MA’UN 1 / 7 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ أَرَأَيْتَ
الَّذِي
يُكَذِّبُ
بِالدِّينِ {1}
فَذَلِكَ
الَّذِي يَدُعُّ
الْيَتِيمَ {2} وَلَا
يَحُضُّ
عَلَى
طَعَامِ
الْمِسْكِينِ
{3} فَوَيْلٌ
لِّلْمُصَلِّينَ
{4} الَّذِينَ
هُمْ عَن
صَلَاتِهِمْ
سَاهُونَ {5} الَّذِينَ
هُمْ
يُرَاؤُونَ {6}
وَيَمْنَعُونَ
الْمَاعُونَ
{7} |
1. Dini
yalanlayanı gördün mü?
2. İşte
o, yetimi şiddet ve sitemle itendir.
3.
Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyendir.
4. İşte
(böyle) namaz kılanların vay haline ki,
5. Onlar
namazlarından gaflet içindedirler.
6. Onlar
hem riyakarlık yapanların ta kendileridir.
7. Hem
maunu da engellerler.
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:
1- Dini Yalanlayıp, Yetime Kötü
Davrananlar:
2- Yoksulu Doyurmaya Teşvik:
3- Namaza Gereken Dikkati Göstermek:
4- Namaz ve Riyakarlık:
5- Farz Olan Salih Amellerin Açığa
Vurulmasıyla Riyakarlık Sözkonusu Olmaz:
6- Yardımlaşmaya engel olanlar:
1- Dini Yalanlayıp,
Yetime Kötü Davrananlar:
"Dini" yani
amellerin karşılığının görülmesini ve ahirette hesaba çekilmeyi
"yalanlayanı gördün mü?" Buna dair açıklamalar daha önceden el-Fatiha
Süresi'nde geçmiş bulunmaktadır.
"Gördün mü?"
lafzında ikinci hemze sabittir. Zira bunun yerine; (...) denilemez. Fakat soru
hemzesi teshil ile okunmuştur. Bunu ez-Zeccac zikretmektedir.
İfadede hazfedilmiş
lafızlar vardır, anlam şöyledir: Dini yalanlayanı gördün mü? O (böyle yapmakla)
isabet mi ediyor, yoksa hata mı ediyor?
Bu buyruğun kimin
hakkında indiği hususunda görüş ayrılığı vardır. Ebu Salih'in, İbn Abbas'tan
naklettiğine göre o şöyle demiştir: Süre el-As b. Vail es-Sehmi hakkında
inmiştir. el-Kelbi ve Mukatil de böyle demiştir.
ed-Dahhak'ın rivayetine
göre (İbn Abbas) şöyle demiştir: Süre münafıklardan bir kişi hakkında inmiştir.
es-Süddi dedi ki:
el-Velid b. el-Muğire hakkında inmiştir. Ebu Cehil hakkında indiği de
söylenmiştir.
ed-Dahhak: Amr b. Aiz
hakkında inmiştir, demiştir.
İbn Cüreyc: Ebu Süfyan
hakkında inmiştir. O her hafta bir deve boğazlardı. Bir yetim ondan bir şeyler
istedi, asasıyla ona vurdu. Bunun üzerine Yüce Allah bu süreyi indirdi .
"Şiddet ve sitemle
iten"; iten ve kakan demektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
''Cehennem ateşine doğru şiddetle sürülecekleri gün" (et-Tur, 13) Bu lafza
dair açıklamalar daha önceden (et-Tur, 13. tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
ed-Dahhak, İbn Abbas'tan
şöyle dediğini nakletmektedir: "İşte o, yetimi şiddet ve sitemle
itendir." Yani hakettiğini ona vermeyerek itendir. Katade:
Ona kahredip,
zulmedendir, diye açıklamıştır. Anlamlar birbirine yakındır. Daha önce en-Nisa
Süresi'nde (7. ayet, 1. başlıkta) Arapların (İslam'dan önce) kadınlara ve küçük
çocuklara miras hakkı tanımadıklarını ve malın ancak ok ve mızrak kullanan,
kılıç sallayan kimselere verilebileceğini söyledikleri geçmiş bulunmaktadır.
Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim ihtiyaçtan
kurtuluncaya kadar müslümanlardan bir yetimi (baktığı çocuklarının arasına)
katarsa, o kimseye cennet vacib olur." Bu anlamdaki açıklamalar daha
önceden bir kaç yerde (mesela, el-Bakara, 3. ayet, 5. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır.
2- Yoksulu Doyurmaya
Teşvik:
"Yoksulu doyurmaya
teşvik etmeyendir." Yani cimriliğinden, amellerin karşılığının görülmesini
(cezayı) yalanladığından ötürü bu işi emretmez. Bu el-Hakka Suresinde yer alan
Yüce Allah'ın: "Yoksulu yedirmeye de teşvik etmezdi," (el-Hakka, 34)
buyruğunu andırmaktadır. Buna dair açıklamalar da daha önceden (sözü geçen
ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Bu hususta ki yergi,
gücü yetişemediği için bunu terkeden kimseleri de kapsayacak şekilde umumi
değildir. Ancak onlar bir taraftan cimrilik ediyorlar, diğer taraftan kendileri
için mazeret bulmaya kalkışıyor ve: "Allah dilese idi kendilerini
yedirebileceği kimseleri mi yedirelim?" (Yasin, 47) diyorlardı. İşte bunun
üzerine bu ayet-i kerime, böyleleri hakkında nazil oldu ve onlar bu tutumları
dolayısıyla yerildiler. Buna göre ifadenin anlamı şöyle olur: Onlar güç
yetirdikleri vakit, bu işi (yoksulu yedirme işini) yapmazlar, güçleri
yetmeyecek olursa da bu işi teşvik etmezler.
3- Namaza Gereken
Dikkati Göstermek:
"İşte (böyle) namaz
kılanların vay haline!" Yani onlar için bir azab vardır. Buna ("veyl;
vay haline" lafzına) dair açıklamalar daha önce birkaç yerde (mesela,
el-Bakara, 79. ayet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
"Onlar
namazlarından gaflet içindedirler." ed-Dahhak, İbn Abbas'tan şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Bu namaz kıldığı vakit sevab alacağını ümit
etmeyen, terketmesi halinde de bundan ötürü cezalandırılmaktan korkmayan
kimsedir. Yine ondan gelen rivayete göre bunlar, namazları vakitlerinden
sonraya bırakıp geciktirenlerdir. el-Muğire de İbrahim'den böylece rivayet
etmiştir. O şöyle demiştir: Onlar (namaz) vakti(ni kaçırarak) kaybetmek
suretiyle gaflet içerisinde olanlardır.
Ebu'I-Aliye'den şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Namazı kendine mahsus vakitlerinde kılmazlar. Rüku'
ve sücudlarını tam yapmazlar.
Derim ki: Buna daha önce
Meryem Suresi'nde (59-63. ayetler, 1 ve 2. başlıkta) geçtiği üzere Yüce
Allah'ın: "Bunlardan sonra ise namazı terkeden, arzularına uyan bir kavim
geldi." (Meryem, 59) buyruğu da buna delildir.
Yine İbrahim'den şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Burada sözü edilen kişi, secde ettiği vakit sağına
soluna bakacak şekilde başını kaldıran kimsedir.
Kutrub dedi ki: Bu,
namazında Kur'an okumayan, Allah'ı zikretmeyen kişidir.
Abdullah (b. Mesud)'un
kıraatinde: "Onlar namazlarında (gaflet içinde) oyalanırlar"
şeklindedir.
Sa'd b. Ebi Vakkas dedi
ki: Peygamber (s.a.v.) Yüce Allah'ın: "İşte (böyle) namaz kılanların vay
haline ki! Onlar namazlarından gaflet içindedirler." buyruğu hakkında
şöyle buyurdu: "Bunlar namazı -ona gerektiği gibi önem vermeyip ve ona
aldırış etmediklerinden ötürü- vaktinden sonraya tehir edenlerdir. ''
Yine İbn Abbas'tan şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Bunlar gizli hallerde namazı terkeden fakat aleni
olarak namazı kıldıkları görülen kimselerdir: "Namaza kalktıkları vakit de
tembelce kalkarlar ... " (en-Nisa, 142)
Bu buyruğun münafıklar
hakkında indiğine delil Yüce Allah'ın: "Onlar hem riyakarlık yapanların ta
kendileridir" buyruğudur. İbn Vehb de Malik'ten böyle dediğini rivayet
etmiştir.
İbn Abbas dedi ki:
Şayet: "Namazlarında gaflet içindedirler" demiş olsaydı o vakit bu
buyruk, mü'minler hakkında olurdu.
Ata dedi ki:
"namazlarından" diye buyurup; "Namazlarında" diye
buyurmayan Allah'a hamdolsun.
ez-Zemahşeri dedi ki:
Şayet: "namazlarından" buyruğu ile "namazlarında" ifadesi
arasında nasıl bir fark vardır, diye soracak olursanız cevabımız şudur:
".....dan" ifadesi onların namazı terkedecek ve ona çok az aldıracak
şekilde namazdan gaflet içerisinde olduklarını anlatır. Bu ise münafıkların
işidir. Yahutta müslümanlar arasından fasık ve murdar kimselerin işidir.
" ... da" ise;
onlar namaz kılarken şeytan vesvesesi yahut içlerinden geçirdikleri bir düşünce
sebebi ile bazan namazlarında gaflete düşerler, demektir. Bundan ise
kurtulabilen bir müslüman hemen hemen yok gibidir. Resulullah (s.a.v.)'ın da
-başkası şöyle dursun- namazda yanıldığı olurdu. Bundan dolayı fukaha
yazdıkları eserlerinde "sehv secdesi" bahsini de yazmışlardır.
İbnu'I-Arabi dedi ki: Çünkü
(namazda) yanılmaktan kurtulmak imkansızdır. Rasülullah (s.a.v.) de, ashab-ı
kiram da namazlarında yanılmışlardır. Namazında yanılmayan herkes, aslında
namazı üzerinde iyice düşünmeyen, namazında okuduklarını akledip kavramayan,
bütün derdi namazlardaki sayıları tesbit etmek olan bir kimsedir. Böyle bir
kimse ise, kabukları yiyip, özü atan bir adama benzer. Peygamber (s.a.v.)'ın
namazında yanılmasının tek sebebi ise, namazdan daha büyük hususlar hakkında
düşünmesidir. Ancak, şeytanın kendisine hatırına hiç gelmeyecek şeyleri
getirmesi şunları şunları hatırla demesi sonucunda vesveseleri etkisi altında
kalan bir kimse, namazında yanılabilir ve sonunda kaç rekat kıldığını
şaşırabilir.
4- Namaz ve Riyakarlık:
"Onlar hem
riyakarlık yapanların ta kendileridir." Yani böyle bir kimse takiyye
(namaz kılmamaktan ötürü karşı karşıya kalacağı zorluklardan kurtulmak) için
namaz kıldığı halde, Allah'a itaat olsun diye namaz kıldığını gösterir. Fasık
gibi. Bu kimse aslında namaz kılan birisidir, denilsin diye namaz kılmakla
birlikte, ibadet olmak üzere namaz kıldığı izlenimini vermeye çalıŞır.
Riyakarlığın gerçek
mahiyeti, ibadet yolu ile dünyalık elde etmek isteğidir. Bunun kökü de
insanların kalblerinde yer edinmek arzusudur. Bunun ilk basamağı, kişinin din
ve dünyada maksat ve gidişini güzelleştirmeye çalışmaktır. Aslında bu
peygamberliğin cüzlerinden olmakla birlikte, riyakarca bu işi yapan kişi, böyle
davranmakla mevki elele etmek ve öğünmek istemektedir.
İkincisi, dünyada
zahidlik görüntüsü kazanmak maksadı ile kısa ve kaba elbiseler giyinerek
riyakarlık etmektir.
üçüncüsü, dünya ehline
kızdığını, işleyemediği hayır ve itaatler dolayısıyla üzüntülerini ve öğüt
verme halini izhar etmek suretiyle sözlü riyakarlıkta bulunmaktır.
Dördüncüsü, namaz kılıp
sadaka verdiğini göstermek yahutta insanlar görsün diye namazı güzelleştirmeye
çalışmak suretiyle riyakarlık yapmaktır.
Buna dair açıklamalar
uzun sürer. Bu (hususlar) onun (riyakarlığın) göstergesidir. Bu açıklamayı
İbnu'I-Arabi yapmıştır.
Derim ki: Riya,
hükümleri ve gerçek mahiyeti hakkında yeterli açıklamalar, bundan önce en-Nisa
(36. ayet, 1. başlıkta), Hüd (15. ayeti. başlıkta) ve el-Kehf Süresi (110.
ayet) sonlarında geçmiş bulunmaktadır.
5- Farz Olan Salih
Amellerin Açığa Vurulmasıyla Riyakarlık Sözkonusu Olmaz:
Farz olması halinde,
salih ameli açığa vurmakla kişi riyakarlık yapmış olmaz. Çünkü açıkça
yapılmaları ve gizli saklı işlenmemeleri, farz amellerin haklarındandır. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın farz kıldığı hususlarda
gizlilik saklılık olmaz.''
Çünkü bunlar İslamın
alametleri ve dinin şiarlarıdır. Diğer taraftan bunları terkeden bir kimse
yerilmeyi ve gazaba uğramayı hak eder. O halde bunları açıkça işlemekle zan
altında kalmaktan uzak durmak icab eder. Eğer işlenen amel nafile ise, o vakit
bunun gizlenmesi gerekir. Zira bir kimse nafile ameli terkettiğinden dolayı
kınanmaz, bundan dolayı da zan altında tutulmaz. Eğer kendisine uyulsun maksadı
ile bu nafile ameli açıkça işleyecek olursa, bu güzel bir iş olur. Çünkü
riyakarlık ancak amelini açıktan işlemekle, başkalarının görmesi ve böylelikle
salih bir kimse olmakla ondan övgüyle sözedilmek maksadının güdülmesi halinde
sözkonusudur.
Birilerinden rivayet
edildiğine göre; o mescidde şükür secdesine kapanıp o secdeyi uzatan bir kimse
görmüş. Ona: Eğer sen bu işi evinde yapmış olsaydın, bu ne kadar güzel olurdu!
Bu sözü ona söylemesinin sebebi, o kimsenin bu davranışıyla riyakarlık
yaptığını ve başkalarının bunu görmesini istediğini sezmesinden dolayıdır. Bu
anlamdaki açıklamalar, daha önce el-Bakara Suresi'nde Yüce Allah'ın:
"Sadakalarınızı açıkça verirseniz o ne güzeldir!" (el-Bakara, 271)
buyruğu açıklanırken ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır. Bundan dolayı da
Allah'a hamdolsun.
6- Yardımlaşmaya engel
olanlar:
"Hem maunu da
engellerler." buyruğu(nda geçen maun hakkı)nda oniki görüş vardır:
1. Maksat, mallarının
zekatıdır. ed-Dahhak, İbn Abbas'tan böyle rivayet etmiştir. Ali (r.a)'dan da
bunun gibi bir görüş rivayet edilmiştir. Malik de böyle demiştir.
Bundan maksat ise,
münafıkın zekatı engellediğidir. Ebu Bekr b. Abdu'lAziz, Malik'ten şöyle
dediğini rivayet etmiştir. Bana Yüce Allah'ın: "İşte (böyle) namaz
kılanların vay haline ki! Onlar namazlarından gaflet içindedirler. Onlar hem
riyakarlık yapanların ta kendileridir. Hem maunu da engellerler" buyruğu
hakkında şu açıklamalar ulaşmıştır: Münafık namaz kıldığı vakit riyakarlık
olsun diye namaz kılar. Namazını geçirirse bundan dolayı pişmanlık duymaz.
"Hem maunu" Allah'ın kendilerine farz kıldığı zekatı "da
engellerler" demektir.
Zeyd b. Eslem dedi ki:
Eğer zekatı gizli saklı verebilme imkanı olduğu gibi, namazı da gizli saklı eda
etme imkanı bulunsaydı hiçbir şekilde namaz kılmazlardı.
2. "Maun",
Kureyş lehçesinde mal demektir. Bu açıklamayı İbn Şilüb ve Said b. el-Müseyyeb
yapmıştır.
3. Bu; balta, çömlek,
ateş ve buna benzer evde kullanılan, birtakım ihtiyaç duyulan eşyanın hepsi
hakkında kullanılan genel bir isimdir. Bu açıklamayı İbn Mesud yapmıştır. İbn
Abbas'tan da bu görüş rivayet edilmiştir. elA'şa dedi ki:
"Onların semaları
bulutlanmayacak olursa, Maunu (suyu ve yağmuru) ile (Fırat'ın suları) ondan
daha cömert değildir."
4. ez-Zeccac, Ebu Ubeyd
ve el-Müberred'in naklettiklerine göre maun, cahi liye döneminde faydalı olan
her şeydir. Balta, tencere, kova, çakmaktaşı ve az çok faydalı olan herbir şey
demektir. Bunlar ayrıca el-A'şa'nın (yukarıdaki) beyitini zikretmişler ve şöyle
demişlerdir: İslam döneminde ise maun itaat ve zekattır. Buna delil olarak da
er-Rai'nin şu beyitlerini zikretmişlerdir:
"Ey Rahman'ın
halifesi! Biz öyle bir topluluğuz ki Hanifleriz, sabah akşam secde ederiz, Öyle
Araplarız ki, Yüce Allah'ın bizim mallarımızda Zekat hakkının bulunduğunu
indirilmiş bir hüküm olarak biliriz Biz hala İslam üzereyiz, hiçbir zaman
maunumuzu Engellemediğimiz gibi, tehlili (La ilahe illallah demeyi) de zayi
etmedik."
Bununla zekatı
kastetmektedir.
5. Maun, iğreti olarak
verilen şeyler demektir. Bu açıklama da İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir.
6. Maun, insanların kendi
aralarında karşılıklı olarak yaptıkları hertürlü maruf (iyilik) demektir. Bu
açıklamayı Muhammed b. Ka'b ve el-Kelbi yapmıştır.
7. Su ve ottur.
8. Sadece sudur.
el-Ferra dedi ki: Ben
Araplardan birisini: Maun; su demektir, dediğini duydum ve bana bu hususta şu
mısraı okudu: "Onun bulutu maunu (suyu) alabildiğince döker."
9. Maun: Hakkı
engellemek demektir. Bu açıklamayı Abdullah b. Ömer yapmıştır.
10- Mallardan sağlanan
faydaların kullanılmasıdır. Bu da az demek olan "el-ma'n"den
alınmıştır. Bu açıklamayı et-Taberi ve İbn Abbas yapmıştır. Kutrub dedi ki:
"Maün"un asıl anlamı azlıktır. "Ma 'n" az şey demektir.
Araplar: "Onun az olsun, çok olsun hiçbir şeyi yoktur" derler.
Yüce Allah'ın zekat,
sadaka ve bunlara benzer iyilikleri "maün" diye adlandırması bunların
çok arasından verilen az şeyler oluşundan dolayıdır.
Kimileri de şöyle
demiştir: "Maun';un aslı (yardımlaşmak anlamındaki):
"Maünet"den
gelmektedir. (Mim'den sonraki) "elif" (maünetin sonundaki)
"he" (yuvarlak te)'den bedeldir. Bu açıklamayı el-Cevherı
nakletmiştir.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
"Maün" kelimesi: "Yardım etti, eder" fiilinden ism-i
mef'uldür. "Avn" ise güç, araçlar ve işi kolaylaştırıcı yollarla
yardımcı olmak demektir.
11- Maun, itaat ve boyun
eğmek demektir. el-Ahfeş fasih bedevi bir Araptan şöyle dediğini nakletmiştir:
"Biz eğer konaklayacak olursak senin devene, sana "maünu"
verecek bir iş yapacağım." Bundan kasıt ise, sana boyun eğip, itaat edecek
(bir iş yapacağım)dir. Recez vezninde şair şöyle demiştir: "Sen onların burunlarına
halka takıldığını görecek olursan; Onlar (sana) boyun eğer yahut sana maunu
verirler (itaat ederler)."
12. Maün'un; su, tuz ve
ateş gibi engellenmesi helal olmayan şeyler olduğu da söylenmiştir. Çünkü Aişe
(r.anha) şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasülü dedim. Engellenmesi helal olmayan
şey nedir? Şöyle buyurdu: "Su, ateş ve tuz." Ben: Ey Allah'ın Resulü,
suyu anladım, ateş ve tuz da ne oluyor? dedim. Şöyle buyurdu: "Ey Aişe!
Ateş veren kimse sanki bu ateş ile pişirilen her şeyi sadaka olarak vermiş
gibidir. Tuz veren bir kimse de sanki bu tuz ile lezzeti yerine gelen
pişirilmiş bütün yemeği tasadduk etmiş gibidir. Her kim de suyun bulunduğu bir
yerde bir yudum su içirecek olursa, altmış canı hürriyetine kavuşturmuş gibidir
ve her kim suyun bulunmadığı bir yerde bir yudum su içirecek olursa, bir kişiye
hayat vermiş gibidir. Bir kimseye hayat veren bir kimse ise, bütün insanları
hayata kavuşturmuş gibidir.''
Bunu es-Sa'lebi
Tefsir'inde zikrettiği gibi, İbn Mace de Sünen'inde rivayet etmiştir. Senedinde
bir parça gevşeklik vardır. Bu da bu husustaki onikinci görüştür.
el-Maverdi dedi ki:
Bunun işlemesi kolay fakat Allah'ın ağırlaştırdığı şeylerle maünet (yardımcı
olmak) anlamına gelme ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İbn Abbas'ın azadlısı
İkrime'ye: Herhangi bir eşyayı vermeyen kimseye veyl sözkonusu olur mu? diye
soruldu. o: Hayır fakat bu üçünü bir arada yapana veyl olsun! Yani namazı
terkedip, riyakarlık yapan ve maünu vermeyerek cimrilik gösteren.
Derim ki: Sürenin
münafıklar hakkında olması daha uygun ve onlara daha yakışır. Çünkü bu üç
niteliği kendilerinde toplamışlardır: Namazı terketmek, riyakarlık yapmak ve
malda cimrilik göstermek. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Namaza
kalktıkları vakit de tembelce kalkarlar, insanlara gösterişyaparlar ve Allah'ı
ancakpek az anarlar."(en-Nisa, 142) Yine bir başka yerde şöyle
buyurmaktadır: "Namaza ancak üşene üşene gelirler. İnfaklarını da mutlaka
isteksiz yaparlar.'' (et-Tevbe, 54)
İşte bunlar, onların
(münafıkların) halleridir. Bunların gerçek bir müslümanda bulunması uzak bir
ihtimaldir. Eğer bir müslümanda bazıları bulunacak olursa, ona da azarın bir
parçası ulaşmış olur. Bu da muayyen olarak tesbit edilebilirse maümı men etmek
halinde sözkonusudur, namazı terketme halinde sözkonusu olduğu gibi. Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır.
Zaruret hali dışında
maünu engellemek, mürüvvet açısından çirkin bir iştir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
(Maün Süresi burada sona
ermektedir. Allah'a hamd olsun).
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN