BELED 17 / 20 |
ثُمَّ
كَانَ مِنَ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
وَتَوَاصَوْا
بِالْمَرْحَمَةِ
{17} أُوْلَئِكَ
أَصْحَابُ
الْمَيْمَنَةِ
{18} وَالَّذِينَ كَفَرُوا
بِآيَاتِنَا
هُمْ
أَصْحَابُ
الْمَشْأَمَةِ
{19} عَلَيْهِمْ
نَارٌ
مُّؤْصَدَةٌ
{20} |
17.
Bundan sonra da, iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye, merhameti tavsiye
edenlerden olmasıdır.
18. İşte
bunlar, Meymenet sahibleridir.
19.
Ayetlerimizi inkar edenler ise, onlar, Meş'eme sahiplerinin ta kendileridir.
20.
Üzerlerinde de kapıları sımsıkı kapatılmış bir ateş vardır.
"Bundan sonra da,
iman edenlerden ... olmasıdır." Yani köle azad eden yahut açlığın yaygın
olduğu bir günde yemek yediren bir kimse, iman edenlerden yani tasdik
edenlerden olmadıkça, o sarp yokuşu aşamaz, Çünkü itaatlerin kabul edilmesinin
şartı Allah'a iman etmektir. Allah'a iman olmadıktan sonra infakta bulunmanın
faydası yoktur Aksine yapılan itaatlerin iman ile birlikte olması gerekir. Yüce
Allah, münafıklar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Harcamalarının onlardan
kabul edilmesini engelleyen sadece şudur:
Onlar Allah'a ve
Rasulüne (inkar ile) kafir olmuşlardır." (et-Tevbe, 54)
Aişe (r.anha) dedi ki:
Ey Allah'ın Resulü! İbn Cüd'an cahiliye döneminde akrabalık bağını gözetir,
yemek yedirir, esiri kurtarır, köleyi özgürlüğüne kavuşturur, Allah için
develeri üzerinde (karşılıksız) yolcuları taşırdı. Bunun ona hiç faydası olur
mu? Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, çünkü o bir gün olsun, Rabbim din
(kıyamet) gününde bana günahımı bağışla, demedi.''
Şöyle de açıklanmıştır:
"Bundan sonra da iman edenlerden ... olmasıdır" buyrukları şu
demektir: Yani o, bu işleri mü'min olarak yapmış olmalıdır ve vefat edinceye
kadar da imanı üzere kalmalıdır. Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın şu
buyruklarıdır: "Muhakkak Ben tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyip,
hidayet üzere olana da çok çok mağfiret ediciyim." (Ta-Ha, 82)
Bir diğer açıklamaya
göre anlam şudur: Sonra bu işlerin, Yüce Allah'ın nezdinde, kendilerine fayda
sağlayacağına inanan, iman edenlerden olmasıdır. O, bu yakınlaştırıcı
ibadetleri, Allah için yapıp, sonra da Muhammed (s.a.v.)'a iman etmesidir.
Hakim b. Hizam, müslüman
olduktan sonra dedi ki: Ey Allah'ın Rasülü!
Bizler cahiliye
döneminde birtakım amellerle Allah'a ibadet edip ona yakınlaşmaya çalışıyorduk.
Onların bize bir faydası olur mu? Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Geçmişinde işlediğin hayırlar (baki kalmak) üzere müslüman oldun.''
Buradaki;
"Sonra"nın "vav: ve" anlamında olduğu da söylenmiştir.
" ... Ve köle azad eden ve açlığın yaygın olduğu bir günde yemek yediren
bu kimse, iman edenlerden idi(dir)" demektir.
"Birbirlerine"
karşılıklı olarak "sabrı tavsiye" yaratılmışlara "merhameti
tavsiye edenlerden olmasıdır." Onlar, bunu yaptıkları takdirde, yetime de,
yoksula da merhametli olurlar, şefkat duyarlar.
"İşte bunlar
Meymene sahibleridir." Yani kitapları kendilerine sağ taraflarından
verilecek olanlardır. Bu açıklamayı Muhammed b. Ka'b el-Kurazi ve başkaları
yapmıştır. Yahya b. Sellam dedi ki: Çünkü onlar kendilerine karşı meymenetli
(uğurlu) kimselerdir. İbn Zeyd dedi ki: Çünkü onlar (böyle hareket edenler)
Adem (a.s)'ın yemin (sağ) tarafından alınmışlardır. Onların konumları sağda
olacaktır, diye de açıklanmıştır ki bu açıklamayı da Meymun b. Mihran
yapmıştır.
"Ayetlerimizi"
yani Kur'an-ı Kerim'i "inkar edenler ise onlar Meş'eme sahiblerinin ta
kendileridir." Yani kitaplarını sol taraflarından alacak olanlardır. Bu
açıklamayı Muhammed b. Ka'b yapmıştır. Yahya b. Sellam dedi ki: Çünkü bunlar
bizzat kendilerine uğursuz kimselerdir. İbn Zeyd dedi ki: Çünkü bunlar Adem
(a.s)'ın sol tarafından yaratılmışlardır. Meymun (b. Mihran) da, çünkü onların
bulunacakları yer sol taraftır, diye açıklamıştır.
Derim ki: Bütün bu
görüşleri şöyle bir açıklama bir arada kapsar: Meymene sahibleri
cennetliklerdir, Meş'eme sahibleri de cehennemlik olanlardır. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Ashabu'l-Yemin ne şerefli ashabu'lYemindir.
Dikensiz Arabistan kirazı altında ... " (el- Vakıa, 27-28) diye
buyurduktan sonra: "Ashabu'ş-Şimal ne bedbaht ashabu'ş-Şimal'dir!
Beyinlerine kadar işleyen bir sıcaklıkta (olacaklardır)" (el-Vakıa, 41-42)
diye buyurmaktadır. Benzeri diğer buyruklarda (bunu açıklamaktadır).
"Kapatılmış ve
kilitlenmiş" demektir. Şair şöyle demiştir: "Devem Mekke'nin
dağlarına özlem duyuyor, Fakat onun karşısında San'a kapıları kapalı ve kilitli
bulunuyor."
İçinde ne olduğu
bilinmeyen, müphem, belirsiz, diye de açıklanmıştır. Dilciler: "Kapıyı
kilitledim" derler (yani fiili ilk harfini "vav"h ya da henneli
olarak kullanırlar.) Bu fiili: "Kilitledim" diyerek
("vav"h) kullananlara göre isim; (...) gelir. Bunu: (...) diye kullananların
kullanışına göre de isim: (...) diye gelir.
Ebü Amr, Hafs, Hamza,
Yakub, el-Kisai'den eş-Şeyzeri, burada ve "Hümeze" (8. ayet-i
kerime)de (...) şeklinde hemzeli, diğerleri ise hemzesiz okumuşlardır. Bu iki
okuyuş da iki ayrı söyleyiştir. Ebü Bekr b. Ayyaş'tan şöyle dediği
nakledilmiştir: Bizim (bu lafzı) "hemzeli" olarak; (...) diye okuyan
bir imamımız vardır. Onun bu okuyuşunu duyduğum vakit kulaklarımı tıkamak
istiyorum.
(Beled Süresi burada
sona ermektedir. Allah'a hamd olsun).
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN