|
FİL 1 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ أَلَمْ
تَرَ كَيْفَ
فَعَلَ
رَبُّكَ
بِأَصْحَابِ
الْفِيلِ |
1. Rabbinin Fil
sahiblerine ne ettiğini görmedin mi?
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- "Görmedin
mi?":
2- Fil Sahibleri:
3- Fil Sahipleri Olayı:
4- Fil Olayının Zamanı:
5- Fil Olayı
Peygamberin Mucizelerindendir:
1- "Görmedin
mi?":
"Görmedin mi"
sana haber verilmedi mi, demektir. Bilmedin mi, diye de açıklanmıştır. İbn
Abbas: Duymadın mı, diye açıklamıştır.
Lafız soru şeklinde
olmakla birlikte takrir (söyletmek) anlamındadır. Hitab Peygamber
(s.a.v.)'adır. Ancak umumidir. Benim Fil sahiblerine neler yaptığımı görmediniz
mi demektir. Yani sizler bunu gördünüz. Benim size olan bu lütfumu da bildiniz.
O halde size ne oluyor da iman etmiyorsunuz?
"Ne (nasıl)"
"Rabbinin ... ettiğini" buyruğu ile nasb mahallindedir.
İstifham anlamı dolayısıyla
(önceki) "görmedin mi" buyruğu ile nasbedilmiş değildir.
2- Fil Sahibleri:
"Fil
sahiblerine" buyruğundaki Filin mahiyeti bilinmektedir. Çoğulu: (...)
şekillerinde gelir. İbnu's-Sikkit; (...) diye çoğul yapılmaz demiştir.
Dişisine; (...) denilir. Filin sahibine (bakıcısına) da; (...) denilir.
Sibeveyh dedi ki:
"Fil" lafzının aslının "fu'l" vezninde olması ve (ikinci
harfi olan) "ye"den ötürü (birinci harfi) kesreli gelmiş olması
mümkündür. Nitekim: "Beyaz" ve: "Beyazlar" denilmesi de
buna benzemektedir.
el-Ahfeş dedi ki: Ancak
böyle bir şekil tekilde sözkonusu olmaz. Bu ancak çoğuıda sözkonusu olabilir.
"Fil görüşlü adam" görüşü zayıf demektir. Çoğulu (...) diye gelir.
"Zayıf görüşlü, firaseti yanlış adam" demektir. "Görüşü zayıfladı,
zayıflar, görüş zayıflığı"; "Onun görüşünü zayıf buldu, zayıf
bulmak" demektir. Zayıf görüşlü olan kimseye de; (...) denilir.
3- Fil Sahipleri Olayı:
Bu başlık, Fil sahibleri
olayı hakkındadır. Olay şöyledir: Ebrehe, San'a'da el-Kulleys'i inşa etmişti.
Bu kendi döneminde yeryüzünde benzeri görülmemiş bir kilise idi. Kendisi
hristiyandı. Sonra Necaşı'ye şöyle bir mektub yazdı: "Ey Kral! Ben senden
önce hiçbir kral için benzeri inşa edilmemiş bir kilise inşa ettim. Arap
hacılarını buraya çevirinceye kadar da işin arkasını bırakmayacağım. "
Araplar Ebrehe'nin,
Necaşi'ye yazdığı bu mektubu kendi aralarında söz konusu etmeye başlayınca,
nesi' (Kameri senenin Güneş senesine uyum) uygulamasını yapanlardan (Fukaym b.
Adiyoğullarından) bir adam, bu işe çok öfkelendi. Kalkıp, kilisenin bulunduğu
yere gitti. Orada abdest bozdu, sonra da çıkıp kendi diyarına geri döndü. Bu
durum Ebrehe'ye bildirilince, bu işi kim yaptı? diye sordu. Ona: Arapların
Mekke'de hac için kendisine gittikleri bu Evin (Kabe'nin) çevresindeki halktan
bir adam, senin "Arapların hacılarını buraya gelmeye mecbur edeceğim"
şeklindeki sözünü işitince öfkelendi ve gelip burayı pisledi, diye cevab
verildi. Bu da; senin bu kilisen bu işe layık değildir, anlamına gelir. Bunun
üzerine Ebrehe öfkelendi ve Evin üzerine yürüYüp, onu yıkacağına and içti.
Yanında bulunan bir adamı da Kinaneoğullarını bu kiliseyi hac etmeye davet
etsin, diye gönderdi. Kinaneoğulları -ki kilisenin içerisine pisleyen adamın da
mensub olduğu kabiledir- gönderilen bu adamı öldürdü. Bu uygulama Ebrehe'nin
öfkesini, kinini arttırdı.
Daha sonra Habeşlilere
verdiği emir üzerine Habeşliler savaş için hazırlandı, gereken şekilde
teçhizatlandılar. Beraberinde Fil ile birlikte yola koyuldu. Araplar bunu
işittiler. Bu işi büyük bir musibet olarak kabul ettiler ve dehşete kapıldılar.
Ancak onun Allah'ın
Beyt-i Haram'! olan Kabe'yi yıkmak istediğini işitince, ona karşı cihad etmeyi
de görev bildiler. Yemenlilerin eşrafından ve hükümdarlarından olan Zü Nefr
diye bilinen bir adam, onun karşısına çıktı, kendi kavmini ve çağrısını kabul
eden diğer Arapları Ebrehe ile savaşa, Allah'ın Beyt-i Haram'ını korumak ve
Ebrehe'nin Kabe'yi yıkıp, tahrib etmek isteğine karşı cihada çağırdı. Onun bu
çağrısını kabul edenler de oldu. Karşısına çıktı, onunla savaştı. Zü Nefr ve
beraberindekiler yenik düştü. Zü Nefr yakalanıp, Ebrehe'nin huzuruna esir
olarak götürüldü. Ebrehe, Zü Nefr'i öldürmek isteyince, Zü Nefr ona: Ey kral
beni öldürme! Çünkü benim seninle birlikte kalışım senin için beni öldürmekten
hayırlı olabilir, dedi. Ebrehe onu öldürmekten vazgeçti, yakınında onu zincire
vurup hapsetti. Ebrehe affedici ve tahammülkar birisi idi.
Daha sonra Ebrehe
Yemen'den çıkmasına sebep teşkil eden gayesını gerçekleştirmek üzere tekrar
yola koyuldu. Has'amlıların topraklarına ulaşınca, karşısına Has'amlı Nufeyl b.
Habib, Şehran ve Nahis kabileleri ve ona uyan diğer Arap kabileleri ile
birlikte karşı çıktı. Onunla çarpıştı, Ebrehe onu da yendi. Nufeyl de
yakalanıp, Ebrehe'nin huzuruna esir olarak götürüldü. Ebrehe onu öldürmek
isteyince, Nufeyl kendisine: Ey kral beni öldürme, ben sana Arap topraklarında
kılavuzluk edeceğim, dedi. Bu ellerim senin lehine Has'amın iki kabilesi Şehran
ve Nahis üzerine hakim olacak, onların sana dinleyip, itaat etmelerini
sağlayacaktır. Ebrehe onu da serbest bıraktı.
Nufeyl onunla birlikte
yola çıktı ve ona kılavuzluk etti. Taife gelince, Mesud b. Muattib,
Sakiflilerden bir takım kimseler ile karşısına çıktı. Ona: Ey kral dediler.
Bizler senin kullarınız. Senin sözlerini dinleyecek, emrine itaat edeceğiz.
Bizim sana muhalefetimiz sözkonusu değildir. Fakat bizim bu Evimiz -Lat için
yaptıkları evi kastediyorlar- senin yıkmak istediğin ev değildir. Senin
istediğin Mekke'deki Evdir. Bizler seninle birlikte sana oranın yolunu
gösterecek birilerini göndereceğiz, dediler. Ebrehe de onları affetti.
Ebrehe ile birlikte Ebu
Riğal adında birisini gönderdiler. Ebu Riğal onu el-Muğammis'e kadar götürdü.
el-Muğammis'te konaklayınca Ebu Riğal orada öldü, bu sebepten ötürü de Araplar onun
kabrini taşlayıp durdular. İşte insanların el-Muğammis denilen yerde
taşladıkları kabir onun kabridir. Bu hususta şair şöyle demiştir: "Ve ben
her yıl onun kabrini taşa tutarım, İnsanlar Ebu Riğal'in kabrini taşladıkları
gibi."
Ebrehe, Muğammis denilen
yerde konaklayınca Habeşliler arasından elEsved b. Maksud diye bilinen bir
adamı atlılarından bir grubun başına komutan olarak gönderdi. Esved Mekke'ye
varınca Kureyşlilerden Tihameliler ile diğerlerinin mallarını önüne katıp
götürdü. Bu arada Abdu'l-Muttalib b. Haşim'e ait ikiyüz deve de almıştı.
Abdu'l-Muttalib o sırada Kureyş'in büyüğü ve efendisi idi.
Kureyş, Kinane, Huzeyl
ve Harem bölgesinde bulunan diğerleri Ebrehe ile savaşmayı kararlaştırdı. Ancak
daha sonra ona güç yetiremeyeceklerini anlayınca bu işten vazgeçtiler.
Ebrehe, Himyerli
Hunata'yı Mekke'ye gönderdi ve ona şunları söyledi: Bu şehrin efendisinin ve en
şereflilerinin kim olduğunu sor. Sonra ona şöyle de:
Kral diyor ki: Ben
sizinle savaşmaya gelmedim. Ben bu Evi yıkmak için geldim, eğer siz bana karşı
savaşmayacak olursanız benim sizin kanınızı dökmeye ihtiyacım yoktur. Eğer o
şahıs benimle savaşmak istemiyor ise onu yanıma al, getir.
Hunata denilen şahıs
Mekke'ye girince, Kureyş'in efendisinin ve şereflesinin kim olduğunu sordu?
Ona: Haşim oğlu Abdu'l-Muttalib adını verdiler. Abdu'l-Muttalib'in yanına
varıp, Ebrehe'nin kendisine neleri emrettiğini ona söyledi. Abdu'l-Muttalib de
şu cevabı verdi: Allah'a yemin olsun ki, biz onunla savaşmak istemiyoruz.
Esasen bizim buna gücümüz de yetmez. İşte bu da Allah'ın haram olan Evi. Onun
dostu İbrahim (a.s)'ın Evi dedi; yahut buna benzer sözlerle ona cevab verdi.
Eğer Allah bu Evi Ebrehe'den gelecek zarara karşı koruyacak olursa şüphesiz ki
burası onun haremidir, onun Evidir. Şayet onu Evi ile başbaşa bırakacak olursa,
Allah'a yemin ederim ki, bizim onu geri çevirecek gücümüz yoktur. Bunun üzerine
Hunata ona: Haydi onun yanına gidelim, dedi. Çünkü o bana seni kendisine
götürmemi emretti.
Abdu'l-Muttalib onunla
birlikte beraberinde çocuklarından bir kaçını da alarak gitti. Nihayet
karargaha vardılar. Zü Nefr'i sordu. Onun eski bir arkadaşı idi. Hapiste
alıkonulduğu yerde onun yanına gitti ve ona: Ey Zü Nefr dedi. Başımıza gelen bu
işte senin bize bir fayda sağlayabilme imkanın var mıdır? Zü Nefr ona dedi ki:
Bir kralın elinde esir bulunan ve sabah akşam o kral tarafından öldürülmesini
gözetleyen bir adamın ne faydası olabilir? Başına gelen bu musibete karşı sana
hiçbir faydam olamaz. Şu kadar var ki Filin seyisi olan Uneys benim arkadaşımdır.
Ben ona haber göndereyim ve seni ona tavsiye edeyim. Senin hakkına riayet
etmesinin önemini ona anlatayım. Kralın huzuruna çıkman için sana izin
istemesini söyleyeyim. O zaman sen de istediğin gibi kralla konuşursun. Eğer
buna güç yetirecek olursa, o senin için kral nezdinde güzel bir şekilde
iltimasta bulunur.
Abdu'l-Muttalib: Bana bu
kadarı yeter dedi, zü Nefr, Uneys'e haber gönderdi ve ona Abdu'l-Muttalib,
Kureyş'in efendisi, Mekke pınarının (Aynu Mekke) sahibidir. Düz yerde insanlara, dağ başlarında yırtıcı
hayvanlara yiyecek verir. Kral bunun ikiyüz devesini ele geçirmiş bulunuyor.
Haydi sen onun huzuruna çıkması için izin iste ve elinden geldiği kadar kral
nezdinde ona faydalı olmaya çalış,
Uneys: Yaparım dedi,
Uneys, Ebrehe ile konuştu, ona şöyle dedi: Ey Kral! İşte Kureyş'in efendisi
senin kapında duruyor. Senin yanına girmek için izin istiyor. O Mekke pınarının
(Aynu Mekke) sahibidir. Düz yerlerde insanlara, dağ başlarında yırtıcı
hayvanlara yemek yedirir. Huzuruna girmesi için ona izin ver de ihtiyacı olan
hususlarda seninle konuşabilsin, Ebrehe, Abdu'l-Muttalib'e huzuruna girsin diye
izin verdi.
Abdu'l-Muttalib,
insanlar arasında oldukça gösterişli, azametli ve güzel simalı birisi idi,
Ebrehe onu görünce ona saygı gösterdi, onu kendisinden daha aşağı bir mertebede
oturtmak istemediğinden, Ebrehe tahtından indi, yaygısı üzerine oturdu ve
Abdu'l-Muttalib'i de yaygısı üzerinde yanında oturttu,
Sonra tercümanı vasıtası
ile şöyle dedi: Ona ihtiyacın nedir? diye sor. Tercüman ona bunu sorunca, Abdu'l-Muttalib
şöyle dedi: Benim ihtiyacım kralın (askerlerinin) ele geçirdiği, bana ait olan
ikiyüz deveyi geri vermesidir.
Abdu'l-Muttalib'in
söylediklerini Ebrehe'ye aktaran tercümana Ebrehe şunları söyledi.
Ona de ki: Seni
gördüğümde sen beni etkilemiştin, Fakat benimle konuşunca gözümden düştün, Sana
ait olup, ele geçirdiğim ikiyüz deve hakkında konuşuyorsun da senin ve
atalarının dini olup, kendisini yıkmak üzere geldiğin Ev hakkında hiçbir şey
söylemiyor, onunla ilgili benimle konuşmuyorsun,
Abdu'l-Muttalib ona şu
cevabı verdi: Ben develerin sahibiyim, O Evin ise bir sahibi (Rabbi) vardır,
onu koruyacaktır.
Ebrehe: Hayır, onu bana
karşı koruyamayacaktır, dedi, Abdu'l-Muttalib haydi sen istediğini yapmaya
giriş öyleyse, dedi,
Ebrehe ona develerini
geri verdi, Abdu'l-Muttalib, Kureyşlilere geri döndü ve onlara durumu bildirdi,
-Ordu kendilerine zarar verir korkusuyla- Mekke'den dışarıya çıkıp, dağların
tepelerinde ve dağların arasındaki geçitlerde korunmalarını emretti.
Daha sonra
Abdu'I-Muttalib kalkıp, Kabe'nin kapısının tokmağına yapıştı. Kureyşlilerden
bir kaç kişi de onunla birlikte kalkıp Allah'a dua ettiler, Ebrehe'ye ve
askerlerine karşı O'ndan yardım dilediler. Abdu'I-Muttalib Ka'be'nin kapısının
tokmağını yakalamış olduğu halde şunları söyledi:
"Allah'ım, şüphesiz
ki kul, Kendi evini korur, Sen de Beyt-i Haram'ının etrafında konaklamış
olanları koru! Galib gelmesin onların haçları Ve kuvvetleri haksızlıkla Senin
gücüne! Onlar Haram beldeye girerlerse, Bu Senin bize daha önce yapmadığın bir
iş olur."
Ka'be kapısının
tokmağını yakaladığı vakit şöyle söylediği de zikredilmiştir:
"Ey Rab! Ben onlara
karşı Senden başkasından ümit beslemiyorum Ey Rab! Sen onlara karşı Senin
himayendeki yasak bölgeyi koru! Şüphesiz Beytin düşmanı Sana düşmanlık
edenlerdir Şüphesiz onlar Senin güçlerini geriletemezler."
İkrime b. Amir b. Haşim
b. Abd-i Menaf b. Abdi'd-Dar b. Kusay daşöyle demiştir: "Allah'ım, rusvay
et el-Esved b. Maksud'u Hediyelik olduklarına dair alametler taşıyan o pekçok
deveyi yakalayanı. Hira ile Sebir dağları ile düzlükler arasında Onları
alıkoymaktadır, onlar bu develeri kovalamaktadırlar O bu develeri siyahi
gavurlara katmıştır Ki bunlar hiçbir mabud olmasın diye karar vermişlerdir
Sağlam direkli Beyt-i Haram'ı yıkmak istediler hem iki Merve'yi (Safa ile
Merve'yi) ve siyah Meşairleri (hac alametlerini) Rabbim, Sen ona ahdini
gerçekleştirme fırsatını verme! Sen her türlü hamde layık olansın."
ibn.İshak dedi ki: Daha
sonra Abdu'l-Muttalib Ka'be kapısının tokmağını bıraktı. O ve Kureyş'ten
beraberinde olanlarla birlikte dağların tepelerine çekilip orada korunmaya
çalıştılar. Ebrehe girdiği takdirde Mekke'ye neler yapacağını beklemeye
koyuldular.
Sabah olunca Ebrehe
Mekke'ye girmek için hazırlandı, Filini de hazırlayıp orduyu teçhizatlandırdı.
Filin adı "Mahmud" idi. Ebrehe'nin kararı Beyti yıkmak, sonra da
Yemen'e geri dönmekten ibaretti. Fili Mekke'ye yönl endirdiklerinde Nufeyl b.
Habib gelip Filin yanında durdu. Daha sonra Filin kulağını yakalayarak: Ey
Mahmud otur ve geldiğin yere selametle geri dön. Sen Allah'ın Haram
beldesindesin, dedikten sonra kulağını bıraktı. Fil de çöküverdi. Nufeyl b.
Habib de hızlıca koştu ve dağa tırmandı.
Kalksın diye Fili
dövdülerse de kalkmadı. Kalkması için bu sefer baltalarla başına vurmaya
başladılar, yine kalkmadı. Bastonları kalksın diye karnına soktular, yine
kalkmadı. Yemen'e dönmek üzere onu geri çevirdiler, kalkıp koşmaya başladı.
Yolunu Şam'a çevirdiler aynı şekilde, doğuya çevirdiler aynı şekilde yaptı.
Fakat Mekke'ye çevirdiklerinde yine çöktü. Allah üzerlerine Hatatif ve
Belesan'ı andıran deniz tarafından kuşlar gönderdi.
Herbir kuşun beraberinde
üç taş bulunuyordu. Birisi gagasında, ikisi ayaklarında idi. Bu taşlar nohut ve
mercimek taneleri gibi idi. Kime bunlardan isabet ederse mutlaka ölürdü.
Taşları hepsine isabet etmedi. Kaçarak geldikleri yoldan geri dönmeye
çalıştılar. Kendilerine Yemen'e gidecek yolu göstersin diye Nufeyl b. Habib'i
sordular.
Nufeyl b. Habib,
Allah'ın onların başına indirdiği intikam azabını görünce şöyle dedi:
"Kaçış nereye, arkadan takib eden o mutlak ilah ise? Eşram (Ebrehe) ise
yenik düşendir, galib değildir."
Yine Nufeyl şöyle
demiştir: "Kuşları görünce hamdettim Allah'a Ve üzerimize atılan taşlardan
da korktum Herkes Nufeyl'i sorup duruyordu, Sanki benim Habeşlilere borcum
varmış gibi."
Yolun her tarafında sağa
sola düşüp yığılıyorlar ve her tepenin başında ölüp gidiyorlardı. Ebrehe de
vücudundan isabet aldı. Onu alıp götürdüklerinde vücudu parmak ucu kadar küçük
parçalar halinde dökülüyordu. Vücudundan birer parça döküldü mü hemen onun
arkasından kan ve irin akıyordu. Nihayet onu San'a'ya alıp getirdiklerinde bir
kuş yavrusu gibi kalmıştı. Anlatıldığına göre, kalbi çıkacak şekilde göğsü
parçalanıncaya kadar ölmedi.
el-Kelbi ve Mukatil b.
Süleyman -biri diğerine göre fazla ve eksik anlatarak- dedi ki: Fil olayının
sebebi rivayet edildiğine göre şudur: Kureyşlilerden birtakım gençler
Necaşı'nin diyarına ticaret maksadı ile gitti. Deniz kıyısında Hristiyanlara
ait bir kilisenin yanında konakladılar. Hristiyanlar bu kiliseye Heykel adını
veriyorlardı. Yemek pişirmek maksadıyla bir ateş yaktılar, sonra bu ateşi
bırakıp gittiler. Esen şiddetli rüzgarlar ateşi kiliseye kadar ulaştırdı ve
kilise yandı.
Bu olayın haberi bir haberci
tarafından Necaşı'ye ulaştırıldı. O da öfkeyle dolup taştı. Kindelilerden
Ebrehe b. es-Sebbah, Hucr b. Şurahbil ile Ebu Yeksun adındaki kişiler ona
gelerek Kabe'yi yakmayı ve Mekke'yi esir almayı taahhüt ettiler
Çünkü kral Necaşi'nin
kendisi idi. Ebrehe ordu kumandanı, Ebu Yeksum hükümdarın yakın danışmanı idi,
veziri olduğu da söylenmiştir. Hucr b. Şurahbil de onun kumandanlarından idi.
Mücahid dedi ki: Ebu
Yeksum, Ebrehe b. es-Sabbah'ın kendisidir. Beraberlerinde fil de olduğu halde
yola koyuldular. Çoğunluk bu filin tek bir fil olduğu kanaatindedir. ed-Dahhak
ise sekiz fil demiştir Zu'I-Mecaz'e gelip konakladılar. Mekkelilerin otlayan
davarlarını önlerine katıp götürdüler Aralarında Abdu'l-Muttalib'in develeri de
vardı.
Çoban tehlikeyi haber
vermek üzere geldi, Safa'ya çıktı ve "(savaş ve tehlike zamanlarında
bağırılması adet olan şekilde): Ya sabahah (haberiniz olsun baskına uğradık)
diye feryat etti. Sonra da insanlara ordunun ve Filin gelişini haber verdi.
Abdu'I-Muttalib çıkıp
Ebrehe'ye doğru gitti, ondan develerini istedi. Necaşı'nin onlarla birlikte
olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır.
Kimileri Necaşı de
onlarla birlikte idi derken, çoğunluk Necaşı onlarla beraber değildi, demiştir.
Mekkeliler deniz
tarafından kuşların geldiğini görünce Abdu'I-Muttalib şöyle dedi: Bu kuşlar
bizim topraklarımızda görünen kuşlardan değildir. Bunlar ne Necid'de bilinen,
ne Tihame'de, ne de Hicaz'da görülen kuşlardır. Bu kuşlar bey arıları
andırıyordu. Bunların gagalarında ve ayaklarında taş vardı. Bunlar ordunun
üzerine gelince taşları üzerlerine bıraktılar ve sonunda helak olup gittiler
Ata b. Ebi Rebah dedi
ki: Kuşlar akşam vakti geldi, geceyi geçirdikten sonra sabah erkenden onlara
taşları attı.
el-Kelbi dedi ki:
Kuşların gagalarında küçük çakıl taşlarını andıran taşlar vardı. Herbir kuş
grubunun önünde onlara önderlik eden bir kuş vardı. Bu kuşun gagası kırmızı,
başı siyah, boynu uzundu.
Ordunun askerleri gelip
biraraya toplanınca kuşlar bunların üzerinden gagalarında bulunan taşları boşalttılar.
Herbir taşın üzerinde o taşla ölecek kişinin adı yazılı idi.
Her taşın üzerinde:
"Allah'a itaat eden kurtulur, O'na isyan eden helak olmuş olur" diye
yazdığı da söylenmiştir.
Daha sonra kuşlar
geldikleri yerden geri döndüler. el-Avfi dedi ki: Ben bu kuşlar hakkında Ebu
Said el-Hudri'ye soru sordum da o: Mekke'nin güvercinleri onlardandır, diye
cevab verdi. Denildiğine göre, taş; askerlerden birisinin miğferine düşüyor,
onun miğferini deliyor, beynine geçiyor. üzerinde bulunduğu fili ve bineği
delip geçiyordu. Şiddetli bir şekilde düştüğünden ötürü taş yerde kayboluyordu.
Fil sahibleri altmışbin
kişi idiler. Onlardan emirleri müstesna, kimse geri dönmedi. Onunla birlikte de
çok küçük bir topluluk geri dönebilmişti. Onlar da gördüklerini haber verip,
bildirince helak oldular.
el-Vakıdi dedi ki:
Ebrehe Rasülullah (s.a.v.)'ın dönemindeki Necaşi'nin dedesidir. Ebrehe ile
el-Eşrem aynı kişidir. Ona bu ünvanın veriliş sebebi ise Eryat ile görüş
ayrılığına düşmesi idi.
Öyle ki, biri diğerinin
üzerine yürüdü, sonra teke tek birbirleriyle döğüşmek kararında ittifak
ettiler. Kim galib gelirse yönetimi o ele alacaktı. Birbirleriyle teketek
çarpıştılar. Eryat cüsseli, iri yarı birisi idi. Elinde bir harbe bulunuyordu.
Buna karşılık Ebrehe ise kısa boylu, tıknaz birisi idi. Hristiyan olarak dindar
ve affetmeyi seven birisi idi. Ebrehe ile birlikte İtvede diye bilinen bir
veziri vardı. Eryat yaklaşınca Eryat elindeki harbeyi Ebrehe'nin başına
indirdi.
Bu harbe Ebrehe'nin kafasına
düştü, gözünü, burnunu, alnını ve dudağını yardı. Bundan dolayı ona
"el-Eşrem" adı verildi. İtvede Eryat'ın üzerine hamle yapıp, onu
öldürdü Böylelikle Habeşistanlılar Ebrehe'nin emri altında birleşmiş oldu.
Necaşı bu işe kızdı ve
Ebrehe'nin perçemini keseceğine, onun topraklarını çiğneyip geçeceğine yemin
etti. Bunun üzerine Ebrehe kendi perçemini kesti ve bir kaba kendi arazisinin
topraklarını doldurup, bunları Necaşı'ye gönderdi ve şöyle dedi: O senin
kulundu, ben de senin kulunum. Ben Habeşlilerin işlerini daha güzel yola
koyarım. Perçemimi kestim ve sana kendi arazimin topraklarını gönderdim. Onları
çiğnemeni ve böylelikle yeminini yerine getirmeni istedim. Bunun üzerine Necaşı
ondan hoşnut oldu.
Daha sonra Ebrehe
-önceden de geçtiği üzere- Arapların hacılarının oraya gelmesini sağlamak
amacıyla San'a'da bir kilise inşa etti.
4- Fil Olayının Zamanı:
Mukatil dedi ki: Fil
yılı Peygamber (s.a.v.)'ın doğumundan kırk sene önce idi.
el-Kelbi ile Ubeyd b.
Umeyr dedi ki: Fil olayı Peygamber (s.a.v.)'ın doğumundan 23 sene önce olmuştu.
Ancak sahih olan Peygamber (s.a.v.)'den gelen şöyle dediğine dair rivayettir:
"Ben Fil olayının olduğu sene dünyada geldim." Ondan: "Fil
günü" dediği de rivayet edilmiştir kim bunu el-Maverdi Tefsir'inde nakletmiştir.
A'lamu'n-Nubuvve adlı
eserde de şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) rebiu'l-evvel ayının 22. günü
dünyaya geldi ve bu Filden elli yıl sonra idi. Rumların takviminde ise bu
Hürmüz b. EnuŞirvan'ın hükümdarlığa geçiş tarihinden itibaren onikinci yılın 20
şubatına denk geliyordu. Ebu Cafer et-Taberi'nin naklettiğine göre Peygamber
(s.a.v.) EnuŞirvan'ın krallığının 42. yılında doğmuştur.
Peygamber (s.a.v.)'e
annesi Amine'nin muharremin onuncu (aşure) günü gebe kaldığı, ramazan ayının
onikinci günü pazartesi dünyaya geldiği ve böylelikle hamilelik süresinin tam
sekiz ay ve dokuzuncu aydan da iki gün ile tamamlandığı da söylenmiştir.
Bir diğer görüşe göre
Peygamber muharrem ayının onuncu (aşure) günü dünyaya gelmiştir. Bunu İbn Şahin
Ebu Hafs "Fedail-u Yevm-i Aşura" adlı eserinde nakletmiştir.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
İbn Vehb, Malik'ten şöyle dediğini nakletmiştir: Rasulullah (s.a.v.) Fil yılı
dünyaya gelmiştir. Kays b. Mahleme dedi ki: Ben ve Rasulullah (s.a.v.) Fil
senesi dünyaya geldik.
İnsanlar Malik'ten şöyle
dediğini rivayet etmişlerdir: Kişinin kendi yaşını haber vermemesi onun
mertliğindendir. Çünkü eğer yaşı küçükse onu küçük görürler, büyükse onu
kocamış, ihtiyar kabul ederler. Ancak bu zayıf bir görüştür. Çünkü Malik ilim
adamları arasında ona en çok uyan birisi olarak Rasulullah (s.a.v.)'in yaşını
haber verirken kendi yaşını gizleyecek değildi. Dolayısıyla küçük olsun, büyük
olsun kişinin kendi yaşını bildirmesinde bir sakınca yoktur.
Abdu'l-Melik b. Mervan,
Attab b. Esid'e: "Sen mi (yaşça) daha büyüksün yoksa Peygamber (s.a.v.)
mı''? diye sordu. Attab şöyle dedi: Peygamber (s.a.v.) benden daha büyüktür,
fakat ben ondan daha yaşlıyım. Peygamber (s.a.v.) Fil senesi dünyaya geldi, ben
ise o Filin seyisini ve onu çekeni insanlardan kendilerine yiyecek bir şeyler
vermesini isteyen kör ve kötürüm olarak gördüm.
Hakimlerden birisine:
Kaç yaşındasın diye sorulmuş, o da: Peygamber (s.a.v.) Attab b. Esid'i Mekke
valiliğine tayin ettiği zamanki yaştayım, demiş. O vakit onun yaşı yirmiden
aşağı idi.
5- Fil Olayı
Peygamberin Mucizelerindendir:
İlim adamlarımız der ki:
Daha sonraları Fil olayı, Peygamber (s.a.v.)'ın mucizelerinden birisi olmuştur.
Bu olay, peygamberden ve onun peygamberliğinin doğruluğu hususunda meydan
okumasından önce olmuş olsa dahi böyledir. Çünkü Fil olayı Peygamber
efendimizin durumunu pekiştirici ve onun halini hazırlayıcı bir özellik taşır.
Resülullah (s.a.v.),
onlara bu süreyi okuduğunda Mekke'de bu olayı görmüş çok sayıda kimse vardı.
Bundan dolayı; "Görmedin mi" diye buyurmaktadır. Mekke'de olup da
Fil'i çeken ve onu arkadan yeden şahısları insanlardan dilenen kör kimseler
olarak görmemiş hiçbir kimse yoktu. Aişe (r.a) yaşının küçüklüğüne rağmen şöyle
demiştir: Ben Fili çeken ile onu yedeni kör, insanlardan yiyecek bir şeyler
dilenen dilenciler olarak gördüm.
Ebu Salih dedi ki: Ebu
Talib'in kızı Um Hani'nin evinde o taşlardan yaklaşık iki kafiz kadarını
gördüm. Bu taşlar siyah olup, üzerlerinde kırmızı çizgiler vardı.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN