ADİYAT 1 / 2 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ وَالْعَادِيَاتِ
ضَبْحاً {1} فَالْمُورِيَاتِ
قَدْحاً {2} |
1.
Andolsun harıl harıl koşan (at)lara,
2.
Tırnaklarıyla ateş çıkartanlara,
"Andolsun harıl
harıl koşan (at)lara" buyruğunda kastedilen koşan atlardır. genel olarak bütün
müfessirlerle, dilciler böyle demiştir. Allah yolunda koşarak hırıltı çıkartan
atlar demektir. Katade dedi ki: Koştuğu vakit hırıltı çıkartan atlar
kastedilmiştir. el-Ferra dedi ki: "Atların koşmaları halinde nefes alıp
verirken çıkardıkları ses" demektedir.
İbn Abbas dedi ki:
Hayvanlar arasında at, köpek ve tilki dışında hırıltı çıkartan yoktur.
Denildiğine göre;
atların hırıltısı anlaşılmasın ve böylelikle düşman onların gelişini bilmesin
diye ağızları bir şeyle kapatılırdı. Bundan dolayı bu halde iken güçlü bir
şekilde nefes alır, verirlerdi.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Yüce Allah Muhammed (s.a.v.)'a yemin ederek: ''Yasin. Çok hikmetli Kur'an hakkı
için" (Yasin, 1-2) diye buyurmuştur. Onun hayatına yemin ederek:
"Hayatın hakkı için, onlar gerçekten sarhoşlukları içinde şaşkın bir
haldedirler" (el-Hicr, 72) diye buyurmuştur. Onun atlarına, atlarının
hırıltılarına, tozlarına, toynaklarının taşlardan ateş çakmasına yemin ederek:
"Andolsun harıl harıl koşan (at)lara ... " diye -beş ayet-i kerimede-
yemin etmektedir.
Dilciler dedi ki: ...
(Şair şöyle demiştir): "Kanları şiddetle fışkırtan bir mızrak darbesi ki;
Onu atların dönüşü sırasında (ya da; Göğsünde) indirdim,"
Görüldüğü gibi şair burada
(el-Adiye ile) atları kastetmektedir. Bir başka şair de şöyle demektedir:
"Ve koşan atlarda yol yol görünen kan izleri Sanki onların boyunları meyve
yüklü dallara destek olmuş çubuklar gibidir,"
Şair (burada da aynı
kelime ile) atları kastetmektedir. Antere de şöyle demiştir: "Atlar da
bilir koştuklarında Harıl harıl ölüm havuzlarında"
Bir diğer şair de şöyle
demektedir: "Eğer atlar(ımız) Irak Sevadında harıl harıl koşmazsa Bana da
Yemen'in Tubba'ı demesinler,"
Dilciler de şöyle
demiştir: "Hırıltı çıkarmak" aslında tilkiler hakkında kullanılır.
Sonradan istiare yoluyla atlar için de kullanılır olmuştur. Bu da Arapların
ateşin bir kimsenin rengini değiştirip, ancak bu işi aşırıya götürmemesi
halinde kullandıkları: "Ateş onun rengini değiştirdi" tabirlerinden
alınmıştır. Şair de şöyle demiştir: "Bizler (ateşin alevi ile) kızarıp
pişecek hale gelince Alevonun rengini değiştirdi ve azıcık kararttı."
"Rengi az miktarda
siyaha doğru değişti" demektir. Şair şöyle demiştir: "Benim rengim
siyaha doğru değişmeden önce ona bağlanmıştım."
Bu hayvanlar ancak
korkmak, yorulmak ya da bir şeyleri ümit etmek gibi durumlarında bir değişiklik
olursa, hırıltı çıkartırlar.
"Harıl harıl"
lafzı mastar (meful-i mutlak) olarak nasb edilmiştir ki; "Harıl harıl
koşmakta olan atlara" demek olur. "Kül" manasına da gelir.
Basralılar; (...)'in hal
olarak nasbedildiğini söylemişlerdir. Bunun hal konumunda mastar (meful-i
mutlak) olduğu da söylenmiştir. Ebu Ubeyde dedi ki: "Atlar yürüdü, yol
aldı" demektir. Yine Ebu Ubeyde; (...) ile (...)'ın "koşmak ve
yürümek" anlamında olduklarını söylemiştir. el-Müberred de böyle demiştir:
"Yürümek halinde ön ayaklarını uzatmak" demektir.
Rivayet olunduğuna göre
Rasülullah (s.a.v.) Kinaneoğullarından birtakım kimselerin üzerine bir seriye
gönderdi. Bu seriyeden beklediği haber gecikti. Başlarına ensardan el-Münzir b.
Amr'ı kumandan tayin etmişti ki, aynı zamanda (Akabe'deki) nakiblerden birisi
idi. Münafıklar: Gönderilenler öldürüldü, diye şayia çıkardılar. İşte bu süre
Peygamber (s.a.v.)'e bu seriyeye gidenlerin esenlik içerisinde olduklarını
haber vermek ve ona üzerlerine gönderdiği kimselere baskın yaptıkları müjdesini
bildirmek üzere nazil oldu.
Burada sözü edilen
"koşan"lardan kastın atlar olduğunu söyleyenler arasında İbn Abbas,
Enes, el-Hasen ve Mücahid de vardır. Maksat, üzerinde müminIerin gazaya çıktığı
atlardır. Haberde şöyle denilmektedir: "Gazinin atına gerektiği gibi saygı
beslemeyen kimsede bir çeşit münafıklık vardır."
İkinci bir görüşe göre
maksat develerdir. Müslim dedi ki: Bu hususta İkrime ile tartıştım. İkrime dedi
ki: İbn Abbas bunlardan maksat atlardır dedi. Ben de; Ali de bunlardan maksat
hacdaki develerdir. Benim efendim ise senin efendinden daha bilgilidir, dedim.
eş-Şa'bi dedi ki: Ali ve
İbn Abbas (r.anhum); "harıl harıl koşanlar" hakkında tartıştılar.
Ali: Bunlar hac esnasında koşup giden develerdir, dedi. İbn Abbas atlardır.
Nitekim Yüce Allah'ın: "Derken orada toz çıkaranlara" diye
buyurduğuna bakmaz mısın? Bu tozu ancak toynaklarıyla çıkartır değil mi? Ve hiç
develerin hırıltısı olur mu? diye cevap verdi. Ali şöyle dedi: Hayır, durum
dediğin gibi değildir. Bedir günü bizimle birlikte Mikdad'a ait ablak bir at
ile Mersed b. Ebi Mersed'e ait bir atın dışında hiç birimizin atı olmadığını
gördük. Daha sonra Ali şöyle dedi: Sen insanlara bilgin olmaksızın nasıl fetva
verirsin? Allah'a yemin ederim, Bedir, İslam tarihinde yaptığımız ilk gazvedir.
Beraberimizde biri Mikdad'a, diğeri ez-Zübeyr 'e ait iki atın dışında at yoktu.
nasıl olur da bu atlar "harıl harıl koşanlar" olabilir? Harıl harıl
koşanlar Arafe'den, Müzdelife'ye ve Müzdelife'den Arafe'ye koşup giden
develerden başkası olamaz. İbn Abbas dedi ki: Bunun üzerine ben (kendi
görüşümden vazgeçerek) Ali'nin görüşünü kabul ettim. İbn Mesud, Ubeyd b. Umeyr,
Muhammed b. Ka'b ve es-Süddi de böyle demişlerdir. Abdu'l-Muttalib'in kızı
Safiye'ye ait olan şu beyitte de bu anlamda kullanılmıştır: "Hayır ...
Cem' (Müzdelife) sabahı koşup da Ön ayaklarından tozun kalktığı adiyata
(develere) yemin olsun"
Görüldüğü gibi burada
şair (el-adiyat) ile develeri kastetmektedir. Onlara bu ismin veriliş sebebi;
(...)'den türeyen bir kelime oluşudur. Bu ise hızlıca yürürken ayaklar
arasındaki mesafenin uzak olmasını anlatır. Bir başka şair de şöyle demiştir:
"Arkadaşım, o koşan
develer arasında bir asil dişi deve gördü ki; Ve onun benzerlerini güçlü,
kuvvetli ve ekşi otlar yiyen develer arasında gördü."
"Adiyat"ın
develer olduğunu söyleyenlere göre; Yüce Allah'ın: "Harıl harıl (anlamı
verilen)" buyruğu, (...) anlamında kullanılmış demektir. Buna göre
"ha" harfi "ayn" harfinin yerine kullanılmıştır. Çünkü;
(...) denilir ki; bu da "develerin yürümeleri esnasında boyunlarını
uzatmaları" demektir.
el-Müberred dedi ki:
"Yürüme esnasında ön ayaklarını uzatmaları" demektir. (Ha harfi ile);
(...) çoğunlukla atlar hakkında kullanılır. ("Ayn" harfi ile); (...)
de develer hakkında kullanılır. Bazan "ha" harfi "ayn"
yerine kullanılabilir.
Ebu Salih dedi ki: Atlar
hakkında: "Hırıltılı nefes almak" demektir. Develer hakkında ise
nefes almaları anlamındadır.
Ata dedi ki: At, tilki
ve köpek dışında hırıltı çıkartan başka bir hayvan yoktur. Bu açıklama İbn
Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Arapların: "Tilki hırladı" denildiği
gibi; başka şeyler hakkında da bu fiili kullandıklarına dair dilcilerin
açıklamaları daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Şair Tevbe şöyle demiştir:
"Eğer Leyla
el-Ahyeliyye selam verse bana üzerimde yığın yığın toprak ve büyük taşlar da
bulunsa Sevinçle selamını alarak şüphesiz cevap veririm ona, Ya da kabrin
yanından ses veren biri inleyerek ona karşılık verir."
(Şiirdeki:):
"Seslendi, bağırdı" demektir. Her: ''Bağıran" anlamındadır.
"Feryad" demektir.
"Tırnaklarıyla ateş
çıkartanlara" buyruğu hakkında İkrime, Ata ve edDahhak şöyle demişlerdir:
Bunlar toynaklarıyla ateş çıkartmaları halindeki atlardır. Bu açıklama İbn
Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Yine ondan gelen rivayete göre toynaklarıyla
toz çıkartanlar, demektir. Ancak bu ateş çakmak (kıvılcım çakmak) şeklinde
ondan gelen diğer rivayetlere aykırıdır. Bu (toz Çıkarmak) ancak develer
hakkında sözkonusudur.
İbn Ebi Necih,
Mücahid'den: "Andolsun harıl harıl koşanlara, tırnaklarıyla ateş
çıkartanlara" buyruğu hakkında İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet
etmektedir: Bu, savaş halinde ve hac hakkındadır.
İbn Mesud dedi ki:
Maksat çakıl taşlarını ayakları ile çiğneyerek onlardan ateş çıkmasıdır.
(...)'ın asıl anlamı "bir şeyi çıkartmaya çalışmak ve çıkartmak"
demektir. Pınardan iyi olmayan su çıktığını anlatmak üzere kullanılan; (...)
ifadesi de buradan gelmektedir. "Çakmak taşını çaktım" denilir.
"Yemek suyunu avuçladım"; "Suyu el ile avuçlanabilen (derin
olmayan) kuyu," demektir. "Tencerenin dibinde kalıp da zorlukla
(kepçeyle) alınan (yemek)" demektir. "Kendisi ile ateş çakılan (çakmak)"dır.
"Ateş yakan taşa" denilir. "Çakmak taşının alevi çıktı,
çıkar" demektir. Bu fiilin mazisi bir başka şekilde (kesreli olarak);
(...) diye de kullanılabilir. Buna dair açıklamalar daha önce el-Vakıa
Süresi'nde (70-73. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Ateş
çıkartmak" buyruğunun nasbedici; "Harıl harıl" lafzını nasbeden
ile aynıdır.
Bu ayetlerin atlar
hakkında olduğu söylenmiştir. Ancak onların "tırnaklarıyla ateş
çıkartmaları" atların sahipleri ile onların düşmanları arasında savaşın
şiddetlenmesi demektir. Nitekim savaşta ordular birbirlerinin içine girdiği
vakit kullanılan: "Tandır kızıştı" tabiri de bu kabildendir. Şanı
Yüce Allah'ın: "Onlar ne zaman bir savaş ateşi yakmak isteseler Allah onu
söndürür" (el-Maide, 64) buyruğunda da bu anlam dile getirilmiştir. Bu
anlamdaki açıklamalar İbn Abbas'tan rivayet edildiği gibi Katade de böyle
demiştir.
Yine İbn Abbas'tan
nakledildiğine göre, burada "ateş çakanlar"dan maksat; yiğitlerin
savaşta başvurdukları hile ve tuzaklar demektir. Mücahid ve Zeyd b. Eslem de
böyle demiştir. Araplar biri diğerine bir hile ve tuzak kurmak istediği vakit;
"Allah'a yemin ederim sana bir tuzak kuracağım, sonra da sana bunun
ateşini göstereceğim" tabirini kullanırlar.
İbn Abbas'tan gelen bir
başka açıklamaya göre bunlardan maksat, ihtiyaçları ve yemeklerini pişirmek
için geceleyin ateş yakan gazilerdir. Ondan gelen bir diğer rivayete göre bu,
düşmanı korkutmak için mücahidlerin çokça yanan ve çok görünen ateşi demektir.
Düşmana yaklaşan herkes düşmanı kendisini çok zannetsin diye çok miktarda ateş
yakar. İşte bu buyruk, buna bir yemindir.
Muhammed b. Ka'b dedi
ki: Bu bir araya getirilen ateştir. Hile ve tuzak ateşini yakan yiğitlerin
ortaya attıkları fikirlerdir, diye de açıklanmıştır.
İkrime ise şöyle demiştir:
Bu büyük ve etkili konuşmaları dolayısıyla ateşin yakılmasına sebeb teşkil eden
yiğit kimselerin dilleridir. Ortaya koydukları deliller, açıkladıkları
belgeler, vuzuha kavuşturdukları gerçek ve batılı çürütmek süreti ile bunu
gerçekleştirirler.
İbn Cüreyc'in rivayetine
göre birisi de şöyle demiştir: Çakmak taşının ateş çakıp etrafı aydınlattığı
gibi, işleri ve davranışları başarıya ulaştıran kimseler kastedilmektedir.
Derim ki: Bu açıklamalar
mecazi anlama göre yapılmıştır. Arapların: "Filan kişi sapıklığın taşını
çakmağıyla aydınlatır." ifadeleri bu kabildendir. Birinci açıklama ise
hakikattir. Çünkü atlar aşırı derecedeki koşmaları dolayısı ile toynaklarıyla
kıvılcım çakarlar.
Mukatil dedi ki: Araplar
bu çakılan ateşe "naru ebi hubahib" adını verirler. Ebu Hubahib ise
cahiliye döneminde Mudarlı yaşlı bir kimse olup en cimrilerden birisi idi.
Herkes uyumadıkça ekmek pişirmek ya da başka bir maksatla ateş yakmazdı. Herkes
uyuduktan sonra da kimi zaman alevlenen, kimi zaman alevi dinen çok az miktarda
bir ateş yakardı. Birisi bu ateş dolayısı ile uyanacak olursa, o ateşten
istifade etmesini arzu etmediğinden hemen söndürüverirdi. O bakımdan Araplar bu
tür ateşi (kıvılcımları) Ebu Hubahib'in ateşine benzetmişlerdir. Çünkü böyle
bir ateşle (kıvılcımlarla) fayda sağlanmaz. Aynı şekilde kılıç miğfere isabet
ettiğinde de bir ateş (kıvılcım) çakar. İşte ona da bu ismi verirler.
Nabiğa şöyle demiştir:
"Hiçbir kusurları yoktur onların kılıçlarında Karşılarına çıkan askeri
birliklerle çarpışmaktan ötürü meydana gelen körelmenin dışında Kat kat
dokunmuş Seluki zırhını biçerler,
Ve enlice taşlarda
Hubahib ateşini (kıvılcımlarını) çakarlar."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN