METALİBU’L-ALİYE İBN HACER el-Askalani |
SİYER VE GAZVELER |
1- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'İn Doğumu |
4251. Hassan b. Sabit
anlatıyor: Ben sekiz veya dokuz yaşlarında bir çocuktum. Gördüklerimi dinliyor ve
anlıyordum. Bir yahudi yüksek bir binanın üzerine çıkıp: "Ey yahudiler
topluluğu!" diye bağırdı. Bunun üzerine yahudiler etrafına toplandılar.
Ona: "Ne oldu?" diye sordular. Adam: "Bu gece Ahmed'in doğuşunu
belirleyen yıldız doğdu" dedi.
Ravi diyor ki: Ben, Said
b. Abdirrahman b. Hassan b. Sabit'e: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Medine'ye geldiğinde Hassan kaç yaşındaydı?" diye sordum,
"Altmış yaşlarındaydı" diye cevap verdi,
Tahric bilgisi: (İshak)
4252. Abdullah b. Cafer
anlatıyor: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğduğunda Halime
binti'l-Haris, Benu Sa'd'dan bazı kadınlarla birlikte Mekke'ye gelmiş, Mekke'de
emzirecek çocuk arıyordu. Halime anlatmaya şöyle devam etti: "Ben ilk
kadınlarla birlikte kocam el-Haris b. Abdiluzza'yı da alıp -ki o, önceden Sa'd
oğullarına mensup idi; daha sonra Süleym'in bir kolu olan Nadıra oğullarına
geçti- boz merkebimle Mekke'ye doğru yola çıktım. Yolda merkebimizin
ayaklarının birbirine çarpmasından dolayı yaralar oluştu. Bir de yanımda yaşlı
bir deve vardı. Allah'a yemin olsun ki deveden bir damla süt bile gelmiyordu.
Kıtlık senesindeydik. İnsanlar öyle acıktılar ki neredeyse açlıktan
kırılacaklardı. Beraberimde bir çocuk vardı, Allah'a yemin olsun ki geceleyin
uyumuyordu, elinde onu susturabileceğim bir şey de bulamıyordum. Yağmur
ümidinden başka ümidimiz kalmamıştı. Bizim koyunlarımız vardı, onlarla
geçiniyorduk. Mekke'ye gelince Muhammed herkese takdim edildi; fakat kimse onu
almadı. Biz ise: "O yetim bir çocuktur. Süt annesi ona ikram eder, babası
da ona iyi davranır" dedik ama yine de: "Onun annesi veya amcası veya
dedesi bize ne yapabilir ki?" diye söylendik. Benim bütün arkadaşlarım
emzirmek için birer çocuk aldı, ben ise Muhammed'den başkasını bulamadım. Dönüp
onu aldım. Allah'a yemin olsun ki başkasını bulamadığımdan dolayı onu aldım ve
kocama şöyle demiştim: "Allah'a yemin olsun ki Abdulmuttalib oğullarının
şu yetimini alacağım. Belki Allah onunla bize fayda verir. Arkadaşlarım
arasından hiç bir şey almadan geri dönemem." Kocam: "Doğru yaptın"
dedi. Çocuğu aldım ve kervana getirdim. Allah'a yemin olsun ki daha geldiğim
akşam memelerim sütle doldu. Onu ve kardeşini emzirdim. Babası kalktı ve
devenin yanına gitti. Bir de baktı ki devenin sütü bollaşmış. Onu sağdı ve bana
içirdi. Kendisi içti ve şöyle dedi: "Ey Halime! Biliyor musun; vallahi biz
mübarek bir kişiye rastladık. Allah Teala deveye ummadığımız süt verdi."
Halime anlatmaya devam
ediyor: O gece güzelce ve tok olarak uyuduk. Halbuki biz çocuğumuzla birlikte
geceleri uyuyamazdık. Öğle vakti tekrar memleketimize dönmek için
arkadaşlarımla birlikte yola çıktık. Ben onunla birlikte deveye bindim.
Halime'nin nefsi elinde olan zata yemin olsun ki merkebimiz döndüğümüzden daha
hızlı bir şekilde yürüdü. Öyle ki; kadınlar: "Bizi bekle, bu merkep,
üzerinde geldiğin merkep değil mi?" dediler. Ben: "Evet" dedim.
Onlar: "Gelirken her tarafı yara bere olmuştu, şimdi ona ne oldu?"
dediler. Ben: "Allah'a yemin olsun ki bu deveye mübarek bir çocuk
yükledim" dedim.
Halime anlatmaya devam
ediyor: Yolculuğumuzda Allah Teala bize fazlından daha çok şeyler veriyordu.
Nihayet memleketimize vardık. O yıl bizde kıtlık vardı. Çobanlarımız koyunları
serbest bırakıyorlardı. Benu Sa'd'ın koyunları akşam aç dönüyor, benim
koyunlarım ise tok ve memeleri dolu olarak dönüyordu. Biz de onları sağıyor,
sütlerini içiyorduk. Köylüler ise şöyle diyordu: "el-Haris b. Abdüuzza'nın
koyunları ile Halime'nin koyunları aç gidip tok ve sütlü olarak geliyor. Sizin
koyunlarınız ise aç dönüyor. Yazık size! Siz de koyunlarınızı Halime'nin
koyunlarının yanına götürüp otlatsanız ve onlarla birlikte serbest bıraksanız
ya!" Öyle yaptıkları halde koyunlar tekrar aç gidip aç geldiler.
Hallerinde hiç bir değişiklik olmadı. Benim koyunlarım ise eskisi gibi aç gidip
tok geliyordu.
Halime devam ediyor:
Muhammed hiç bir çocuğun büyümediği şekilde büyüyordu. Onun bir günlük
büyümesi, başkasının bir aylık büyümesine; onun bir aylık büyümesi başkasının
bir senelik büyümesine bedeldi. İki yılı tamamlanınca ben ve (süt) babası:
"Vallahi yapabilirsek ondan asla ayrılmayalım" diyerekten onu alıp
Mekke'ye getirdik. Annesinin yanına gelince şöyle dedik: "Hangi sütanne
bizim gibi olabilir! Allah'a yemin olsun ki onun gibi büyük bereket sahibi bir
çocuk görmedik. Mekke'nin veba veya hastalıklarının ona bulaşmasından
korkuyoruz. Onu yanımıza bırak. Sen şifa bulunca onu tekrar sana
getiririz." Biz bunda öyle ısrar ettik ki sonunda annesi izin verdi,
Muhammed'i tekrar alıp döndük. Üç veya dört ay daha birlikte kaldık. O ve
sütkardeşleri evin arkasında kuzularla oynadıkları sırada bir kardeşi hızlıca
geldi. O sırada ben ve babası ahırdaydık. Şöyle dedi: "Kureyşli
kardeşimizin yanına iki adam geldi. Adamların üzerinde beyaz elbiseler vardı.
Onu alıp yatırdılar, sonra da karnını yardılar." Bunun üzerine ben ve babası
hemen çıktık ve Muhammed'in yanına geldik. Muhammed ayakta duruyordu, rengi de
atmıştı. Bizi görünce hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Ben ve babası onu alıp
bağrımıza bastık ve: "Anam babam sana feda olsun, ne oldu sana?" diye
sorduk. O şöyle anlattı: "İki adam geldi, beni yere yatırıp karnımı yardı
ve bana bir şeyler yaptı. Sonra beni eski halime çevirdiler." Babası:
"Allah'a yemin olsun ki kesinlikle çocuğuma bir şey oldu. Onu ailesinin
yanına götür! Korktuğumuz başımıza gelmeden onu götür, iade et" dedi.
Bunun üzerine onu alıp annesinin yanına getirdik. Annesi bizi görünce durumumuz
hoşuna gitmedi ve: "Onu sizden istemeden niçin bana getirdiniz? Sizler
yanınızda kalmasına çok ısrar etmiştiniz" dedi. Biz: "Birşey yok;
fakat süt emzirme zamanı bitti ve gördüğümüz şeyler bizi sevindirdi. Bizim onu
sevdiğimiz gibi sizin de onu sevmeniz için geri getirdik" dedik. Annesi:
"Hayır, size birşeyler oldu. Onu bana bildiriniz" dedi. Olanları
anlatıncaya kadar bizi bırakmadı. Annesi: "Hayır, Allah'a yemin olsun ki
Allah ona kötü bir şey yapmaz. Çünkü benim oğlumun ayrı bir özelliği vardır.
Size onun durumunu anlatmamıştım. Ona gebe kaldığımda Allah'a yemin olsun ki
ondan daha hafif bir şey taşımamıştım. Ondan daha kolay bir gebelik de
görmemiştim. Sonra ben onu doğurduğum sırada ta Busra'daki develerin
boyunlarını -veya Busra saraylarını, dedi- aydınlatan bir nur çıkmıştı. Allah'a
yemin olsun ki o, çocukların doğduğu gibi doğmadı. Elleri üzerine yere düşmüş,
başını göğe kaldırarak doğmuştu." Sonra onu annesinin yanına bırakıp
gittiler.
Tahric bilgisi: (İshak
ve Ebu Ya'la}
4253. Abdullah b. Cafer
der ki: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süt annesi Halime
binti'l-Haris anlatıyor: Benu Sa'd'dan bir grupla Mekke'ye, emzirmek için çocuk
aramaya geldik... Aynı manada bir hadis nakletti,
Tahric bilgisi: (İshak
ve Ebu Ya'la)
4254. Şeddad b. Evs
anlatıyor: Bizler, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında
otururken yanına Benu Amir'den biri geldi. Gelen kimse, kavmimin efendisi ve
büyüğüydü. Bir asaya yaslandı, sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in önünde durdu, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nesebini
saydıktan sonra şöyle dedi: "Ey Abdülmuttalib'in evladı! Bana, senin
Allah'ın insanlara gönderdiği İbrahim, Musa, İsa ve onların dışındaki
peygamberler gibi bir peygamber olduğunu iddia ettiğin haberi geldi. Eğer
dediğin doğruysa sen gerçekten büyük bir işe kalkışıyorsun! Geçmiş peygamberler
ve padişahlar İsrailoğullarmdan iki eve gelirdi; birisi peygamberlik evi,
diğeri de padişahlık eviydi. Sen ne bunlardan, ne de onlardansın. Aksine sen,
taşlara ve putlara tapan Araplardan birisin. Senin peygamberlikle ne alakan
olabilir? Her işin muhakkak ispatlayıcı bir hakikati vardır. Sen de bana
sözünün hakikatini getir ve durumunu anlat" dedi. Resulullah {Sallallahu
aleyhi ve Sellem) adamın bu sorusunu beğendi. Sonra şöyle buyurdu: "Ey
Benu Amir'li kardeş! Senin sorduğun soru için oturup konuşmak gerekir, sen de
otur." Adam dizlerini büktü ve devenin çöktüğü gibi yere çöktü. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona şunları anlattı: "Ey Benu Amirli kardeş!
Benim sözümün doğruluğu ve işimin başlangıcı ibrahim'in duasıdır. Kardeşim
isa'nın müjdesidir. Ben annemin ilk çocuğuyum. Beni kadınların taşıdığı en ağır
bir şekilde taşıdı, öyle ki benim ağırlığımdan arkadaşlarına şikayette bulundu.
Annem, rüyasında karnındakİnİn nur olduğunu gördü ve şöyle dedi: Ben nura
bakarken nur daha önce davrandı; bana yerin doğusunu ve batısını aydınlattı.
Sonra beni doğurdu. Ben yetişirken putlar bana çirkin göründü, şiir bana çirkin
göründü. Beni Benu Cüşem b. Bekir oğullarına süt emmem için verdiler. Bir gün
yaşıtım olan çocuklarla bir vadide oynarken üç kişi yanıma geldi. Yanlarında
altından bir leğen vardı, içi nur ve kar doluydu. Beni arkadaşlarım arasından
aldılar. Bu arada yaşıtım olan çocuklar da kaçtılar. Sonra onlar beni vadinin
kenarına getirdiler. Çocuklar onlara dönüp: Bu çocukla ne işiniz var! O bizden
biri değildir, o Kureyş'in efendisinin oğullarındandır. O, süt emzirilsin diye
bize verildi. Yetim bir çocuktur. Babası yoktur. Onu öldürmeniz size ne fayda
sağlar? Eğer muhakkak onu öldürecekseniz bizden dilediğiniz birini alın ve
dilediğiniz şeyi yapın, onun yerine bizi öldürün dediler. Fakat onlar çocuklara
hiçbir cevap vermedi. Çocuklar kendilerine cevap verilmediğini görünce kabileye
doğru koşarak olanları anlattılar. Onlardan yardım istediler. O iki kişiden
birisi yanıma geldi, beni yumuşakça yere yatırdı ve sonra göğsümden kasık
tüylerimin bitimine kadar vücudumu yardı. Bu esnada ben de ona bakıyordum ve
hiçbir acı hissetmiyordum. Sonra karnımdaki bağırsakları çıkarttı ve o karla
yumuşakça yıkadı. Sonra onu eski yerine koydu. Sonra ikincisi kalktı ve
arkadaşına: Geri çekil! dedi. Elini içime sokarak kalbimi çıkardı. Ben de
öylece durmuş ona bakıyordum. Kalbimi yardı ve içinden siyah bir parça çıkarıp
attı. Sonra sağ eliyle birşey alır gibi yaptı. Sonra elindeki, nurdan, nübüvvet
ve hikmet nurundan yapılı mührü getirdi. Bakanların gözünü alacak kadar parlak
yapılmıştı. Onunla kalbimi mühürledi; kalbim nur ve hikmetle doldu. Sonra
kalbimi tekrar yerine koydu. Ben o mührün serinliğini hayatım boyunca kalbimde
hissettim. Sonra üçüncüsü kalktı. Bu arada iki arkadaşı geri çekildiler. Elini
göğsümle memelerimin arasında gezdirdi ve o yarıkların hepsini Allah'ın izniyle
iyileştirdi. Sonra elimden tuttu ve yumuşak bir şekilde beni kaldırdı. Sonra
kalbimi ilk yaran kişi: Onu ümmetinden on kişi ile tartın dedi. Beni tarttılar;
onlardan ağır geldim. Sonra: <Onu ümmetinden yüz kişiyle tartın dedi. Beni
yüz kişiyle tarttılar; ben yine ağır geldim. Sonra: <Onu ümmetinden bin
kişiyle tartın dedi. Beni onlarla tartılar; yine ağır geldim. Sonra şöyle dedi:
Onu bırakın. Eğer onu bütün ümmetiyle tartsanız o yine ağır gelir, Sonra hepsi
birlikte kalktılar ve tek tek beni bağırlarına bastılar. Başımı ve İki gözümün
arasını öptüler. Sonra şöyle dediler: Ey Habib! Senin için korkulacak bir şey
olmadı. Eğer senin için murad edilen hayrı bilseydin, gözlerin sevinçle
dolardı. Biz bu halde iken bütün kabilenin toplanıp bize doğru geldiğini,
sütannemin herkesin önünde olduğunu ve en yüksek sesiyle Vah zayıfıma! diye
bağırdığını işittim. Ancak gelen o üç kişi eğilip beni öptüler ve: Sen zayıf
değilsin! dediler. Sonra sütannem Vah yalnızıma! diye bağırınca tekrar beni
sarıp öpmeye başladılar ve şöyle dediler: Sen yalnız değilsin! Allah, melekleri
ve şu yeryüzündeki bütün mü'minler seninle birliktedirler. Sonra: Vah yetimime!
Arkadaşların arasında zayıf göründün ve zayıflığından dolayı öldürüldün ha!
diye bağırdı. Tekrar beni sinelerine bastılar ve başımı okşayıp öptüler. Sonra:
Sen ne güzel yetimsin! Allah katında ne kadar değerlisin! Sana istenilen hayrı
bir bileydin! dediler. O sırada gelenler vadinin yanına ulaştılar. Süt annem
beni görünce: Ey oğul, seni hala hayatta görüyorum dedi ve beni sinesine
bastırdı. Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki ellerim onlardan bazısının
elinde olduğu halde annem beni kucaklamıştı. Onların gelenleri gördüğünü
zannettim; ancak baktım ki onları görmüyorlar. Sonra köylülerin diğer kısmı
geldi ve: Bu çocuğa cinler musallat oldu, onu kahine götürün. Ona baksın,
tedavi eder dediler. Ben: Sizin söylediğiniz şeylerden hiçbiri başıma gelmedi.
Kendimi sağlıklı hissediyorum. Bende hiçbir acı ve elem yoktur dedim. Babam ki
o sütannemin hocasıydı, şöyle dedi: Siz onun sözlerine bakmıyor musunuz? Çocuk
doğru söylüyor. Ben çocuğuma bir şeyin dokunmadığını umuyorum. Ancak bütün
herkes beni kahine götürmek üzere anlaştı. Beni alıp kahinin yanına götürdüler.
Ona hikayemi anlattılar. Kahin onlara: Susun da çocuğun sözlerini işiteyim.
Çünkü, o, kendi durumunu en iyi bilendir dedi. Ben de kahine baştan sona kadar
olanları anlattım. Kahin sözümü işittikten sonra kalktı ve beni sinesine bastı.
Sonra da avazının çıktığı kadar şöyle bağırdı: Ey Araplar! Bu çocuğu öldürünüz!
Bu çocukla beraber beni de öldürünüz! Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki eğer onu
bırakırsanız dininizi değiştirecek, sizin ve babalarınızın akıllarını tenkit
edip saçmalıkla itham edecek, size muhalefet edecek ve hiç işitmediğiniz bir
dini size getirecek> dedi. Bu esnada süt annem beni kahinin elinden çekip
aldı ve: Sen ondan daha beyinsiz birisin. Esas sen cinlenmişsin. Eğer böyle
söyleyeceğini bilseydim kesinlikle sana getirmezdim dedi. Sonra beni alarak
annemin yanına getirdiler ve teslim ettiler. Ama evde bile bana o yapılanlar
ağır geliyordu. Göğsümden kasık tüylerimin bitimine kadar olan yarığın izi bir
bağcık gibi bellidir. İşte sözümün hakikati ve işimin başlangıcı budur."
Bunun üzerine Amir'li: "Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve
senin iddian haktır. Sana soracağım şeyleri bana anlat" dedi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sor! (Sel anke)" dedi. Ancak
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) daha önce müslümanlara: "Sana
görünen şeyleri sor (Sel amma beda leke)" derdi, ona ise "Sel
ank" kalıbıyla anladığı dille, Benu Amir'in lehçesiyle konuşmuştu. Amiri:
"Ey Abdülmuttalib'in oğlu! Bana kötülüğün neyi artırdığını söyle"
dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kötülüğü işlemekte devam
etmek kötülüğü artırır" dedi. Amiri: "Günahtan sonra iyilik fayda
verir mi?" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet.
Tövbe günahları siler, şüphesiz iyilikler kötülükleri götürür. Kul, Rabbini
bolluk zamanında anınca Allah da bela anında ona yardım eder" dedi. Amiri:
"Bu nasıl olur?" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Allah Teala şöyle buyuruyor: Ben kulum için iki güveni ve iki korkuyu bir
araya getirmem Amiri: "Neye davet ediyorsun?" dedi. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Şeriki olmayan, yalnız ve tek olan Allah'a ibadete;
Lat'ı ve Uzza'yı inkar edip bütün şirklerden soyulmaya, Allah'ın kitabında
belirttiği ve Resulullah'ın getirdiklerini ikrar etmeye, beş vakit namazı hakkı
ile kılmaya, bir yılda bir ay oruç tutmaya ve malının zekatını vermeye
çağırıyorum. Ta ki zekatını verince Allah onunla seni temizlesin, malını hoş
yapsın. Ayrıca öldükten sonra tekrar dirilmeye, cennet ve cehennemin varlığını
tasdik etmeye davet ediyorum" dedi. Amiri: "Ey Abdülmuttalib'in oğlu!
Bu dediklerini yaptığımda bana ne vardır?" dedi. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır"
buyurdu. Amiri: "Bununla beraber dünyada başka bir şey var mıdır? Çünkü
dünyada rahat yaşamak hoşumuza gider" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): "Evet vardır; zafer ve temkin" buyurdu. Bunun üzerine
Amiri Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'ın dediklerini tasdik etti ve
Rabbinin yolunu tuttu.
Tahric bilgisi: (Ebu
Ya'la)
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: