ABESE 24 / 32 |
فَلْيَنظُرِ
الْإِنسَانُ
إِلَى
طَعَامِهِ {24}
أَنَّا
صَبَبْنَا
الْمَاء
صَبّاً {25}
ثُمَّ
شَقَقْنَا
الْأَرْضَ
شَقّاً {26}
فَأَنبَتْنَا
فِيهَا
حَبّاً {27}
وَعِنَباً
وَقَضْباً {28} وَزَيْتُوناً
وَنَخْلاً {29}
وَحَدَائِقَ
غُلْباً {30}
وَفَاكِهَةً
وَأَبّاً {31}
مَّتَاعاً
لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ
{32} |
24.
Öyleyse insan yediğine bir baksın!
25.
Şüphesiz ki Biz, suyu bol bol dökeriz.
26.
Sonra da yeri gereği gibi yararız.
27.
Böylece orada taneler bitiririz.
28.
Üzümler, sebzeler,
29.
Zeytinlikler, hurmalıklar,
30. Sık ve
bol ağaçlı bahçeler
31.
Meyveler ve otlaklar (bitirdik.)
32.
Sizin için de, davarlarınız için de, birer fayda olmak üzere.
Şanı Yüce Allah, insanın
yaratılışının başlangıcını söz konusu ettikten sonra, "öyleyse insan
yediğine bir baksın" buyruğu ile kendisine kolaylaştırılan rızkını
sözkonusu etmektedir. Yani Allah'ın, yediği şeyleri nasıl yarattığına bir
baksın. Buradaki "bakmak" düşünmek süretiyle kalbin bakmasıdır. Yani
insan, hayatının esasını teşkil eden yiyeceklerini Allah'ın nasıl yarattığı üzerinde,
ona hayatta kalmanın sebeblerini nasıl hazırladığı üzerinde -bu yolla ölümden
sonra dirilişe hazırlanmak için- iyiden iyiye düşünsün.
el-Hasen ve Mücahid'den
şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "öyleyse insan yediğine bir
baksın!" Yani yediğinin vücuduna nasıl girip nasıl çıktığına bir baksın.
İbn Ebi Hayseme, ed-Dahhak b. Süfyan el-Kilabi'den şöyle dediğini rivayet
etmektedir: Peygamber (s.a.v.) bana şöyle dedi: "Ey Dahhak! Sen neler
yersin?" Ben: Ey Allah'ın Resulü! Et ve süt dedim. Peygamber: "Sonra
ne oluyor?" diye sordu. Ben bildiğin şeye dönüşüyor, dedim. Şöyle dedi:
"Şüphesiz Allah Ademoğlundan çıkan şeyi dünyaya misal olarak göstermiştir.
"Ubey b. Ka'b dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ademoğlunun
yedikleri dünyaya misal verilmiştir. O her ne kadar yemeği ne baharatlar koyup
güzelleştirse ve tuzlasa dahi, sen sonunda onun neye ulaştığına bir bak!"
Ebu'I-Velid dedi ki: Ben
İbn Ömer'e helaya girip, kendisinden çıkan şeylere bakan kişi hakkında soru
sordum da şöyle dedi: Melek ona gelerek; şu cimrilik edip vermekten çekindiğin
şeylerin sonunda ne olduğuna bir bak, der.
"Şüphesiz ki Biz,
suyu bol bol dökeriz" buyruğundaki "Şüphesiz ki Biz" lafzı genel
olarak başlangıç (istinaf) cümlesi olmak üzere kesreli olarak (...) diye okunmuştur.
Küfeliler ve Yakub'dan
rivayetle Ruveys ise hemzeyi üstün olarak okumuşlardır. Bu okuyuş,
"yemek"in mahiyetini açıklamak sadedinde olduğu için cer
konumundadır, çünkü onun bedelidir.
Şöyle buyurmuş gibidir:
"öyleyse insan yediğine bir baksın. Şüphesiz ki Biz(im) ... bol bol
dökmemize ... " Bu kıraate göre: ''Yediğine" lafzı üzerinde vakıf
güzel değildir. Aynı şekilde (bu okuyuşa göre); "Şüphesiz ki Biz"
anlamındaki lafzı: ''O" (bizim suyu bol bol dökmemizdir anlamında) takdiri
ile merfu kabul etmemiz halinde de durum böyledir. Çünkü ref' halinde de
"yediği" şeylerin mahiyetini açıklamaktadır.
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: ''Çünkü muhakkak ki Biz ... suyu bol bol dökeriz ve onunla
yiyecek şeyleri çıkartırız." Yani bu, bu şekilde olup gidiyordu.
el-Huseyn b. Ali imaleli
olarak: (...) diye ve "nasıl" anlamında okumuştur. Bu okuyuşu kabul
edenler de şöyle derler: Bu durumda "yediğine" anlamındaki lafız
üzerinde vakıf, tam bir vakıftır. Bunun "nerede" anlamında olduğu da
söylenir. Şu kadar var ki bu "şekiller, süretler"e ait bir de kinaye
ihtiva eder ki, bu: Bizim suyu hangi yolla, hangi cihetten döktüğümüze
(baksın), demek olur. Şair el-Kumeyd de şöyle demiştir: "Ne zaman ve
nereden sevinç ve neşe geldi sana? Eğlence eğiliminin de, musibetlerin de
olmadığı bir yerden."
"Şüphesiz ki Biz,
suyu bol bol dökeriz" buyruğu ile yağmurları kastetmektedir.
"Sonra da yeri
gereği gibi" bitkilerle "yararız. Böylece orada taneler bitiririz ..
" Buğday, arpa, çavdar ve biçilip de saklanan diğer taneler (tahıllar),
"üzümler,
sebzeler" ile kastedilen yonca ve alafur. el-Hasen'den rivayete göre
bunlara bu ismin veriliş sebebi, bitip görünmeye başladıktan sonra ardı
arkasına biçilmelerinden dolayıdır. el-Kutebi ve Sa'leb dedi ki: Mekkeliler:
(...)'e, (...) adını verirler.
İbn Abbas dedi ki: Bu
taze hurmadır. Çünkü bu hurma, hurma ağaçlarından kesilir. Ayrıca ondan önce de
üzüm sözkonusu edilmiştir.
Yine ondan
nakledildiğine göre, bundan maksat, taze yoncadır. el-Halil dedi ki: "Taze
yonca" demektir. Bunun (yani taze yonca demek olan "el-fısfısa"
nın sad yerine) "sin" ile olduğu da söylenmiştir. İşte bu taze yonca
korundu mu ona (...) denilir. (el-Halil) dedi ki: Ok ya da yay edinmek üzere
ağacın kesilen dallarının adıdır. Bunun kesilen her şeyin adı olduğu da
söylenmiştir. Yonca, pırasa ve kesildikçe kökünden biten sair sebzeler de
böyledir. es-Sıhah'ta şöyle denilmektedir: "(...) ile (...): Yonca"
demektir. Farsçada buna "isfist" derler. Bun un çokça bittiği yere
de; (...) denilir.
"Zeytinlikler, hurmalıklar,
sık ve bol ağaçlı bahçeler"; "Bahçeler"in tekili: (...) dir.
el-Kelbi dedi ki: Etrafı çevrilmiş hurma ya da başka ağaç türünden herbir şeye;
"hadika: bahçe" denilir. Etrafı çevrilmemiş olana ise bu isim
verilmez.
"Sık ve bol"
yani ağaçları büyük "bahçeler" demektir.
" ... Büyük
ağaç" demektir. Arslana; (...) denilir. Çünkü onun boynunu çevirme
kabiliyeti yoktur, ancak bütün bedeni ile döner. Şair el-Accac şöyle demiştir:
"Ayrılık gününde sırtımı başımla beraber döndürüp durdum öyle ki bu halimle
arslanı andırdım."
'' ... Boynu oldukça
kalın adam" demektir. Aslında bu lafzın vasıf olarak kullanılması,
boyunlar hakkındadır, sonradan başka hususlar hakkında da istiare yoluyla
kullanılır olmuştur. Amr b. Madi kerib dedi ki: "Oralarda enseleri kalın
kimseler yürür, sanki onlar; Katrandan eğer ve semer giydirilmiş sekiz
yaşındaki deve gibidirler"
''Ağaçları sarmaş dolaş
bahçe" demektir. Çoğulu: (...) diye gelir. ''Ot gelişti ve birbirine
sarılıp, karıştı" demektir.
İbn Abbas dedi ki: (...),
(...) ile (...) in çoğulu olup "kalın olanlar" demektir. Yine ondan
"uzun boylular" anlamına geldiğini söylediği de nakledilmiştir.
Katade ve İbn Zeyd:
"Oldukça değerli hurma ağaçları" demektir diye açıklamışlardır. Yine
İbn Zeyd ve İkrime'nin ise: Kökleri ve gövdeleri çok büyük ağaçlar, diye
açıkladıkları nakledilmiştir. Mücahid de sarmaş, dolaş olmuş ağaçlar, diye
açıklamıştır.
"Meyveler"
insanların incir, şeftali ve buna benzer ağaçların mahsüllerinden yedikleri
şeylerdir.
"Ve otlaklar"
bunlar da davarların yedikleri otlardır.
İbn Abbas ve el-Hasen
dedi ki: "Ot" yerin bitirdiği fakat insanların yemediği herşeye
verilen isimdir. İnsanların yediklerine: "Biçilen şeyler" adı
verilir. Peygamber (s.a.v.)'i övmek sadedinde şairin şu beyitinde de bu
anlamdadır: "Onun çok bereketli bir duası vardır ki, onun rüzgarı sabadır
Onunla Yüce Allah ekinleri ve otları bitirir,"
Bu otlara bu ismin
veriliş sebebinin, onların (toplanmalarının) maksat olarak gözetilmeleri ve ot
olarak toplanmalarıdır, Esasen; (...) ile (...) mana itibariyle aynı şeydir.
şair de şöyle demiştir: "Bizim aslımız Kays'dır, yurdumuz ise Necd'dir,
Orada ottan faydalanmak da, içilebilir su da bizimdir."
ed-Dahhak dedi ki:
"Yeryüzünde biten herbir şey"dir. Ebu Rezın de böyle demiştir: O
bitkidir. Buna İbn Abbas'ın şu sözü delil teşkil etmektedir. ''insanların ve
davarların yedikleri şeylerden olup, yeryüzünde biten her şey"dir,
Yine İbn Abbas'tan ve
İbn Ebi Talha'dan şöyle dedikleri nakledilmiştir: Bu, yaş mahsüllere verilen
bir isimdir.
ed-Dahhak dedi ki: Bu,
özel olarak samandır. Bu, İbn Abbas'tan da nakledilmiştir. şair şöyle demiştir:
"Onların davarlarının otlayacak yerleri yoktur, Saman ise onlarda çok az
bulunur,"
el-Kelbi dedi ki:
Meyvenin dışındaki her türlü bitkiye denilir.
Bir açıklamaya göre
"meyve" yaş mahsüller, "eb (mealde otlak)" ise kurularına
denilir.
İbrahim et-Teymi dedi
ki: Ebu Bekr es-Sıddik (r.a)'a "meyve ve otlak" ın tefsiri hakkında
soru soruldu da o şöyle dedi: Eğer Allah'ın Kitabı hakkında bilmediğim bir şey
söyleyecek olursam, hangi sema beni altında barındırır ve hangi yer beni
üstünde taşır?
Enes dedi ki: Ömer b,
el-Hattab (r.a)'ı bu ayet-i kerimeyi okuduktan sonra şöyle derken dinledim:
Bütün bunların ne olduğunu biliyoruz, Peki "debb" (mealde: otlak) ne
demektir? Sonra elindeki bir asayı kaldırıp şöyle dedi: Allah'a yemin ederim
ki, kişinin kendisini olmadık zorluklara koşması budur. Ömer'in anasının oğlu!
Ebb'in ne olduğunu bilmesen sana ne zararı olur? Sonra şunları dedi: Bu kitapta
size açıkça anlatılanlara uyunuz, böyle olmayanları da bırakınız,
Peygamber (s.a.v.)'dan
şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Sizler yedi şeyden yaratıldınız, yedi
şeyden size rızık verilir. O halde Yüce Allah'a da yedi şey üzerinde secde
ediniz,"
Peygamber efendimiz
"yedi şeyden yaratıldınız" buyruğu ile: "... bir nutfe kıldık,
sonra o nutfeyi alaka kıldık, sonra o alakayı bir parça et", yaptık"
(Mu'minun, 13-14) ayetlerini kastetmektedir. Yedi şeyden rızıklanmakla da Yüce
Allah'ın: "Böylece Biz, orada taneler bitiririz. üzümler ...
meyveler" buyruğuna kadar sayılanları kastetmektedir. Daha sonra da
"otlaktar" diye buyurmaktadır ki; bu da Adem oğluna ait bir rızık
olmadığını, bunun sırf davarlara has olduğunu göstermektedir. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
"Sizin için ...
birer fayda olmak üzere" buyruğundaki: "Fayda olmak üzere"
buyruğu tekid edici mastar olarak nasbedilmiştir. Çünkü bütün bu hususları
bitirmek, bütün canlıları faydalandırmaktır. Bu, Yüce Allah'ın ölüleri
kabirlerinden diriltmesine -daha önce birkaç yerde açıklandığı üzere, yok
oluşundan sonra ekinin bitip yeşerdiği gibi- kabirlerinden diriltilmelerine
dair verdiği bir misaldir. Ayrıca onlara ihsan etmiş olduğu nimetleri
hatırlatarak onlara lütuflarını dile getirmesi manası da vardır. Yine bu da
daha önce birkaç yerde geçmiş bulunmaktadır .
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN