizi baltalamasından korkuyorduk,
ama Medine'yi ele geçirdi" dediler. Ben: "Onun hakkında ne
diyorlar?" dediğimde: "Hakkında sihirbaz, deli, kahin diyorlar"
dedi. Ben: "Bu, nübüvvetinin işaretidir. Beni liderinizin yanına götürün"
dedim.
Reislerinin yanına varıp:
"Beni Medine'ye götürür müsün?" dedim.
Adam: "Buna
karşılık bana ne vereceksin?" diye sorunca ben: "Sana verecek bir
şeyim yoktur. Ama sana köle olurum" dedim. Medine'ye geldiğimizde, beni
hurma bahçesinde çalıştırdı. Develerin su taşıması gibi, ben de su taşıyıp
hurmaları suluyordum. Bu yüzden, sırtım ve göğsüm yara oldu. Benim dilimi
anlayacak kimseyi bulamıyordum. Sonunda, Farisı bir kadın da, sulamak için
yanıma geldi. Onunla konuştum. Sözlerimi anladı. Ona: "Nübüvvet iddiasıyla
çıkan bu adam nerede, bana onu göster" deyince kadın: "Yarın sabah
namazını kıldıktan sonra gündüzün başında sana uğrar" dedi.
Çıkıp hurma topladım.
Sabah olunca yanına gidip hurmaları ona takdim ettim. Bana: "Bu nedir.
Sadaka mı, hediye mi?" dedi. Ben sadaka olduğunu söyledim. Resulullah,
(sahabeyi işaret ederek): "Bunu şunlara götür" dedi. Ashabı
yanındaydı. Onlar yediler, ama kendisi yemedi. Ben: "Bu, işarettir"
dedim.
İkinci gün, hurma
toplayıp getirdim. Bana: "Bu nedir?" diye sorunca ben: "Bu
hediyedir" dedim. Sahabeyi de davet edip beraber yediler. Sonra, benim
peygamberlik mührünü görmek için uğraştığımı bildi ve ridasını çıkardı. Ben onu
öpüp okşamaya başladım. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ne
haldesin?" deyip halimi sordu. Ben durumumu kendisine anlattım. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Git, hürriyetini satın al?" dedi ve
Selman'a, yüz hurma ağacı yetiştirme ve kırk ukiye altın karşılığı hürriyetini
satın almasına yardımcı oldu.
(Selman sahibiyle
anlaşınca) Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "fidanları dik,
sonra kovayı kuyuya sarkıt, kova kendiliğinden çıkana kadar onu çekme. Kova
dolunca yükselecektir. Sonra suyu hurma fidanlarının köklerine serp" dedi.
Selman öyle yapınca, hurmalar çok hızlı bir şekilde meyve verdiler. Halk:
"Sübhanallah! Biz bu köle gibisini görmedik. Bu kölede bilmediğimiz bir
şeyler var" deyip insanlar etrafında toplandı. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), Selman'a kırk ukiye ağırlığında bir altın külçe verdi.
*Taberani rivayet etti. Ravilerden tanımadıklarım vardır.
15839- Selametu'l-İcli
bildiriyor: Çöl halkından, ismi Kudame olan kız kardeşimin oğlu gelip bana dedi
ki: "Selman'ı görüp ona selam vermek istiyorum." Selman'ı görmek için
çıktık. Onu Medain'de bulduk. Selman o zaman yirmi bin kişinin başındaydı
(valisiydi). Onu bir tarlayı sularken bulduk. Ona selam verdik ve ben: "Ey
Ebu Abdillah! Bu, kız kardeşimin oğludur. Yanıma çölden geldi ve sana selam
verip hatırını sormak istedi" dedim. Selman: "Allah'ın selamı ve
rahmeti onun da üzerine olsun" dedi. Ben: "Bu seni sevdiğini
söylüyor" deyince: "Allah ta onu sevsin" karşılığını verdi.
Selman'la konuştuk ve ona: "Ey Ebu Abdillah! Bize aslını, nereli olduğunu
anlatır mısın?" dedik. Selman başladı anlatmaya:
Benim aslımı ve nereli
olduğumu soruyorsunuz; ben Ramahurmuz'danım. Biz Mecusi bir toplumduk. Yanımıza
Arap yarımadasından Hıristiyan bir adam geldi. Bu adam her zaman bize uğrar ve
yanımızda konaklardı. Yanımızda bir kilise yaptı. Ben Farisilerin
mektebindeydim. Benimle aynı mektepte olan bir çocuk her gün dövülmüş olarak ve
ağlayarak mektebe gelirdi. Anne babası onu döverdi. Bir gün ona: "Neden
ağlıyorsun?" diye sordum. Çocuk:
"Annem ve babam
beni dövdüler" dedi. Ben: "Neden seni dövüyorlar?" dediğimde şu
karşılığı verdi: "Şu kilisenin sahibinin yanına gidiyorum. Bunu
öğrendiklerinde beni dövüyorlar. Sen de adama gitsen ondan acayip şeyler
duyarsın." Ben: "Benimle adamın yanına gel" dedim. Beraber
adamın yanına gittik. Adam bize yaradılışın başlangıcından, gökyüzünün ve yeryüzünün
yaradılışından ve cennet ve cehennemden bahsetti. Bize şaşılacak şeyler
anlatıyordu. Ben de çocukla beraber adamın yanına gitmeye başladım. Mektepteki
bazı çocuklar da bizi görünce bizimle beraber adamın yanına gitmeye başladılar.
Köy halkı bunu görünce,
adamın yanına gidip: "Sen bizim yanımızda konakladın. Senden, iyilikten
başka bir şey görmedik. Çocuklarımızın, senin yanına geldiklerini görüyoruz.
Onları bizim aleyhimize çevirmenden korkuyoruz. Bizim yanımızdan git"
dediler. Adam: "Olur giderim" dedi. Giderken yanına gelen çocuğa:
"Sen de benimle gel" dedi. Çocuk: "Bunu yapamam. Anne babamın
bana ne kadar sert davrandıklarını biliyorsun" dedi.
Bunun üzerine adama:
"Ben seninle gelirim" dedim. Ben, babası olmayan yetim biriydim.
Onunla gittim ve Ramahurmuz dağına çıkıp tevekkül ederek, ağaçların
meyvelerinden yiyerek Arap yarımadasına varıncaya kadar yürümeye başladık.
Nusaybin'e geldiğimizde, yol arkadaşım: "Ey Selman! Bu memleketin halkı
yeryüzünün abid olan kişileridir. Ben bunlarla buluşmak istiyorum" dedi.
Nusaybin halkının yanına
pazar günü geldik. Bir araya geldiklerinde arkadaşım onlara selam verdi. Onlar
selama karşılık verip güler yüzlü davrandılar ve: "Bunca zamandır
neredeydin?" diye sordular. Adam:
"Faris tarafında
(İran topraklarında) olan kardeşlerimin yanındaydım" dedi. Bir müddet
sohbet ettik, sonra arkadaşım bana: "Ey Selman! Kalkıp gidebilirsin"
deyince ben: "Hayır beni bunlarla bırak" dedim. Adam: "Sen
bunların katlandığı şeye katlanamazsın. Bunlar, pazardan pazara kadar aralıksız
oruç tutarlar ve gece uyumazlar. Aralarına kralların oğlundan birisi katılsa,
bu çocuk kralolmayı terk edip ibadetle uğraşır" dedi.
Akşama kadar onların
arasında kaldım. Akşam olunca birer birer mağaralarına gitmeye başladılar. Akşam
vakti, kralların çocuklarından biri: "Bu çocuk kim? Bunu bırakmayın,
biriniz bunu yanına alsın" deyince, onlar: "Onu sen al" dediler.
O: "Benimle gel ey Selman!" (diyerek, beni alıp kaldığı mağaraya
götürdü ve "ey Selman) bu ekmek, bu da katıktır. İstediğin zaman ye.
Güçlendiğin zaman oruç tut. Yapabildiğin kadar ibadet et. Tembelleştiğin zaman
uyu" deyip ibadet etmeye başladı. O sözlerden sonra benimle konuşmadı ve
bana bakmadı. Bu yedi günde beni bir üzüntü aldı. Pazar günü olana kadar beni kimse
konuşturmuyordu. Sonra toplandıkları yere gittik. Onlar her Pazar toplanırlar,
iftar ederler, birbirleriyle buluşup selamlaşırlardı. Sonra öbür pazara kadar
böyle bir şey yapmazlardı. Toplandıkları yerden mekanımıza geri döndüğümüzde,
daha önce söylediklerini bir daha söyledi: "Bu ekmek, bu da kahktır.
İstediğin zaman ye. Güçlendiğin zaman oruç tut. Yapabildiğin kadar ibadet et.
Tembelleştiğin zaman uyu" deyip ibadet etmeye başladı. Öbür pazara kadar
benimle konuşmadı ve bana bakmadı. Bu yedi günde beni bir üzüntü aldı. Hatta
oradan kaçmayı düşündüm. Kendi kendime, "İki üç hafta daha sabret"
dedim. Pazar olunca yine aynı yerde toplandık. İftar ettiler.
Benimle olan adam,
onlara: "Ben, Beytu'l-Makdis'e (Kudüs'e) gitmek istiyorum" deyince
onlar: "Neden oraya gitmek istiyorsun?" diye sordular. "Orayı
daha önce görmedim" dedi. Onlar: "Oraya gidip kalmandan korkuyoruz.
Biz senin bizimle kalmanı istiyorduk" dediler. Adam: Orayı daha önce
görmedim, bu yüzden gideceğim" dedi. Böyle dediğini duyduğumda sevindim
ve: "Gider (yeni) insanlarla karşılaşırız" dedim. Bendeki üzüntü
kaybolmuştu. Beraber yola çıktık.
Adam pazardan pazara
oruç tutar ve geceyi ibadetle geçirirdi.
Gündüz de yol alırdı.
Mala verdiğimizde yine ibadet ederdi. Bu, Beytu'l-Makdis'e varana kadar böyle
devam etti. Beytu'l-Makdis'in kapısında ayakları sakat bir adam vardı.
Yanımdaki arkadaşımdan bir şeyler isteyince: "Bende sana verecek bir şey
yoktur" dedi.
Beytu'l-Makdis'e
girdiğimizde, oradakiler kendisini iyi ve güler yüzle karşıladılar. O:
"Bu, benim çocuğumdur. Ona iyi davranın" dedi. Beni alıp ekmek ve et
ikram ettiler. O da ibadete başlayıp, diğer pazara kadar yanıma gelmedi. Sonra
yanıma gelip: "Ey Selman! Biraz uyumak istiyorum. Gölge falan yere
yetişince beni uyar" dedi ve uyudu. Güneş dediği yere gelince, onun ibadet
ederken ne kadar yorulduğunu bildiğimden ona olan şefkatimden dolayı
uyandırmadım. Korkmuş bir şekilde uyanıp: "Ey Selman! Güneş falan yere
yetişince beni uyar demedim mi?" dedi. Ben: "Evet, fakat senin ibadet
ederken ne kadar yorulduğunu gördüğüm için, merhametimden uyarmadım"
dedim. O:
"Yazıklar olsun
sana! Ben, Allah için bir şeyler yapmadığım zamanı sevmem" dedi.
Sonra dedi ki: "Ey
Selman! Şunu bil ki; bugün dinlerin en hayırlısı bizim dinimiz olan
Hıristiyanlıktır." Ben: "Bundan sonra, Hıristiyanlıktan daha hayırlı
bir din olacak mı?" dedim. Bu, istemeden ağzımdan kaçan bir sözdü. Bunun
üzerine dedi ki: "Evet! Hediyeyi kabul eden, sadakayı yemeyen, iki
omuzunun arasında peygamberlik mührü bulunan bir peygamberin çıkması yaklaştı.
Eğer ona yetişirsen ona tabi ol ve iman et." Ben: "Eğer
Hıristiyanlığı bırakmamı isterse ne yapayım?" dedim. O:
"Hıristiyanlığı terk etmeni isterse, bunu yap. Çünkü o, Allah'ın
peygamberidir. Haktan başka bir şeyi emretmez.
Haktan başka bir şey söylemez.
Vallahi ona yetişseydim ve bana ateşe girmemi emretseydi, bunu yapardım"
dedi.
Sonra Beytu'l-Makdis'ten
çıkıp, o yürüyemeyen adamın yanına gittik.
Dilenci: "Girerken
bir şey vermedin. Şimdi çıkıyorsun bana bir şeyler ver" dedi. Etrafına
baktı, kimsenin olmadığını görünce, dilenciye dönüp:
"Elini bana
ver" dedi. Dilenci elini ona uzattı. Arkadaşım: "Allah'ın izniyle
kalk" dedi. Adam sapasağlam ayağa kalktı ve evine doğru gitmeye başladı.
Ben şaşkınlık içinde giden adamı izliyordum. Arkadaşım çıkıp hızlı bir şekilde
yürümeye başladı. Ben de onu takip ettim.
Daha sonra Araplardan
Beni Kelb kabilesinden yoldaşlarım oldu.
Beni bir deveye yükleyip
sıkı bir şekilde bağladılar. Medine'ye gelene kadar tacirler arasında bir köle
olarak alınıp satıldım. Beni Ensar'dan bir adam satın alarak, kendisine ait bir
hurma bahçesine yerleştirdi ve orada kaldım. Sonra hurma yaprağını işlemesini
öğrendim. Bir dirheme yaprak alıyor, onu işledikten sonra iki dirheme satıyor,
bir dirhemiyle tekrar yaprak alıyor, diğerini harcıyordum. El emeğimle
kazandığımı yemeyi seviyorum. - Selman'ın o zaman yirmi bin dirhemi vardı.-
Medine'deyken, Mekke'de
bir adamın, Allah'ın kendisini nübüvvetle görevlendirdiğini iddia ettiğini
duyduk. Allah'ın dilediği bir müddet geçtikten sonra, hicret ederek bize
(Medine'ye) geldi. Ben: "Vallahi onu deneyeceğim" dedim ve çarşıya
gidip, bir dirheme deve eti aldım. Onları pişirip bir tabak tirit yemeği
yaptım. Yemeği omuzlarımda taşıyıp götürdüm ve önüne koydum.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Bu nedir? Sadaka mı, hediye mi?" dedi.
Ben:
"Sadakadır" deyince, sahabeye: "Allah'ın adını anarak
(Besmele'yle) yiyiniz" dedi. Kendisi ise yemedi. Birkaç gün bekleyip, yine
çarşıya gittim ve bir dirheme deve eti alarak aynı yemeği yapıp götürdüm ve
önüne koydum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu nedir? Sadaka
mı, hediye mi?" diye sorup ta ben: "Hediyedir" deyince sahabeye:
"Allah'ın adını anarak yiyiniz" dedi. Kendisi de onlarla beraber
yedi.
Ben: "Vallahi bu
hediyeyi yiyor, ama sadakayı yemiyor" dedim.
Baktığımda iki omuzunun
arasında güvercin yumurtası büyüklüğündeki peygamberlik mührünü gördüm ve
Müslüman oldum. Bir gün kendisine: "Ya Resulallah! Hıristiyanlar
hakkındaki görüşün nedir?" dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Onlarda hayır yoktur" dedi. Hıristiyanların ibadete olan
düşkünlüklerinden dolayı, onları çok seviyordum. Günler sonra Resulullah'a:
"Ya Resulallah! Hıristiyanlar hakkındaki görüşün nedir?" dedim.
Resulullah: "Onlarda ve onları sevenlerde hayır yoktur" dedi. Ben
içimden: "Vallahi ben onları seviyorum" dedim.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), kabilelere askeri birlikler gönderip cihada başladığı zaman,
bir birlik gidiyor diğeri geliyordu. Savaşlar da devam ediyordu. Ben:
"Hıristiyanları sevdiğimi söylediğimden dolayı şimdi bir adam gönderir
boynumu vurur endişesiyle evde oturdum. Bir gün, Resulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) gönderdiği birisi gelerek: "Ey Selman! Davete icabet
et" dedi. Ben: "Kim davet ediyor?" dediğimde:
"Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) davet ediyor" dedi. Ben içimden:
"Vallahi benim de korktuğum buydu" diyerek adama: "Sen git ben
sana yetişirim" deyince adam: "Vallahi sen de gelmeden gitmem"
dedi. Ben, adam gitseydi kaçmayı düşünüyordum. Adam beni alıp Resulullah'a
götürdü. Resulullah beni görünce tebessüm ederek dedi ki: "Ey Selman:
Gözün aydın. Allah seni
ferahlattı." Sonra şu ayetleri okudu: "Kendilerine daha önceden kitap
verdiklerimiz buna da inanırlar. Kur'an onlara okunduğu zaman: ‘‘Ona inandık,
doğrusu o Rabbimizden gelen gerçektir; biz şüphesiz daha önceden Müslüman olmuş
kimseleriz’‘ derler. Işte onlara, sabırlarından dolayı, ecirleri iki defa
verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da
sarf ederler. Onlar, boş söz işittikleri vakit ondan yüz çevirirler. ‘‘Bizim
işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Size selam olsun, cahillerle
ilgilenmeyiz’‘ derler." (Kasas, 52-55)
Ben: "Ya
Resulallah! Seni hak olarak gönderene yemin ederim ki; onun: ‘‘Ona yetişseydim.
Bana ateşe girmemi emretseydi girerdim. O peygamberdir. Haktan başka bir şey
söylemez. Haktan başka bir şey de emretmez’‘ dediğini duydum" dedim.
15840- Muhtasar bir
rivayette ifade şöyledir: "Allah, şu ayeti indirdi:
"Inananlara en
şiddetli düşman olarak, insanlardan yahudileri ve Allah'a eş koşanları
bulursun. Onlardan, inananlara sevgice en yakın ‘‘Biz Hıristiyanız’‘ diyenleri
bulursun. Bu, onların içinde bilginler ve rahibler bulunmasından ve büyüklük
taslamamalarındandır. Peygamber'e indirilen (Kur'an)'ı dinledikleri zaman, onun
hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.
Onlar:
"Ey Rabbimiz iman
ettik, bizi de şahitlerden yaz’‘ derler." (Maide, 82,83) Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni çağırdı ve: "Ey Selman! Senin
dostların, Allah'ın zikrettiği bu kişilerdir" buyurdu.
*Taberani rivayet etti. Selametu'l-İcli dışındaki ravileri,
Sahih'in ravileridir. Onu da ibn Hibban güvenilir addetmiştir.
15841- Ümmü'd-Derda
anlatıyor: Selman el-farisı gelip hatırımı sordu. Üzerinde pamuktan yapılmış
bir aba vardı. Ona bir yastık verdim, ama istemedi. Abasını dürüp üzerine
oturdu ve "Yer olarak bu kadarı sana yeter" dedi. Bir müddet Allah'ı
tesbih etti. Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) salavat getirdikten sonra:
"Kocan, Ebu'd-Derda nerede?" diye sordu. Ben: "Mescitte"
deyince yanına gitti. Sonra, ikisi birden geldiler. Ebu'd-Derda gelirken bir
dirheme et almıştı. Eti elinde tutup bana: "Ekmek pişirip yemek yap"
dedi. Ekmeği pişirip yemek yaptık ve Selman'a getirdik. Ebu'd-Derda: "Sen,
Ümmü'd-Derda ile ye. Ben oruçluyum" dedi. Selman: "Sen yemeden ben de
yemem" dedi.. Ebu'd-Derda orucunu bozarak kendisiyle yemek yedi.
Ebu'd-Derda'nın her gece
kalktığı ibadet vakti gelince kalkmak istedi.
Selman, kalkmasına mani
oldu. Ebu'd-Derda: "Beni Rabbime ibadetten mi alıkoyuyorsun?" dedi.
Selman: "Üzerinde gözünün hakkı vardırı ailenin hakkı vardır" diyerek
onun sabaha yakın bir saate kadar kalkmasına mani oldu. Sabaha yakın kalkıp iki
rekat gece namazı kıldılar. Sonra vitir namazını kıldılar ve sabah namazı için
Mescid'e çıktılar. Olanları Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
anlatınca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Selman'a ne
oluyor, annesi onu kaybetsin. O, ilme doyuruldu" dedi.
*Taberani, el-Mu'cemu'l-evsat'ında rivayet etti. Ravilerden
Hasan b. Cebele'yi tanımıyorum. Diğer ravileri güvenilirdir.
15842- Ebu Umame dedi
ki: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bakışlarını gökyüzüne
çevirdiğini gördüm. Nedenini sorunca: "Selman'ın amelini gökyüzüne çıkaran
bir melek gördüm" dedi.
*Taberani rivayet etti. Ravilerden AbdunnCır b. Abdullah
el-Mesma'ı hadis uyduran biridir.
15843- Enes,
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu bildiriyor:
"Huriler şu üç kişiyi özler: Ali, Ammar ve Selman."
*Tirmizi bu hadisi "Cennet şu üç kişiyi özler ... "
şeklinde rivayet etmiştir,
Taberani rivayet etti.
Ebu Rabia dışındaki ravileri, Sahih'in ravileridir. Tirmizı ise onun
hadislerinin hasen olduğunu söylemiştir.
15844- Selman'ın hanımı
Bukayra anlatıyor: Selman'ın vefat anı geldiği zaman, kendisi evin üst katında
dört kapısı olan bir odadaydı. Beni çağırdı ve dedi ki: "Kapıları aç. Bu
gün bana ziyaretçilerin geleceğini görüyorum, hangi kapıdan gireceklerini
bilmiyorum." Sonra misk istedi ve: "Bunu bir kaba koy" dedi.
Miski bir kaba koyunca:
"Bunu döşeğimin
etrafma serp. Sonra inip aşağıda otur. Ölüm anım yaklaşırken beni rahatsız
ediyorsun" dedi. Baktığımda olduğu yerde döşeğinde can vermişti. - Veya
buna benzer bir ifade kullandı-
*Taberani, Cezi kanalıyla Bukayra'dan rivayet etmiştir.
ikisini de tanımıyorum. Diğer ravileri, Sahih'in ravileridir.
***********************
Abdullah b. Uneys
***********************
Daha önce Megazi
kitabında Halid b. Süfyan'a gönderilen müfrezede geçmişti.
*Ahmed rivayet etti.
**************************
Ebu'l-Heysem
**************************
15845- İbn Şihab der ki:
''Akabe'de bulunanlar arasında, Ebu'lHeysem de vardı ve oradakilerin ileri gelenlerindendi."
*Taberani mürselolarak rivayet etti. Senedi hasendir.
Bedir savaşında. orada
bulunduğundan bahsedilmişti.
15846- Yahya b. Bukeyr
dedi ki: ''Ebu'l-Heysem b. et-Teyyihan yirmi yılında vefat etti. İsmi
Malik'ti."
*Taberani rivayet etti.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
Zeyd b. Sabit -
Kays b. Sa'd b. Ubade - Rafi b. Hadic