NASR 3 |
فَسَبِّحْ
بِحَمْدِ
رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ
إِنَّهُ
كَانَ
تَوَّاباً |
3. Hemen Rabbini hamd
ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile! Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.
"Hemen Rabbini hamd
ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile!" Namaz kıldığın vakit, bunları
çokça yap, demektir. Bir açıklamaya göre: "Tesbih et": Namaz kıl,
demektir. Bu açıklama İbn Abbas'tan nakledilmiştir.
"Rabbini hamd
ile" yani sana ihsan etmiş olduğu zafer ve fetih dolayısıyla ona
hamdederek "ve O'ndan mağfiret dile!" Allah'tan sana mağfiret
etmesini (günahlarını bağışlamasını) iste!
Bir başka açıklamaya
göre "tesbih et" buyruğundan kasıt, tenzih etmektir. Yani sen;
kendisi hakkında caiz olmayan (düşünülmesi imkansız olan) hususlardan O'nu
-O'na şükretmekle birlikte- tenzih et "ve O'ndan mağfiret dile!" Yani
sürekli zikir ile birlikte Allah'tan bağışlanma dile!
Ancak birinci açıklama
daha kuvvetlidir.
Hadis imamları -lafız
Buhari'nin olmak üzere- Aişe (r.anha)'dan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" (1. ayet) suresi Resülullah
(s.a.v.)'a, nazil olduktan sonra kıldığı herbir namazda mutlaka; "Rabbim,
Seni tenzih ederiz ve Seni hamdinle (zikrederiz). Allah'ım, bana mağfiret
buyur" derdi.
Yine ondan şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Rasülullah (s.a.v.) rüküunda ve sücüdunda: "Allah'ım,
Rabbimiz, Seni tenzih eder ve hamdinle Seni anarız. Allah'ım, bana mağfiret
buyur" der (ve bu hususta) Kur'an'ı tevil ederdi (yani Kur'an'ın bu husustaki
emirlerine göre bunu yapardı.)
Sahih'in dışındaki
eserlerde şöyle denilmektedir: Um Seleme dedi ki: Peygamber (s.a.v.) son
zamanlarında ne kadar kalkar, oturur, gider ve gelirse mutlaka: "Allah'ı
tenzih ederim ve O'na hamdederim. Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe
ederim" der ve şöyle buyururdu: "Çünkü ben bununla emrolundum. Sonra
da: "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" süresini sonuna kadar
okudu.
Ebü Hureyre dedi ki: Bu
sürenin inişinden sonra Peygamber (s.a.v.) daha çok ibadet etmeğe başladı. O
kadar ki ayakları şişti, bedeni zayıfladı, daha az gülümser oldu, daha çok
ağlamaya başladı.
İkrime dedi ki: Bu
sürenin nüzulünden sonra ahiret ile ilgili hususlarda Peygamberin gösterdiği
aşırı gayreti asla başka zaman göstermiş değildir.
Mukatil dedi ki: Bu süre
nazil olunca Peygamber (s.a.v.) onu ashabına okudu. Aralarında Ebü Bekir, Ömer
ve Sa'd b. Ebi Vakkas da vardı. Sevindiler ve bundan dolayı memnun da oldular.
Abbas (r.a) ise ağladı. Peygamber (s.a.v.) ona: "Ne diye ağlıyorsun amcacığım?"
dedi. Abbas: Sana vefatının yaklaştığı haberi verildi, dedi. Peygamber:
"Şüphesiz ki durum senin dediğin gibidir" dedi. Ondan sonra da altmış
gün yaşadı. Bu süre zarfında yüzünün güIdüğü görülmedi.
Yine denildiğine göre;
bu süre teşrik günlerinden sonra Veda haccında Mina'da nazil olmuştur. Ömer ve
Abbas ağlayınca onlara: Şüphesiz bu bir sevinç günüdür, denildi. Onlar: Hayır,
bu günde Peygamber (s.a.v.)'ın vefatı haber verilmektedir, dediler. Peygamber
(s.a.v.): "Doğru söylediniz. Bana vefat edeceğim haberi verilmiş
oldu." diye buyurdu.
Buharı'de ve başka
eserlerde İbn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmektedir: Ömer b, el-Hattab
(huzuruna girmek üzere) Bedir'e katılanlara izin verirdi. Bana da onlarla
birlikte izin verildi. (İbn Abbas) dedi ki: Onlardan bazıları bu işten rahatsız
oldular ve şöyle dediler: Bizim çocuklarımız arasında onun gibi kimseler
bulunduğu halde bu genç delikanlıya bizimle beraber huzuruna girmesi için izin
veriyor. Ömer onlara: O sizin de (konumunu) bildiğiniz bir kimsedir. (İbn Abbas
devamla) dedi ki: Bir gün onlara (huzuruna girmeleri için) izin verdi. Bana da
onlarla birlikte girme izni verdi. Kendilerine şu: "Allah'ın yardımı ve
fetih geldiğinde" (1. ayet) Süresi hakkında soru sordu. Onlar: Yüce Allah,
peygamberine -Allah'ın salat ve selamı onafetih verdiği vakit, kendisinden
mağfiret dileyip, kendisine tevbe edip dönmesini emretmektedir. Ömer: Ey İbn
Abbas ya sen ne dersin? diye sordu. Ben de: Hayır böyle değildir. Aksine Yüce
Allah peygamberine -Allah'ın salat ve selamı ona- ecelinin yaklaştığını haber
vermekte ve: "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde, insanların bölük bölük
Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve
O'ndan mağfiret dile! Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir." diye buyurdu,
dedim. Bunun üzerine Ömer (r.a) şöyle dedi: İşte siz, bunun için mi beni
kınıyorsunuz?
Buharı'de ise şöyle
denilmektedir: Ömer bunun üzerine: Ben de bu süreden ancak senin dediğini
biliyorum, diye cevab verdi.
Bunu Tirmizi de rivayet
etmiştir. (İbn Abbas) dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'ın ashabı ile birlikte Ömer
bana da soru sorardı. Abdu'r-Rahman b. Avf ona: Bizim onun dengi oğullarımız
varken ona soru mu soruyorsun, dedi. Bu sefer ona Ömer: O bizim bildiğimiz bir
sebepten dolayıdır, dedi. Ömer ona şu: "Allah'ın yardımı ve fetih
geldiğinde" ayeti hakkında sordu. Ben de şöyle dedim: Bu Resülullah
(s.a.v.)'ın ecelidir. Ona (ecelinin yaklaştığını) bildirdim. Sonra süreyi
sonuna kadar okudu. Bunun üzerine Ömer: Allah'a yemin ederim. Ben de bu süre
hakkında senin bildiğinden başka bir şey bilmiyorum dedi. (Tirmizi) dedi ki: Bu
hasen, sahih bir hadistir.
Şayet: Yüce Allah,
Peygamber (s.a.v.)'ın hangi günahını bağışlayacak ki ona mağfiret dilemesini
emretmektedirt diye sorulursa, ona şöyle cevab verilir:
Peygamber (s.a.v.)
duasında: "Rabbim bana günahımı, cahilliğimi, bütün işlerimde aşırı
gidişimi ve Senin benden daha iyi bildiğin herşeyi bana bağışla! Allah'ım,
hatamı, kasten yaptıklarımı, bilgisizce yaptıklarımı, şakamı bana bağışla ve
bütün bunlar bende var. Allah'ım, önden neyi gönderdim, geriye neyi bıraktımsa,
neyi açığa vurdum, neyi gizledimse Sen bana bağışla! Sen öne alan, geriye
bırakansın. Şüphesiz ki Sen herşeye gücü yetensin." Bu bakımdan Peygamber
(s.a.v.) Allah'ın kendisine ihsan etmiş olduğu nimetlerin büyüklüğü
dolayısıyla, kendisinin kusurlu olduğunu görüyor ve bunların gereklerini yerine
getirmekteki kusurunu da birtakım günahlar olarak değerlendiriyordu.
Buyruğun şu anlamda olma
ihtimali de vardır: Sen hep O'na bağlı kal, O'ndan istekte bulun, O'ndan umutla
dileklerde bulun. Hakları gereği gibi yerine getirmek hususunda kusurlu
olduğunu görerek yalvarıp yakar. Böylelikle amelleriyle yetinmesin.
Şöyle de açıklanmıştır:
Mağfiret dilemek, gerçekleşmesi gereken bir taabbüddür, yapılması gerekir.
Günahların bağışlanması gerçekleşsin diye değil, aksine taabbüd olmak üzere
yapılmalıdır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Amellerine güvenip, mağfireti terketmesinler diye ümmetinin dikkati
çekilmektedir.
"Ondan mağfiret
dile!" buyruğunun ümmetin için mağfiret dile, anlamında olduğu da
söylenmiştir.
"Çünkü O, tevbeleri
çok kabul edendir." Tesbih edenlere, mağfiret dileyenlere, tevbe etmeyi
nasib eder, onlara merhamet buyurur ve tevbelerini kabul eder. Peygamber
(s.a.v.) masum (günahtan korunmuş) olduğu halde, mağfiret dilemekle
emrolunduğuna göre, ya başkası hakkında ne düşünülür'
Müslim, Aişe'den şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.): "Allah'ı hamdi ile
tesbih eder, Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederim." sözlerini
çokça söylerdi. (Aişe) dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, dedim. Görüyorum ki sen:
"Allah'ı hamdiyle tesbih ederim. Allah'tan mağfiret diler, O'na tevbe
ederim." sözlerini çokça söylüyorsun, (sebebi nedir)? Şöyle buyurdu:
"Rabbim bana ümmetimde bir alamet göreceğimi haber vermişti. Bu alameti
gördüğüm takdirde "Allah'ı hamdiyle tesbih ederim, Allah'tan mağfiret
diler ve O'na tevbe ederim" sözlerini çokça söylememi buyurdu. İşte ben bu
alameti görmüş bulunuyorum. "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde"
Mekke fethedildiğinde "insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiklerini
gördüğünde hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O,
tevbeleri çok kabul edendir" (buyruklarını okudu.)
İbn Ömer dedi ki; Bu
süre Veda Haccı sırasında Mina'da nazil oldu. Daha sonra: "Bugün sizin
için dininizi kemale erdirdim. üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din
olarak İslamı beğenip seçtim." (el-Maide, 3) buyruğu nazil oldu. Bundan
Peygamber (s.a.v.) seksen gün yaşadı. Daha sonra da Kelale ayeti (aynı zamanda
sürenin son ayeti olan en-Nisa, 176. ayet) nazil oldu. Ondan sonra Peygamber
elli gün yaşadı. Daha sonra: "Andolsun ki içinizden size öyle bir
peygamber geldi ki ... " (et-Tevbe, 128) ayeti nazil oldu. Bundan sonra
otuzbeş gün yaşadı.
Daha sonra: "Bir de
Allah'a döndürüleceğiniz bir günden korkunuz ... " (elBakara, 281) ayeti
nazil oldu. Bundan sonra da onbir gün yaşadı. Mukatil yedi gün dedi. Daha önce
el-Bakara Süresi'nde (281. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunan daha başka
açıklamalar da yapılmıştır.
Yüce Allah'a hamdolsun.
(Nasr Suresi burada sona
ermektedir).
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN